| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Müslümanların Coğrafya Çalışmaları: Hudud El Alem 
 
            
 
  
 Müslümanların coğrafya çalışmaları: Hudud el Alem
 
 Farsça olarak yazılmış ilk dünya coğrafyası kitabı niteliğini  taşıyan “Hudud el-Alem”, Müslümanların coğrafya alanında sahip oldukları  bilgi birikimini bizlere gösteren önemli bir coğrafya kitabıdır
 
 İslam dünyasının toprakları genişledikçe birçok kültürle, medeniyetle  ve dinle karşılaştılar
  Müslümanlar fethettikleri ülkelere büyük ilgi  duyuyorlardı ve onları tanımak istiyorlardı  Fethedilen bölgeleri tanıma  çalışmaları ilk olarak kütüphanelerine açılarak gerçekleştirilmişti  Birçok kütüphaneyi ve dolayısıyla bilim mirasını sınırları içerisinde  taşıyan Müslümanlar, var olan birikimden faydalanmak istemişlerdi  Bu  amaçla ilk olarak Abbasi halifeliği döneminde tercüme büroları (Beyt’ül  Hikme) kuruldu  Tercüme bürolarının kurulması ile birlikte kütüphane raflarındaki  kitaplar büyük bir hızla Arapçaya çevrilmeye başlanmıştı
  Bilim  dünyasının kapılarını aralamışlardı  Abbasi Halifeliği çalışmalara büyük  bir destek veriyordu,  bilim adamlarına sarayda verdiği önemli konumlar  bilimsel çalışmalara teveccühü artırmıştı  Halifeler, sahip oldukları  kütüphanelerle yetinmeyerek Bizans krallarına dahi mektuplar ve elçiler  göndererek ellerindeki kitapları para karşılığında ülkesine  göndermelerini talep ediyordu  Bu kitaplar tercüme bürolarında Arapçaya  çevriliyor, Müslümanlar çevrilen kitapları özümsüyor ve bunlar üzerine  araştırmalar yapıyorlardı  Bu dönemde dünya ülkelerinin birçoğun da  bilimsel çalışmalar, Müslümanlarda duyulan heyecanı uyandırmıyordu  Bizans, elindeki birçok kitabın diline dahi yabancı kalmıştı  Birçoğu  anlaşılmıyor ve sadece kütüphane raflarında bekletiliyordu  Müslümanların bilim dünyasındaki etkinlikleri 700’lü yıllarda  başlamıştı ancak 800’lü yıllardan itibaren ayrı bir canlanma dönemi  yalanmıştı
  Zira uzun yıllar tercümelerle uğraşan ve tercüme edilmiş  eserler üzerine çalışan Müslümanlar, artık bu çalışmaları özümseyerek  800’lü yıllardan itibaren üretim safhasına geçmişlerdi  Kendi  kitaplarını kaleme almaya başlamış bunun yanı sıra tercüme edilen  kitaplardaki yanlışları tespit ederek doğrularını da ortaya koyma çabası  içerisine girmişlerdi  Bu dönemdeki canlılık matematikten astronomiye,  felsefeden coğrafya ve haritacılığa kadar birçok alanda kendini  göstermişti  Abbasi halifelerinden Halife Me’mun gibi bazı halifeler,  bilime o derece ilgi duymakta ve desteklemekteydi ki, zaman zaman  kendileri de rasathanelere giderek gözlemler ve çalışmalar yapmaktaydı  Müslümanların topraklarını genişletmeleri, onları tanıma ve keşfetme  merakını da beraberinde getirmişti
  Müslümanlar, fethedilen toprakları  sınırlara dahil edip bırakma niyetinde değildiler, onlardan haberdar  olmak istiyorlardı  Dolayısıyla fethettikleri bölgelerin topografik  verilerini, geleneklerini, coğrafyalarını, bitki örtülerini dinlerini,  ekonomilerini öğrenmeleri gerektiriyordu  Fethedilen ülkeleri tanıma  çalışması Müslümanlarda coğrafya biliminin gelişmesinde en etkin rol  oynadı  Müslümanların önünde dünya coğrafyası adına;  Ptoleme (Batlamyus) ve  Marinos’un eserleri bulunmaktaydı
  Bilinen en eski dünya haritaları  onların kitaplarında yer almaktaydı  Ancak onların haritasında da birçok  yanlışlıklar yer almaktaydı  Örneğin Ptoleme, Atlas okyanusu ve hint  okyanusu iç deniz olarak kabul edilmekteydi  Güneş’in dünya etrafında  döndüğünü ifade ediyordu, dünyanın büyüklüğünü asıl değerinin ¾  büyüklüğünde hatalı hesaplamıştı  Ptoleme’den sonra bu alanda çok önemli  bir çalışma ortaya koyabilen olmamıştı  Ancak Müslümanlar Ptoleme’nin  haritalarından ve verdiği bilgilerden yararlanmış bunu  kitaplarında  açıkça belirterek kaynak göstermiş olmakla birlikte onun verdiği  bilgilerle ve dünya haritası ile yetinmemişlerdi  Müslümanlar,  fetihlerin başladığı yıllarda İslam coğrafyasının her yerine  dağılmışlardır  Özellikle ticaret alanındaki hakimiyetleri, onların  sadece İslam ülkelerinin coğrafyasında kalmayarak Çin’e kadar  ulaşmışlardı  Üstelik hem kara hem de deniz yolunu kullanmaları daha çok  coğrafya tanımalarına vesile olmuştu  Müslümanlar, gerek tüccarlar  gerek seyyahlar gerekse ilim adamları vesilesi ile dünyanın pek çok yeri  hakkında coğrafi bilgi birikimine sahipti ve bunları sürekli kaleme  alıyorlardı  9  yüzyılda Halife Me’mun’un yeni bir dünya haritası  yapılmasını istemesi, Müslümanların bu gayretlerini daha çok  hızlandırmıştı  Bu emir astronomi, matematik, doğa felsefecisi ve  coğrafyacıları bir araya getirmiş, Yunanlıların eserlerinden de  yararlanmak kaydıyla, yepyeni bir dünya haritası ortaya koymalarına  vesile olmuştu  Avrupalıların, Müslüman alimler için “onlar sadece  Yunanlıları taklit etti” cümleleri, Ptoleme’nin haritası ve  Müslümanların ortaya koyduğu dünya haritasının karşılaştırılmasında ne  kadar büyük bir yanlış olduğunu ortaya koyar niteliktedir  Ptoleme’nin Dünya haritası:
 Me’mūn coğrafyasının aksine burada Hint Okyanusu ve Atlantik hala iç  denizler olarak sunulmaktadırlar
  (Mavi renkler denizi, kahverengi  renkler karaları göstermektedir  ) Halife Memun’un çizdirdiği Dünya haritası :
 Halife Memun’un dünya haritasında; yeryüzü ana karalarını kuşatan  okyanustur
  Bu okyanus, Afrika’yı deniz yoluyla dolaşılabilir ve Hint  Okyanusu’nu, bir iç deniz olarak gösteren Ptoleme tasvirine karşın, bir  açık deniz olarak göstermektedir  Müslümanlar, Ploteme ve Marinos’un coğrafya anlayışından bağımsız  olarak kendi coğrafya anlayışlarınıda oluşturmuşlardı
  8  yüzyıldan 9  yüzyıla geçiş döneminde beşeri coğrafya ve tarihsel coğrafya alanında  Arap-İslam coğrafya yazımı başlamıştı  Bu tür kartografik tasvirlerin  muhtemelen Sasani İran’ın İslam öncesi coğrafya geleneğine bağlı  bulunuyordu ve bir dönem sonra coğrafi eserler genellikle Farsça kaleme  alınmaya başlamıştı  Müslüman coğrafyacıların çalışmaları 900’lü yıllarda büyük bir  birikime sahip olmuştu
  Coğrafi alandaki çalışmalar önceleri; Abbasi  sarayında ve özellikle Bağdat’ta gerçekleştirilirken zamanla diğer  ülkelerde de çalışmalar yapılmaya başlanmıştı  Genellikle Müslüman  tüccar ve seyyahların beşeri coğrafya hakkında çok daha fazla bilgiler  sunarak etkili olduğu, matematikçilerin ve astronomi alimlerinin ise  dünyanı nizamının anlaşılmasında önemli katkılar sağladığı bir dönem  başlamıştı  Bu dönemin günümüze kadar ulaşabilmiş önemli eserlerinden  biride 982 yılında Fergana’da, Kuzey Afganistan’ın yöneticisi olan  Ferigüni hanedanı Emir Ebu’l Haris Muhammed b  Ahmed’e sunulmuş olan “Hudud el-Alem”di  Farsça yazılmış ilk coğrafya kitabı olarak bilinen Hudud el-Alem’in,  kim tarafından yazıldığı tartışmalı olmakla birlikte bazı araştırmacılar  Süleyman Tacir tarafından kaleme alındığını, bazıları ise İbn Ferügün  tarafından yazılmış olabileceğini düşünmektedir  Eserin tam ismi “Hudûd el-âlem minel meşrik ile mağrib”dir  Günümüze ulaşan tek nüshayı hazırlamış olan müellif ise Ebu’l-Müeyyed Abdülkayyüm b  Hüseyin b  Ali el Farisi (1258)’dir  “Hudud el-Alem” Müslümanların coğrafya alanında sahip oldukları bilgi  birikimini bizlere gösteren önemli bir coğrafya kitabıdır
  Eserin  yazarı, yazdığı mukaddimede önceki coğrafyacılardan yararlandığını  açıkça dile getirerek şöyle yazmıştır : “Atalarımızın yazdığı kitaplardan, bilge kişilerin anılarından  bulduğumuz bilgilerle, dünyanın her bir ülkesini, özellikle bunların  büyüklüğü ve küçüklüğü, nimetlerinin bolluğunu ya da kıtlığını,  büyüklüklerini ya da küçüklüklerini, ürünlerinin eksikliğini ve  bolluklarını, zenginliklerini, nüfuslarını, topraklarının islenmişliğini  ya da islenmemişliğini anlattık”
 Ayrıca bazı yerlerde Batlamyus’dan da alıntılar yapmış ve ondan  aldığı kısımlarda Batlamyus’un ismini açıkça zikretmeyi de ihmal  etmemiştir
  Müellifin,  Mesudi ve Hemadani gibi daha önceden önemli  eserler bırakan coğrafyacılardan, bazı seyyahlardan ve tüccarların  yazdığı bilgilerden de faydalandığı anlaşılmaktadır  Farsça olarak yazılmış ilk dünya coğrafyası kitabı niteliğini taşıyan  Hudud el-Alem, dünya üzerindeki bilinen denizler, adalar, dağlar,  nehirler, çöller hakkında bilgi verdikten sonra ve dünya ülkelerinin  tanıtmaktadır
  Eserin yazarı kendi döneminde dünya üzerinde bilinen 52  ülkeyi belirleyerek, bunların bilinen şehirlerini ve kasabalarını  açıklamaya çalışmıştır  Bu ülkelerden bazıları şunlardır: Çin, Hindistan, Tibet, Dokuzoğuz, Tatar, Yağma, Kırgız, Karluk,  Çiğil, Tuhsiler, Kimek, Peçenek, Kıpçak, Macar, Horasan, Maveraünnehir,  Sind, Kirman, Fars, Huzistan, Cibal, Deylemistan, Irak, Cezire,  Azerbaycan, Ermenistan, Arabistan, SuriyeMısır, Magrib, Endülüs, Rum  (Bizans), Slâv, Rus, Bulgar, Alan, Hazar, Buradus, Burtas, Vanandar,  Afrika (Zencistan, Zâbec, Habesistan, Buca, Nubya, Sudan)
 Fakat eser sadece yeryüzü şekilleri, ülkeler ve şehirler hakkında  bilgi vermekle yetinmemiştir
  Farklı coğrafyada yasayan toplumların  yasam şekilleri de açıklamıştır  Eserin bu yönü ona kültür-tarihi kitabı  olma niteliği de kazandırmıştır  Hudud el-Alem’in bir diğer önemli  özelliği, dünya ülkelerinden bahsederken Türk ülkelerinin coğrafyası  hakkında en ayrıntılı bilgi veren eser  niteliğini taşıyor olmasıdır  Mukaddimede ,“Bu kitapta dünya üzerindeki bölgeleri ve dünyanın  nizamını, bu bölgelerin gelişimlerini ve eksikliklerini anlattık
  Dünya  üzerinde bulunan ve su ana kadar bilinen bütün ülkeleri ve  hükümdarlıkları, bu topraklarda yasayan her bir halkın durumunu, hala  hüküm süren hükümdarlarının adetlerini ve bu topraklarda olan biten her  seyi açıkladık”, diyerek kitabnı tanıtan müellifin eseri  incelendiğinde: Toplumların yasam şekilleri, diğer toplumlar ile  ilişkileri, askeri kuvvetleri, silahları, savaşçılıkları, savaş  taktikleri, bölgelerin güvenliği ve bunu sağlamak için yaptıkları  çalışmalar, halkın mizacı (uyumlu, iyiliksever, barışçı, kötü,huylu)  toplumların yabancılara davranışları açıklanmaya çalışılmıştır  Toplumların, şehirlerin yöneticilerinin aldıkları unvanlar, özellikleri,  halka davranışları hakkında bilgi vermiştir  Geçim kaynakları, para  birimleri hakkında açıklamalar yapılmıştır; ticaret ürünleri (aldıkları  sattıkları mallar), yetiştirdikleri ürünler(tarımsal faaliyetleri),  çıkardıkları ve isledikleri madenler, kimyasal ürünler, yaptıkları  ilaçlar, el sanatları, doğal örtüsü (ağaçları, bitkileri, meyveleri…  ),  her bölgeye ait hayvanlar, hayvan yetiştiriciliği hakkında ayrıntılı  bilgiler bulunmaktadır  Dünya’nın yuvarlak olduğunu bilgisi, her ne kadar 1500’lü yıllarda  Galileo’nun iddiası üzerine ortaya çıkan bir gerçek gibi yansıtılmaya  çalışılsa da yazarın şu satırları ile bu bilginin 900’lü yıllarda çok  yaygın bir bilgi olduğunu anlıyoruz:
 “Dünya bir küre gibi yuvarlaktır ve gök kubbesi dünyanın iki  kutup üzerinde döndüğünü gösterir
  Bunların birisine Kuzey Kutbu  diğerine ise Güney Kutbu denir  Herhangi bir küre üzerinde, birbirini  dik kesen iki büyük daire çizerseniz, bu daireler küreyi dört eşit  parçaya bölecektir  Bunun gibi Dünya da iki daire tarafından dört eşit  parçaya bölünür  Bu dairelerden birisi Ufuk, diğeri Ekvator’dur  ” Burada olduğu gibi Müslümanların sahip olduğu matematiksel coğrafya  bilgileri hakkında da bilgiler yer almaktadır
  Müslümanlar, dünyayı düz  bir tepsi gibi düşünmediğinden Çin’in sonrasın da büyük bir okyanusun  bulunduğunu bilinmekle birlikte, Amerika kıtasının henüz bilmedikleri  anlaşılmaktadır  Batı sınırını Endülüs’te bitirdiklerini ve büyük  okyanus da ise çok fazla ilerleyemediklerini anlıyoruz  Dünyanın kıtalar  dışında kalan büyük kısmını saran bu okyanusun,( doğu ile batı  arasında) aynı okyanus olduğunu düşünmektedirler  Bunu ise her iki  tarafın sularının incelendiğinde renk koku ve tatlarının aynı olarak  tespit etmelerine dayandırmaktadırlar  Kıtaların dünya yüzeyinde  kapladığı alanının ise dünya yüzeyinin dokuzda birlik kısmı olduğunu  düşünmektedirler  “Batı Okyanusu’nun suyu renk, tat ve koku bakımından Dogu Okyanusu’nu andırır
  Aynı sekilde, batıdaki yerleşim alanları güney ve kuzeyinden denizle birleşir  Bu bölgede yasayanlar, meskûn yerlere yakın kıyılarda gemiyle yolculuk yapabilirler  Sonuç olarak, kıyaslama yaparak değerlendirmede bulunanlar, bu iki denizin, doğudan ve batıdan dünyayı saran, iki kutuptan geçen, aynı deniz olduğunu söyler  Fakat bu okyanusun görünmeyen yarısında ne olup bittiği bilinmez  ” Eserden anladığımız bir diğer önemli bilgi ise Müslümanların, Afrika  kıtasının belli bir bölümü hakkında bilgi sahibi oldukları, güney Afrika  hakkında çok fazla bilgilerinin bulunmadığı, burayı güney kutbu olarak  değerlendirmekle birlikte çok sıcak olduğu için kimsenin yaşayamadığı  yerler olarak nitelendirmeleridir
  Habeşliler ve Zengiler ise  insanlıktan uzak kalmış milletler olarak değerlendirilmiştir  982 yılında kaleme alınmış olan Hudud el-Alem, bizlere Müslüman  coğrafyacıların sahip olduğu bilgi birikiminin boyutlarını  göstermektedir
  O dönemde bilinen dünyanın 52 ülkesi hakkında beşeri,  tarihi ve kültürel bilgiler sunan eser, günümüze kadar ulaşabilmiş  önemli dünya coğrafyası kitaplarından biridir   |