Prof. Dr. Sinsi
|
Pontos Sorunu...
Batı Pontos
Batı Pontos’da ise durum Doğudan farklıdır: 1916 yılının başında, Ruslar Karadeniz kıyısında Trabzon'un işgali ve Çarlık ordusunun Tirebolu yakınlarındaki Harşit nehrine kadar ilerlemesiyle sonuçlanan bir saldırı başlatırken, Londra'da Sir Mark Sykes ve François Georges Picot, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölüşülmesiyle ilgili taslağın son rötüşlarını yapar ve Rus hükümetinin onayını almak üzere Petrograd'a giderler Görünüşte gafil avlanmış olan Rus hükümeti konuyla ilgili tavrını belirtmek amacıyla alelacele toplanır Tartışılacak sorunlardan biride Anadolu'nun Karadeniz kıyısındaki Rus-Türk sınırıdır 17 Mart 1916'da yapılan ilk bakanlar kurulu toplantısında Donanma sınırın Sinop’tan başlamasını ister, fakat Kara Kuvvetleri gerisi sağlama alınmış olmayan çok uzun bir kıyı konusunda endişelidir  Sazanov Petrograd'daki Fransa elçisi Paleologue'a Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılmasıyla ilgili İngiliz- Fransız - Rus anlaşmalarında Trabzon'un batısında belirlenecek bir nokta ibaresine yer verilir Bununla beraber 2 Nikolas bu belgeye şu notu düşmüştür: İlk nokta hariç ( yukarıda belirtilen durum ) katılıyorum Eğer ordumuz Sinop'a ulaşmayı başarırsa, sınırımız bu şehirden başlamalıdır Demek ki söz silahlara bırakılmakta ve bu bağlamda Tirebolu ile Sinop arasında kalan topraklardaki yerel koşullar özel bir önem kazanmaktadır Batı Pontos’ta kendiliğinden oluşmuş silahlı birliklerin mevcudiyetini yukarıda belirtmiştik Bunlar az çok siyasi olgunluğa ulaşmışlardır Trabzon'a yerleşen Rus İstihbaratı,yeni kurulmakta olan Pontus gerilla hareketinin en önemli şahsiyeti olan Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta’yla ilişkiye geçmekte tereddüt etmez Batı Pontos’un kaderini artık silahlar belirleyecektir [43]
Pontos Gerilla[44] Hareketi
Daha 1914'lerde Türk Ordusundan kaçan (ister bir dönem askerlik yapıp kaçan isterse de askere hiç gitmeyip kacak durumda olan) birçok Pontus’lu dağlara sığınmışlardı Ancak gerilla gruplarının oluşması Türklerin Bati Pontus Rumlarını yok etmeye başlamasından sonra özellikle de 1916 dan sonra baslar İlk baslarda birbirinden habersiz ve daha çok koy savunma gruplarıydılar İlk gerilla gruplarından birisi Vasili Anthopoulos'nun 3 Temmuz 1916 da Sivas ta oluşturduğu gruptur Genel görüşe göre, Rusların ilerlemesiyle birlikte Pontos’ta bir genel devrim öngörülmektedir[45]
Ancak Rus ordusunun çakılıp kalması ve Pontos bölgesini bütünüyle işgal edememesi Anthopoulos'un da bütün planlarını alt üst eder Zamanla Anthopoulos ile Ruslar arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar; Vasilis Anthopoulos hemen yapılacak müdahaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır Sonunda Rusların onu oyalamalarından endişe eden Vasilis Anthopoulos, 24 Eylül'de büyük bir darbe indirmeye karar verir 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarlayarak harekatı başlatır Vasilis Anthopoulos ve adamları Türk köylerinden geçerken Hıristiyanlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldürüp evlerini yakarlar Ordu yakınlarında Askeri birliklerle yapılan çatışmanın ardından Vasilis Anthopoulos’un birlikleri çatışmayı kaybederler ve Anthopoulos 9 adamı 18 Ekim'de Trabzon'a sığınır; Vasilis Anthopoulos, savaşın sonuna kadar Trabzon’da kalacaktır
Türklerin bu olaylara iki farklı tepkisi olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı saldırılar ve sürgün Bunlardan birincisi daha çok yerel kuvvetlerin eseri gibi görünmektedir Müslümanlar arasında da Hıristiyanlar kadar asker kaçağı vardır ve İttihat ve Terakki Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır “Giresun ve civarında Rumculuk Faaliyetlerini önleme görevi asker destekli sivil güçlere verilmiştir Bunlar arasında en ünlüsü, İttihat ve Terakki mensubu Topal Osman ve yardımcılarıdır”[46] Osman Ağa yerel eşraf ve yönetimin desteğiyle, hiç bir engellenme ile karşılaşmadan Hıristiyan nüfusu etnik arındırmaya tabi tutmaktadır Bütün bu kanun kaçakları ve caniler, hiç bir yasaya aldırmadan serbestçe hareket etmektedir
Burada kısaca Topal Osman’ın bölgedeki faaliyetlerinden söz edelim: “Topal Osman'ın bu nevi faaliyetleri sırasında yaptığı uygulamalar, mülki makamlarda hoşnutsuzluk yaratmıştır Başta Trabzon Valisi Cemal Azmi olmak üzere, Giresun Mutasarrıfı da Topal Osman'ın hükümet işlerine müdahale ettiğini ve 37 Fırkaca himaye olunduğunu belirterek, Osman'ın Giresun'dan kaldırılmasını isteyen şikâyet yazılarını 3 Orduya İletmişlerdir[47] Mülki makamların 37 Fırka'yı da suçlayan bu yazısından sonra Topal Osman, ifadesi alınmak üzere Sivas Divanı Harbi'ne çağrılmış ve onu getirmekle de Menzil Müfettişliği görevlendirilmiştir Bu defa 37 Fırka Kafkas Kolordusu Komutanları, Orduya Topal Osman'ı müdafaa eden ve mülki makamları suçlayıcı yazılarıyla Osman'ı Divan-ı Harpten kurtarmak istemişlerdir Bilhassa 37 Fırka Komutanı tarafından 3 Orduya yazılan yazıda onun Fırkaya pek çok hizmet ettiğini, Balkan Muharebesi esnasında aldığı yarası hala kapanmamışken, yaranın tesiriyle cansız bir ceset halinde sürüklediği bacağını, iştirak eylediği gaza için bir işaret sayan Osman'ın adî bir mücrim gibi görülmesinin doğru olmayacağı belirtilmiştir Bütün bu savunmalara rağmen Topal Osman'ın, 3 Ordu Komutanlığından ısrarla Sivas'a celbe dilmesi istenmiştir 25 Ağustos 1936'da Sivas Divanı Harbi'nde muhakeme edilen Osman Ağa bir süre gözaltında kalmış,[48] dönüşünde tekrar çetesinin başına geçen… Mütareke sırasında yeniden kovuşturmaya uğrayan Topal Osman devamlı kaçmak ve saklanmak zorunda kalmıştır Karadeniz Bölgesi Rumları da yeni vasattan yararlanıp, bir Pontus devleti kurma hazırlıklarına girişmişlerdir Bu defa da bölgede direniş teşkilatı kurmak isteyenler Topal Osman ve adamlarına müracaatla yardımını istemişlerdir Topal Osman sert metodlarla Rum çetelerini ezmiş, Giresun'dan Samsun'a kadar uzanan bölgenin hâkimi olmuştur Bu olağanüstü dönemde 17–18 Ocak 1919 yılında toplanan Kars Kongresi’nde Giresun'da kurulması kararlaştırılan müdafaa örgütünün teşkiline Osman Ağa memur edilmiştir Bu arada Belediye Başkanlığı'nı da uhdesine alan Topal Osman, 17 Mayıs'ta İzmir'in işgalinden iki gün sonra Giresun'da büyük bir miting tertip ettirmiştir O sıralarda Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa tarafından Havza'da kendisiyle görüşüldüğü ve bu bölgenin emniyetinin sağlanmasıyla görevlendirildiği bazı kaynaklar tarafından tespit edilmiştir ”[49]
Topal Osman bölgede bir terör unsurudur Öyle ki Giresun Alayının 3 taburunun Ordu Sancağına geleceğinin haber alınması bile eşrafı telaşa düşürmeye yetmiştir Ordu Mutasarrıfı Merkez Ordusu kumandanı Nurettin Paşa’ya endişelerini bildirir Ordu eşrafının Osman Ağa’dan korkuları boşuna değildir Osman Ağa’nın teröründen Türkler de nasibini almaktadır Osman Ağa birliklerinin Tokat’ta ve Mecitözü’nde de bir çok köye tecavüzleri şikayet konusu olur Yine bölgede Rizeli Hafız Efendi idaresindeki 150 kişilik müfrezenin uygulamaları Ordu’da şikayet konusu olur Hafız tutuklandıysa da kısa süre sonra serbest bırakılıp Batı Cephesine yollanır Yine Tokat’ta Jandarmaların erbab-ı şekavete rahmet okutturacak eylemleri Merkez Ordusuna şikayet edilir [50]
Pontos silahlı birliklerinin basındaki en önemli isimlerinden (askeri lider de diyebiliriz) biri de Andon Pasa dır Esi Pelagia ile birlikte Pontus gerilla birliklerini yöneten Andon Pasa Pontus köylerini savunurken, bir yandan Türk devletinin diğer yandan da Türk çetelerinin en önemli korkularından biri haline gelir Türk devleti basına 50 000 lira ödül koymuştur Andon Pasa gerilla birlikleri için birleştirici bir öğedir aynı zamanda Kendisi 1917 yılında oldurulur ancak esi (ki kaptan Pelagia olarak anılmaktadır) 1923 yılına kadar da yoluna devam eder Sovyet yazar N Novitsef "Vaprosi Istorii" adli kitabında Bati Pontos’da taşra devrimi hareketinin geliştiğinden bahsetmemdir Pontosluların yani sıra Müslüman Çerkesler de kendi bağımsız gerilla hareketine ulaşmışlardır Bu hareketlerin askeri teçhizat kaynakları ise Türk ordusundan ele geçirilenler silahlar ve esas itibariyle de Rusya’dan (gerek Rusya’daki Pontos’lulardan gerekse de Rus devletinden) gelen yardımlardır
Pontos gerilla hareketinin basından sonuna kadar otonom olduğu söylenir Örgütlenmelerine baktığımızda bu durum açıkça görülmektedir: Sanda da Türk çetelerinin Rum köylerine saldırılarını arttırması üzerine 15 Aralık 1917 de yerleşim alanında kalanlarının hepsi genel kurula çağrılarak görüşleri istenir Kurula hâkim olan slogan: "Hırsızlara ayni yöntemle cevap verelim" Kurulda bir yürütme kurulu seçilerek mutlak yetkilerle donatılırlar Bu yürütme kurulu askeri konseyi oluşturur ve bu konsey ayrıca 9 askeri sorumluyu daha atar 18–50 arasındaki bütün erkekler yerleşim alanlarının savunması için günlük askeri eğitime başlarlar Sanda yerleşim alanı olağanüstü koşulları yasayan askeri kamp gibi islemeye baslar Pontos’un her bölgesinde böylece gizli örgütlenmeler oluşmaya baslar Pontoslu metal çalışanları kendi olanaklarıyla silah yapmaya çalışırlar
Sürgünler
Bölge halkının maruz kaldığı durumları Andreadis söyle ifade eder: “Bütün Karadeniz kıyısı, Harsiotis suyunun batısında kalan alan tamamen boşaltıldı Çeteler, kendi deyişleriyle, intikam almak için Hıristiyan köylerine dalıyorlardı Çaresiz halkın mallarını yağmalıyor, onları ürkütüp kaçırmak için evleri ateşe veriyorlardı Direnmeğe kalkışan ise derhal öldürülüyordu 1916 yazı çok sıcak geçti”[51] sözleriyle çatışmaları, yağmaları ve sürgünleri özetlemektedir
Rus Ordusuna casusluk yapılıyor, lojistik destek sağlanıyor gerekçesiyle Harşit Çayının batısındaki Hıristiyan nüfusun Cephenin 50 kilometre güneyine sürülme kararı alınır Karar servetlerine de el konularak azınlıkların saf dışı edilmesiyle yek vücut güçlü bir devletin oluşturulmasına dair Alman-ittihatçı planının bir parçasıdır, sürgünlerin ilki o sırada bir sınır şehri olan Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen ekim ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9 kasım'da duyurulmuş ve 16 Kasım'dan itibaren uygulanmaya başlamıştır
Berlin’e gönderilmek üzere hazırlanmış bir metinde Avusturya Dışişleri Bakanlığı Sürgünlere ilişkin şunları ifade etmektedir: Türklerin politikası devlete karsı tehlike olarak gördükleri Yunanlıları genelleşmiş bir kovulma hareketi ile bütünüyle ortadan kaldırmak ki daha önce Ermenilere karsı da ayni politikayı uygulamıştı Türkler nüfusu hiç bir ayırıma bakmaksızın ve hayatta kalmalarına hiç bir olanak vermeksizin başka alanlara göçertme taktiği altında, yani sahillerden iç alanlara doğru, onları insanlık dışı ve sefil koşullar altında açlığa terk ederek ölüme terk ediyorlar Boşaltılan evler ise çeteciler tarafından el geçirildikten sonra yağmalanıp yakılıp yıkılıyor Ermenilerin kovulmaları sırasında alınan bütün tedbirler Pontus Rumlarına karşı da aynen uygulanmaktadır[52]
Başlangıçta sürgünün Ermeni Soykırımı derecesine varamaması Yunanistan’ın tarafsızlığına ihtiyaç duyulmasındandır Yunanistan tarafsızlığını bozduğunda ise süreç Batı Pontos’lular için kanla noktalanacaktır “Bu gün Yunanistan’da Doğu Pontos’tan gelme çok sayıda insana rastlanırken neden Batı Pontos’tan gelenlere pek rastlanılmadığının açıklaması da”[53] bu olayların sonucunun kanla noktalanmasının ardında yatmaktadır
Andreadis yaşananları özetlerken “Selanik Elefteria (Özgürlük) Meydanında başlayan ve Fransız Devrimi gibi liberal ve insani değerler üstüne dayanan ve Sultan'ın tüm tebasına hitap eden, onun iktidarına ve sorumsuzluğuna karşı herkesi bir araya gelerek devrime katılmağa çağıran Jön Türk hareketi, kısa süre içinde milliyetçi, faşist bir Türk hareketine dönüştü Jön Türklerin sloganı artık Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik değil, Türkiye Türklerindir olmuştur 1916 yılında işitilen tek slogan buydu Vehip Paşa ordusunu böyle bir hava içinde sürmüştü cepheye… 1916 Kasımında Alman danışmanları ile birlikte, masum bir askeri güvenlik planı hazırlamış… Plan, güvenlik nedeniyle, Rus cephesi üzerinde bulunan tüm Hıristiyanların, cepheden 50 kilometre kadar geriye aktarılması gerektiğini ileri sürüyordu Plana göre, Ruslar Ortodoks Hıristiyan olduğu için, cephe hattında Hıristiyanların varlığı bir güvenlik sorunu yaratıyordu Plan, Tirebolu'dan Bafra, Samsun ve Sinop'a kadar tüm bölgeyi kapsıyordu Bu sözde geçici bir plandı, mantıklı ve de masum nedenlerle hazırlanmıştı Evet, bu belki mantıklı ve amaca uygun bir plandı, ama asla masumane değildi Eğer siz, soğukkanlılıkla, tüm bir nüfusu kış ortasında yerinden yurdundan edip sürerseniz, onları açlıkla, soğuk ve hastalıkla yok olmağa itmişsiniz demektir Üstüne üstlük, elli kilometre iki yüz kilometreye çıkarsa, planın hedefi iyice aşikâr olur Ve sürgünlerin geçeceği bilinen yol üzerinde, her 20 kilometrede bir, sanki tesadüfmüş gibi, çeteler bekleyip pusu kurar ve çaresiz Hıristiyanları katlederse, bu planın daha da iğrenç olduğu anlaşılır ”[54]
|