Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü
Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği hâlde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak "Senin bu konuşmaların da artık kabak tadı vermeye başladı "
Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak
Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek "Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz "
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek "Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi "
Kaçın kur`ası: Aldatılması güç, kurnaz; gün görmüş, geçirmiş; tecrübeli "O kaçın kur`ası, boşuna uğraşma, sen onu kandıramazsın "
Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak "Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki  "
Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt "Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?"
Kafa dengi: Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri "Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki "
Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak "Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki "
Kafa tutmak: Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek "Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?"
Kafası almamak: 1 Anlayıp kavrayamamak 2 Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak 3 Olabileceğine inanmamak "Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun "
Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak
Kafası kazan (gibi) olmak, (veya kafası şişmek): 1 Zihni yorulmak 2 Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak "Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu "
Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek "Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan "
Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu yakalamak
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek "Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum "
Kafası yerinde olmamak: 1 O anda kafası çok yorgun olmak 2 Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek "Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de "
Kafese girmek: 1 Hapse girmek 2 Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek "Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı "
Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak
Kâğıda dökmek: Düşüncelerini, duygularını yazıya geçirmek
Kâğıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı hùlde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak "O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kâğıt üzerinde kaldı "
Kalbini kırmak: İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek "Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış "
Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle uğraşmak
Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün, seçkin, görünür
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan kimse
Kaale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak "O, kaale alınacak bir insan değil "
Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli, yazman
Kalem oynatmak: 1 Yazı yazmak 2 Bir yazıyı düzeltmek 3 Bir yazıda değişiklik yapmak "Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum "
Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak
Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak "Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır "
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya koymamak
Kalıptan kalıba girmek: 1 Sık sık iş değiştirmek 2 Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek
Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek "Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz "
Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): "Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz" anlamında alay yollu kullanılır
Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): "Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor" anlamında kullanılır
Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi altına almak "Yeğenini kanadının altına aldı "
Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak "Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum "
Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak "Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi "
Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altına almak
Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek,"Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu "
Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı, kötülüğü için uğraşmak
Kan çıkmak: Cinayet işlenmek, kan dökülmek "Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak "
Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama
Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek
Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek "Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti "
Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek
Kanı ağır: Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen kimse
Kanı bozuk: Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan "Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir "
Kanı kaynamak: 1 Hareketli, coşkun olmak 2 Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak "Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı "
Kanına girmek: 1 Birini öldürtmek veya öldürmek 2 Bir şeyi harcamak, ziyan etmek
Kanına susamak: Belâsını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak "Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!"
Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak "Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!"
Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak "Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım "
Kanı sıcak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sıcakkanlı
Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek "Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya "
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek
Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek "Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim "
Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak "Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk "
Kanlı canlı: Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan "Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum "
Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak "Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı "
Kan tutmak: 1 Kan görünce bayılmak 2 (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp kalmak
Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek "Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman "
Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli kalan
Kapı dışarı etmek: Kovmak, dışarı atmak "Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!"
Kapı kapı dolaşmak: 1 Ev ev gezmek, her eve uğramak 2 Hemen her devlet dairesine başvurmak "Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı "
Kapı komşu: Bitişikte oturan komşu, evleri yan yana olan ailelerden her biri "Kapı komşum öyle iyi bir insan ki "
Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek "Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu "
Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek
Kapı yoldaşı: Herhangi bir yerde aynı hizmette bulananlardan her biri
Kapıyı açmak: 1 Başlama 2 Bir işte birilerine örnek olmak "Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı "
Karaborsa: Piyasada olmayan malın gizlice, el altından yüksek fiyatla alınıp satılması "Karaborsacılar toplumun kanını emiyorlar "
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, çok bilgisiz "Onun kara cahil birisi olduğunu ilk konuşmamızda fark etmiştim "
Kara çalı: İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan kimse
Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak "Kadıncağıza yok yere kara çaldılar "
Kara gün: Sıkıntılı, üzüntülü, büyük bir yasa düşülen gün "Allah kimseye kara gün göstermesin "
Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan kimse
Kara haber: Ölüm veya felâket haberi, çok üzücü haber "Fatma kadına bu kara haberi vermeye kimse yanaşmadı "
Karalar bağlamak (giymek): Bir felâket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak
Kara liste: Zararlı görülüp cezalandırılmaları, öldürülmeleri düşünülen kimseler hakkında tutulan liste "Köy muhtarını da kara listeye almışlar "
Karaman`ın koyunu sonra çıkar oyunu: "Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür " anlamında kullanılır
Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek "Ben bu elbisede karar kıldım "
Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak "Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir "
Kargacık burgacık: Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz (yazı)
Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak "Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar "
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak "Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler "
Karınca duası gibi: Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş (yazı)
Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer) "Pasajın girişi âdeta karınca yuvası gibi kaynıyordu "
Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince "Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi "
Karman çorman: Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş "Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu "
Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, umarsız
Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak "Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü "
Karnım tok: "O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum" anlamında kullanılır "Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?"
Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi, hâli vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse) "Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!"
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak "Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!"
Karşı çıkmak: 1 Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak 2 İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek "Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?"
Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek, direnmek "Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur "
Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek "Hırsızlar polise silâhla karşı koymaya çalıştılar "
Kasıp kavurmak: 1 Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek 2 Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak "Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!"
Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak "Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan`ı çağırmayı düşündü "
Kaşıkla yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak
Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde "Kaşla göz arasında kapıverdi mendili "
Kaşlarını çatmak: Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak "Bana öyle kaşlarını çatıp durma!"
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek
Katı yürekli: Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan "Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir "
Kayıtsız kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek "Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?"
Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak "Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar "
Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen)
Kazın ayağı öyle değil: "Durum, mesele senin sandığın gibi değil" anlamında kullanılır
Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak,"Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!"
Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile bakmak
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi "Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı "
Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak "Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz "
Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır
Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak "Kelinin görünmeyeceğini sanıyordu şapşal!"
Kel kâhya: Bilgisi olsun olmasın her işe karışan, burnunu sokan
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak
Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak "Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil "
Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak "Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar "
Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek "Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"
Kendi hâlinde: Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse) "Yazık olmuş, kendi hâlinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı "
Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak "O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir "
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek "Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe "
Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak "Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden "
Kendinden geçmek: 1 Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak 2 Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak "Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik "
Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek
Kendine gelmek: 1 Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak 2 Aklı başına gelmek 3 Bozuk olan durumu düzelmek "Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!"
Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak
Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek "Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!"
Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek "Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?"
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak "Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadım işte!"
Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek "Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?"
Kendini bulmak: 1 İyi bir duruma kavuşmak 2 Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek 3 Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak "Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim "
Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek "Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha! "
Kendini dinlemek: 1 Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak 2 Yalnız, sakin kalmak "Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim "
Kendini göstermek: 1 Ortaya çıkmak, belirmek 2 Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek "Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi "
Kendini kaptırmak: Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak "Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu "
Kendini kaybetmek: 1 Düşüp bayılmak 2 Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hâle gelmek "Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi "
Kendini toplamak: 1 Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek 2 Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak 3 Şişmanlamak "Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor "
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hâkim olamamak "Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım "
Kendini vermek: Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak "İşe henüz kendini vermiş sayılmaz "
Kendi payıma: "Bana gelince, bana kalırsa, fikrime göre, bana sorarsanız" anlamlarında kullanılır
Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek "Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte  "
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak "Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu "
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak "Babam kesenin ağzını açtı nihayet "
Keyfinin kâhyası (olmamak): Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak "O benim keyfimin kâhyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!"
Keyif çatmak: Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek "İşi nihayet bitirmiştik, sıra şimdi keyif çatmaya gelmişti "
Keyif ehli: Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan "Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı "
Kılı kırk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak "Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı "
Kılına dokunmamak: Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak "İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!"
Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek "Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı "
Kıl payı (kalmak): Çok az, az bir fark (kalmak) "Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı "
Kıran girmek: 1 Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak 2 Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak "Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu "
Kırık dökük: 1 Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz (şey) 2 Düzgün olmayan, parça parça, dağınık (söz) "Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!"
Kırıp geçirmek: 1 Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek 2 Çok sert davranarak darıltmak 3 Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak
Kırk dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak "Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana "
Kırklara kırışmak: Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak "Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın "
Kısmeti açılmak: 1 Kazancı artıp bolluğa erişmek 2 Bir kızı isteyenlerin çoğalması "Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!"
Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, değerlendirememek
Kıssadan hisse almak: Bir olaydan, anlatılan bir hikâyeden ders almak
Kıt kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek) "Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk "
Kıvamına gelmek (bulmak): En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek
Kıyamet kopmak: 1 Kıyamet günü gelmek 2 Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telâş olmak "Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler "
Kızarıp bozarmak: Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek "Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı "
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak "Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu "
Kilit noktası: Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya yer
Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek "Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim "
Kim vurduya gitmek: Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak
Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak "Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü "
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek "Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı "
Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kur`ân-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek
Kitabına uydurmak: Kanunî olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak kanunî imiş gibi göstermek "İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı "
Kof çıkmak: İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak
Kokusu çıkmak: Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak "Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum "
Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak "Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin "
Kol kanat olmak: Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına almak
Koltukları kabarmak: Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek "Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu "
Kolu kanadı kırılmak: Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hâle gelmek "Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu "
Korktuğu başına gelmek: Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek "Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!"
Koyun kaval dinler gibi: Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek "Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler "
Kozunu paylaşmak: Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek "Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu "
Kök salmak: 1 Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek 2 İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak "Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı "
Kök söktürmek: Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak "O takıma kök söktürmeye yemin ettik "
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak
Köprüleri atmak: Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak
Kör değneğini beller gibi: Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır
Kör dövüşü: Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama
Kör kadı: Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı söyleyen
Köstek olmak: Engel olmak "Sen köstek olma yeter "
Körü körüne: Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden "Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?"
Köşe bucak: Göze çarpmayan, önemsiz yer
Kötüye kullanmak: Suiistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak "Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı "
Kraldan çok kralcı olmak: Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak
Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak "Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir "
Kumkumav gibi: Yapayalnız, tek başına
Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan "Hasan mı, ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor "
Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek) "Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen "
Kulağına çalınmak: Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak o"Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?"
Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma düşmek
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak "Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin "
Kulağını açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek "Kulağını aç da beni iyi dinle!"
Kulağını bükmek: Dikkatli olması için uyarıda bulanmak
Kulağını çekmek: 1 Uyarmak için hafif bir ceza vermek 2 Ceza olarak kulağını büküp çekmek "Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!"
Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek, dinlememek "Kulak asma sen onun söylediklerine "
Kulak dolgunluğu: Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi
Kulak kabartmak: Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek "Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı "
Kulak kesilmek: Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak "Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim "
Kulaklarını çınlatmak: Birini iyi duygularla anmak
Kul hakkı: İslâm dinine göre, insanların birbirleri üzerindeki hakları "Öte dünyaya kul hakkıyla gitmem inşallah "
Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakârlığı yapmaya hazır olmak
Kulp takmak: Bir kusur, bir bahane bulmak
Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek
Kundak sokmak: 1 Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak 2 Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak
Kurban olayım: 1 Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır 2 Yalvarmak için söylenir "Kurban olayım yavruma dokunmayın!"
Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek "Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!"
Kurtlarını dökmek: Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak "Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?"
Kurt masalı okumak: İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler (söylemek)
Kuru iftira: Hiçbir kanıtı olmayan suçlama "Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!"
Kuru kalabalık: 1 Yararsız kırık dökük eşya 2 Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu "Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma "
Kuru kuruya: Boşuna, boş yere
Kuru sıkı: 1 Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf 2 Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu
Kuş beyinli: Akılsız, aptal, ahmak
Kuş kadar canı olmak: Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak
Kuş sütüyle beslemek: En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer "Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti "
Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak "Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!"
Kuvvetten düşmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak
Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek, incitip saldırmasına yol açmak
Kuyruklu yalan: İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan "İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!"
Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak "Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu "
Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düşmesi, felâkete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak "Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek "
Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hâle gelmek "Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?"
Küçük düşürmek: Onurunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek "Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın "
Küçük görmek: Önemsememek, değer vermemek "Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!"
Külâhıma anlat: "Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum" anlamında kullanılır
Külâhını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek
Külâhları değişmek: "Araları bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit olarak kullanılır "Hareketlerini düzeltmezsen külâhları değişiriz, ona göre!"
Kül kedisi: 1 Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse) 2 Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, tembel
Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak "Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi "
Kül olmak: 1 Bir şey bütünüyle yanmak 2 Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak 3 Büyük bir felâkete uğrayıp çok üzülmek
Külünü (göğe) savurmak: Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey bırakmamak
Kül yutmamak: Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak "Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim "
Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan "Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?"
Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak "Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi "
Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek "Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç "
Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak
|