Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü
Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır
Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak "Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz "
Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak "Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum "
Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak "Köye varmamız sabahı bulacak "
Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde "Sabahın köründen beri yoldayız "
Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan "Ben sabır taşı mıyım?"
Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak "Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan "
Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak
Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim) "Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır "
Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak "Bizim de saçımıza ak düştü "
Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır
Saçını başını yolmak: 1 Birini çok fazla dövüp hırpalamak 2 Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek "Sinirinden saçını başını yolmaya başladı "
Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak "Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim "
Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek
Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak "Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı "
Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek
Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek "Sağa sola bakmadan yürüyordu "
Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek
Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı "Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?"
Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak "Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz "
Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak
Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren "O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil "
Sağlık olsun: "Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız" anlamında kullanılır
Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse
Sahip çıkmak: 1 Birini ilgilenip korumak 2 Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek "Şu kimsesize sahip çıkalım "
Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek
Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak "Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!"
Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış
Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak "İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor "
Saltanat sürmek: 1 Bolluk, verimlilik içinde yaşamak 2 Hükümdarlık etmek "Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek "
Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak "Saman altından su yürütenleri hiç sevmem "
Saman gibi: Tatsız, yavan
Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz
Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse
Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak "Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda "
Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek "İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan "
Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek "Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek "
Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak "Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı "
Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak
Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek "Adam bir vuruşta sedyelik oldu "
Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek "Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu "
Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek "Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?"
Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek
Senet vermek: 1 Yazılı, imzalı belge vermek 2 "Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum" anlamında kullanılır
Sen giderken ben geliyordum: "Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın " anlamında kullanılır
Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: "Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?" anlamında kullanılır
Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak "O kadar senli benli olma yabancılarla "
Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı "Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet "
Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak "Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!"
Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe "Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum "
Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak "Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!"
Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek "Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır "
Ses çıkarmamak: 1 İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak 2 Hiç konuşmamak, susmak "Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum "
Sesini kesmek: 1 Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak 2 Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek "Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!"
Ses seda çıkmamak: 1 Hiçbir tepki görülmemek 2 Haber çıkmamak "Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan "
Ses vermemek: 1 Herhangi bir sesi çıkarmamak 2 Bir çağrıya kulak vermemek "Adam evdeydi ama hiç ses vermedi "
Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak "Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı "
Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan "Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü "
Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik "Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk "
Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak "Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?"
Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek "Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan "
Sıfıra sıfır, elde var sıfır: "Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti" anlamında kullanılır
Sıfırı tüketmek: 1 Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek 2 Gücü kalmamak "Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi "
Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak "Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın "
Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak "Sıkı dur, şut çekeceğim "
Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz "Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim "
Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak "Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!"
Sıkıntı çekmek: 1 Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak 2 Ruhen tedirginlik duymak "Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur "
Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak
Sıkı tutmak: Önem vermek "İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte "
Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen
Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak
Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak "Sırra kadem bastı adam!"
Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı "Sırım gibi delikanlı olmuş "
Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak
Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak "Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!"
Sırtını dayamak: 1 Güçlü bir yere veya birine güvenmek 2 Bir yere dayanmak ya da yaslanmak "Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor "
Sırtını yere getirmek: 1 Üstün gelmek 2 Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek "Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez "
Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak
Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak
Silip süpürmek: 1 Ortada ne varsa hepsini yemek 2 Hepsini alıp götürmek, yok etmek 3 Ortalığı temizlemek "Evi çarçabuk silip süpürdüm "
Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak "Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz "
Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak "Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı "
Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak "Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu "
Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek
Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak
Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek "Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz "
Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek
Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak "Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın "
Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak "Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum "
Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan "Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!"
Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak "Soğuk almışım, öksürüp duruyorum "
Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek
Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen "Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı "
Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse
Sokağa düşmek: 1 Bir şey çoğalıp değerini yitirmek 2 Kötü yola sapmak "Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı "
Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın
Solda sıfır: "Hiçbir değeri ve önemi yok" anlamında kullanılır "Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır "
Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek "Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor "
Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek
Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak "Soluk soluğa içeri girdi "
Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak
Sonradan görme: Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan "Sonradan görme ne olacak!"
Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek "Mahkûmu hemen sorguya çekmişler "
Soyup soğana çevirmek: 1 Her şeyini, varını yoğunu elinden almak 2 (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak "Dükkânı soyup soğana çevirmişler "
Sökün etmek: Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek "Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler "
Söz açmak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak "Toplantıda felsefeden söz açtı "
Söz almak: 1 Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak 2 Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak 3 Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak "Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi "
Söz altında kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek "Benim söz altında kalacağımı sanıyordu "
Söz ayağa düşmek: Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek
Söz bir Allah bir: "Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk`ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın" anlamında kullanılır
Söz birliği etmek: Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak "Onunla söz birliği mi ettiniz?"
Söz çıkmak: 1 Ortalıkta bir rivayet dolaşmak 2 Hakkında dedikodu yapılır olmak "Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum "
Sözde kalmak: Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek "Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok "
Söz dinlemek: Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak "Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!"
Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak "Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?"
Söz gelmek: Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak
Söz götürmez: Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan "Söz götürmez işler bunlar "
Söz (laf) işitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak "Durup dururken babamdan söz işittik yine "
Söz kaldırmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak "Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her hâlde?"
Söz kesmek: Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek "Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak "
Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak "Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?"
Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak
Sözü bağlamak: Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak "Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu "
Sözü çiğnemek: Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek
Sözü (bir şeye) getirmek: Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak "Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?"
Sözü kesmek: 1 Söyleyeceklerini bitirmeden susmak 2 Başkasının konuşmasına engel olmak "Bir anda sözünü kesip kürsüden indi "
Sözüm meclisten dışarı: "Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur" anlamında kullanılır
Sözüm ona: "Güya, sanki, sözde" anlamlarında kullanılır
Sözünde durmak: Verdiği sözün gereğini yerine getirmek "Demek sözünde duracaksın, iyi "
Sözünden çıkmamak: Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak
Sözüne gelmek: En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek "Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim "
Sözünü balla kestim: "Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım" anlamında kullanılır
Sözünü esirgememek: Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak "Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?"
Sözünü geri almak: Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek "Sözünü geri al, yoksa karışmam!"
Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak "Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir "
Sözünü tutmak: 1 Verdiği sözü yerine getirmek 2 Birinin verdiği öğüde uymak "Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın "
Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek "Öğretmenin sözünü yabana atma sakın "
Sucuk gibi ıslanmak: Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek "Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı "
Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap "Ne sordumsa sudan cevaplar aldım "
Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi "Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?"
Su dökünmek: Yıkanmak "Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz "
Su gibi akmak: 1 Zamanın çok hızlı geçip gitmesi 2 Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs ) "Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?"
Su gibi bilmek: Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak "Senin konunu da su gibi biliyorum "
Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek
Su gibi gitmek: Bol bol harcamak "Paralar su gibi gitti "
Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan "Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana "
Su götürür olmak: Çeşitli yorumlara elverişli olmak
Su içinde kalmak: Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak
Su katılmamış: Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz
Su koyvermek: 1 Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek 2 Cıvıtmak, sözünde durmamak "Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?"
Sululuk etmek: Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak "Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak "
Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek
Surat bir karış: Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan "Yanına vardığımızda suratı bir karıştı "
Suratını ekşitmek: Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek "Bütün gün suratını ekşitip durdu "
Sus payı: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık
Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak
Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak "Başına gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi "
Suyu bulandırmak: İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak "Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?"
Suyu kaynamak: İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak "Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun "
Suyu mu çıktı?: "Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?" anlamında kullanılır
Suyun başı: 1 Suyun çıktığı yer, kaynak 2 En çok yarar sağlanacak yer 3 Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii "Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar "
Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak "Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin "
Suyu nereden geliyor?: "Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor " anlamında kullanılır
Suyunu çekmek: 1 Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak 2 Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek "Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti "
Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan şey
Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli "Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç "
Su yüzüne çıkmak: Belli olmak, aydınlanmak "Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin "
Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak "Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı
Sükûtla geçiştirmek: Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak
Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak "Sen o işin üzerine bir sünger çek hele "
Süngüsü düşük: Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış "Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından "
Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak "Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!"
Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek "Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?"
Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır
Süt kuzusu: 1 Henüz meme emen kuzu 2 Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk 3 Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse "Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?"
Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak "Ortalık bir anda süt liman olmuştu "
Sütü bozuk: Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse "Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?"
Şad olmak: Sevinmek, mutlu olmak "Seni gördük, şad olduk "
Şafak atmak: Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak "Onu yanımdan kovunca bende şafak attı "
Şafak sökmek: Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak "Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler "
Şaha kalkmak: 1 Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması 2 Coşmak, kükremek, baş kaldırmak "Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı "
Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak "Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara "
Şaka götürmemek: 1 Şakadan hoşlanmamak 2 Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek "Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!"
Şaka kaldırmak: Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak
Şaka maka (derken): "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında kullanılır
Şakası yok: 1 Tehlikeli 2 (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya "Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim "
Şakaya getirmek: 1 Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek 2 Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek "İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!"
Şakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek
Şamar oğlanı: Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse "Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!"
Şamata koparmak: Gürültü, patırtı yapmak
Şapa oturmak: Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek "Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta "
Şart koşmak: Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak "Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona "
Şeref vermek: Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak
Şerefini korumak: Onurunu, kişiliğini gözetmek
Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, görüşünde aldanmak "Şeşi beş gördüm her hâlde "
Şeyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta
Şeytana uymak: Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak "Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum "
Şeytan diyor ki!: "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır "Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv "
Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak "Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her hâlde "
Şeytan görsün yüzünü: "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kullanılır
Şeytanın art bacağı: Çok afacan ve yaramaz (çocuk)
Şeytanın ayağını kırmak: 1 Aksiliği, uğursuzluğu yenmek 2 Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak "Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel "
Şeytan kulağına kurşun: İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun " anlamında kullanılır
Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak "O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir "
Şıp diye geçmek: Ansızın, birdenbire geçmek
Şifayı bulmak (veya kapmak): Hastalanmak "Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene "
Şimdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden "Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır "
Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak "Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin "
Şirazesinden çıkmak: Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek
Şom ağızlı: Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse "Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım "
Şöyle bir: Üstünkörü, gelişigüzel, üzerinde durmayarak "Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere"
Şöyle böyle: 1 Ne iyi ne kötü, orta derecede 2 Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak "Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik "
Şundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz şeyler "Eh işte, şundan bundan konuşup durduk "
Şunu bunu bilmemek: İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek "Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz "
Şunun şurası: Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır "Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?"
Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku "Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor "
|