10-06-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Pontos Sorunu...
Pontos
Pontos[color="#800080"]’un kelime anlamı denizdir Pontos sözcüğü bir milletin/ulusun veya etnik grubun adı değildir Tarihsel Pontos Bölgesi ise kabaca, Osmanlı’ların Gümüşhane, Lazistan, Samsun (Canik) Sancaklarını kapsayan Trabzon Vilayetini içine almaktadır Cizye kayıtlarına göre bu bölge 16 yy dan beri Anadolu’daki Hıristiyanların en kalabalık oldukları yerdir Bunların büyük bölümü Ortodoks Hıristiyanlardır, ancak onların Yunanlı olduklarını söylemek güçtür Bunlar 4 yy dan itibaren Gürcülerin Hıristiyanlaştırılan iki ana grubu Tzanlar (Canik bölgesinde) ile Lazların (Lazistan Bölgesinde) soylarından geldikleri, genellikle Rumca konuşmakla beraber yerel bir diyalekt kullandıkları ve kendilerine özgü pek çok adetlerinin olduğu bilinmektedir Kıyı şeridindekilere, eski Yunan kolonileriyle, bölgeye özellikle Trabzon İmparatorluğu döneminde yerleşen Helenleşmiş Bizans ailelerinin soyundan gelenleri de ekleyebiliriz Trabzon'un ve dolayısıyla Karadeniz'in fethinden sonra Tzan ve Lazların önemli bölümü Müslümanlığı kabul etmiştir, bunların bir bölümü de 19 yy da uyanan Yunan milliyetçiliğinin etkisi ve Tanzimat ile Islahat fermanlarıyla dinsel özgürlük geldiği kanısıyla yeniden Hıristiyanlığa dönen Of yöresinde yaşayanlar gibi iki din arasında belirlenmemiş bir inanca bağlı kalmışlardır [color="#800080"]
Pontos’luların dinsel geçmişi başkalarının olduğu gibi kendileri için de merak konusudur Trabzon'un ve dolayısıyla Karadeniz'in fethinden sonra bölgede başlayan İslamlaşma süreci sonunda ilginç dinsel gruplar oluşmuştur Türkçe konuşan ama Yunan alfabesiyle yazan ve okuyan Hıristiyanlar olduğu gibi, Rumca konuşan ve Yunan alfabesi kullanan Rumlar varlıklarını koruyabilmişlerdir Bunun yanında Rumca konuşan ancak Müslümanlaşan ve Arap alfabesi kullanan gruplar meydana geldi Hatta 17 ve 18 yy da Gizli Hıristiyan (Kriptochristian) gruplarının olduğu bir gerçektir Bir başka gerçek de, Müslüman olmalarına rağmen Hıristiyanlık öncesine kadar uzanan eski dillerini ve geleneklerini terk etmeyen grupların varlığıdır [color="#800080"]
1908 yılında Of’ta kaymakam vekilliği ve Trabzon'da maiyet memurluğu yapan ve daha sonraları TBMM 2 Devre Milletvekili olarak görev yapan A Faik Hurşit Günday, Hayat ve Hatırlarım adlı kitabında, Trabzon'daki gizli Hıristiyanlarla ilgili şu bilgiyi vermektedir: "Meşrutiyetin ilanını müteakip Yomra, Maçka, Tonya, Şarlı nahiyelerinde Müslümanların tanassur etmeye başladıkları görüldü Hatta bu yüzden birçok köylerde vukuatlar olmakta idi Mesela ölen bir adamın cenazesini defnetmek için Rum Ortodokslar o adamın Ortodoks olduğunu, Müslümanlar da Müslüman olduğunu iddia ediyor ve her biri ölüyü kendisinin gömeceğini ileri sürüyordu Hükümetçe yapılan tahkikatte bazan Ortodokslara, bazan da Müslümanlara veriliyor ve bazan da mesele hal edilemediği için hükümet tarafından defnediliyordu Bu adamların ellerindeki nüfus tezkerelerinde Müslüman oldukları ve Müslüman ismi yazılı olduğu ve babasının da Müslüman olduğu görülüyordu Buna rağmen kendileri Ortodoks olduklarını ve isimlerinin Yani ve Niko gibi Rum isimleri olduğunu ve gizli din taşıdıklarını söylüyorlardı Kendileri Osman Paşa Müslümanı olduklarını ve meşrutiyete kadar babaları ve kendileri ve aileleri efradı gizli Ortodoks dinini ve zahirende müslüman gözükmek suretiyle Ortodoksluklarını muhafaza ettiklerini söylüyorlardı Haznedarzade ailesinin 1260 tarihindeki son valisi Osman Paşa tarafından ismi geçen nahiyelerdeki Rom Ortodoksları cebren Müslüman yapılmış olduğu için meşrutiyetin ilanıyla başlayan irtidat keyfiyetinin hakikati anlaşılmıştı Bu hadise karşısında mezkür nahiyelerde ve bilhassa irtidadın vuku bulduğu köylerde tahkikat yapıldı Oralarda köy mektep hocası bile yok, cami yok, İslamiyeti halka telkin edecek en iptidai bir müessesenin yok olduğu görüldü ”[color="#800080"] Görüldüğü gibi bölgenin dinsel yapısı oldukça karışıktır
Türkçülük-Türk Milliyetçiliği
Türkiye’de Milliyetçilik üzerine çok şey yazılmasına rağmen milliyetçiliğe ilişkin olarak Yunan kaynaklarından derlediğimiz Türk milliyetçiliğine Yunan kaynaklarının bakışını aşağıya alıyoruz [color="#800080"]
20 yy başlarına kadar da Osmanlı Türklerinin ulusal bilinçleri yoktur İmparatorluğu oluşturan halkları ve ülkeleri egemenlikleri altına alan savaşçı bir grup özellikleri ön plandadır Kendilerini Müslüman topluluk -Ümmeti Muhammed- olarak tanımlamaktadırlar Yani dinsel özellikleriyle tanınmaktadırlar ve din, ulusal bilinçlerini belirlememektedir [color="#800080"]
Osmanlı imparatorluğundaki Türk unsurunda ilk milliyetçi hareket, Çarlık Rusya’sının –Osmanlı sınırlarının dışında- 19 yy’ın sonunda egemenliği altındaki Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışınca ortaya çıkar Çarlık Rusya’sındaki Müslümanların bu politikaya tepkisi Osmanlı imparatorluğunu heyecanlandırır, zira ilk kez Türk, Tatar ve Hunların ortak ülkesi olarak anılan ve Ural-Altay da bulunan mitolojik Turan ülkesinden bahsedilmiştir Dolayısıyla Osmanlıdaki ilk milliyetçi bilinç, değişik halkları, varsayılan ortak kökenlerine göre aynı sayan Panturanizm seklinde ortaya çıkar Temeli olmayan bir ütopyadır Bu hayali Tasavvura halklar ya kayıtsız kaldılar ya da karşı cıktılar[color="#800080"] Ancak sınırların dışında cereyan eden bu olay karşısındaki heyecan veya etkilenme üç değişik ideolojik akımın doğmasına öncülük etmiştir
1 Osmanlıcılık
2 İslamcılık-Panislâmcılık
3 ve Türkçülük-Pantürkizm
Resmi devlete, bu akımlardan, açık dini temele dayanan ikincisi yani Panislâmcılık egemendi ve diğer iki akım devletin kovuşturmasına maruz kaldı[color="#800080"] Panislâmcılık Osmanlı halkı ve ortak vatanı diyebileceğimiz bir anlayış olarak vücut buluyordu
Cahit Bey Tanin de İslamcılık ve Osmanlıcılığı tarif ederken şöyle yazmaktadır:
a Türkler arasında
b Müslümanların kendi aralarında
c Ve Osmanlıların arasında bu bağlılığın gerçekleşmesini istemekteyiz Ancak bağlılıkları en çok kuvvetlenecek olan Türk kavmi olacaktır[color="#800080"]
Türkleri azınlık olarak ele alan 1908 Anayasası da, Panislâmcı düşüncenin iyileştirilmesine-geliştirilmesine yöneliktir[color="#800080"]
19 yy in ortalarına kadar da Osmanlı Türk yazarların eserlerinde “Türkiye” kavramı kullanılmamaktadır Daha çok saldırganlık ve fetih ile özdeşleşmiş Türklük ile tanımlanmak αskeri-bürokratik egemen sınıfa mensup birisi için çok da cazip gelmez [color="#800080"] Bütün olumsuz göndermeleri içermesine rağmen, Osmanlılar 18 yy’dan itibaren bu isimlerini kabullenmeye başladılar Aynı yüzyılda Osmanlı dili pratikte Türk dili olarak kabul edilmektedir [color="#800080"]
1889 da İttihat ve Terakki komitesi Midhad Paşa’nın imparatorluk bünyesindeki değişik etnisitelerin varlığını, eşit haklar temelinde ve gelecekte uluslar federasyonuna dönüşmesini öngören tezlerini kabul ederek kurulmuştur 20 yy’ın başında İmparatorlukta ulusal ayaklanmalar baş gösterince bu tezlerin esamesi okunmayacak ve bu hareketler her zaman katliamlarla karşılanacaktır [13
Devamı Var                   
|
|
|