Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe Terimleri Sözlüğü
"A" Harfi - Felsefe Terimleri Sözlüğü
ABSÜRD: Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan  Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir Saçma bir düşünce , öğeleri birbirini tutmayan , birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir Saçma bir yargı kendi içinde tutarsızlığı olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler Saçmanın bir anlamı vardır fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur Saçma, felsefede usa aykırılığı dile getirir Usa aykırı olan her şey saçmadır Saçma doğru ile yanlış arasında yer alan üçüncü bir kavramdır Yanlış ile karıştırılmamalıdır Her yanlış saçma olmayabilir
AGNOSTİSİZM: İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti Agnostisizm hem bir terim , hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir Onlara göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz
AHLAK: İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi, başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü Tarih boyunca her insan topluluğunda ahlak dizgesi var olmuştur Bu dizge toplumdan topluma ve aynı toplum içinde çağdan çağa değişiklik gösterir Nesnel ya da toplumsal ahlak, insanın toplumun öteki bireylerine karşı ödevini içerir Bu kurallar yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte, gene de ahlak ile hukukun örtüştüğü, hatta özdeşleştiği durumları vardır Toplumsal yaşama egemen olan hukuk kurallarıyla nesnel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır Toplumun genel ahlak görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk düzenlemeleri, kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olmaz Ahlak duygusu ise "ahlaki davranışların kaynağı olan duygu" olarak tanımlanabilir
AKADEMİ veya AKADEMIA: Platon'un kurduğu felsefe okulunun adı
AKIL YASALARI: Aklın özdeşlik, çelişmezlik, yeter neden ilkeleri
ALGI: (Os İdrak, Şuur, Teferrüs, Fr Perception, Al Perception, Wahrnehmung, Empfindung, Erfassung, İng Perception, İt Percepzione) Nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma
1 Etimoloji: Algı terimi, dilimizde de, Batı dillerinde de olduğu gibi almak kökünden türetilmiştir Batı dillerindeki perception terimi, Hint-Avrupa dil grubunun almak anlamındaki kap kökünden gelir, ilkin Latinceye aynı anlamda capere sözcüğüyle geçmiştir
2 Felsefe: Algı, dış dünyanın duyumlarla gelen imgesinin bilinçte gerçekleşen tasarımıdır Nesneler duyu örgenlerini etkiler Bu etki bilince aktarılır Ne var ki algı, arı duyumlardan, ansal bir işlevi gerektirmesiyle ayrılır Örneğin görme duyumuz, her iki gözümüzde ve çeşitli planlarda beliren iki ağaç imgesi getirir Bu iki ağaç imgesi ansal bir işlevle tekleşir Tekleşen bu imgeye, bellekte biriken esli algılardan gerekli olanlar da çağrışım yoluyla eklenkikten sonra ağaç algısı gerçekleşmiş olur Özellikle görme, işitme ve dokunma duyuları insanın bilincine kavram ve düşünce yapımı için algısal gereçler taşırlar Algı işlemini tarihsel süreçte duyumcular aşırı bir savla sadece duyuların, uscular da aynı aşırılıkta başka bir savla sadece usun ürünü saymışlardır Oysa algı duyusal-ansal bir işlevdir Alman düşünürü Leibniz'e göre de algı, bilinçdışı bir işlevdir Algı, gerçek anlamında, öznenin, kendisinin dışında olanı alması demektir Bununla beraber ruhbilimciler ruhsal edimlerle ilgili olarak, dış algı'ya karşı bir de iç algı'nın sözünü ederler Felsefede algı terimi üç anlamda kullanılır : Algılama gücü, algı işlevi, algı olgusu
3 Ruhbilim: Ruhbilimde bir deneğin belli bir süreden birbirinden ayırdedilebilen tepkiler gösterebildiği çevrenin tümüne algı alanı (Fr Champ de perception), algının beyinde gerçekleştiği süreye algı süresi (Fr Temps de perception), algının parçaları arasındaki ilişkilerden oluşan yapıya algısal yapı (Fr Structure perceptionelle), çeşitli nesnelerin bir bütün olarak ya da bir nesnenin özelliklerine ayrılmaksızın algılanmasına algısal birlik (Fr Unite perceptionelle), duyularla gelen algısal gereçlerin bütünlenmesine ve anlamlandırılmasına algılaştırma (İng Perceptualisation), ses iletiminin bozulmasından doğan sağırlığa algılama sağırlığı (Ing Perception deafness), algılayarak öğrenmeye algısal öğrenme (Ing Perceptual learning), belli bir örneğe uygun olarak algılama eğilimine algısal kurgu (Ing Perceptual set), denir Bk Duyu, Duyum, Bilinç, Algıcılık, Algılanır, Algılanmaz, Algın, Algı Karşıklığı, Algı Işığı
ALİENATİON veya YABANCILAŞMA: İnsanın çevresinden, işinden, emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu dile getiren kavram Çağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu kavram değişik anlamlara gelir
1) Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil, dış etkenlerin, yazgının, şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi
2) Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu düşüncesi
3) Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının, güvensizliğin, sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması
4) Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu
5) Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu
6) Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması
Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır Marx’a göre bu kavram, insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir Tarihsel süreçte insan , tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü, toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde geliştirememiştir Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek olanaksızdı Bu bilgisizliğin sonucu olarak, tarihsel süreçte hep kendisine yabancı, eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur Bundan ötürü insan, yarattığı özdeksel ve tinsel dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde bizzat kendisini özdeksel ve tinsel olarak durmadan yoksullaştırmıştır Bunun sonucu olarak insan , bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür
ALOGİSME: (Fr Mantık) Mantıkdışıcılık  Gerçeğe sezgi ya da inanla varabileceğini ileri süren öğretiler, gerçeğe mantıksal uslamlamayla varılabileceğini yadsıdıkları için bu adla anılmışlardır Özellikle usaykırıcılar, inancılar ve sezgiciler, genellikle de gizemciler bu adla nitelenirler Bk Mantıkdışı, Sezgicilik, İnancılık, Gizemcilik
ALTBİLİNÇ: (Os Tahteşşuur, Matahteşşuur, Nimemşuur, Gayrı meş'urun bih, Şuuraltı, Fr Subconscient, Al Unterbewusst İng Subconscios, İt Subcosciente, Subcoscio) Bilinç süreçlerini etkileyen bilinçdışı ruhsal süreçler  Dilimizde daha çok bilinçaltı deyimiyle dilegetirilmektedir Kimi sözcüklerde (Örneğin Bk Lalande, Vacabulaire de la Philosophie, Paris, 1926, c II, s 805) güçsüz bilinç (Os Zayıf şuur, Fr Faiblement conscient) olarak tanımlanmış ve bilinçdışı (Os Gayrı şuur, Fr İnconscient) deyimiyle anlamdaş sayılmıştır Bk Bilinçaltı, Bilinçdışı, Bilinç, Fröydcülük
ALTIK: (Os Mütedahil, Arazi, Madun, Tekabülü basit; Fr Subelterne, Al Subeltern, Subelternirt, Untergeordnet; İng Subaltern, Subalternate; İt Subalterna, Subalternata) Tümel ve tikel karşıtlığını taşıyan önermelerin birbirlerine göre durumu   Altık önermeler, nicelikçe karşıolumlu önermelerdir
AMORAL: Ahlak dışı
AMPİRİZM: Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti  Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur Bilginin duyumlara dayandığı savı, ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir Ampirizm, duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların, akli prensiplerin, doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkar eder Dolayısıyla bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve mahsulü olduğunu ileri sürer Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul etmez
Ampirizm, insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır Ampirizme göre akıl, mantıki bir role sahiptir, yani olaylardan değil, müşahedelerden elde edilen önermeleri, tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir
Ampirizm, şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır, bilgi sürecinde deneyin rolünü metafizik bir tutumla saltıklaştırır İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü küçümser Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin göreli bağımsızlığını yadsır Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil, edilgin bir süreç olarak görür
Ampirist John Locke doğuştan, önsel, bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır Locke göre insan beyni, doğduğu anda, boş bir levha gibidir Bu levha, yaşandıkça, duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır Bu yüzdendir ki yeni doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş kalır Çünkü doğuştan bilgi yoktur Bilgi, ancak duyularla elde edilebilir Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez Anadan doğma körde renk bilgisi yoktur, çünkü rengi algılayamamaktadır
AMPİRİK DEYİ: (Tr Marksbilim) Kuramsal deyi karşıtı, eylemsel deyi  Herhangi bir olgunun kuramsal deyimi, ampirik deyiminden başkadır Örneğin, ekonomide değer kuramsal deyi, fiyat aynı olgunun ampirik deyimi'dir Artık-değer ve kar deyileri de böyedirler Birincisi aynı olunun kuramsa deyimini, ikincisi ampirik deyimini dilegetirirler Ampirik deyi'le kuramsal deyi , her zaman, birbirine uygun düşmezler Örneğin değer ve fiyat aynı değildirler, bir malın değeri on kuruş olduğu halde fiyatı on beş kuruş olabilir Ampirik olgu, kuram (Fr Téorie)'dan uzaklaşabilir ama kuramsız anlaşılmaz Bu iki deyi biçimi arasındaki önemli farkın anlaşılmaması, ekonomi alanında birçok yanlış sonuçlara varılamsının nedeni olmuştur
ANALİTİK FELSEFE: 2 Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’de ve ABD ile bazı İskandinav ülkelerinde yaygınlaşan ve felsefenin asıl uğraş alanının dil ve dildeki kavramları çözümlemek olduğunu, bu yolla “kafa karışıklığı” yaratan geleneksel felsefe sorunlarının çözülebileceğini savunan felsefe akımı
Akımın kurucusu ve en büyük temsilcisi Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’dir 1945-60 yılları arasında gelişen analitik felsefe bir ölçüde İngiliz düşünürleri Bertrand Russel ve G E Moore’un 1900’lerden başlayarak geliştirdikleri gerçekçilik ve çokçuluk düşüncesinden türemiş olan 1930’ların mantıksal olguculuğunun devamıdır
Analitik felsefenin temel hareket noktası felsefenin tek konusunun dil olduğu anlayışıdır 20 yüzyıl başlarında gelişen mantıksal olguculuktan felsefenin kendisinin bilgi üretmediği görüşünü ve felsefe tarihinde yapıt vermiş düşünürlerin aslında dilin yarattığı sorunlarla uğraşmış oldukları görüşünü devralan analitik felsefe, felsefenin dilsel yapıları çözümlemekte asli uğraşını bulabileceğini savundu
Analitik felsefe, Russel ve mantıksal olgucuların anlayışların temelinde yatan, mantık aracılığıyla bir mükemmel biçimsel dil kurmayı amaçlar Ancak bu amacından uzak kalarak gündelik dile yönelmiştir Buna göre sağduyunun kaynağı olan ve “sıradan” insanların konuştukları dil, zaten tam ve yetkindir Felsefeye düşen, dilin bu gündelik kullanımının dışına çıkması sonucu beliren sahte sorunları gidermektir
ANABOLİSME: (Fr Foster) Besinlerin protoplazmaya dönüşmesi  Yaşambilim bilgini profesör Michael Foster, metabolizma olayını ikiye ayırmış ve bunlardan hücrelerin yıpranışına katabolisme, bu yı5;pranışı onarmak için hücre içinde besinlerin protoplazmaya dönüşmesine anabolisme andını vermiştir Bu, İngiliz düşünürü Spencer'in intégration adını verdiği bir özümleme olayıdır Foster'e göre her iki yaşambilimsel işlem birbirine karşı ters yönde işlerler Bk Metabolisme, Katabolisme, Özümleme
ANARŞİZM: Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur Özgürlüğü gerçekleştirmek için en başta devlet yıkılmalıdır Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz Temsilcilik, gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür Baskı yerine özgür işbirliği, korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir Devlet yerine işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır Uyum bu birleşmelerin doğal dengesiyle gerçekleşecektir Çeşitli birlikler her an yön ve biçim değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır Devlet ile birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir İnsan; bir üretici olarak anamalın otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme olanağına kavuşmalıdır Bütün insansal yetenekler ancak başsızcı (anarşist) bir toplumda, hiçbir baskıyla engellemeksizin, özgürce gerçekleşebilir
ANDIRIM: (Os Münasebet, Tecanüp, Mücaneset, Müşareket, Müşabehet, Mümaselet, Temsil, Münasele, Müteşabihat, Teşbih, Delili Şebeh, Kıyası Fıkhi, Müşakele; Fr Analogie, Al Analogie, İng Analogy, İt Analogia) Oranlar arasında benzerlik
1 Etimoloji: Avrupa dillerinde Yunancanın nisbet anlamındaki analoyia sözcüğünden türetilmiştir Bilimsel terim olarak nisbet bakımından benzerlik anlamını verir Türkçede andırım, eşanlamlı olarak andırış, andırışma terimleri andırmak kökünden türetilmiştir Aynı anlamda örnekseme terimi de kullanılır
2 Mantık: Andırım terimini, günümüzde de kullanıldığı anlamda, oranlar arasındaki benzerlik olarak antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles tanımlamıştır Andırım, niceliksel olabildiği gibi niteliksel de olabilir Nitekim mantık, daha çok niteliksel andırımlarla uslamlama yapar Ne var ki niceliksel oranlar arasındaki andırım kesindir, kuşkulanılamaz Niteliksel oranlarsa aynı ölçüde kesin değildirler Öyleyse uslamlamada tümdengelim ve tümevarım'la birlikte andırım aynı kesinlik ve pekinlikle kullanılabilir mi? Ortaçağın skolastik mantıkcıları, görgücülüğün karşısında usculuğu pekiştirmek için, temevarım'a karşı tümdengelim ve onun yanında da andırım'ın üstünlüğünü tanıtlamaya çalışmışlardır Çünkü tümevarım deneyciliğin işidir, çeşitli tikel deneylerden elde edilen sonuçlardan genel bir sonuç çıkarılır Tümdengelim'se o zamanlar usculuğun işi sayılmaktadır, çünkü genel ilkeler deneylerden değil düşüncelerden çıkarılmaktadır Andırımsal kanıt (Os Burhanı temsili, Fr Argument analogique)'ın güçlendirilmesi de usculuğun yararına olacaktır Bu konuya koca bir ortaçağ boyunca gereğinden çok önem verilmesinin nedeni budur Bk Andırımlı Uslamlama
2 Eleştiricilik: Bk Analogien der Erfahrung, Deney Andırımı, Principe de la Permanence de la Substance, Principe de la Succession des Phénoménes, Principe de la Simultanété des Substances
3 Yaşambilim: Günümüz yaşambiliminde, andırışlar kuramı'ndan farklı olarak, aynı kaynaktan gelmedikleri halde aynı görevi gördüklerinden ötürü birbirine benzeyen örgenlere andırımlı örgenler denilmektedir Örneğin kuşların kanatlarıyla böcelerin kanatları böyledir, her ikisi de uçmaya yarar, oysa aralarında hiç bir özdeşlik yoktur Bk Andıran Örgenler, Andırışlar Kuramı, Benzetili
4 Estetik: Antikçağ Yunanlılarından beri, yakın zamanlara kadar, güzel yazı ya da şiirlere benzer (Os Nazire) yazmak ustalık sayılmış, bu bakımdan güzel sanat yapıtları örnek tutulmuştur Günümüz sanatında bu, sadece bir taklit sayılır ve sanatdışı bir olgudur
5 Tanrıbilim: Bk Analogie Propre, Analogie Métaphorique, Analogon Rationis
6 Dilbilim: Andırım, dilbilimin başlıca yöntemlerinden biridir Yeni sözcükler örneksemelerle türetilir
7 Fizik: Bilinen benzeyişlerden bilinmeyen benzeyişleri çıkarmada kullanılan mantıksal andırım yöntemi, fizik biliminde de başarıyla kullanılmıştır Örneğin bunlar gücü, önceden bilinen beygir gücüne benzetilerek ölçülmüştür
8 Astronomi: Fizikte olduğu gibi astronomide de, aynı mantıksal benzetme yöntemiyle, önemli sonuçlar elde edilmiştir Örneğin dünyamızdaki fizik ve kimyasal koşullara benzer koşullar bulunduğu için, Ay'a adam göndermeye girişilmiştir
9 Bilgi kuramı: Andırım yöntemi, benzeyişten sonuç çıkarmada, tanımlamada ve sınıflandırmada yararlıdır Örneğin Claude Bernard, et yiyicilerin kırmızı ve ot yiyicilerin sarı renkli idrar çıkardıklarına bakarak ot yiyici tavşanın aç bırakılınca kendi kendin yediği, eşdeyişle yedek besinleriyle beslenerek ot yiyicilikten et yiyiciliği geçtiği sonucunu çıkarmıştır Huygens, ışığın bir dalga olduğunu ses titreşimleriyle ışık titreşimleri arasındaki benzeşmeye dayanarak bulmuştur Andırım yöntemi, ortak özellikleri bulunan nesnelerde, birinde bulunan başka bir özelliğin ötekine de bulunabileceği olasılığına dayanır Ne var ki bu bir olasılıktır ve bilimsel kesinlikten yoksundur Bundan ötürüdür ki yüzyıllar boyunca deney ve gözlem yerine kullanılmış olan andırış yöntemi, birçok başarılı sonuçlar elde etmesine rağmen bugün kullanılmamaktadır Bununla beraber kimi bilginler, başka yöntemlerle de denetlemek koşuluyla andırış yönteminin bugün de kullanılabileceği ve yararlı sonuçlara yol açabileceği kanısındadırlar Ne var ki andırım, tek başına bir tanıt olamaz ve başka yöntemlerle denetlemediği hallerde güvenilir bir tanıtlama değildir Tanıtlama sorunun dışında, andıranını yapma yoluyla bir çok yeni buluşları gerçekleştirebilir
ANIKLIK: (Os İstidat, Layık, Kabiliyet, Ehliyet, Muvafakat, Fr Aptitude, Al Eigung, İng Ability) Doğal yetenek
1 Etimoloji: Anıklık terimi, Uygurca hazır, tamam, yetkin anlamlarına gelen anığ kökünden türetilmiştir Osmanlıcada bu terim çeşitli karşılıklarla bir hayli karıştırılmıştır Örneğin Ahmet Naim İlmünnefis çevirisinde Fransızca aptitude terimini kabiliyet terimiyle çevirdiği gibi passibilité, capacité, faculté, receptivité, vacation terimlerini de aynı karşılıkla karşılamıştır Oysa Fransızca aptitude terimi, Hind-Avrupa dil grubunun bağlamak, tutturmak, dokunmak, yetişmek, çıkmak anlamlarını kapsayan ap kökünden Latinceye aynı anlamlarla apere sözcüğüyle geçmesinden türemiştir Türkçede tam karşılığı doğal elverişlilik ya da doğal yetenek (Os İstidat)'tir
2 Ruhbilim: Anıklık, bir işi daha az çabayla ve daha yetkinlikle yapmayı sağlayan doğal elverişliliği dilegetirir Bk Alışkanlık, Yatkınlık, Edinilmiş Anıklık
3 Tanrıbilim: Ruhbilimsel anlam Tanrı vergisi olarak nitelenir Gönülde duyulan Tanrı çağrısı (Os Hidayet, Fr Vocation) anlamında da kullanılır Bk Yetenek
ANIMSAMA: Platon felsefesinde, ruhun bedene girmeden önceki varlığında görmüş olduğu ideaların bilince dönüşü
ANLAM BİLİM: Anlamları inceleyen bilim  Semantik olarak da bilinir Anlambilim felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir Felsefi ya da mantıksal yaklaşım, göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler Dilbilimsel yaklaşım ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur
Felsefe ve dilbilim alanlarında anlambilim, bir dilin göstergeleri ile bunların anlamları arasındaki bağlantının incelenmesidir Anlambilime farklı yöntem ve amaçlarla yaklaşılsa da, her iki alan da insanların dilsel anlatımlardan nasıl anlam çıkardıklarını açıklamaya çalışmıştır
Felsefe sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından, sonunda dilin kendisi ile ilgili soruşturmalar haline dönüşürler 1920’lerde ve 1930’larda olgucu okulun mantıkçıları, dile matematik ve mantıkta bulunan kesinliği ve açıklığı getirmeye çalışmışlardır Onlara göre “doğal diller” açıklıktan ve kesinlikten uzaktır Bu nedenlerden belirsizlik ve çokanlamlılıktan arınmış “ideal” bir dil üzerine kurulu bir anlambilim kuramı geliştirmeye çalışmışlardır
ANTİMORAL: Ahlak karşıtı
ANTİNOMİ veya ÇATIŞIKLI: Saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki  Kant terimidir
Alman düşünürü Kant’a göre saltığın alanındaki bütün önermeler çatışıktır Çünkü bu önermeler üzerinde deney yapılamayacağı için karşılıkları da aynı güçle ileri sürülebilir Sözcük oyunlarına dayanan kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için ileri sürülebilir Kant nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırır ki bu gibi kozmolojik önermelere saf usun çatışkıları adını verir ve bunları dört ana çatışkı da toplar
1) Nicelik çatışkısı: ”Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır “
2) Nitelik Çatışkısı: ”Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir ”
3) Bağıntı çatışkısı: “Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir ”
4) Kiplik çatışkısı: “Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir ”
Kant’a göre anlık duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşı savı da aynı kesinlikle tanıtlanabilir, bu halde hem savı hem karşı savı doğru saymak gerekir ki bu bir çatışkıdır
ANTROPOMORFİZM: İnsan niteliklerini başka bir varlığa, özellikle Tanrı’ya aktarılması
İlkel insanlarda başlayan bu tasarım, önce cansızları canlı saymakla başlamıştır Daha sonra, tanrılara, çeşitli mitolojilerde görüldüğü gibi, insan biçimi ve nitelikleri yakıştırılmıştır Bu anlayış, antikçağ Yunanlılarında, Homeros-Hesiodos ikilisinin tanrıları insan biçiminde ve insan niteliğinde olarak düşünmeleriyle başlamıştır Homeros-Hesiodos’un mitolojik tanrıları, insanlar gibi; sevişirler, düşünürler, kıskanırlar, acı çekerler ve birbirlerinin ayaklarını kaydırırlar Bu anlayışın nedeni, Yunanlıların her şeyi canlı, devimli biçimli düşünme eğilimleridir ve ilkel canlıcılığın izlerini taşır Antropomorfizmin örnekleri ilahi dinlerde de görülür Örneğin Hıristiyanlığın Andians tarikatı, kutsal kitaptaki sözlerin gerçek anlamıyla anlaşılmasını önerir ve örneğin tanrının eli deyimini etki anlamında değil insanlardaki al anlamında anlar Müslümanlık ve Yahudilik’ de bu örtülü bir biçimde gerçekleşmiştir
A POSTERİORİ: Deneyden sonra ve onun ürünü olarak elde edilendir Deneyden önce ve ondan bağımsız olarak anlamını dile getiren Latince apriori deyimiyle birlikte kullanılır Kant’ın felsefesinde önemli yer tutar
A PRİORİ: Deneyden önce alan  Deneyden sonra olan anlamındaki Aposteriorinin (sonsal) karşıtıdır
Deneyden çıkarsamadığı ve bundan ötürü de deneyden önce olduğu varsayılan bilgi sorunu antikçağ yunan düşüncesinde oluşmuş, skolastiklerce geliştirilmiştir, Alman düşünür Kant’ın sisteminde önem kazanmıştır Her iki terimi de ortaya atan XIV Yüzyıl skolastiklerinden Albert le Grande de Saxe’tır Antikçağda Aristoteles tümelden tikele yapılan uslamlamayı önsel kanıt (apriori) ve buna karşı tikelden tümele yapılan uslamlamayı sonsal kanıt (aposteriori) saymıştır Çünkü birincisinde ussal bir ilkeden, ikincisindeyse duyumlarla algılanan ve bundan ötürü de deneysel olan bilgilerden yola çıkılıyordu Birincisi önsel bilgiden yola çıkan bir tümdengelim uslamlama, ikincisi sonsal bilgiden yola çıkan bir tümevaran uslamlama’ydı Özellikle Hıristiyan metafiziği, tanrının varlığını kanıtlamak için deneyden yaralanmak imkansız bulunduğundan, zorunlu olarak ussal ve bundan ötürü de önsel olan(apriori)’dan yararlanmıştır Gerçekte hiçbir önsel bilgi bulunmadığı halde önselliğin yüzyıllarca savunulmasının gerçek nedeni bu zorunlulukta yatar idealist felsefe tarihi bir bakıma böylesine bir savunmanın tarihidir Fakat bilimsel açıdan hiçbir önsel bilgi yoktur
ARANEDENCİLİK yani OKASYONALİZM: Bütün olayların tek gerçek nedeninin Tanrı olduğunu öne süren, insana neden gibi görünen bütün öbür şeylerin Tanrının istencini yansıtan birer araneden olduğunu savunan felsefe öğretisi
Descartes'ın ruh ve beden ikiliğini çıkış noktası olarak alan aranedencilik, bu tözler arasında ancak Tanrının aracılığıyla bağ kurulabildiğini söyler
(Savunucuları: Batı felsefesinde: Geulincx, Malebranche; İslam felsefesinde: Gazali )
ARİSTOTELESCİLİK: Alm Aristotelismus, Fr aristotelisme, İng Aristotelism, es t Aristetalisiye (Felsefe ve Tanrıbilimde) Yunan filozofu Aristoteles'e dayanan, deneysel gerçekçi eğilimli, aynı zamanda ereksel bir dünya görüşü niteliğindeki düşünce doğrultusu
ARKHE: Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür, unsurdur Antik çağda Anadolu Yunanlıları düşünsel çabaya bir ilk nedeni araştırmakla giriştiler İlk kez iki her zaman dört ediyorsa bunun tanrıların keyiflerinin üstünde bir ilk ve değişmez nedeni olmalıdır Dünya nasıl yapılmıştır? Bitkiler, hayvanlar, insanlar nasıl oluşmuşlardır? Bütün bu varlıkların başı, kökü, kaynağı nedir? Gibi sorular sorulmuştur
Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı anlamda ilk filozof sayılan Thales’tir Thales her şeyin arkhesi su demiştir Thales sözcüğü her şeyin “ana maddesi”,”dayandığı ilk”,çıktığı kaynak” gibi anlamlarda kullanıp, doğaya ve doğadaki gelişmeler kendi içlerinde bulunan doğa ötesi açıklamalar gerektirmeyen bir kaynağa geri götürme çabasından söz eder Böylece bilimsel düşüncenin öncüsü sayılır Daha sonra Anaksimandres bu ilk nedenin belirsiz bir cevher, Aneksimenes ise bunun hava olduğunu söylemiştir
Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür Bütün öteki şeyler ondan çıkar, ama o hep var olmakta devam eder
Metafizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine dayanır Metafiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre bu ilk tanrı’dır
Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir
AŞKIN (transcendant): Üstün olan, insanlık düzeyinin üstüne çıkan (Tanrı)
ATEİZM: Tanrının varlığını yadsıyan görüş  Ateizm, ruh, ölümden sonra yaşam vb her türlü metafizik inançların yadsınmasını kapsar Ateizm, Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır Ayrıca ateizm, Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan, bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır Ateistlere göre, tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur Ateizmin felsefesel temeli, özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir
AUGUSTİNUSÇULUK: Alm Augustinismus, Fr augustinisme, İng Augustinism
Bir yandan Platonculuk ve Yeni Platonculukla Hıristiyan düşüncesini birleştirmeye, öte yandan felsefenin ağırlık noktasını öznel-ruhsal alana (içdeney fizikötesine) kaydırmaya çalışan, Augustinus'a bağlı öğreti
// Bu öğreti Aristotelesçilikle karşıtlık içindedir mayacağımız şey Gerçekliği aşan, doğa üstü
|