Prof. Dr. Sinsi
|
Tarih'te Türk'lere Yapılan Katliamlar.(Panel)
Burada tabii Osmanlı'daki, Anadolu'daki Gayrimüslim unsurların Birinci Dünya Savaşı'ndaki durumunu incelerken şöyle bir düşünceye sahip olmamamız gerekiyor: 1915 yılında bazı ayaklanmalar oldu ve bu ayaklanmalar sonucu Osmanlı Hükümeti ayaklanmalara katılan, yani siyasi harekete katılan, silahlı harekete katılan grupları aldı, etkisiz hale getirdi ve bunların önemli bir kısmını Suriye'ye, Mezopotamya'ya gönderdi Bu yalnızca 1915 yılı için söylenebilecek şeydir Oysa bugün bizim önümüze konan Türk-Ermeni ihtilafını değerlendirirken üç farklı evre vardır Bunlardan birincisi sadece budur, yani bu ayaklanmalar ve ayaklanmalar sırasında, yani savaş altında bir krizin yönetilmesidir
İkinci evre; 1916 Ocak ayından, 1918'e kadar neredeyse gelir, Doğu Anadolu'daki Rus işgali sırasındaki Ermeni katliamlarıdır, yani Ermenilerin Türkler'e yönelik katliamlarıdır Burada ne kadar insanımızın öldürüldüğü çıplak belgelerle herkesin görebileceği şekilde Genel Kurmay Başkanlığımız tarafından, Askeri Tarih Başkanlığımız tarafından ve devlet arşivlerimiz tarafından orijinal belgeleriyle yayınlanmıştır Hangi köyden, ne kadar insanımızın öldüğü toplam rakamları sanıyorum Arşiv Genel Müdürümüz söyleyeceklerdir, 600 bin civarında Sadece o 1916 Ocak'ından 1918'e kadar öldürülen Türklerin sayısıdır
Bundan sonra üçüncü evre var; Mondros'la beraber silah bıraktıktan sonra, Suriye'ye Mezopotamya bölgesine gönderilen Ermenilerin tekrar Anadolu'ya dönüşleri ve bunların dönüşleriyle beraber yer yer başlayan silahlı çatışmalar, katliamlar Bunun hemen sonrasında da güneyde Fransız ve İngiliz işgaliyle beraber 1922 yılının başına kadar süren, -Maraş ve Antep'teki direnişler aşağı yukarı Ankara Anlaşması'ndan biraz sonra da devam etmiştir- Ermenilerle doğrudan bizim çatışmamız söz konusudur ve Ermenilerin yaptıkları katliamlar söz konusudur Doğu Cephesindeki Türk-Ermeni Savaşı ise; -ben ona Türk-Ermeni Savaşı diyorum, çünkü karşımıza artık bir Ermenistan Cumhuriyeti vardır ve onun bir milli ordusu vardır, bize karşı savaşmıştır- Kazım Karabekir Paşa'nın kuvvetleri derslerini verene kadar, Gümrü Anlaşması'na kadar devam etmiştir
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Osmanlı çökerken, dağılırken veya parçalanırken -hangi kavramı kullanırsak, kullanalım- belirli bir zamanda Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan Türk unsurlar, Müslüman unsurlar Anadolu'yu anavatan belleyip buraya sığınıyorlar Savaş sırasında görülen, ortaya çıkan çatışmalar nedeniyle; Ermenilerle ilgili olarak zorunlu göç kararı alınıyor ve bu göç kararıyla Suriye'ye ve Mezopotamya'ya yerleştirilen Ermeniler daha sonra Sevr'den önce, yani General Allemby'nin Halep'e girmesinden sonra, General Allemby'nin de talimatıyla aynı zamanda bizim İttihatçı Hükümetin de o konuda kararı var, "Zorunlu göçe tabi tutulanlar tekrar yerlerine dönsünler" diyorlar ve bunlar yerlerine dönüyorlar Bu şekilde yerlerine dönenlerin sayısı bir hayli yüksek
Acaba Lozan'da ne oldu? Lozan ki bizim Türkiye Cumhuriyetimizin tapu senedidir, Türkiye devletinin tapu senedidir Bu tapu senedi İngilizlere, Fransızlara, Avrupalılara kabul ettirilirken söz konusu olan o Osmanlı tebaası olan Ermeniler nereye gitti? Lozan'da olan şey şuydu: Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Lozan'a giden heyete tek bir sayfa halinde bir talimatı vardı Onlara verdikleri talimatta örnek olarak; "Şu konu masaya sizin önünüze gelirse Ankara'ya soracaksınız Şu konu masaya gelirse kendiniz karar vereceksiniz, ama bir tek konu vardı; Ermenilerin, eğer Anadolu'dan yurt isteme konusu masaya gelirse; kalkıp, bavullarınızı alacaksınız, Ankara'ya döneceksiniz" Yani diyor ki; "Bize dahi sormayacaksınız, döneceksiniz"
Dolayısıyla Sevr'den Lozan'a geçiş sürecini, eğer anlayamamış isek…
İkinci turda Lozan kısmına devam etmek üzere burada noktalıyorum
OTURUM BAŞKANI- Evet, Sayın Özdemir'e teşekkür ediyoruz, aslında nereden kalktık, nereye geldik diye insan düşünmeden edemiyor, çünkü geçenlerde bir TRT İNT'te toplu tartışmadaydık, bir genç arkadaşımız; "Neden korkuyoruz, bir Kürt devleti kurulsun, ne olur ki, başımıza ne gelir ki? Ermenistan da kurulurken aynı korkuyu yaşadık, hiçbir şey olmadı" Evet, Lozan'da böyle bir tavır var ve Lozan sırasında büyük Atatürk'e soruyorlar, "Siz, bağımsız bir Ermenistan kurulmasına karşı mısınız?" diyorlar "Hayır, sınırlarımızın dışında kurulacak olan bir Ermenistan'ı saygıyla karşılarız" diyor O zaman Türkiye'nin ipleri büyük Atatürk'ün elinde Şimdi bir de geldiğimiz noktaya bakın, yavaş yavaş Kürt devletinin kurulmasını toplumda kabul edilebilir göstermeye yönelik, birtakım televizyon kanallarında yönlendirmeler başladı; çok uyanık olmak durumdayız diye düşünüyorum Tabii eğitim sistemimizde çok büyük açıklıklar var Hep, "Aman uzlaşmaz toplum görünümüne girmeyelim, o üzülmesin, bu süzülmesin" derken geldiğimiz nokta bu
Sadece Ermeni meselesi değil Bugün üniversitede sorunuz, yabancı literatüre girmiş olan bir kesfion doryon diye uluslararası sorun var Doğu sorunu, Şark meselesi Sorun bakalım, üniversiteli öğrencilerimizden kimler biliyor, nasıl biliyorlar, ne anlıyorlar? Çeşitli zamanlarda sorduğunuz zaman; "Doğu, Güney, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki ağalık sistemi falan" deyip, kestirip atıyorlar Böylesine Batı'dan bize yönelik olan ve devam da edeceği, artık bütün göstergeleriyle ortaya çıkan uluslararası projeler karşısında toplumu bilinçlendirmezsek, yarın hazırlanacak tuzaklara çok çabuk düşeriz
Evet, sözü değerli bir Büyükelçimize, bir başka Büyükelçimize; emekli Büyükelçimiz Sayın Bilal Şimşir'e veriyorum Kendisinin bir de başka unvanı var, tarihçi kişiliği de var, çünkü yerli-yabancı arşivlerdeki çalışmaları ve yayınlarıyla tanınıyor Ben hemen sözü kendisine bırakıyorum
Buyurun Sayın Büyükelçi
BİLAL ŞİMŞİR (Emekli Büyükelçi, Tarihçi)- Teşekkür ederim Sayın Başkan
Hemen unutmadan söyleyeyim: Atatürk 1925 yılında kayınpederi Muammer bey'e bir aile sohbetinde "Son 10 yılda, -yani 1915'den,1925'e kadar kastediyor- Türk milleti 8 milyon telefat verdi" Bu sözleri İzmir'deki İngiliz Konsolosun kulağına gidiyor, ben de İngiliz belgelerinden öğreniyorum -bu belgeyi, İngiliz belgelerinde Atatürk diye benim 8 ciltlik bir kitabım var, onun 5'inci cildinde var- Sayın Büyükelçi Aktan gayet yerinde bir saptamayla "Bu iş Balkanlar'da ve Kafkaslar'da başladı, sonra Anadolu'ya kaydı" dedi, yani Türklere karşı yapılan katliamlar
Buna, ben de şu eklemeyi yapayım: Bu işin temelinde milli devlet felsefesi yatıyor Durup dururken katliam yapılmıyor Bir milli devlet felsefesi var, bu milli devlet felsefesinin en basite indirgenmiş şekli; "Her milletin, etnik toplumun bir devleti olacak Her etnik milli devlet içinde yalnız bir millet olacak" Yani Yunanistan kurulursa yalnız Yunanlılar olacak Böyle olunca, yani bu radikal görüş böyle olunca; oradaki Türkler'e ya yok olmak, ya def olmak düşüyor Başka yolu yok
Balkanlar'da bunun uygulaması, bunun çok acıklı uygulanması oluyor ve Yunan ayaklanmasıyla Mora'daki 1821'de başlayan Yunan ayaklanmasıyla -onlar bağımsızlık savaşı diyorlar- başlıyor ve çok feci bir şekilde katliamlar yapılıyor Orada yeterince askerimiz yoktu ve bizim halkımız küçük küçük kalelere sığındılar ve teker teker o kalelerden anlaşmayla teslim alındılar ve teslim alınır alınmaz hepsini katlettiler Mora'nın merkezi Treephollyche şehriydi Treephollyche'de o tarihte 1821'de 35 bin Türk vardı, anlaşmayla teslim oldular Çünkü aylarca aç kaldılar ve teslim oldular, hatta teslim almak için şu şantajı da yaptılar: Kalenin önünde bizimkilerin, kalenin içindeki olanların görebileceği yerde, "Teslim olmazsanız hepsini öldüreceğiz" diyerek, teker teker 60 Türk'ü öldürdüler Bu manzaranın yanında 400 tane de Avrupalı subay var Yunan ayaklanmasını, biz yalnız Yunanlılar yaptı zannediyoruz
Bütün Avrupa'dan Helenler, Fil Helenler, dalga dalga para yardımı, subay yardımı, asker yardımı gönderdiler Şu kitap "Drees my that grease my steel be free" bu söz, İngiliz şairi Byron'un bir şiirinden alınmıştır Byron, Yunan ayaklanmasına katılmıştır ve orada hastalıktan ölmüştür Bunu yazan da gene bir Yunan dostu Flalen'dir, fakat bunun içinde Türk katliamlarına dair korkunç, tüyler, ürpertici şeyler vardır Mesela 9 Ekim 1821'de Treephollyche teslim alınıyor, aynı gün 10 bin kişi katlediliyor Zenginler bir tarafa ayrılıyor, onlardan hayatlarına karşılık servetlerini, paralarını alma hesaplanıyor ve bir kısmı "servetini nereye sakladın" diye işkenceyle öldürülüyor Bir kısmı kurtulmayı başarıyor, Hamdullah Suphi Tanrıöver'in sülalesi bunlardandır Suphi Paşa'nın sülalesi, bu para karşılığı canlarını kurtarmış olanlardandır Mısır'a gidiyorlar, Mısır'dan İstanbul'a dönüyorlar, canlarını kurtarıyorlar
Bu, bütün kasabalarda böyle devam ediyor Navarin Ağustos 1921'de teslim alınıyor ve katlediliyor Bilmem Patras, Eğriboz, Zeytin, Lepantof vesaire, say say bitmiyor Mora'nın doğusunda upuzun bir ada vardır Eğriboz adası, şimdi buna Rumlar Kalkis Adası diyorlar, Venedikliler de Negroponte diyorlardı Bu ada silme Türk adasıydı, hepsi katledildi Bu katliamları ve bunu Avrupalılara gülerek anlattılar; "Türkler nerede kaldı? Ay, Türkleri yuttuk" diye Ben Tuna vilayeti Türklerindenim, Şumnu sancağındanım 1877-1878 savaşında benim dedem Tuna cephesinin Karahasanköy muharebesinde şehit düşmüş Onun kızı, babaannem; 8 yaşında öksüz, yetim kalmış Ben onun şeylerini dinledim, kulaklarımda hâlâ çınlıyor Mesela bir olay; bizim o bölgeden yaklaşık 50 küsur köy, Ruslar gelirken göçe kalkışıyorlar, Ruslar Ziştoy'dan giriyor, batıdan, bizim mıntıkaya göre batıda kalıyor Batıdan Osman Pazarı'na doğru, bizimkiler Osman Pazarı'na doğru yürüyorlar, Osman Pazarına gelince ikiye ayrılıyorlar Birisi Varna'ya gidelim, Varna'dan gemiyle kendimizi Anadolu'ya, İstanbul'a kendimizi atalım Bir kısmı güneyde Edirne'ye ulaşalım diyorlar, Kazan geçidi var orada Kotel diyorlar, Kazan geçidi Bu 30 köyün ahalisi Kazan geçidine gidiyor ve bir tek kişi kurtulmuyor, Kazan geçidinde Rus kazaklarıyla Bulgar çeteleri beraber şey ediyorlar, yalnız henüz konuşma bilmeyen 1-2 yaşlarındaki küçük çocuklar alınıyor, Tırnav'da Bulgar ailelerine dağıtılıyor ve bunlar Bulgarlaştırılıyor Bu olayı, bana çok sonra anlattılar Oraya gelince bizimkiler susuyorlardı, "Ne oldu?" Babaannemin bir lafı vardı, "Canımızı Edirne kırığına atamadık ki, kaldık ki" Edirne kırığı dediği Trakya idi, Trakya lafını bilmezdi, Edirne kırığı derdi; yani Edirne kırığına canlarını atabilirlerse Ama Edirne kırığına canlarını atanlarda nasıl oldu?
Bu işin nasıl organize edildiğini, ben üç yıl kitap yazdım Sırf üç yıl için, Rumeli'den Türk göçleri ve bu olayı anlatan, sırf bu olayla ilgili, yani 93 Harbi'ndeki Bu annemin anlattığı, ben sonra tarihçi oldum güya, tarihçi olacağım, asistan oldum, bakıyorum, karıştırıyorum o dönemin kitaplarını, işte Şıtka var, askeri tarihte Plevne var, siyasi tarihte de Ayastefonos Anlaşması var, Berlin Anlaşması var Bizimkiler hiç yok, insan yok Sanki boş bir alanda iki ordu savaşıyor, fakat insan yok Halbuki bunu araştırmayı yaparken de Fransa dedi Fransızlar tarihin sosyal tarafına bakıyorlar, mesela büyük ihtilalde Bastiy zindanına saldırırken, şöyle bakıyorlar: "Vay o tarihte Bastiy Bölgesinde ne kadar ekmek fırını vardı, ne kadar nüfus vardı, kaç kişi açtı, nasıl yaşıyorlardı?" Bunları anlatıyorlar, halbuki bizde bu taraf hiç yok ve Yunan ayaklanmasında, o Yunan ayaklanmasında bütün Mora'daki Türkleri kılıçtan geçirdiler Bizim ne sanatımıza yansımıştır, ne edebiyatımıza yansımış, ne de tarihimize yansımıştır Ver De Laukre diye ünlü bir Fransız ressamı vardır, o savaşta, güya o da imajına hayalin "Sakız Adası'nda Rumları katletmişiz" diye, "Sakız Katliamı" diye bir tablosu vardır, Louvre Müzesinde sergilenir Hani bizim tablolarımız? Hani bizim edebiyatımız? Şair Azam Hamit, yarı uzun ömründe, mesela bir örnek olarak söylüyorum, uzun ömründe 85 yıl yaşamıştır, Allah rahmet eylesin, yarım asırda altı tane savaş görmüştür Altı savaşta altı satır yazmamıştır, ama Endülüs'ü anlatmıştır, Pencap'ı anlatmıştır, Tarık'ı anlatmıştır, hayal dünyasında dolaşmıştır Bu mudur edebiyatımız? Bu mudur? Yani Rus edebiyatına bakıyoruz, Harp ve Sulh'u yazıyor, kendi tarihinden örnek alıyor Benim tarihim havalarda dolaşıyor, benim edebiyatım Müziğimde yok, edebiyatımda yok, kültürümde yok ve bu kitabı da okuyan yok "Kerpiç keper kitap yazılmıyor, Reedable Size'lı kitap yaz da okuyalım" diyorlar
Rusların bu 93 Muharebesini, 93 Savaşını 1877…Savaşını hazırlarken, başka Türk-Rus savaşlarında olmayan bir şey yapıyorlar Biliyorsunuz, bir düzine savaşımız vardır Güney Türkleri olarak Kazan Türkleri'nin de 25 tane savaşı vardır Ruslarla, bizim de 12 tane savaşımız var, ama ötekilerde olmayan bir şey yapıyorlar 76 yılında daha savaşa bir yıl varken, Bulgaristan Mülki İdari Teşkilatı diye bir teşkilat kuruyorlar Bir taraftan Başkomutanlık var girecek, ama Başkomutanlığın yanı sıra bir tane sivil örgütleme şeyi var Bunun başında da gayet gaddar bir Pandislavist adam koymuşlar, Prens Vladimir Çaykaski diye Bunlar daha savaş başlamadan önce masaya yatırıyorlar Osmanlı İmparatorluğu'nun Tuna ve Edirne vilayetlerini Tuna vilayeti, biliyorsunuz Balkanın kuzeyinde, Tuna'yla Balkan Sıradağları arasında, Edirne vilayeti de, Balkan Sıradağlarından Ege'ye kadar bölüm Bir yatırınca şunu görüyorlar: Tuna vilayetindeki nüfus 1130000 Bulgar var, 1125000 Türk var Tuna'da Güneyde Edirne vilayetinde ise, Bulgarların nispeti daha az, Türkler daha da yoğun Bir de toprak mülkiyetine bakıyorlar, toprak mülkiyetini inceliyorlar, Tuna vilayetinde işlenebilen toprakların yüzde 75'i Türklerin elinde, yüzde 25 Bulgarların Birinci prensip; "Böyle bir yerde üniter bir Bulgar Milli Devleti kurulamaz" Bunu yazıyorlar, Rus belgelerinden kendi konuşmalarından bunları inceledim Fransa'da bunların hepsini buldum, Rusçalarını da Rusça, Bulgarca da biliyorum ben Onların orijinal kaynaklarından yararlandım
Diyorlar ki; Prens Çaykaski "Bu nüfusu buradan ya def etmek lazım, ya yok etmek lazım " Mutedil insanlar da var grupta "Nasıl olur, olacak şey mi, Avrupa ne der?" diyor Çaykaski'nin aynen lafı "Avrupa'nın bana söyleyeceği sigara dumanı kadar gelmez " Vız gelir, tırıs geçer demek, yani Türkçe'si bunun ve ekliyor "Yumurta kırmayı göze alamayan, omlet yiyemez" diyor ve devam ediyor "Tarihi anlarda, tarihi kararlar vermek lazımdır Türkleri, ilk akla gelen şey nüfus mübadelesi yaparsın, madem ki kuracağın Bulgar devletinin içinde bu kadar Türkleri istemiyorsun, güneydeki Bulgarları kuzeye al, kuzeydeki Türkleri de güneye gönder "diyor, Bu kafalarında hiç yok İki şey düşünüyorlar Birincisi ve uygulamaya da başlıyorlar; Tuna vilayetinden ve Edirne vilayetinden Türkleri, Rusya içine dağıtmak Bunun küçük çapta uygulamasına da başlıyorlar Savaşın ilk aylarında esir aldıkları askerlerle birlikte sivil halkı da toplayıp gönderiyorlar Buna Savunma Bakanı Milutın engel oluyor "35 milyon insanı sen sürebilir misin? Sen söyle olacak iş miydi senin yapacağın şey?" diyor Daha sonra sürgün kalıyor
Bu defa bunları göç ettirmek Ama göç ettirmek için de toprağına bağlı bir insan, kitle kolay kolay göç etmez, yani kolay değildir bir insanı göç ettirmek Bir berber olsa, küçük sanatkâr; çantasını alır her yerde sanatını icra eder Ama toprağa bağlı kişinin göç ettirilmesi zor Bunun için üç aşamalı bir şey hesaplıyorlar İlkönce Bulgar Gönül Tavırları kuruyorlar, bunları silahlandırıyorlar; Türklerin üzerine bunları saldırıyorlar, ama emin değiller, "Bulgarların gücü yetmez buna, bu Türkleri buradan söküp atmaya" diyorlar
İkinci aşama; Türklerin üzerine Don Kazaklarını salıyorlar Don Kazakları süvari ve mızraklı insanlar; bunlar büyük ordu birliklerinden ayrılıp, 30 kilometre, 40 kilometre, 50 kilometre içerlere dalıyorlar, köylüleri vuruyorlar Bunun izahını da şöyle yapabiliriz diye düşünüyorlar: "Bunların nasıl olsa başı bozuk, bunlar kontrolden çıkmış, yani Başkomutanlık bunlara hükmedemedi falan" diye bunu tevhil etme yolunu da önceden düşünüyorlar, ama bu da yetmezse o zaman büyük Rus ordusu devreye giriyor ve Rus ordusu Türkleri defetmek için birkaç kere devreye giriyor Önce, bir gece yarısı Ziştovi'den Tuna'ya atlıyor Ruslar Tuna kıyısında bulunan Ziştovi kasabasındaki Türleri temizliyorlar Rus Ordusu Daha sonra birçok köy ahalisi Ruslar'dan kaçarak Bela Ormanı'na sığınıyor Rus Ordusu Bela Ormanındaki kitleleri de temizliyor, ondan sonra daha büyük bir katliam 1878 Ocak'ında Edirne-Harmanlı arasında büyük bir göçmen kafilesi Edirne'ye ulaşmaya çalışıyor -Yabancı gözlemcilerin, muhabirlerin tahminine göre 50-60 bin insan var bu göç kafilesinde- General Burkov ordusu öncü kuvvetleri bu kafileyi, bu kitleyi top atışıyla imha ediyor ve sonra da "Soran olursa, bunları asker zannettik" diyor Bazı fotoğrafları da, gravürleri de yayınladılar o zaman
Benim tahminim, tabii kesin rakam bulmak zor, biz Osmanlı istatistiğini gerçek anlamda Cumhuriyet'te yerleştirdik Parasının hesabını bilmeyen hacı ağa gibi, nüfusunu da tam bilmeyen, sayımını suyumunu bilemeyen, bir de o kargaşa içinde tam sayıyı tespit etmek zor, ama yabancı belgelerde, -bu kitapların çoğu yabancı belgelere dayanıyor- benim tespit edebildiğim kadarıyla, yani yaklaşık olarak 1 5 milyon kişi, yani bunlar göç edenlerle birlikte, fakat yarım milyonu geçiyor
Bana 15 dakika veriliyor, yalnız Ermeni meselesinde benim 16 cilt kitabım var Bunların adlarını söylemek bana yetmez
Peki, teşekkür ederim
OTURUM BAŞKANI- Sayın Şimşir çok teşekkür ederim 15 dakika değil, tam 20 dakika verdim size; çünkü o kadar heyecanlı ve güzel konuşuyordunuz ki kesmeye kıyamadım
Şimdi, Sayın Sarınay meslektaşımıza söz vereceğim 15 dakika tabii Devlet Başbakanlık Arşivi Genel Müdürü; arşivlerimizde bulunan Ermenilerle ilgili çok değerli dokümanlar yayınladı cilt cilt Böylece Ermenilerin "Türkiye Cumhuriyeti arşivlerini açmıyor, çalışamıyoruz falan" yaygaraları bir ölçüde bitirilebildi Bilmiyorum bize karşı yapılan katliamlarla ilgili çalışmalar oldu mu, yayınlar oldu mu? Şimdi kendisinden bizzat bu konuları alacağız
Buyurun efendim
Doç Dr YUSUF SARINAY (Başbakanlık Devlet Arşivi Genel Müdürü)- Sayın Rektörüm, değerli konuklar; bu dağıttığımız çizelge bizzat biraz önce Hikmet Özdemir hocamın da bahsettiği belgeli, tutanaklara bağlı olan katliamların listesidir Hemen peşine de doğrudan tespit edilemeyen, yani kimin öldürüldüğü tespit edilemeyenlerin listesi vardır, aşağı yukarı tespit edilebilen sivil Türk'ün ölümü Anadolu'da bir milyon civarındadır aslında O gerçeğin altını çizdikten sonra konuma dönmek istiyorum
Efendim, çok değerli konuşmacılardan sonra söz almak benim için elbette bir dezavantaj Ben biraz teorik bir yaklaşımdan belgelere geçmek istiyorum
Hepimizin bildiği gibi, tarihin amacı sebep-sonuç ilişkisi içinde olayları belgelere dayanarak, gerçeklere mümkün olduğu kadar yaklaşarak ortaya koymak ve değer yargısını okuyucuya bırakmaktır Hele yazılan tarih geçmişi olduğu kadar, toplumların bugününü de ilgilendiriyorsa ve de etkiliyorsa; çok daha dikkatli, çok daha objektif olmak zorundayız İşte bu, genel tarih metodolojisiyle olaya yaklaştığımızda bugün Batı'da Ermeni ve Yunanlının gözüyle yazılan tarihler gerçekten bilimsel temellerden ziyade, tamamen sübjektif bir zemine kaymaktadır Bir anlamda tarih, olayları belli bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ortaya koyan, kendi içinde tutarlı olan bir bilim olmaktan çıkmış, Ermeni ve Yunan propagandacılarının önyargılı birtakım Batılıların işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanılmakta, âdeta tarih tutsak edilmektedir İşte şu anda tartıştığımız konu, bir anlamda dünyada yaratılan bu suni tarihin bir sonucudur Buna nereden gelinmiştir? Elbette, 19-20'inci Yüzyıl dünyasında Batılı büyük devletlerin, emperyalist devletlerinin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak amacıyla yürüttükleri politika çerçevesinde ele alanların azınlıkları, Gayrimüslimleri, o dönemdeki Gayrimüslimleri kullanmak için yarattıkları Türk imajının bir sonucudur
Burada İmparatorluğun içinde bulunan çeşitli ırk, dil ve inançlara sahip topluluklar, bir yandan işletilen bu propagandanın konusu, diğer yandan da yaratıcısı ve yapıcısı durumuna gelmiştir Osmanlı ülkesindeki çıkarları için bu toplumu kullanan Batılılar Osmanlı İmparatorluğunu paylaşırken de; "Doğu'da kurtarılması gereken Hıristiyanlar var, Barbar, medeniyetten yoksun Türklerin elinden bunları kurtarmak için bölgeye gidiyoruz" propagandasıyla bütün dünyayı kandırmışlardır Bu yaygın propaganda, Birinci Dünya Savaşı sonunda vahşi, medeniyetten uzak Barbar Türklerin önce Avrupa'dan, atılması, daha sonra da Anadolu'da yaşamalarına dahi izin verilmemesi gereken bir toplum olarak tasvir edilmektedir Bunu maalesef Sevr'in hazırlık aşamasında, Paris Barış Konferansı'nda, Londra konferanslarında açık bir şekilde görüyoruz, İngiliz Başbakanı Lloyd George'un Fransız Başbakanı Clamenson'un söylemlerinde açık ve net bir şekilde görmek mümkündür
1821-1922 arasında hemen hemen nüfusunun 1/5'şini kaybeden, büyük bir kısmını ölümle kaybeden bir millet olarak kendi şehitlerimize, ölülerimize karşı herhangi bir hak iddia edemeden; bir de dünyada katliam yapan, değişik ulusları soykırıma uğratan bir toplum durumuna düşürdü propaganda ağı bizi Halbuki, baktığımız zaman Ermeni konusunda durum nedir? 1915 Ermeni tehciri, bir defa Batılıların söylediği gibi ihtimal dahilindeki bir isyana karşı yapılmış bir şey değildir, zaten Van'da başlamış bir isyan vardır, Sarıkamış'ta Türk Ordusunun dağılması üzerine Rus Ordusunun bu boşluktan ilerlemesi, hemen hemen tamamıyla Ermeni komitacılarının, Ermeni gönüllü birliklerinin Rus Ordusuna yaptığı öncülük ve rehberlikle biliyorsunuz, Rus Orduları Doğu Anadolu'yu işgal etmiştir İşte sevk ve iskân böyle bir ortamda karar alınmıştır, kaçınılmaz bir karar olarak alınmıştır
Diğer taraftan baktığımızda, zaten katliam ve soykırım için gerekli olan siyasi, sosyo-psikolojik önyargılar, küçümseyici yaklaşım ve ifadeler, ayrımcılık Osmanlı Türk kültüründe zaten yoktur Batı'da var olan bu ayrımcı, sömürgeci, asimilasyoncu yaklaşım eğer Osmanlı Türk kültüründe olsaydı, 600 yıl içerisinde Türkiye'de Ermeni veya Rum'un kalmaması gerekirdi Galiba Batılı'lar kendi kültürlerinde varolan bu anlayışı bir anlamda kendi suçluluklarını örtbas etmek, yanlarına Türkleri de alarak belki de, günahlarını hafifletmek istiyorlar
|