10-09-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Yılmaz Erdoğan-Bende Sana Yetecek Kadar Ben Kalmadı
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe de çay tadında   
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi  hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında  
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının  sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime  Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum  
Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu  Adam da  Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında  Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam  Kadının yüzünde
bir hüzün  Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük  
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti  
  Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış  İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar  Hepsi daraltılmış  Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken  Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman  Şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı 
|
|
|