Yalnız Mesajı Göster

Pontos Sorunu...

Eski 10-06-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Pontos Sorunu...



Makedonya’da Hilmi Bey, İngiliz, Fransız ve Rusların desteğiyle özerkliğini ilan edince Almanların Berlin’i İstanbul’a ve oradan da Bağdat’a bağlayacak olan demiryolu projesi tehlikeye düşer Bunun üzerine Almanlar da karşı atak olarak Hilmi Bey’in Makedonya’daki otonom rejimini devirmek için Jöntürklerle dirsek temasına geçerler 24 Temmuz 1908 de Selanik’te Jöntürk hareketi patlak verir Hilmi Bey’in rejimine son verilerek, Sultan’a Midhat Paşa’nın Anayasası dayatılır

İttihat ve Terakki’nin[14] Jöntürkleri 1907 den sonra ve Paris Kongresinin ardından her ne kadar ilk çıkış ideolojilerine sadık gibi görünseler de aslında imparatorluğu oluşturan bütün halkları ve ulusları Türkleştirmeye karar aldılar Nihai karar 1911’deki Selanik kongresinde alınır ve ilk etapta yönelip yok edilecekler listesinde, kuşkusuz ulusal bilinçleri daha gelişmiş olan Rum ve Ermeniler olacaktır

Mustafa Kemal dönemine kadar Jöntürkler, Osmanlıcılığı öne sürerek gerçek amaçlarını bulanıklaştırma yöntemiyle hareket ettiler Türk kimliğine ilişkin en açık tarifi getirecek olan M Kemal olacaktır[15]

Pontos İdeali

19 yy’la birlikte milliyetçiliğin gelişmesi, bölgenin Hıristiyan nüfusunu da etkiler ve her Osmanlı unsuru gibi öncülüğünü burjuvazinin yaptığı milliyetçi bir canlanmanın etkisiyle birlikte, Yunan ulusuna ait olma duygusu benimsenmeye başlanır Ancak bu romantik bir bağlılıktır Gerçekte Yunanistan’ın Pontos’lulara ilgisi yoktur

19 cu ve 20ci yüzyılda ortaya çıkan Kimlik Krizi çağdaş Hellenizmin de oluşturucu öğelerinden biridir Çünkü temel yönelimlerinden biri kendine ilişkin bilincin (öz bilinç) yeni veriler üzerinde yeniden kurulumu üzerinedir Bu kriz sonuçları itibariyle kültürel kimliğin politik kimliğe dönüşümü ile ilgilidir Bu yeni (ulusal) kimlik, politik bir içeriğe sahiptir ve Hellenizmin bağımsız bir devlet olarak uluslararası dünya sistemiyle bütünleşmesini öngörmektedir Aynı kimlik krizi Pontos’lular için de geçerlidir Ancak Pontus ideali, dönemin reel politiğinde değişik güç merkezlerinin çıkarları arasında parçalanır

Pontos, 1916 ile 1918 arasındaki dönemde yarı bağımsızlığı tatmış ve Türk - Yunan Savaşına kadar (1922) politik mücadelesini sürdürmüştür Bağımsızlık mücadelesi ideolojisinden farklılaşanlar kaçak ve Yunanlıları dinleyenler olarak karakterize edilirler Pontos’luların yurtlarına ne kadar bağlı olduklarına ilişkin çarpıcı bir örnek olması acısından Pontos Kongresi başkanı Pontos’lu K Konstantinidis'in, dönemin Yunan başbakanı Elefterios Venizelos’a 1 dünya savasının hemen ardından düzenlenen Barış Görüşmeleri sırasında ilettiği metninde de görülmektedir Bu metinde Yunan dışişleri bakanı N Politi'nin, Pontos'un ekonomik yapısı üzerine olan görüşlerini kınadıktan sonra sözü ülkenin (Pontos’un) endüstriyel gelişmesine ve ihracat politikasının dinamiğine getirmektedir Ve gelişme potansiyellerinin bir kaç yıl içinde bir kaç kez katlanabileceğini vurgulamaktadır Pontos Osmanlı’nın en gelişmiş bölgelerinden biridir

İster Yunanca isterse de Türkçe konuşsunlar bu Hıristiyan halk yalnızca bu özelliklerinden dolayı (dinlerinden dolayı) Lozan antlaşmasına göre 1924 yılına kadar yaşadıkları toprakları, yani 3 bin yıldır emek verdikleri, ekip biçtikleri toprakları geride bir tek kişi kalmayacak şekilde terk ederek başta Yunanistan olmak üzere gezegene mülteci olarak ve örgütsüzce yayılmaya mecbur bırakılmışlardır

Her iki kişiden birinin kaybolduğu, kalanların da bir dönem bağımsızlık düşleriyle uğrunda mücadele ettikleri ülkelerini artık Jenosit ve kovulmayla anımsamaktadırlar

Uluslararası Devrimci Hareket

Devrimci hareket ulusların gelecekleriyle ilgili net bir görüş sahibidir Örneğin Lenin UKKTH’da (1914) ulusal hareketlerin devrimci yanına dikkat çekerek feodal gericiliğe karşı ulusal hareketlerden yana tavır almış ve ulusların kendi bağımsız devletlerini kurmalarını savunmuştur Lenin’in sözleriyle: "Kendi kaderini tayin derken ulusun yabancı ulusal bütünlükten koparak bağımsız devlet olarak örgütlenmesini anlıyoruz" Ulusal baskıyı ise emperyalizmin yeni biçimi olarak algılamakta ve "bir başka ulusu ezen ulusların kendilerinin de asla özgür olamayacağını" ileri sürmektedir

Lenin’in analizlerinin Rum, Ermeni, Arap ve Kürtlerin durumuna tıpa tıp uyduğunu söylemek mümkün

Bolşeviklerin Türkler hakkındaki görüşleri ise: "Türkler, şimdiye kadarki asimilasyoncular içinde en şiddetli olanları olarak, yüzyıllar boyunca ulusları sakatladılar ve toplu kıyımlardan geçirdiler”(Lenin, UKKTH sayfa 57 Yunanca baskı)

Keza Bolşevikler Türk milliyetçiliğinin tarihsel alanının İyonya, Pontos, Doğu Trakya olmadığını, ancak Anadolu’nun iç kısımları olduğuna inanırlar Bu anlamda kendisini oluşturan parçalara bölünmesinin de pozitif bir süreç olduğunun altını çizmektedirler Ulusal hareketlere karşı mesafeli duruşu ve uluslararası sosyalist harekete önceliği ile bilinen Roza Luxemburg ise şöyle demektedir: "Türkiye kendisini oluşturan diğer unsurlarla birlikte yeniden dirilemez çünkü değişik uluslardan oluşmaktadır Bunun (bu birlikteliğin) hiç bir maddi çıkarı ve ortak çıkarı olacak şekilde koşulları yoktur Tersine, diğer uluslar aleyhine baskı ve sefalet koşulları her gün daha da artmaktadır Bundan dolayı da diğer uluslar kendi toplumsal gelişmelerini tamamlamak üzere ayrılarak kendi devletlerini kurmanın peşine düşmüşlerdir Türkiye için tarihsel kriz gelip çatmıştır: Dağılmaya mahkûmdur !( R Luxemburg, Türkiye de Mücadeleler ve Sosyaldemokrasi)[16]

Luxemburg, Hıristiyan devletlerin kendi kaderlerini tayin mücadelesine karşı, devrimci mücadelenin görevini ise sınırsız dayanışma biçiminde tarif ederek Şöyle der: "Türk egemenliğinde kaldıkça hiç bir ülkenin ilerleme şansı yoktur Doğu sorunu karşısındaki görevimiz, Türkiye’nin parçalanmasını bir gerçeklik olarak kabul etmek ve bu Hıristiyan uluslara karşı sınırsız dayanışmada bulunmaktır"[17]

Ancak Osmanlı devletinde iktidarın Jön Türklerce ele geçirilmesi konusunda devrimci hareket ikiye ayrılmaktadır Örneğin, Luxemburg "yeni Türk hükümetinin iç olgunlaşmamışlığından ve karşı devrimci karakteri"nden bahsederken Lenin, onları otantik devrimciler olarak nitelemektedir Kendi sözleriyle Jöntürkleri şöyle olumlamaktadır: "Ben ve Bolşevikler Sovyet Devriminin Jöntürkleriyiz" Ancak sonraları "Büyük Sovyet Ansiklopedisi"ne Jöntürkler tarihin sahte yazıcıları olarak ve Pantürkist şoven doğmanın ilham kaynağı olarak geçecektir

Alman Emperyalizmi

Roza Luxemburg un 'Türkiye’de Alman emperyalistlerinin faaliyetleri'[18] adlı çalışmasında Almanların, Türkiye’de çok büyük ekonomik ve askeri çıkarları olduğundan bahsetmektedir Keza güçlü bir Türkiye olursa Britanya ile daha iyi baş edeceğini düşünmektedir Tam da bundan dolayı Türkiye’nin toprak bütünlüğünü en az onun kadar istemekte ve bu bütünlüğe yönelen her ulusal hareketin yok edilmesinde elinden gelen yardımı yapmıştır

Böylece Osmanlı toprakları, Almanların en önemli faaliyet alanı olarak öne çıkar Bunun en önemli ayağını ise Alman bankaları oluşturmaktadır Bu faaliyet ve göz boyamanın bir örneği de; 8 Kasım 1898 de Şam’da bir bayram gününde yaptıkları yemindir; Almanlar, Selahaddin Eyyubi’nin izinde ve peygamberin yeşil bayrağının altında Müslüman toplumu koruyup kollama sözü vermekten çekinmezler

Roza Luxemburg’un adı gecen eserinde ifade ettiği gibi Osmanlı devletinin yeniden dirilişinin Almanlarca üstlenilmiş olması, ölüyü cilalamaktan başka bir şey değildir

Roza Luxemburg’un görüşleri, Bağdat demiryolu inşaatının, Osmanlı İmparatorluğundaki halk yığınlarının sömürülmesinin gerici niteliğini daha savaş ortasında görülmesi ve gözler önüne serilmesi bakımından önemlidir Rosa Luxemburg, Berlin kadınlar hapisanesinde şöyle seslenmektedir:"Alman emperyalizminin en önemli harekât alanı Türkiye, burada yolları açan da, Almanya'nın doğu politikasında ağırlık noktasını meydana getiren Deutsche Bank ile onun Asya'da giriştiği büyük işler olmuştur Bu yoldan iki türlü sonuç elde ediliyor Anadolu'nun köylü ekonomisi, Avrupa, özellikle Alman banka ve sanayi sermayesinin yararına işleyecek iyi düzenlenmiş bir sömürme sürecinin hedefi haline geliyor Böylece Türkiye'de Almanya'nın 'çıkar alanları' genişliyor Bunlar, gene Türkiye'nin siyasal 'korunması' için temel ve fırsat sağlıyor Aynı zamanda köylülerin ekonomik sömürüsü için gerekli emme aygıtı, Türk hükümeti, Alman dış politikasının uslu bir aleti, kâhyası durumuna giriyor”[19]

Balkan savaşlarından sonra Almanlar, Türkleri imparatorluğun diğer (Gayrimüslim) halklarına karsı fanatikleştirmek için büyük caba harcamıştır Dido Sotiriyu’nun[20] aktardığı gibi; Filistin’de Alman Bankasının dağıttığı bir bildiri her şeyi ortaya sermektedir: "Biz Türkler eğer acı çekiyor ve aç kalmışsak nedeni, elimizdeki zenginliğimizi çalan ve ticareti de elimizden alan gavurlardandır Daha ne kadar bu duruma göz yumacağız Mallarını boykot edin ve onlarla her türlü alışverişi durdurun Onların arkadaşlığından ne umuyorsunuz? Onlara bunca sevgi ve kardeşlik sunmanın karı nedir?[21]

Anadolu’daki etnik temizlik hareketi Balkan Savaşından sonra Rumlara karşı ilk kovulma hareketleri 1914 yılında başlamıştır Bunun ardından 1915 yılında ise 1 buçuk milyon Ermeni’nin yok edilmesiyle sonuçlanan jenosit yaşanacaktır

1916 yılında ise yukarıdaki politika ışığında Alman Ordu komutanı Liman Von Sanders’in öncülüğünde Pontus Rumlarının "iç alanlara göç ettirilmeleri"ne geçilmiştir[22] Sanders Ayvalıkta Rumların hala yerlerinde olduğunu gördüğünde söylediği söz: Bu gavurları hala sürmediniz mi! Olur

Pontos’un Politik Örgütlenmesi

Türkçe’de Pontos Sorunu konusunda yazılanlar öz ve biçim olarak aynıdır ve tek kaynaktan beslenmektedirler Konuyla ilgili tüm neşriyat, Matbuat ve İstihbarat Matbaasında 1922 tarihinde basılan Pontus Meselesi[23] adlı propaganda kitabından iktibas edilerek birbirlerini tekrar ederler Temel alınan kaynak bir propaganda metnidir Pontos hareketi her kaynakta aynı sözlerle ifade edilir: Pontus Rum Cemiyeti ilk defa 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji'nde gizli olarak kurulmuştu 1908 yılında Samsun'da "Müdafaa-i Meşrute", daha sonra "Mukaddes Anadolu Rum" cemiyetlerinin kurulmasıyla Pontus teşkilatı genişletilmiş, Batum'dan İnebolu'ya kadar olan bölgede birçok şube açılmıştı Pontus Rum Cemiyeti 1909 yılında Atina'daki Küçük Asya (Asya-yı Sugra) Cemiyeti'nin emri altına girmiş, ertesi yıl "Pontus" adlı bir risale yayımlayarak çalışmalarını daha da yoğunlaştırmıştı Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgal döneminin himaye ettiği bu faaliyetler, Mondros ateşkesi sonrasında bu kez Yunanistan'ın güdümünde yeniden hız kazanmıştı Cemiyetin amacı Batum'dan Sinop'a kadar uzanan Karadeniz sahillerinde başkenti Trabzon veya Samsun olan bir Karadeniz Rum Cumhuriyeti kurmaktır[24]Sözleriyle tekrar edilenler Pontos’ta olanları anlatmaktan acizdir

Alıntı Yaparak Cevapla