Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü
Aba altından değnek göstermek: Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak "Sakın onlara aba altından değnek göstermeye kalkma, yoksa kaçırırsın "
Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?: "Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun" anlamında kullanılır
Abayı yakmak: Gönül verip âşık olmak, tutulmak "Türkmen kızına abayı yakalı beri, sazı elinden düşürmez oldu "
Abbas yolcu: 1 Yola çıkmaya kesin kararlı "Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın " 2 Ölmek üzere (olan) "Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?"
Abesle iştigal etmek: Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek "Şu yaşa geldin, ama abesle iştigal etmekten vazgeçmedin "
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek "Yeter artık, abuk sabuk konuşmalarına daha fazla dayanamayacağım "
Abur cubur: Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler "Ne diye çocukların karnını abur cuburla doyuruyorsun?"
Aceleye getirmek (dara getirmek): 1 Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak "Tezgâhtar aceleye getirerek gömleğin defolusunu vermiş "2 Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek "Yazın hiç de güzel değil, aceleye getirmişsin "
Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz "Acemi çaylağa bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?"
Acı çekmek (duymak): 1 Ağrı, sızı duymak "Kazadan sonra çok acı çekti " 2 Üzülmek, üzüntü içinde kalmak "Eşini kaybedeli on yıl oldu ama o hâlâ acı çekiyor "
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak "Elindeki tek evi de yanıp kül olunca acısı yüreğine işledi "
Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak "Kestiğim o ağacın hâlâ acısını çekiyorum "
Acısını çıkarmak: 1 Acılığını yok etmek "Yağda kavurarak acısını aldı "2 Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek 3 Öç almak "Bir gün bana yaptıklarının acısını senden çıkaracağım "
Acı soğuk: Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk "Acı soğuk insanın iliklerine işliyordu "
Acı söz: İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz "Bu acı sözlerine kim katlanır sanıyorsun?"
Aç acına: Aç olarak, hiçbir şey yemeden "Bu iş aç acına yapılmaz "
Açığa çıkarılmak (alınmak): İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek "İşe üç gün geç geldi diye açığa alındı "
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak "Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu "
Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak "Kasiyerin salı günü akşamı on bin lira açığı çıktı "
Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak "Hemen her yazısında bir açığını bulmak mümkün "
Açık alınla: Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle "Hemen her işten açık alınla çıkar onlar "
Açık bono vermek: Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak
Açık fikirli: Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse "Bu toplumun açık fikirli insanlara duyduğu ihtiyaç, bugün daha fazladır "
Açık kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse "Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim "
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak "Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun "
Açık konuşmak: Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek "Daima açık konuşan insanları severim "
Açık saçık: Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise) "Açık saçık fıkralar anlatmaya utanmıyor musunuz?"
Açık seçik: Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen "Daha açık seçik konuş da anlayalım ne demek istediğini "
Açıkta kalmak (olmak): 1 İş ve görev bulamamak 2 Yersiz yurtsuz kalmak 3 kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak "Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca "
Açıktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak "Günümüz insanı açıktan kazanmayı bir kural hâline getirdi "
Açık vermek: 1 Geliri, giderini karşılamamak "Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açıkvereceğiz "2 Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek "Dikkat et de düşmanlarına açık verme "
Açlıktan nefesi kokmak: 1 Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak "Dün açlıktan nefesimkokuyordu ama bugün çok şükür karnım tok "2 Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak
Açmaza düşmek: İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak "Beni bu açmazdan ancak çocuklarım kurtarır "
Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek "Afrika kıtasının pek çok insanı aç susuz kalmış durumda "
Adama dönmek: Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek "Kapılar, pencereler boyanınca ev adama döndü "
Adamdan saymak: Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak "Seni adamdan saydım diye mi naz yapıyorsun?"
Adam etmek: 1 Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek "Sen uğraş, didin, adam et, o da sırt çevirsin sana "2 Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak "Bu arabayı eninde sonunda adam edeceğim "
Adam evladı: İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu "Bu iyiliği ancak bir adam evladı yapabilirdi "
Adam içine çıkmak: Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek "Adam içine çıkmayalı uzun zaman oldu "
Adam olmak: 1 Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak "Umarım o da bir gün adamolur "2 Onarılıp işe yarar hâle gelmek
Adam (insan) sarrafı: Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse "Sen üzülme, baban insan sarrafıdır, onun ne mal olduğunu kolayca anlar "
Adam sen de (adaaaam!): Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir "Adam sen de, o katılmazsa katılmasın, biz birlikte oynarız "
Adam sırasına geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak "Biliyorum, seni de adam sırasına geçiren paran oldu "
A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, baştan aşağı "Bu sınıfın düzeni a`dan z`ye kadar bozuk "
Adı batmak: Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak "Hatırlatmayın, adı batsın o adamın!"
Adı çıkmak: Kötü bir şöhret kazanmak "Bir kere adı çıkmış, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu "
Adı kalmak: Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak "Birkaç yıl sonra İstanbul`da doğal güzelliklerin sadece adı kalacak "
Adı karışmak: İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek "Soygun işine Ali`nin de adının karıştığı söyleniyor Doğru mu?"
Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak "Bir daha o eve adım atmamaya yeminliyim "
Adını anmamak: Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek "Evi terk eden oğlunun adını anmamakta sonuna kadar kararlı "
Adını koymak: 1 İsim vermek "Yeni doğan çocuğun adını Ali koydular "2 Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak "Önce adını koyalım da ona göre hareket edelim "
Adını vermek: 1 Birinin adını bildirmek 2 Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek "Benim adımı ver ki işlerin çabuk görülsün "
Aforoz etmek: 1 Kilise birliğinden çıkarmak 2 Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak "Bütün köylü onu aforoz etmekte kararlı "
Ağır aksak: Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak "Her zaman işleri ağır aksak yapıyorsunuz "
Ağır basmak: 1 Ağırlığı fazla gelmek 2 Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak "Politik gücü ağır basınca ihaleyi kazandı "
Ağır başlı: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse "Ağır başlı olmak insana üstün meziyetler kazandırır "
Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek "Hiç sebep yokken işi ağırdan almanı bir türlü anlamıyorum "
Ağır elli: 1 Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan 2 Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan "Adamın eli amma da ağırmış, ense köküm hâlâ ağrıyor "
Ağır gelmek: 1 Ağrına gitmek, onuruna dokunmak "Haketmediğim şu sözler öylesine ağırgeldi ki bana "2 yapılması güç gelmek "Bu yaştan sonra inşaat işlerinde çalışmak artık ağır geliyor benim gibi ihtiyara "
Ağır hastalık: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık "Ağır hastalık geçirdiği için bir türlü kendini toplayamadı ve zayıf kaldı "
Ağır söz: Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz "Söylediğin ağır sözler çocukları çok incitti "
Ağız aramak (veya yoklamak): Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak "Ağzını ara bakalım o konuda bir şey biliyor mu?"
Ağız (söz) birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek "Ağız birliği etmeli, hep birlikte savunmalıyız kendimizi "
Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek "Boşuna uğraşma, ağzından laf çekemezsin onun "
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak "Dolap da dolap! Artık ağzında sakız gibi çiğneyip durma şu sözü!"
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak "Babasını görünce korkusundan ağız değiştirdi "
Ağız, dil vermemek: 1 Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak 2 Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak "Kurşuna dizilmeyi göze aldılar ama ağız, dil vermediler "
Ağız eğmek: Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek "Ölürüm de ağız eğmem o adama!"
Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler "Asıl meseleyi ağız kalabalığı ile ört bas edip kaçamazsın!"
Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak "Ağız kalabalığına getirip yok pahasına aldı malları "
Ağız kavafı: Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse "İğreniyorum şunun gibi ağız kavafı heriflerden "
Ağız yapmak: Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak "Ne ağız yapıp duruyorsun, gerçeği söylesene!"
Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran "Haydi yürü, ağzı açık ayran delisi gibi ne bakıp duruyorsun vitrine "
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak "Onca seneden sonra sevdiği arkadaşını birden karşısından görünce ağzı açık kaldı "
Ağzı kalabalık: Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen "Ağzı kalabalık insanlara tahammül etmek çok güç bir iş "
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak "Takdirname eline verilince sevincinden ağzı kulaklarına vardı "
Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak "Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı "
Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1 Ne diyeceğini beklemek 2 Onun sözüne göre hareket etmek "İyi, yemek için de onun ağzına bak bari!"
Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek "O, ağzına baktırmasını bilen ender hatiplerdendi "
Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak "Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır "
Ağzına girmek: Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak "Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse ağzına gireceklerdi "
Ağzına lâyık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında "Haydi durma, uzan, tam ağzına lâyık bir tatlı!"
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak "Ağzında bakla ıslanmayan bu adama nasıl oluyor da açılıyorsun?"
Ağzında gevelemek: Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak "Lütfen lafı ağzında geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok işim var "
Ağzından bal akmak: Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak "Konuş, konuş hele; ağzından bal akıyor "
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak "İyice çıldırmış olmalısın Çünkü ağzından çıkanı kulağın duymuyor "
Ağzından düşürmemek: Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek "Ölünceye kadar torunu Esma`nın adını ağzından düşürmedi "
Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak "Ağzından girip burnundan çıktı ve ondan para koparmayı başardı "
Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek "Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da gideceğimiz yeri söyleme "
Ağzından laf almak (çekmek): Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek "Boşuna uğraşma, ağzımdan laf alamazsın "
Ağzından yel alsın: Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı "ağzını hayra aç" anlamında söylenir "Bugün kötü şeyler mi bekliyorsun? Ağzından yel alsın, o ne biçim beklenti?"
Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek "Eve geç gelen kızına ağzını açıp gözünü yumdu "
Ağzını aramak: Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek "Şunun ağzını ara da bahçeyi satıp satmayacağını öğren "
Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak "Boşuna uğraşma, evin yanışına öyle üzülmüş ki ağzını bıçak açmıyor "
Ağzını havaya (poyraza) açmak: Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek "Evi o zaman alacaktın, artık geçti, bundan sonra ağzını havaya aç "
Ağzını kapamak: 1 Susmak 2 Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek "Ağzını kapatamazsak konuşup bizi elâleme rezil edecek "
Ağzının içine bakmak: Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek "Konuşması onları öyle sarmıştı ki ağzının içine bakıyorlardı "
Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak "Yeter artık, daha fazla senin ağız kokunu çekemem "
Ağzını öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel, hoş söyledin" anlamında kullanılır
Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek "Demek öyle, ben de senin ağzının payını vermezsem bana da Hasan demesinler!"
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek "Vitrindeki kızarmış tavuğu görünce ağzımın suyu aktı "
Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak "Şu vızır vızır işleyen yol burdan geçince ağzımızın tadı kaçtı "
Ağzının tadını bilmek: 1 Güzel yemeklerden anlamak 2 Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak "Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani "
Ağzı sulanmak: İmrenmek "Karpuzları ağzını şapırdatarak yemeye başlayınca benim de ağzım sulandı "
Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak "Şu ağzı süt kokan mı yarışacak benimle "
Ağzı var dili yok: 1 Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde 2 Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan "Telâşlanma sakın, ağzı var dili yok o çocuğun, seni hiç üzmez "
Ağzıyla kuş tutsa  : "Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da" anlamında kullanılır "Ağzıyla kuş da tutsa, artık bu eve adım atamaz "
Ah almak: Birinin bedduasını üstüne çekmek "Zalimliğine devam edersen daha çok kişinin ahını alacaksın "
Ahı çıkmak: Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi
Ahı tutmak: Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi "Ahım bir tutarsa dünyanın kaç bucak olduğunu görecek o "
Ahı yerde kalmamak: Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek "Şunu iyi bil ki ey zalim, ahım yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin "
Ahkâm çıkarmak: Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak "Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm çıkardı "
Ahmak ıslatan: İnce ince yağan yağmur, çisenti "Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak ıslatan iliklerimize işleyecek "
Ahret kardeşi: Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması "Hakkımı vermedin ama ahrette on parmağım yakanda olacaktır "
Akan sular durmak: Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak "Siz Mehmet Ağa`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anlaşırsınız "
Akıl defteri: Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda
Akıl etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak "Sular kesilecekti ama kovaları doldurmayı akıl edemedim "
Akıl hocası: 1 Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse 2 Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse "Lütfen akıl hocalığı yapmaya kalkma, biz işimizi senden iyi biliriz "
Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak "Akıl kârımı şimdi senin yaptığın bu iş?"
Akıl kutusu (kumkuması): Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç "Akıl kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor "
Akıllara durgunluk vermek: Çok şaşılacak bir şey olmak "Bir görmeliydin o olayı, akıllara durgunluk verecek bir olaydı "
Akıllı uslu: Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan "Senin çocuk pek akıllı uslu görünüyor "
Akıl öğretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek "Sana akıl verecek bir adam da mı bulamadın?"
Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak "Senin bu işi nasıl berbat ettiğine hâlâ akıl sır erdiremedim "
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek "Desene boşuna kürek çekmişiz, olmayacak bu iş "
Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek "Seni buluncaya kadar akla karayı seçtim "
Aklı almamak: 1 Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak 2 Anlamamak "Şu işleri bir türlü aklım almıyor "
Aklı başına gelmek: 1 Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak 2 Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek "Çabuk koşun, nihayet kendine geliyor!"
Aklı başından gitmek: 1 Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak 2 Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek "Annemi öyle evin ortasında baygın görünce aklım başımdan gitti "
Aklı başında olmamak: 1 İyi düşünebilir durumda olmamak 2 Bayılmak, kendisinden geçmek "Artık aklı başında olmamak onun işine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek "
Aklı çıkmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak "Elbisem yırtılacak diye aklı çıkıyor "
Aklı durmak: Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek "Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur "
Aklı karışmak: Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak "Dur hele, bir düşüneyim, söylediklerin aklımı karıştırdı "
Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak "Seninle bu işi başarabileceğime pek de aklım kesmiyor "
Aklına düşmek: 1 Hatırlamak 2 Kafasında bir düşünce doğmak "Aklına düşen her şeyi yapmak zorunda mısın?"
Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek "Birden aklına esti, kalkıp sahile indi "
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak "Aklıma gelen başıma geldi, evi su bastı "
Aklına gelmek: 1 Hatırlamak 2 Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak "Aklıma geldi, kalkıp babama gittim "
Aklına koymak: 1 Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek "Bu sene takıntısız sınıfımı geçmeyi aklıma koydum "2 Bir fikri başkasına aşılamak
Aklına (aklını) takmak: Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek "Onu niçin kırdım, aklıma takıldı düşünüp duruyorum "
Aklına yer etmek: Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek "Onun sana söyledikleri aklına yer eder inşallah "
Aklından zoru olmak: Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak "Bırak o bıçağı, aklından zorun mu var senin?"
Aklını almak: Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına almak "Kızın bir bakışı, aklını başından almaya yetti "
Aklını başına almak (toplamak, devşirmek): Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola girmek "Aklını başına al, yoksa bu içki seni götürecek "
Aklını başından almak: Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma getirmek "Gördüğü ev aklını başından aldı "
Aklını (bir şeyle) bozmak: 1 Sapıtmak, delirmek 2 Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek "Bizim çocuk sinema ile aklını bozdu "
Aklını çalmak (çelmek): 1 Kararından, niyetinden vazgeçirip başka bir yola sokmak 2 Baştan çıkarmak, ayartmak "Aklını çelip onu evlenmeye razı et "
Aklını peynir ekmekle yemek: Akılsızca, şaşkınca, delice işler yapmak "Misafirliğe böyle gidilir mi? Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?"
Ak pak: 1 Tertemiz 2 Saçı sakalı ağarmış 3 Alımlı ve beyaz tenli "Ne kadar da ak pak bir çocuk "
Akşama sabaha: Neredeyse, pek yakında, kısa bir süre içinde "Konuklar akşama sabaha burada olurlar, sakın bir yere kaybolma!"
Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır
Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek "Ne güzel bir ziyaret olacak Akşamı iple çekiyorum "
Alacağına şahin, vereceğine karga: Alırken bütün gücünü kullanan ve kolaylık gösteren, kimsede parasını bırakmayan; verirken ise bin bir güçlük çıkaran, vereceğini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanılır "Ne adamsın be! Alacağına şahin, vereceğine karga! Yazıklar olsun!"
Alacağı olsun: "Günün birinde ondan öcümü alırım" anlamında göz korkutmak için söylenir
Al aşağı etmek: Birini bulunduğu yerden, mevkiden indirmek "Ya, gördün mü, demek ki el oğlu adamı al aşağı ediyormuş bir çırpıda!"
Al birini vur birine (ötekine): Hepsi aynı, bir ayarda, hiçbiri işe yaramaz "Onlardan söz etme bana Al birini vur birine "
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu "İnsanı insan yapan vasıflardan biri de alçak gönüllü olmaktır "
Al gülüm ver gülüm: 1 Karşılıklı sevgi gösterisi 2 Çokluk uygun olmayan işlerde birbirinin çıkarını kollamak
Alı al, moru mor: Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş (olarak) "Uçağı kalkmak üzere olan babama alı al, moru mor bir şekilde yetişebildim "
Alıcı gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek "Mobilyaya ilk defa alıcı gözüyle baktı "
Alın teri dökmek: Zahmetli iş görüp çok emek vermek "Alın teri dökmeyenler, emeğin ne olduğunu bilemezler "
Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak" anlamında kullanılır "Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadılar ki sormayın gitsin "
Ali kıran baş kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran "Mehmet, sınıfın Ali kıran baş kesini olmuştu "
Ali`nin külâhını Veli`ye, Veli`nin külâhını Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmadığı hâlde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek
Allah adamı: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse "Allah adamı olmalısın dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin "
Allah`a emanet: Herhangi bir şeyi Yüce Allah`ın korumasına ve esirgemesine terk etmek "Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum oğlum "
Allah Allah!: Daha çok şaşkınlık ve hayret hâllerini anlatır "Allah Allah! Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor?"
Allah aratmasın: Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlamında kullanılır
Allah aşkına: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`ını seversen" anlamında şaşma, usanç bildirir "Allah aşkına şu işi bir daha yapma!"
Allah bilir: 1 Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez "Allah bilir bu sırrın iç yüzünü "2 Bana öyle geliyor ki "Allah bilir esrar da alıyordur bu çocuk "
Allah`ın belâsı: Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan şey "Allah`ın belâsı adam yine çıktı ortaya "
Allah versin: 1 Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyeceğim" anlamında söylenir 2 İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir "Allah versin, işlerin gayet iyi görünüyor
Allah yarattı dememek: Kıyasıya dövmek, çok hırpalamak "Adamlar yabancıya bir giriştiler ki Allah yarattı demediler "
Allah "yürü ya kulum" demiş: Az zamanda çok para kazanan ve işinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir "Cenab-ı Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter "
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma getirmek "Çocuklar evi allak bullak edip gitmişler "
Allayıp pullamak: Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, donatmak "Hurda arabaları allayıp pullayıp pazara çıkarmışlar "
Allem etmek, kallem etmek: İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak "Namussuzlar allem edip kallem edip yaşlı adamın evini elinden aldılar "
Alnı açık yüzü ak (olmak): Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak "İşte alnı açık yüzü ak meydandayım; çıksınlar karşıma "
Alnını karışlamak: 1 Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır 2 Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek "Beni polise bildirenin alnını karışlarım "
Alnının akıyla: Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı olarak "Allah`ın izniyle bu işten alnımın akıyla çıkacağım "
Alnının ar damarı çatlamak: Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak "Adama bak nerede soyunuyor, alnının ar damarı çatlamış anlaşılan "
Alnının damarı çatlamak: Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek "O yolu açıncaya kadar benim alnımın damarı çatladı, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"
Alnının kara yazısı: Kötü talih, baht "Ne yapayım, alnımın kara yazısı böyle imiş "
Al takke ver külâh: 1 Bir mesele üzerinde uzun çekişmelerden sonra 2 Senli benli, samimî dostluğu sürdürerek "Al takke ver külâh yıllarca yaptık bu işi "
Altı alay, üstü kalay: İçi dışı bir olmayan; dışı süslü, içi berbat "Altı alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu "
Altı kaval, üstü şeşhane (Şişhane): Daha çok giyim için "altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz " anlamında kullanılır "Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme "
Altın babası: Çok zengin, parası çok olan kimse "Adam altın babası, her istediğini kolayca yaptırıyor "
Altın bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek "Şimdiden bir altın bilezik sahibi ol ki yarın rahat edesin "
Altında kalmamak: 1 Bir şeyi karşılıksız bırakmamak "Onun bana yaptığı iyiliğin altında kalır mıyım?"2 Bir şeyin üstesinden gelmek "Bana verdiği işin altında kalmayacağım "
Altından Çapanoğlu çıkmak: Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karşılaşmak "Bana öyle geliyor ki bu işin altından Çapanoğlu çıkacak "
Altından girip üstünden çıkmak: Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda bitirmek "Bir ayda o kadar paranın altından girip üstünden çıktı "
Altından kalkmak: Bir zorluğu yenip işi başarmak "Telâşlanma, işin altından kalkacaktır o "
Altını çizmek: Bir şeyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak "Altını çize çize söylüyorum Eninde sonunda sen de geleceksin "
Altını üstüne getirmek: 1 Bir şeyi bulmak için aramadık yer bırakmamak "Evin altını üstüne getirdik ama tabancayı bulamadık " 2 Söz ve davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek "Adam iki çift laf etti Topluluğun altını üstüne getirdi "
Altın kesmek: Çok fazla miktarda para kazanır olmak "Adamların açtığı büfe altın kesiyor sanki "
Altmış altıya bağlamak: O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir işi kesin neticeye vardırmış gibi görünmek "İnsanları altmış altıya bağlamakta üstüne yoktur onun "
Altta kalanın canı çıksın: "Herkes başının çaresine baksın, güçsüzleri düşünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun" anlamında kullanılır
Alttan (aşağıdan) almak: Sert konuşan birine karşı yumuşak, olumlu, onu haklı görüyormuş gibi tavır almak "Amacına ulaşmak istiyorsan onunla konuşurken alttan al, pes perdeden konuş "
Alttan güreşmek: Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarını kollamak "Vay hınzır vay! Alttan güreşip aklın sıra başarı kazanacaksın ha!"
Alt yanı çıkmaz sokak: Sonuç alınmayacak iş, umutsuz durum "Çobanlık mı, dağ tepe dolaş dur, alt yanı çıkmaz sokak vesselâm "
Amana gelmek: Teslim olmak, önce direnirken zor karşısında boyun eğmek "Nihayet düşman amana geldi "
Aman dedirtmek (amana getirmek): Karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, teslim olmaya zorlamak "Düşmana aman dedirtmek boynumuzun borcu oldu artık "
Aman dilemek: Önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin merhametine sığınmak "Aman dileyene kılıç kalkmaz "
Aman vermemek: 1 Göz açtırmamak, rahat bırakmamak 2 Düşmanı acımayıp öldürmek, merhamet etmemek "Böyle kahpe insanlara sakın aman vermeyin!"
Ana baba günü: 1 Mahşer günü 2 Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık "Yangın yeri ana baba gününe dönmüştü "
Ana kuzusu: 1 Pek küçük kucak çocuğu 2 Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç "Şu torbayı kaldırışına bak hele, tam bir ana kuzusu "
Anan yahşi, baban yahşi: Bir kimseyi işini yaptırabilmek için pohpohlamak, gereğinden fazla överek istediğini elde etmeye çalışmak
Anası ağlamak: Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek "Onu buraya getirinceye kadar anam ağladı "
Anasından doğduğuna pişman: 1 Üşengeç, çok tembel 2 Canından bezmiş "O işi yaptı ama anasından doğduğuna bin pişman "
Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek "Karşıma bir çıksın, onu anasından doğduğuna pişman edeceğim "
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak "Şu arabanın taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi "
Anasını ağlatmak: Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı çektirmek "Adamın üzerine öyle gittiler ki iki günde anasını ağlattılar "
Anasının gözü: Hileci, kurnaz, çok açık göz, çıkarcı, hin oğlu hin "Adam anasının gözü, iki dakikada bitiriverdi işi "
Anasının nikâhını istemek: Bir şeye değerinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak "Senin istekli olduğunu duydu adam, şimdi gidersen anasının nikâhını isteyecek o eve "
Anasını sat! (satayım): Önem verme, aldırma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,"Sat anasını o işin, yenisine bak!"
Anca beraber, kanca beraber: Birbirimizden ayrılmayacağız, işler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacağız, beraberliği bozmayacağız "Bu toprağı yalnız ben mi atacağım, hayır arkadaşlar; haydi anca beraber, kanca beraber "
Anladımsa Arap olayım: "Hiçbir şey anlamadım" anlamında kullanılır "Senin anlattıklarını anladımsa Arap olayım "
Ant içmek (etmek): Yemin etmek, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek "Ant içtik, asla bu ülkeyi düşmana bırakmayacağız "
Apar topar: Telâş ve acele ile, yaka paça, hazırlanmadan,"Treni kaçırırım korkusuyla apar topar evden ayrıldım "
Ara (aralarını) bozmak: İki kişi arasındaki iyi ilişkiyi, dostluğu, arkadaşlığı yıkmak "Kim ki ara bozar, o toplumun yüz karasıdır "
Ara bulmak: Birbirleriyle anlaşamayan, bir araya gelemeyen kişileri uzlaştırmak, barıştırmak "İki öğrencinin arasını bulmak, tam bir haftamı aldı "
Araları açılmak (bozulmak): İyi ilişkileri, dostlukları, arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hâle gelmek "Şu iki çiftin araları nasıl açıldı hâlâ anlayamadım "
Aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek): İyi anlaşan iki kişinin veya dostun ilişkileri bozulmak, aralarına soğukluk girmek, birbirlerine gücenmek,"Niçin konuşmuyorsunuz? Aranızdan kara kedi mi geçti?"
Aralarından su sızmamak: Çok iyi, çok yakın dostluk veya arkadaşlık kurmak, ahbap olmak "Şunlara bak, aralarından su sızmıyor "
Arap saçına dönmek: İşlerin çok karışıp içinden çıkılmaz bir durum alması "Bırak artık sorumsuzluğu, işleri bu tavrınla Arap saçına döndürdün "
Araya girmek: 1 İki kişinin arasındaki bir işe karışmak 2 Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak 3 Yapılmakta olan bir işin yapılmasını geciktirmek "Araya başka işler girince seninkini yapamadım, kusura bakma "
Araya koymak: Bir işte sözü geçen bir kimsenin aracılığına başvurmak "Genel müdürü araya koyup senin işe alınmanı sağlayacaklardır "
Arayı yapmak: 1 Arası bozuk olan kimse ile barışmak 2 Arası açık olan iki kişiyi uzlaştırıp, barıştırmak "Hasan aramızı yapmasaydı biz hâlâ diken üstünde oturuyor olacaktık "
Ar damarı çatlamak: Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz olmak "Ar damarı çatlamış bu adamdan ne umuyorsun anlamadım bir türlü "
Arı kovanı gibi işlemek: Girip çıkanı, gelip gideni çok olmak "Şu seçim dolayısıyla doktorun evi arı kovanı gibi işliyor "
Ârif olan anlasın (anlar): Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlayışı kuvvetli kimselerce anlaşılabileceğini belirtmek için kullanılır
Arka arkaya vermek: Birbirini korumak, kollamak, için birleşmek; dayanışmak, yardımcı olmak "Arka arkaya verirsek karşımızda hiçbir güç duramaz "
Arka (sırt) çevirmek: Birine eskiden duyduğu ilgiyi göstermemek, yabancı gibi davranmak "İşlerim bozulunca bana sırt çevirdi "
Arka çıkmak: Birilerine karşı, birini korumak; savunmak, kayırmak "Babası arka çıkmasaydı onu bir güzel dövecekti "
Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmadığı yerde onun hakkında ileri geri konuşmak, dedikodusunu yapmak, çekiştirmek "Adamın arkasından söylemeye utanmıyor musun?"
Arkadan vurmak: Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek "Onun beni arkamdan vuracağı hiç aklıma gelmezdi "
Arka kapıdan çıkmak: Özellikle bir eğitim kurumundan, bir iş yerinden hiçbir varlık gösteremeden, bir şey öğrenemeden ayrılmak "Övünüp durma, bilgine bakılırsa sen o okulun arka kapısından çıkmışsın "
Arkası kesilmek: Tükenmek, bitmek, süregelen bir şeyin son bulması "Kiranın da arkası kesilirse ne yaparız biz?"
Arkasına düşmek: 1 Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek 2 Bir işi sona erdirmek için çok sıkı çalışmak "Arkasına düşmezsen nasıl elde edeceksin o evi?"
Arkasında dolaşmak (gezmek): Bir işi sonuca bağlamak için ilgili yerlere giderek görüşme fırsatı aramak, onların yardımını sağlamak
Arkasını getirememek: Başladığı işi sürdürüp sona erdirememek, sonuçlandıramamak "Ne tembel adamsın, şu işin arkasını getiremedin hâlâ!"
Arkasını sıvamak: İltifat etmek, okşamak, övmek, birisini bu yolları kullanarak bir işe sevk etmek "Arkasını sıvayarak yaptırıyorum her işi bu çocuğa "
Arkasını (birine) vermek: Bir kimsenin himayesinden güç almak "Arkasını kaymakama vermiş pervasızca konuşuyor, yolu burdan geçireceğim diyor "
Arkası (sırtı) pek: 1 Soğuktan muhafaza edecek biçimde giyinmiş, iyi giyinmiş olan 2 Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen "Ona göre hava hoş, çünkü karnı tok, sırtı pek nasıl olsa!"
Arkası (sırtı) yere gelmemek: 1 Sarsılmamak, sağlam ve sağlıklı durumunu sürdürmek 2 Hiç yenilgi yüzü görmemek "Arkası yere gelmemiş bir adam olarak kalmalı o "
Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu bulmak
Armut piş, ağzıma düş: Bir işin hiç emek harcamadan olmasını, kendiliğinden hazır olup ayağına gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullanılır
Arpa boyu kadar gitmek: Pek az ilerlemek "Onca çabaya rağmen arpa boyu kadar gidebildim ancak "
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Derin derin ne yapacağını bilemeden, çaresizlik içinde düşünüp durmak "Öyle arpacı kumrusu gibi ne düşünüp duruyorsun?"
Arpalık yapmak: Bir yeri sürekli çıkar kaynağı olarak kullanmak, sömürmek "Batılılar ülkemizi arpalık yaptılar âdeta "
Art düşünce (niyet): Açığa vurulandan ayrı, gizli tutulan, asıl düşünce "Onun bizim hakkımızda art düşüncelere sahip olduğunu biliyorum "
Asıp kesmek: 1 İşkence etmek, zalimce tavırlarda bulunmak 2 Tehdit etmek, zalimce davranışlarda bulunacakmış gibi konuşmak "Dün haktan ve adaletten söz edenler, bugün iktidar olunca asıp kesmeye başladılar "
Askıda kalmak: Bir engel çıkması dolayısıyla bir işin sonuca varamaması, yapılamayıp öylece kalması "Senin gelmemen yüzünden bütün işler askıda kaldı "
Askıya almak: 1 Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak 2 Altı boşalmış yapıyı dikmelerle tutturarak yıkılmaktan kurtarmak "Söyle ona, o adamların tayin işlerini askıya alsın "
Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlarını gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere asılması, ilân edilmesi
Aslan payı: 1 Hak edilenden daha çok alınan pay, en güçlünün aldığı pay 2 Bir bölüşmede en büyük pay "Aslan payı Ahmet`e düştü "
Aslan yürekli: Yılmaz, hiçbir şeyden korkmayan, yiğit, kahraman,"Aslan yürekli Mehmetçik düşmanı çil yavrusu gibi dağıttı "
Aslı faslı (astarı) olmamak: Yalan, asılsız olmak, gerçek payı bulunmamak "Aslı astarı olmayan işlerin içine sürükleme bizi "
Astarı yüzünden pahalı olmak: Bir işin ayrıntısına ödenen paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek değerinden fazlaya malolması "Elbiseyi diktin ama astarı yüzünden pahalı oldu "
Astığı astık, kestiği kestik: Davranışlarından dolayı kimseye hesap vermeyen, istediği gibi davranan, çok sert kimseler için kullanılır
Aşağıdan almak: Sert konuşan kimselere karşı yumuşak bir dil kullanmak "Biraz aşağıdan alırsan onun sana zarar vermesini kolayca önlersin "
Aşağı kurtarmaz: 1 Bundan ucuza verilmez 2 Daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez "Israr etme, bu araba daha aşağı kurtarmaz "
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık: Sakıncalı oluşları eşit olan iki karşıt davranıştan birine karar verememe zorunluluğunu anlatmak için kullanılır
Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak, hemen hemen, tam değil de tama yakın "Aşağı yukarı on kilo gelir bu yük "
Aşık atmak: Birisiyle yarışmak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yarış etmek "Sen benimle aşık atacak biri değilsin "
Ata et, ite ot vermek (yedirmek): Uygunsuz iş yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurları ters kullanmak; kişilere işlerine yaramayan şeyi, ilgili olmadıkları görevi vermek "Ata et, ite ot verilen bir ülkede dirlik düzenlik mi olurmuş?"
Ateş almak: 1 Yanmak, tutuşmak 2 Ateşli silâhın patlaması 3 Telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak "Silâh birden ateş aldı "
Ateş bacayı sarmak: Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak "Ateş bacayı sarmadan çabuk gidelim buradan!"
Ateş basmak: Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kızarması "O nadide, paha biçilmez vazoyu kırınca bedenini birden bire ateş bastı "
Ateşe atmak: Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak "Hiç aldırmadan, biricik kızını o adamla evlendirip ateşe atamazsın değil mi?"
Ateşe tutmak: 1 Ateşli silâhla mermi atmak 2 Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak "Zalim askerler zavallı köylüleri yaylım ateşine tuttular "
Ateşe vermek: 1 Bir yeri bilerek yakıp yok etmek 2 Aşırı ölçüde telâşlandırmak 3 Bir toplumu, bir ülkeyi kargaşalık içine sürükleyerek yıkıma uğratmak "Dış güçler yerli işbirlikçilerle anlaşarak ülkeyi ateşe verdiler "
Ateşine (nârına) yanmak: Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek "Eğer bu malı satamazsam senin ateşine yanmış olacağım "
Ateş kesilmek: 1 Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek 2 Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak 3 Ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek "Taraflar ateş kesilmesine razı olmadılar "
Ateşle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek "Bırak o silâhı elinden! Ateşle oynadığının farkında mısın sen?"
Ateş pahasına: Çok pahalı "Yeni daireler ateş pahası, nasıl alacağız?"
Ateş püskürmek: Çok öfkeli olmak, ağır sözler söylemek "Öğretmen kapıyı kıran öğrencilere ateş püskürdü "
Ateşten gömlek: İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir "İflas etmem, ateşten gömlek giymem demektir "
Atı alan Üsküdar`ı geçti: "Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı" anlamında kullanılır "Sen daha dur, atı alan Üsküdar`ı çoktan geçti "
Atı eşkin, kılıcı keskin: Her bakımdan güçlü, dilediğini yapabilir "Zalimlere karşı durmak mı istiyorsun? Atın eşkin, kılıcın keskin olmalı!"
Atın yüğrükse bin de kaç: İmkânın varsa kendini kurtarmaya bak
Atıp tutmak: 1 Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını söylemek, abartılı konuşmak 2 Birisinin arkasından ileri geri konuşmak, kötü sözler etmek "Yüzüne karşı söyle, arkasından atıp tutma adamın "
At oynatmak: 1 Ata hüner göstermek 2 Bildiği ve istediği gibi davranmak 3 Belli bir alanda üstünlük kurmak "Meydan adamlara kaldı, istedikleri gibi at oynatıyorlar "
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır "Ne yapayım, kardeş işte! Atsan atılmaz, satsan satılmaz!"
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya alınmak "Aklını başına toplamazsan adamı işte böyle attan indirip eşeğe bindirirler "
Avaz avaz bağırmak: Olanca gücüyle bağırmak; sesi yettiği kadar, var gücüyle bağırmak "Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz bağırma!"
Avucunun içine almak: Birini her dediğini yapar duruma getirmek, baskı ve etkisi altına almak "Kaymakam bütün kasabalıyı avucunun içine aldı "
Avucunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek "Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çalış "
Avuç açmak: Yardım istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma düşmek "Yarın avuç açmamak için bugünden çalışmalısın "
Ayağa düşmek: 1 Bir şeyin değerini kaybetmesi 2 Yalvarır duruma gelmek 3 İşe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışır olmak "Sevinmeyin boşuna, bu işi ayağa düşürmeyeceğim hiçbir zaman "
Ayağa kalkmak: 1 Hasta iyi olmak 2 Saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek 3 Telâşlanmak, heyecanlanmak 4 Dikilmek, ayakları üzerinde durmak "Dedem nihayet ayağa kalktı "
Ayağı (ayakları birbirine) dolaşmak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek "Korkusundan zavallının ayakları birbirine dolaştı "
Ayağı düşmek: Bir yere uğramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu düşmek "Bu rezillikten sonra onun ayağının buralara düşeceğini sanmam artık "
Ayağı düze basmak: İşleri iyi gitmek, zorlukları yenerek rahata kavuşmak "Şu borcu da ödedik mi ayağımız düze basacak inşallah "
Ayağı ile gelmek: 1 Kendi isteği ile gelmek 2 Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek "Adam ayağı ile geldi dayak yemeye "
Ayağına bağ olmak: Bir işini yapmasına, bulunduğu yerden ayrılmasına engel olmak "Bu çocuk ayağıma bağ oldu, onu bırakıp da bir yere gidemiyorum "
Ayağına dolaşmak (veya dolanmak): 1 Birisinin yaptığı işe engel olmak 2 Başkasına yaptığı kötülük kendi başına gelmek "Şu köpeği birisi çıkarsın atölyeden, insanın ayaklarına dolanıyor "
Ayağına gitmek: Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yanına varmak "O baban senin, ayağına gitmelisin "
Ayağına kapanmak: Kendini küçük düşürerek yalvarıp yakarmak "İnsan ne birisinin ayağına kapanmalı, ne de birisini ayağına kapandırmalı "
Ayağına (ayaklarına) kara su inmek: Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok yorulmak "Seni aramaktan ayaklarıma kara sular indi, nerelerdeydin Allah aşkına!"
Ayağını çekmek: Daha önce gittiği yere artık uğramaz olmak, ilişkiyi ve ilgiyi kesmek "Artık onlardan elimi ayağımı çektim "
Ayağını denk almak: Birilerinin kendisine karşı yapacakları muhtemel kötülüklere karşı uyanık davranmak, tedbirli olmak "Eğer ayağını denk almazsan o adamlar başına bir iş açacaklar senin "
Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bularak birini bulunduğu işten, mevkiden uzaklaştırmak "Adamcağızın hiç suçu yokken ayağını kaydırdılar, şimdi aç susuz dolaşıyor "
Ayağını kesmek: 1 Bir yere gitmez, uğramaz olmak 2 Birini bir yere artık uğramaz duruma getirmek "Öyle korkutun ki o adamın ayağı kesilsin bu meyhaneden?"
Ayağının altına almak: 1 Acımasızca, tekmelerle kıyasıya dövmek 2 Bir şeyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o şeyi tepmek "Önüne serilen bütün nimetleri ayağının altına aldı hiç tınmadan "
Ayağının tozuyla: Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez "Adamı ayağının tozuyla kodese tıktılar "
Ayağını sürümek: 1 Verilen bir görevi ağırdan yapmak 2 Bir yerden ayrılmak üzere bulunmak 3 Ölmek üzere olmak 4 Halk inanışına göre birinin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak "Ayağını mı sürüdün ne, senden sonra gelen misafirlerin sayısını Allah bilir ancak!"
Ayağını yorganına göre uzatmak: Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri aşmamak "Ayağını yorganına göre uzatmazsan ileride aç kalırsın "
Ayağı (ayakları) suya ermek (değmek): Neden sonra aklı başına gelmek, bir şeyin aslını anlamak, beklenen biçimde olmadığını kavramak "Toy olduğu için doğruyu göremiyor, onun da ayağı suya erecek bir gün "
Ayak altında kalmak: 1 Hor görülüp aşağılanmak, değer verilmemek 2 İnsanların sık gelip geçtiği yerde, kalabalık içinde kalmak "Seyyar satıcıların pek çoğu ayak altında kalınacak bir yeri seçerler "
Ayak atmamak: Bir yere hiç gitmemek "O kente ayak atmadım henüz "
Ayak diremek: Bir şeyde ısrar etmek, karşı koymak, kendi kararından vazgeçmemek "Ayak diremeseydi çoktan evini yıkmış olacaklardı "
Ayaklar altına almak: Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek "Babasının onun için verdiği emekleri ayaklar altına alarak o serseriliği seçti "
Ayakları geri geri gitmek: Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek "Hoşlanmadığım bu insanların yanına yaklaştıkça ayaklarım geri geri gitmeye başladı "
Ayaklı kütüphane: Çok şey okumuş, her sorulana cevap veren, çok şey bilen, okudukları aklında kalmış kimse "Adam ayaklı kütüphaneydi sanki!"
Ayakta kalmak: 1 Bir zorluk karşısında yıkılmamak, çökmemek 2 Oturacak yer bulamamak "Gemi öyle kalabalıktı ki hepimiz ayakta kaldık "
Ayak takımı: İşe yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, değersiz kimselerin bütünü "Mahallemizde ayak takımı gittikçe çoğalıyor "
Ayak uydurmak: 1 Adımlarını başkasınınkine uydurmak 2 Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek "Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda değiliz "
Ayak üstü (üzeri): 1 Kısa süre içinde, acele olarak 2 Ayakta durarak, ayakta dikilerek "Gel de şu büfede ayak üstü atıştıralım biraz "
Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekât) vermek: Kendisi başkasının yardımı ile geçinirken, gösteriş için elindekini başkalarına yardım amacıyla dağıtmak
Ayıkla pirincin taşını: Bir işin oldukça karışık, dolaşık, içinden çıkılması güç olduğunu anlatmak için kullanılır "Durup dururken adama olmadık sözler söylemiş, şimdi ayıkla pirincin taşını!"
Ayılıp bayılmak: 1 Sinir krizi geçirmek, bunalıma düşmek 2 Birini kendinden geçercesine sevmek, beğenmek "Her kan görüşünde ayılıp bayılıyor "
Ayranı kabarmak: Öfkelenmek, kızıp bağırmak; coşmak "O konuştukça adamın elleri titriyor, ayranı kabardıkça kabarıyordu "
Ayvaz kasap hep bir hesap: "Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim aynı sonuca varır" anlamında kullanılır
Ayyuka çıkmak: 1 Pek yükselmek (ses için) 2 Herkesçe duyulmak, yayılmak (dedikodu için) "Öyle kızgındı ki sesi ayyuka çıkıyordu "
Aza çoğa bakmamak: Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak
Azizlik etmek: Şaka ile takılmak, muziplik etmek, şaka ile aldatmak "Osman azizlik etmeye bayılır "
|