Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü
Cadı kazanı: Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer "Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı "
Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak "Caka satmayı bırak da işine bak "
Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için) "Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu "
Cana can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek "Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem "
Can alacak yer (nokta): Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası "Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık "
Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak "Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver "
Can atmak: Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek "Top oynamaya can atıyordu "
Can borcunu ödemek: Ölmek "Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum "
Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan "Ne cana yakın bir insanmış meğer "
Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır "Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim "
Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak "Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu "
Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç "Babam evin can damarıdır "
Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak "Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler "
Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek "Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?"
Can düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan "Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı "
Can evi: 1 Yürek 2 En duyarlı bölge "Onları can evlerinden vurmaya yemin etti "
Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak "Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar "
Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak) "Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı "
Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak "Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi "
Canı (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak "Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki "
Canı çıkmak: 1 Ölmek 2 Çok yorulmak 3 Çok yıpranmak "Onu razı edinceye kadar canım çıktı "
Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak "Araba çizilecek diye canı gidiyor "
Canına değmek: 1 Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek 2 Ruhu şad olmak "Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi"
Canına kıymak: 1 İntihar etmek, kendini öldürmek 2 Acımadan öldürmek 3 Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek "Komşunun kızı canına kıymış "
Canına okumak: 1 Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek 2 İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak "Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde "
Canına tak demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek "Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!"
Canına yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır "Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta "
Canına yetmek: Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek "Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım "
Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek "Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!"
Canını almak: Öldürmek "Allah canını alsın da kurtulalım senden!"
Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek "Ona kıyamadı ve canını bağışladı "
Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak "Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti "
Canını sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır "Biraz soluk almama izin ver Ben canımı sokakta bulmadım "
Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak "Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!"
Canını vermek: 1 Hiçbir şey esirgememek 2 Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak 3 Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak "Vatan uğruna kim can vermez ki?"
Canını yakmak: 1 Fizikî acı vermek 2 Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak "Lütfen canını yakma çocuğun "
Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan "Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor "
Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen "Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!"
Canı yanmak: 1 Fizikî bir acı duymak 2 Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak "Canını yakmadan ver o elindekini bana!"
Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek "Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun "
Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak "Ortalık birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın "
Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek "Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı "
Canla başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak "Hepsi canla başla çalıştı "
Canlı cenaze: Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse "Adam canlı cenaze gibiydi "
Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını "Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar "
Can pazarı: Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer "Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar "
Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması "Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı "
Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım "Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum "
Can vermek: 1 Ölmek 2 Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek 3 Bir şeyi çok ister olmak "Adam bir kurşunda can verdi "
Can yakmak: 1 Üzmek, acı vermek 2 Zulmetmek, eziyet etmek 3 Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak "Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun "
Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse "Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır "
Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak "Karşımda cart curt edip durma "
Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi
Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen "Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın "
Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak "Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın "
Cehennem azabı: 1 Çok büyük sıkıntı, eziyet 2 İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri ceza "Allah bizi cehennem azabından korusun "
Cehennem olmak: Defolup gitmek "Çabuk cehennem ol yanımdan "
Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek "Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim "
Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak "Adamı cendereye almayı iyi beceriyorsun "
Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek "Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı donakaldı "
Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak) "Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok "
Ciğerimin köşesi: 1 Çok sevdiğim 2 Sevgili evlâdım "O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir "
Ciğerini okumak: Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak "Bizimi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez "
Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak "Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun "
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek "Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı "
Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı "Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir "
Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır
Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek "Zorla cinleri başıma topladınız "
Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek "Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler "
Cümbür cemaat: Topluca, hep birden "Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik "
Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı "Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar "
Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak "O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti "
Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak
Çaba göstermek: Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet harcamak "Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın "
Çabalama kaptan ben gidemem: "Zorlamanın hiç faydası yok, ben bu işi yapacak güçte değilim; boşuna uğraşıyorsun, yapamam, gitmem," anlamında kullanılır
Çağ açmak: Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol açmak "İstanbul` un fethiyle yeni bir çağ açıldı "
Çakar almaz: İşe yarar gibi görünse de aslında yararsız, bozuk olan "Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutacağını sanmıştı "
Çakı gibi: Canlı ve atik, çevik "Çakı gibi delikanlı olmuş "
Çalımından geçilmemek: Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteriş yapmak "Adamın çalımından geçilmiyor, ona laf anlatmak çok zor "
Çalım satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak, kurularak davranmak
Çalıp çırpmak: Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak, bu yolla kazanç sağlamak "Yoksul kalınca çalıp çırpmaya başladı "
Çam devirmek: Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak "Onun da çam devirmede üstüne yok hani "
Çam yarması: İri gövdeli insan
Çanak tutmak (açmak): 1 Söz ve davranışlarıyla kavgaya, kargaşaya yol açmak 2 Dilenmek "Onun bu işe çanak tutmasına fırsat vermeyeceğim "
Çanak yalayıcı: Dalkavuk, çıkarı için dalkavukluk eden "Çanak yalayıcılar gün geçtikçe artıyor "
Çan çan etmek: Gerekli gereksiz sürekli konuşmak, yüksek sesle devamlı gevezelik etmek "Başımda ne çan çan edip duruyorsun, kes artık şu sesini "
Çanına ot tıkamak: Bir daha sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak "Elbet sizin de çanınıza ot tıkayacağım gün gelecek "
Çantada (torbada) keklik: "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır" anlamında kullanılır "Beni çantada keklik sanıyor ama yanılıyor "
Çaptan düşmek: Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak "Adamın bir ayda çaptan düşeceğini sandılar "
Çar çur etmek: Gereksiz, lüzumsuz yere harcayıp tüketmek "Paranı sakın çarçur edeyim deme "
Çarıklı erkânıharp: Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan, kurnaz ve uyanık köylüler için şaka yollu kullanılır
Çark etmek: Dönmek, geri dönmek "Birkaç adım sonra çark ediniz "
Çarkına okumak: Bozmak, çalışamaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak "Eline alır almaz saatin çarkına okudu "
Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan, karmakarışık yer "Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar "
Çarçaf gibi: Dalgasız, dümdüz ve durgun "Deniz çarşaf gibiydi "
Çat kapı: Aniden, beklenmedik bir anda "Oturuyorduk, çat kapı çıkageldiler "
Çat pat: 1 Ara sıra 2 Yarım yamalak, biraz 3 Vakitli vakitsiz, uygunsuz zamanlarda "Çat pat okuması var diye mektubu ona uzattılar "
Çayı görmeden paçaları sıvamak: Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği hâlde yapılacak bir iş, meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek "Durun bakalım hele, çayı görmeden paçaları sıvamayın, bir haber ulaşsın önce "
Çehre züğürdü: Çirkin, suratsız, yüzü yakışıksız "Oğlanı çehre züğürdü bir kızla evlenmek zorunda bıraktılar "
Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak "Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var "
Çekidüzen vermek: Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu gidermek "Kendine bir çeki düzen vermelisin artık "
Çekip çevirmek: Yönetmek, düzene sokmak, hâle yola koymak, çalışmasını sağlamak "Tek başıma bu işi çekip çeviremem ki!"
Çekip gitmek: Savuşmak, bırakıp gitmek, kimseye danışmadan ayrılmak "Aradığını bulamayınca çekip gitti "
Çekirdekten yetişme: Bir işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma "Ali, çekirdekten yetişmiş bir marangozdu "
Çekişe çekişe pazarlık (etmek): Bir malı ucuza almak, ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan pazarlık "Babam çok istediği atı alabilmek için, atın sahibiyle çekişe çekişe pazarlık etmeye başladı "
Çelme takmak: 1 Ayağını bacağına geçirerek yıkmaya çalışmak 2 Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen işini bozmak "Sakin sakin giden arkadaşını çelmek takarak yere düşürdü "
Çene çalmak: Gevezelik ederek, çok konuşarak vakit geçirmek "Komşu kadınları çene çalmaya bayılırlar "
Çenesi düşük: Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler söyleyen "Senin kadar çenesi düşük bir adam daha görmedim "
Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan, söylediği sözlerle kendisini dinletmesini bilen "İyi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip midir?"
Çene yarıştırmak: Karşılıklı gevezelik etmek, boş konuşmak "Sizinle çene yarıştırılmaz doğrusu "
Çetele tutmak: Hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek "Ahmet amca, veresiye verdiği mallar için çetele tutmaktan usanmıştı "
Çetin ceviz: 1 Kırılması zor, kabuğu sert ceviz cinsi 2 Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; başarılması güç iş "Şimdi anlıyordu rakibinin ne deneli çetin ceviz olduğunu "
Çevir kaz (ı) yanmasın: Karşısındakini kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu söylenir
Çıban başı: 1 Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası 2 Kötü sonuçların, uygunsuzlukların ana sebebi "Bu işte çıban başı mı olmak istersin?"
Çıfıt çarşısı: Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer "Daireyi çıfıt çarşısına çevirenler tek tek bulunmalıdır "
Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem bulmak "Bilim adamları kanserle mücadelede çığır açmak için kolları sıvadılar "
Çığırından çıkmak: Yoldan sapmak, doğru ve uygun gidişten ayrılmak, artık düzelemez hâle gelmek "İşler çığırından çıkmadan önlem almalıyız "
Çıkar yol: Çare, en tutarlı çözüm yolu "Sınıf geçebilmek için tek çıkar yol ders çalışmaktır "
Çıkış yapmak: Bir tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek "Ani bir çıkış yaparak herkesi şaşırttı "
Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyecek, içinden çıkılamayacak bir duruma düşmek "İşler, hiç ummadıkları bir anda çıkmaza girdi "
Çıngar çıkarmak: Gürültü patırtı, karışıklık ve kavga çıkarmak "Çıngar çıkarmadan oturtun şu kadını "
Çıt çıkarmamak: Çok sessiz olmak, hiç ses çıkarmamak, gürültü yapmamak "Çocuklar korkudan çıt çıkarmıyorlardı "
Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış "Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler "
Çifte kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler "İşte çifte kumrular geliyorlar "
Çiğlik etmek: İnsana yakışmayan; olgunluğa, yaşa uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda bulunmak "Bir çiğlik edip de toplantıyı berbat edecek diye ödüm kopuyor "
Çiğ süt etmiş olmak: Soysuz ve namussuz olmak "Bu yürek yakıcı işi yapmak için çiğ süt emmiş olmak gerek "
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: "Herhangi bir suç işlemedim ki korku duyayım, işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım" anlamında kullanılır
Çile çekmek: Üzüntü, eziyet, acı ve sıkıntı içinde yaşamak "Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?"
Çile çıkarmak: 1 Sıkıntılı bir işin veya durumun sona ermesini beklemek 2 Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından geçmesi "Çile çıkarmayan mürit olgunlaşamaz "
Çileden çıkmak: 1 Çok öfkelenmek, olan bitenler karşısında dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek 2 Çile süresini bitirmek "Ben çileden çıkmadan çabuk terk edin burayı "
Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu hâlde bulunan insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana dağılmak "Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar "
Çirkefe taş atmak: Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmak "Şu çirkefe taş atıp da başını belâya sokmadan gir içeri!"
Çivi kesmek: Çok üşümek, donmak "Çocuklar soğuktan çivi kesmişlerdi "
Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği, aklının kesmediği, yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini bilmemek "Kes artık, çizmeden yukarı çıkmaya başladın "
Çocuk oyuncağı: Önem verilecek değerde olmayan, kolay iş "Dereyi geçmek mi? Çocuk oyuncağı benim için "
Çocuk oyuncağı hâline getirmek: Bir işi sık sık değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip değerinden düşürmek "Ne biçim adamlarsınız siz, bu güzel işi çocuk oyuncağı hâline getirdiniz!"
Çoğu gitti azı kaldı: İşin en güç, en önemli, en büyük kısmı bitti, kalanı önemsizdir "Ha gayret çocuklar, çoğu gitti azı kaldı "
Çok görmek: 1 Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak 2 Bir kimsenin yaptığını, davranışını yadırgamak "Gel, çok görme bana bu işi "
Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç, tecrübesiz, çocuk denecek kişilerin yönetimi altında yaşar durumda olmak "Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? Allah korusun!"
Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak "Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor "
Çorap söküğü gibi gitmek: Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi "Hele bir başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş "
Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası, emeği bulunmak "Haydi durmayın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!"
Çömlek hesabı: Güvenilmez, yanlış hesap "Senin yaptığın çömlek hesabı, bir muhasebeciye havale et işi "
Çuval gibi: Kaba ve seyrek, bol ve ütüsüz "Pantolonun çuval gibi olmuş "
Çürüğe çıkmak: 1 İşe yaramaz olduğu, sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak 2 Sağlığı el vermediği için askerlik görevine alınmamak "Çürüğe çıkmak için can atanlar da yok değil bugün "
Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir işe girişmek "Allah kimseyi çürük tahtaya bastırmasın "
|