Yalnız Mesajı Göster

İnsanlığı Etkileyen Ve Dünyaya Yön Veren Uygarlıklar

Eski 10-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnsanlığı Etkileyen Ve Dünyaya Yön Veren Uygarlıklar



İNSANOĞLU

İnsan, yaratılmışların en mükemmeli olan varlık İnancımıza göre, ilk insan, insanlığın atası Hz Adem’dir Dolaysıyla insanoğlu,düşünce ve inanç olarak olmasa bile, biyolojik olarak kardeştir İnsanın yaratılışı, çeşitli inanç ve kültürlerde, küçük farklılıklarla hep aynı şekilde anlatılır Kuşlar, balıklar, sürüngenler, karada yaşayan memeli türleri, böcekler, sinekler ve saymakla bitmeyecek kadar çok canlı türü, nasıl kendine has özellikler taşıyan türlerse, bir canlı olarak insan türü de kendine has özellikleri olan bir canlı türüdür Ancak, insanoğlunu diğer tüm canlı türlerinden farklı kılan özelliği, akıl nimetine sahip bulunması ve buna bağlı olarak da, düşünebiliyor olmasıdır Yaratıcı, bütün canlılar arasında bu özelliği sadece insanoğluna vermiştir İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran ikinci farklılığa gelince, Tanrı insana kendinden de bir parça vermiştir İnsanoğlundaki, yaratıcıya ait olan parça ruhtur Bu özellik, İslam inancında, Allah’ın kullarına şah damarından daha yakın olduğu şeklinde ortaya çıkar “…Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız”[1] Bu husus Tevrat’ta; “Rab Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi Böylece Adem yaşayan varlık oldu”[2] denilerek belirtmiştir Hatta Tek tanrılı dinlerin, şu an için bilinen en eski kaynağı diyebileceğimiz (ki tarih olarak Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dan çok daha eskidir) Naakal Tabletlerinde (Bilinen en eski yazılı kaynaklardan birisi) de insanoğlunun yaratılışının yedi aşamada gerçekleştiği anlatılıyor Bu aşamalardan yedincisi insana can verilmesi aşaması olarak belirtiliyor Bu tabletlerde yazılı yedinci aşama veya emir, bu tabletleri okuyan James Churchward tarafından şöyle açıklanıyor:

“İnsanı kendi biçimimizde yapalım ve onu yer yüzüne hükmetme gücüyle donatalım O zaman Narayana, evrendeki her şeyin yaratıcısı yedi başlı zeka, insanı yarattı ve onun bedenine yaşayan ve yok olmayan bir ruh yerleştirdi ve insan, zihinsel kuvveti bakımından Narayana gibi oldu Böylece yaratılış tamam olmuştu [3]

KÜLTÜR, MEDENİYET, UYGARLIK

Bu sözcükler, zaman zaman geniş ve dar anlamlar yüklenilerek kullanılmaktadır Çoğu zaman ise, karıştırılarak birbirlerinin yerine kullanılmaktadır Biz ilk önce, belirleyici olması nedeniyle, Türk Dil Kurumu tarafından bu sözcüklere yüklenilen anlamlara bakalım:

KÜLTÜR:

1- “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin

2- “Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü

3- “Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi”[4]

MEDENİYET:

1-“Uygarlık”[5]

UYGARLIK:

1- “Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü, medeniyet”[6]

Yukarıdaki tanımlara baktığımızda, kültür, medeniyet ve uygarlık sözcüklerinin hepsinin de, bir millet, bir topluluk, bir halk, bir ülke için söylendiğini görüyoruz Oysa biz, gerçek durumun bundan farklı olduğunu düşünüyoruz Bizim düşüncemize göre, sırasıyla; kültür, medeniyet ve uygarlık birbirinin bir alt veya bir üst kademesini oluşturmaktadır

Kültür sözcüğünün tanımı gerçek durumla hemen hemen aynıdır diyebiliriz Ancak, yukarıdaki tanımda, Arapça asıllı bir sözcük olan Medeniyet sözcüğü, tek sözcükle “uygarlık” olarak tanımlanmıştır Medeniyet sözcüğünün Arap toplumunda “kentli” anlamında kullanıldığı, hatta yine bu sözcüğün “Medine” kentinden kaynaklandığı, ya da Medine kentinin “medeniyet”ten , hareketle, “kentlilik” anlamında bu ismi aldığı konusunda açıklamalarla karşılaşılmaktadır Böyle olunca, “medeniyet” sözcüğü, “uygarlık” sözcüğünü karşılamamaktadır diye düşünüyoruz Bize göre medeniyet sözcüğünün anlamı, yukarıda açıklanan “uygarlık” sözcüğünün anlamına daha yakındır Çünkü, bu tanım daha yereldir Bütün insanlığı kapsamamaktadır

Düşüncemize göre, insanoğlu, yaratıldığından bugüne kadar, yaşadığı en küçük birimlerde kendine has kültürleri oluşturdu Millet olma safhasından itibaren medeniyetler kurmaya başladı Bu medeniyetleri, tüm insanlığı etkileyecek şekilde büyütüp, dünyaya yayarak uygarlıkları meydana getirdi Burada medeniyet yerine başka bir sözcük de konulabilir, sadece aradaki farkı belirlemek için Konuya böyle bakınca, şu sıralamayı yapmak mümkün gözüküyor:

Kültürler : Yerel ortamlarda oluşturuldu, kenti, ülkeyi ve milleti kapsadı

Medeniyetler : Millet olarak ülke bazında oluşturuldu Yakın çevresini etkiledi

Uygarlıklar : Ülke bazında oluşturulan medeniyetler yaygınlaştırılarak, bütün dünyayı veya insanlığın çok büyük bir kısmını etkiledi “Uygarlık” sözcüğünün kökenine bakacak olursak, karşımıza Büyük Uygur İmparatorluğu çıkacaktır Bu sözcüğün de “Uygur” sözcüğünden türediği anlaşılacaktır Bilindiği gibi Büyük Uygur İmparatorluğu, Asya ve Avrupa’nın tamamına yakınını kapsamaktadır Bu hakimiyet, hiç şüphesiz reddedilemeyecek bir kültür, medeniyet ve uygarlık sayesinde oluşturulabilmiştir Ön-Türkler dönemine baktığımızda karşımıza çıkan tablodan, Uygur imparatorluğunun ulaştığı, dolayısıyla da meydana getirdiği uygarlığı yaydığı alanları daha net olarak görebiliriz İnsanlığın anavatanı Mu kıtasından başlayıp, Uygur imparatorluğu ile devam eden ve bütün kuzey yarım küreyi kapsayan Türk kültür ve uygarlık coğrafyası üzerinde titizlikle araştırmalar yapılmalı ve önyargılı batı merkezli tarihçiliğin safsataları boşa çıkarılmalıdır

Uygur İmparatorluğunun etki alanı aşağıdaki haritada net olarak görülmektedir

İnsanlığı etkileyecek kadar büyük bir uygarlığın temsilcisi olan Uygur İmparatorluğu hakkında, ünlü araştırmacı J Churchward şu tespiti yapıyor:

“Uygur imparatorluğunun sınırları zaman içerisinde Avrupa üzerinden Atlantik kıyılarına kadar ulaştı MÖ1000'li yıllardaki Çin efsaneleri, Uygur'ların 17000 yıl önce uygarlıklarının zirvesinde olduğunu söyler”[7]

“J Churchward’ın “Yaradan’ın Kuş Sembolleri”ne ilişkin tespiti, yaratıcı gücün sembollerinin yayılma alanlarını göstermesi açısından çok önemlidir Aynı sembollerin Pasifik adalarında, Kuzey Amerika’da, Orta Amerika’da Mısır'da, Meksika’da ve Asya’da bulunması çok önemlidir Bundan da önemlisi, bu sembollerin Uygurlar Tarafından yapıldığının tespit edilmesidir”[8]

Etnologların, bazı önyargılı bilim çevrelerini memnun etmek istercesine, insanlığın geçmişini sınıflandırdığı malumdur Bu sınıflandırmalar, gen bilimi ilerledikçe tamamen boşlukta kalacaktır Ancak bu durumu, yaptığı araştırmalarda önyargısız ve tarafsız davranan bilim insanları yıllarca önce görmüşler ve tarihe not düşmüşlerdir İşte yapılan bir tespit:

“Uygurların tarihi, Arilerin tarihidir Etnologlar Arilerle hiç ilgisi olmayan bazı beyaz ırkları Ari olarak sınıflandırmışlardır Halbuki onlar tamamen başka bir koloni hattına mensupturlar”[9]

Görüldüğü üzere, bugün Türk varlığını hazmedemeyen ve Türkiye’de Türk yoktur yaygarasını koparanların belli amaçlara hizmet ettikleri anlaşılmaktadır Türkiye’de Türk yoksa, Balkanlar’da Türk yoksa, Avrupa’da Türk yoksa, bu coğrafyada konuşulan Türkçe ve Türkçe kökenli sözcükler buralara nasıl gelmiştir? Ta o zamandan bir imparatorluk kültürüne sahipti Uygurlar İmparatorluk kültürü ise, çeşitli milletleri bir arada sorunsuz ve adil olarak yaşatabilme kültürüdür diyebiliriz Fransız bilim insanı Jean Paul Roux, konuyu “Türklerin Tarihi” adlı kitabında, Türklerin hiçbir zaman ırkçı davranmadıklarını, karşılaştıkları her milletle karıştıklarını, büyük bir çekim gücüne sahip olan dilleri sayesinde herkesle kaynaştıklarını ve onları Türkleştirdiklerini vurgular Aynı durumu, Rus bilim insanı Gumilev’de, Türkçe’nin bir ticaret dili olduğunu, ipek yolunda kullanılan dilin Türkçe olduğunu, ticaret yolu üzerindeki çeşitli halkların bu nedenle hızla Türkleştiklerini vurgulayarak teyit etmektedir Buradan hareketle, Türklüğün; Türk milleti tarafından hiçbir zaman, etnik bir kavram olarak algılanmadığı sonucuna varabiliyoruz Türklük, bir ırkın adı olmakla beraber, tüm dünyayı kucaklayan bir uygarlığın mensuplarının da adı olduğu için, aynı zamanda da “kültürel” bir kavramdır denilebilir Bu nedenle olsa gerek ki, J P Roux, “Türklerin Tarihi” adlı kitabında, “Türkler üzerine çalıştığım uzun yıllar boyunca bana hep ‘Neden Türkler?’ diye sorulmuştur Göreceğimiz gibi, Türklerle evrensel tarihi kucaklıyoruz” demiştir[10] Bu durum bize, gün geçtikçe yerleşmekte olan, “Tarih Türklerle başlar” düşüncesinin haklı çıkacağını göstermektedir Biz sözü yine tarafsız ve önyargısız davranabilen bilim insanlarına bırakalım:

“Sonuç olarak, çok eski çağlardan kalma bir Hindu belgesinde nakledildiği gibi, Uygurlar Hazar Denizinin batı ve doğu kıyıları üzerinden Avrupa’nın içlerine doğru yayılmışlar, buradan da sınırlarını Orta Avrupa’dan hareketle batı ucuna, İrlanda’ya kadar genişletmişlerdi”[11]

Aynı konuyu işleyen başka bir kaynağa dönecek olursak, İskandinav efsanelerinden Snorre’nin (Snorri Sturlesson) “Edda”sında geçen şu satırların, batı merkezli, önyargılı tarih anlayışını kökünden sarstığını görürüz:

“Turkland’da (Türk ülkesinde) on iki krallık ve bir krallar kralı vardı Kentte on iki bey vardıBu beyler yiğitlikte her bakımdan dünyanın gelmiş geçmiş bütün diğer erkeklerinden daha üstündüler (…) O kralların soyundan Odin, arkasında genç yaşlı,kadın, erkek kalabalık bir grupla dünyanın kuzeyine doğru yola çıktı Hangi ülkede, nereden geçerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu Onların insandan çok Tanrılara benzedikleri söyleniyordu Saxland’a (Saksonya) gelinceye dek durmadılar Odin burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi Birincisinin adı Vegdeg idi Çok güçlü bir kraldı Doğu Saksonya’ya hükmediyordu Odin’in oğullarından bir diğerinin adı Beldeg idi O bizim şimdi Vastfalen dediğimiz ülkenin sahibi oldu (…) Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi Onun oğlu Rere’ydi Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu İşte Volsungar (Volsoğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Reidgodfaland’a (Danimarka’da Yurtland) geldi Burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor Onlar Danimarka kralları oldular Odin kuzeye doğru yolunu sürdürdü Bugün Svitjod (İsveç) dediğimiz ülkeye geldi Oranın kralının adı Gylfe idi Aslav denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı; Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi (…) Her yere Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer adalet getirdi Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı (…) Bugün Norveç denen bu yere de oğlu Saming’i kral yaptı Haleygja anlatısında belirtildiği gibi, bütün Norveç kralları , ve vezirleri ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir (…) Asyalıların dili bütün bu ülkeler içinde konuşulan dil oldu”[12]

Odin kuzeyli halklar arasında o kadar büyük bir üne sahip oldu ki, geçen uzun zamanlardan sonra, efsanelerinde onu Tanrılaştırdılar Sümer tanrıları hakkında yaptığımız yorumu burada kısaca tekrarlayacağız Batı merkezli tarihçiğin ısrarla vurguladığı, “çok Tanrılı” toplumlar sadece bir safsatadadır Yunan medeniyetinin Tanrıları olarak sunulanlar da, Sümer uygarlığının Tanrıları ve Tanrıçaları olarak sunulanlar da, o ülkenin ve halkların yöneticilerinden başka bir şey değildir Pek çok eski kaynakta, ölen kral veya kraliçe için “Tanrılaştı” tabiri kullanılmıştır Bu da gösteriyor ki, iddia edildiği gibi, “çok tanrılı” dinler ve toplumlar (kesin bilgilere ulaşılamadığı için karanlık çağlar hariç) olmamıştır İnsanoğlu her zaman tek bir Tanrının varlığını kabul etmiştir ve ona göre yaşamıştır Bu bağlamda, Odin’in Tanrılaştırılması serüveni de diğerlerinin aynıdır O güçlü, hayranlık uyandıran, korkulan, sevilen, adil bir kraldır Zaman geçip de onun özelliklerini taşıyan insanlar kalmayınca, Odin için de, Tanrıya ulaştı, Tanrıya kavuştu anlamında “Tanrılaştı” denmiştir Bugünkü batı merkezli tarihçiler ise, adı geçen toplumların Odin’i Tanrı olarak kabul ettiklerini söylerken büyük bir yanılgı içerisindedirler

İşte bir başka kaynakta Odin hakkında yazılanlar:

“Odin, (eski İskandinav dilinde "Óðinn") İskandinav mitolojisinde ve paganizminde en büyük tanrıdır Germen mitolojisi'nde bulunan Woden ve Wodanaz ile benzerlikler gösterir

Adı "tahrik", "hiddet" ve "şiir" anlamına gelen óðr'dan gelmektedir İskandinav panteonundaki diğer birçok ilahi varlık gibi karmaşık bir rol üstlenir; savaş ve bilgelik tanrısıdır Ayrıca büyü, zafer ve av tanrısı olarak bilinir Güneş ve Kelt haçı ile sembolize edilir Odin: (Alfadir ,Allfather (Herkesin Babası)) Tanrıların babası; Asgard'daki salonu Valaskjalf'da (Katledilmişlerin Korunağı) tahtı Hlidskjalf bulunur Bu tahttan dokuz diyarda olan tüm olayları gözler Ayrıca yeryüzüne ve gökyüzüne hakimdir, gerektiğinde kartala dönüşebilir Odin'in sadece güneş gibi parlayan tek bir gözü vardır Diğer gözünü Bilgelik Kuyusundan içebilmek için feda etmiş ve sonsuz bilgi elde etmiştir Habercileri Valkyrie’ler ölü savaşçıların ruhlarını Valhalla’ya taşırlar İngilizcedeki Wednesday (Çarşamba) günü Woden's Day (Odin'in Günü) den gelmektedir

Simgeleri, hiç hedefini ıskalamayan mızrağı Gungnir, her dokuzuncu gecede yeni sekiz yüzüğü ortaya çıkran yüzüğü Draupnir ve sekiz ayaklı atı Sleipnir'dir Sleipnir suda ve karada gidebilir ayrıca iki kuzgunu vardır Bu kuzgunlar ona dünyadan haberler getirir Kuzgunlardan birinin adı Huginn (düşünce) ve diğerinin adı Muninn'dir (hafıza)Ayrıca yanında Freki ve Geri adında iki tane kurt eşlik eder”[13]

Aynı kitabın bir başka sayfasında ise halen birileri tarafından tartışma konusu yapılmaya çalışılan Truva hakkında net bilgiler veriliyor:

“Dünyanın ortasının yakınlarında bizim Turkland (Türk ülkesi, Türkiya, Türkiye) dediğimiz yere, en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu Buraya Troja (Truva) denildi (…) Orada on iki krallık ve bir krallar kralı vardı Her krallığa bir bölge düşüyordu Kentte on iki bey (aşiret reisi) vardı Bu beyler yiğitlikte her bakımdan, dünyanın gelmiş geçmiş bütün diğer erkeklerinden çok daha üstündüler”[14]





Odin

Snorre’nin Edda’sında anlatılanlarla, yukarıdaki kaynakta anlatılanlar, dikkatle bakıldığında birbirinin aynıdır Her iki kaynakta, Odin’in hangi kültür ve uygarlığa ait olduğunu açıkça göstermektedir Bu konuların tamamen açığa çıkması için gerekli olan tek yaklaşım bilime saygıdır Bu yapıldığı taktirde, dünyanın bilinmeyenleri hızla bilinenlere dönüşecektir

Şimdi aşağıya alacağımız bölümü yazmadan önce, bu bölümün yazarının kimliği ve kişiliği hakkında kısaca bilgi aktaralım Hakkında bilgi vereceğimiz kişi, “İsveççe’nin Türkçe ile Benzerlikleri” adlı kitabın yazarı Prof Sven Lagerbring’tir Şimdi onu tanıyalım:

“Sven Lagerbring kimdir?

Sven Lagerbring (1707-1787): Güney İsveç’te doğdu Lund Üniversitesinde okudu 1741’de Lund Akademisi sekreteri, 1742’de tarih profesörü oldu 1748, 1755 ve 1769 yıllarında Lund Üniversitesi rektörlüğünü yürüttü ve 1769’da asalet verilerek Lagerbring adını aldıİsveç tarihi alanında modern eleştirel tarih araştırmasının babası sayılır En önemli eseri dört ciltlik İsveç imparatorluğu Tarihi’dir Lund Üniversitesi Tarih Enstitüsünün ilk tarih profesörüdür ve o nedenle enstitünün logosunda onun bir resmi vardır Üniversite bahçesinde büstü dikilidir, salonlarında tabloları asılıdır (…) Lagerbring için sonucu ne olursa olsun gerçeğin kendisi önemliydi Tarih güvenilir olmalıydı Aynı zamanda insanı insan yapacak öğretileri elden ele ulaştırmalıydı”[15]

İsveççe’nin Türkçe ile Benzerlikleri” adlı kitabın yazarı Prof Sven Lagerbring’i kısaca tanıdık Bu gerçeklere değer veren bilim insanı, adı geçen eserinin V Bölümünde bakın neler anlatıyor:

“Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir Bu konuda elimizde yeterli belge var Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var Böyle düşünebilirler Eleştirme gereği duymuyorum Tersine, kişisel olarak, bu açıklanan tanıklıklara güveniyorum Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır Dürüst ve hatta asil kişilerin de, liderlerimizin rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak göstermelerine öfke duyduklarını duydum Onlar bu kökeni yeterince şerefli bulmuyorlar Bir tarihçinin en önde gelen rehberi ve amacı gerçektir: Bu şekilde onur kazanmak çok daha iyidir Kendini ve yandaşlarını yalanlarla kandırmak, işte bu tuhaf bir şerefsizliktir Bir de, kim Türklerin öteki halklardan daha az şerefli bir halk olduğunu söyleyebilir? Eğer şeref sağlayan koşullar olarak zaferler ve ülke fetihleri gösteriliyorsa ki, olan kabaca bu, Türkler ve Tatarlar kadar bu koşulları yerine getiren fazla halk yoktur (…) Onur verici olup olmadığı endişesi olmadan söyleyelim, Oden ve yanındakiler Türktüler”[16]

İşte gerçeğin sesi budur Önyargılı batı merkezli tarihçilik anlayışına vurulan bu tokattan herkesin ders alması gerekir Çünkü, bugün çıkarları gereği tarihi ters yüz ettiklerini sananlar, yarın-öbür gün ortaya belge ve bilgiler çıkınca utanırlar Bu gerçek bilim insanı, kitabının VII: bölümünden başlayarak, XII: bölümün sonuna kadar 27 sayfalık bölümde de, İsveç’çe ile Türkçe’nin benzerliklerini bilimsel verilere dayanarak anlatmış Türklüğü yok sayma hastalığına yakalanmış bütün bilim adamları buyursun incelesinler Halep oradaysa, arşın burada

Kitabın çevirisini yapan ve yayına hazırlayan Sayın Abdullah Gürgün’de, kitabın 92 Sayfasında, “İskandinavya’da Runik Yazı” başlığı altında değerli açıklamalarda bulunmuş Burada dikkati çeken en önemli açıklama ise, “Futhark diye de adlandırılan 3500 yazılı kaya vardır” bölümü Hatırladığımız kadarıyla, Türk araştırmacı Turgay Kürüm, bu 3500 yazılı kayadan biri olan ve üzerinde runik harflerle yazılmış bir yazı ile bir savaşçı ve iki de köpek resmi olan, Möjbro taşını Türkçe olarak okumuştu

Möjbro taşı

İNSANLIĞI ETKİLEYEN UYGARLIKLAR

Yukarıdaki açıklamalardan sonra, dünyaya yön veren ve insanlığı etkileyen uygarlıkları kısa başlıklar halinde sıralayalım:

1-Mu uygarlığı

2-Uygur uygarlığı

3-Atlantis uygarlığı

4-Maya, İnka, Aztek uygarlığı

5-Sümer uygarlığı

Bu uygarlıkların tarih sırasına göre başlangıç ve bitiş tarihlerini göz önüne aldığımızda, bunlardan sonra, aynı büyüklükte etkileyici başka uygarlıkların henüz kurulamadığını görürüz

1-Mu uygarlığı:

Mu uygarlığı, Pasifik okyanusunda yer alan ve insanoğlunun bir türlü belleğinden silemediği büyük Tufan sonucunda batan Mu kıtasında kurulmuştu Kuruluşu yaklaşık 60 bin yıl öncesine tarihlenen bu uygarlık, gücünün zirvesinde iken, bundan yaklaşık 14 bin yıl önce büyük tufan neticesinde yok olmuştur Bu uygarlık için, insanlığı etkileyen en büyük uygarlık diyebiliriz Mu Uygarlığını dini ve mitolojik kimliğinden sıyırıp, konuyu bilimsel bir temele oturtan ilk kişinin J Churchward olduğu bilinmektedir

“Niven ve Churchward'in bulduğu tabletler dışında Mu'ya ilişkin diğer bilimsel belgeler ise şunlardır:

-Yukatan'da hazırlanmış eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması' Bugün British Museum'da bulunmaktadır

-Troano El Yazmasıyla aynı yaşta olan bir başka Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir Bugün Madrid Ulusal Müzesinde bulunmaktadır

-Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'

-Yukatan'da Mu kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı Bu tapınakta 'Geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir,' diye kabartma yazılar bulunmaktadır

-Meksiko şehrinin 96 km güney batısında yer alan 'Xochicalo Piramiti Yazıtları' Bu piramit, üzerindeki kabartma yazılara göre 'Bati ülkelerinin yıkımının anısına' inşa edilmiştir

Mu kıtasında yaşayanların önemli bir kısmının Türk dilini kullandığını düşünürsek, uygarlığın kurucu halklarının önemli bir kısmının Türkler olduğu gündeme gelir Bizi bu kanıya götüren en önemli kanıt, Mu kıtasının batmaya başlamasından itibaren kıtayı terk edenlerin, dağıldıkları çok geniş coğrafya parçalarında (kıtalarda), bugün bile halen Türkçe kökenli dillerin kullanılıyor olmasıdır

Bu gerçekler üzerine ciltlerle kitaplar yazıldığı halde, batı merkezli tarihçilerimiz ısrarla gözlerini ve kulaklarını kapamaya devam etmektedirler Ama ne yaparlarsa yapsınlar, güneşi balçıkla sıvamak mümkün değil İşte bunun en son örneğini bize gösteren 24 Temmuz 2008 tarihli Hürriyet Gazetesinin haberi

“Türklerle Kızılderililer arasında DNA kardeşliği” başlıklı haberde, Dr Levent Bozatlı adlı bir vatandaşımızın kişisel girişimi sonucu, kendi DNA’sı ile Amerikalı ünlü Kızılderili kabilesi Onediaların DNA’larının aynı olduğunu kanıtlaması anlatılıyor Bu habere göre, sözkonusu kabilenin reisi Brian Paterson, Yalova Folklor Eğitim Merkezi YAFEM tarafından düzenlenen, 11 Türk Boyları Festivaline katılmak için İstanbul’a geliyor Haber, Dr Levent Bozatlı ve Brian Paterson’un karşılaşmasını ise şöyle anlatıyor: “İki eski akrabanın sarılıp kucaklaşması, çevredeki diğer Türklerle Kızılderililerin gözlerini yaşarttı”[17]

Alıntı Yaparak Cevapla