Yalnız Mesajı Göster

İnsanlığı Etkileyen Ve Dünyaya Yön Veren Uygarlıklar

Eski 10-06-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnsanlığı Etkileyen Ve Dünyaya Yön Veren Uygarlıklar



Mu İmparatorluk Arması

Bu sekiz köşeli yıldız hakkında değişik yorumlar yapılmaktadır Ama değişmeyen tek gerçek, onun Mu İmparatorluğunun arması olmasıdır Eğer Mu uygarlığının izlerini sürmek istersek, Mu uygarlığını kimlerin kurduğunu öğrenmek istersek, sadece bu sekiz köşeli yıldızın izini sürmemiz bile bizim için yeterli olacaktır (Nasip olursa eğer, üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz, “Ay Yıldızın Kökeni” adlı kitap çalışmamız bu konuda, ulaşabildiğimiz en küçük detaylara kadar inecektir) Bilindiği gibi, Kızılderililer dahil, Türklerin ulaştıkları en uzak coğrafyalarda bile, din ayrımı gözetmeksizin, Mu imparatorluğunun arması olan sekiz köşeli yıldız kullanılmaya devam edilmektedir

Kim ne kadar inkar ederse etsin, her gün yeni bir haberle, Türkçe’nin ve Türklüğün kökenleri bir bir gün ışığına çıkmaya devam edecektir Amerikan Kızılderilileri sadece, Bering boğazının donması sırasında Asya’dan Amerika’ya geçen Türklerle izah edilemez Çünkü onların ataları olan Maya, İnka ve Aztek dillerinde de çok sayıda Türkçe sözcük yer almaktaydı Öyleyse bu akrabalık binlerce yıl öncesine dayanmaktadır diyebiliriz Bizim tezimiz; Mu kıtasının batması sırasında bir kısım halk Asya kıtasına geçerken, bir kısmı da Amerika kıtasına geçmişlerdir Orta ve Kuzey Amerika’daki Kızılderili halkları ile, Pasifik adalarındaki insanların dillerinde yer alan Türkçe sözcükler ve ortak kültürleri yaşıyor olmaları, onların önemli bir kısmının aynı uygarlığın mensupları olduklarını, Mu kıtasında yaşayan Türk kökenli insanların soyundan geldiklerini gösterir

2- Uygur Uygarlığı:

Mu imparatorluğunun güçlü olduğu dönemde, Asya kıtasında kurulan ve Mu uygarlığına paralel olarak büyüyen Uygur uygarlığı da, Mu kıtasını batıran büyük Tufandan etkilenmiştir Uygur imparatorluğunun çok büyük bir kısmı, Mu kıtasını batıran depremlerin yarattığı tsunamiler ve yağan yağmurlar sonucu oluşan sellerle yok olmuştur Yer yer 15 – 20 metrelik kum tabakalarının altında kalmak suretiyle haritadan silinmiştir Büyük Tufan, Uygur uygarlığından geriye, şu anda çıplak gözle görülebilen ve insanlığın bilgisi dahilinde olan Türk Piramitleri dışında pek fazla bir şey bırakmamıştır Uygurlar, bir gün büyük bir afet yaşayacaklarını ve her şeyin yok olacağını bilircesine, bugün Çin sınırları içinde kalan Xi’an bölgesinde yüzlerce piramit inşa etmişlerdir 300 metre yüksekliği ile yeryüzündeki en büyük piramit olan, kireç taşından inşa edilmiş “Beyaz Piramit” de, bu Uygur imparatorluğu döneminde inşa edilmiş piramitlerin en büyüğü olarak bilinmektedir

Türk piramitlerinin yer aldığı Çin’in Xi’an bölgesi, Uygur imparatorluğunun tam ortasında kalıyor

Bu tufan olayının yaşanması bundan yaklaşık 14 bin yıl öncesine rastlamaktadır İnsanlık tarihinin en büyük afeti olan Tufan, insanoğlunun belleğinde öyle yer etmiştir ki, hemen hemen bütün efsanelerde ve bütün kutsal kitaplarda anlatılmıştır Bu tufandan kurtulanların, yeniden o eski ihtişama dönmeleri binlerce yıllarını almıştır İşte bu süreç içinde, Tufan sonrası insanoğlu tam bir karanlık dönem yaşamıştır Bugün “vahşi hayat” olarak tanımlanan o dönemleri yaşayanlar, insanlığın belki de en büyük uygarlığını kuran insanların çocukları, torunlarıdır Uygur imparatorluğunun Tufanla yok olmadan önceki durumunu ünlü araştırmacı J Churchward bakın nasıl anlatıyor:

“Uygurların başkenti şu anda Gobi Çölünde bulunan Khara Khoto harabelerinin olduğu yerdeydi Uygur İmparatorluğu zamanlarında Gobi Çölü son derece verimli bir bölgeydi

Uygurlar, uygarlık ve kültür düzeylerini çok ilerletmişlerdi; astroloji, madencilik, tekstil endüstrisi, mimari, matematik, ziraat, okuma, yazma, tıp vs Gibi ilimleri biliyorlardı İpek, tahta ve metal üzerine çalışılan dekoratif sanatların ustasıydılar ve altın, gümüş, bronz ve kilden heykeller yapıyorlardı Bu Mısır tarihinin başlangıcından önceydi

Uygurlar, imparatorluğun yaklaşık yarısını Mu göçmeden önce yitirmişlerdi, diğer yarısı ise Mu’nun batışının sonucunda silinmeye yüz tuttu

Khara Khoto’da yerin 15 metre altında Prof Kozloff tarafından gün ışığına çıkarılan bir mezar bulunmuştur Mezarın içindeki hiçbir şeyi çıkarmasına izin verilmediği için Kozloff orada bulduğu son derece kıymetli hazinelerin ancak fotoğraflarını çekebilmişti Sunday American’ın duyarlı desteği sayesinde bu fotoğrafları bir süre için ödünç alma imkanım oldu Bunların iki tanesinin kopyalarını, sembolik olmaları nedeniyle çözümleriyle beraber burada sunuyorum Hiç tereddüt etmeden bu resimlerin16000 veya 18000 yıllık olduğunu söyleyebilirim”[18]

Bu kazılarda ortaya çıkan 480 parça altın işlemeli eşyanın, Uygur uygarlığının ne kadar ileri bir teknolojik seviyeye ulaştığını göstermesi açısından çok önemlidir Ayrıca bu mezardan çıkarılan, ipek üzerine yapılmış resimler de Mu uygarlığı ve Mu uygarlığının kurucuları hakkında çok detaylı bilgiler içermektedir

Uygur yapımı altın kemer tokası

“Uygur belgelerinin tek başına, Mu’nun insanlığın öz yurdu olduğunu açıkça kanıtladığı ve en kuşkucu beyni dahi ikna edebilecek yeterlikte olduğu düşüncesindeyim; fakat bir Hindu özdeyişinde söylendiği gibi: ‘Bir timsahın dişleri arasındaki inciyi çekip almak ya da kızgın ve zehirli bir yılanı sizi sokmadan başınızın etrafına çiçekten bir kolye gibi dolamak, cahil ve inatçı bir kişinin fikrini değiştirmesini sağlamaktan daha kolaydır

Uygur İmparatorluğu Mu’nun en başta gelen koloni imparatorluğuydu ve doğu yarısı Tevratta sözü geçen Tufan sırasında mahvolmuştu

Çin efsaneleri Uygurlar’ın 17000 yıl önce medeniyetlerinin zirvesinde olduklarını anlatır Bu tarih jeolojik fenomenlere de uygunluk göstermektedir”[19]

Uygur uygarlığının Tufanla yok oluşunun üzerinden 6-7 bin yıl geçtikten sonra, MÖ 5000 yıllarında Orta Asya’da toparlanan ve yeniden güçlenip, çoğalan Türk halklarının bir kısmı, geçmiş uygarlıklarından kalan izleri belleklerinde saklayarak, Mezopotamya’ya geldiler ve orada büyük bir uygarlığın dirilişini başlattılar Bunlar Sümerlerdi Ancak, Sümerlerin bu coğrafyaya gelmelerinden çok önceleri, Uygurların Doğu Avrupa’ya kadar ilerlemeleri döneminde, Anadolu coğrafyasına gelip yerleşmiş Uygur asıllı halklar da mevcuttu

3- Atlantis uygarlığı:

Mu ve Uygur uygarlıklarının çağdaşı olan Atlantis uygarlığı, geride en az iz bırakan uygarlıktır diyebiliriz Henüz yerinin bile tam olarak keşfedilemediği bilinmektedir Bir takım iddialar var olmakla birlikte, bu iddiaların doğruluğu kanıtlanamamıştır Atlantis’in Ege adaları ve Girit adasını kapsayan büyük bir kara parçası olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, Atlas okyanusunda yer aldığını söyleyenler de vardır Ancak, çeşitli kaynaklarda yer alan bilgiler, Atlantis’in kesin olarak var olduğunu ve Mu kıtasının batışı sırasında battığını bildirmektedirler Hakkında bilgi az olduğu için, üzerinde en çok spekülasyon yapılan batık kıta da Atlantis olmaktadır

İşte Atlantis’i Atlas okyanusunda gösteren hayali bir harita

Atlantis’in bilimsel kanıtı olarak gösterilen ilk önemli bilgiyi J Churchward vermiştir “James Churchward Atlantis'in Mu uygarlığının bir kolonisi olduğunu belirtmiştir İngiliz ordusunda görevli subay olarak Tibet'te bulunmuş, daha sonra dünyayı gezmiş ve araştırmalar yapmıştır Albay rütbesinde iken Tibet'ten bu tabletleri almıştır

“Kuzey Sibirya'da buzlar altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır Geçen asır sonlarında bu mamutlar'dan en az 20000 çok iyi durumda fil dişi çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi Bu mamutların toplu bir felakete kurban oldukları ortadadır Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazıların ağızlarında halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür Karbon 14 testleri onların yaklaşık 12,000 yıl önce öldüklerini gösteriyor Profesör Frank C Hibben'e göre son buz çağın sonuna gelen bu devrede sadece Kuzey Amerika'da 40 milyon hayvan ölmüştü Amerika'da Niagara şelalelerin 12500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır Cordilleras Dağları yaklaşık 10,000 yıl önce meydana geldiler Karbon 14 testlere göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11,000 yıl önce sedir ormanları vardı Aynı şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Grönland yakınlarında deniz diplerinde binlerce yıl önce denizin dibini boylamış ormanlar görülür Olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uymaktadır”[20]

Atlantis ile kutsal kitaplarda geçen Ad kavmi arasında da bağlantılar kurulmakta ve İdris peygamberin (Enok), bu kıtanın dini önderi olduğu vurgulanmaktadır

Mısır uygarlığının ilk gelişme ve gençlik çağları bilinmediğinden, tek başına bir uygarlık olmadığı, Atlantis uygarlığının devamı olarak kabul edildiği bilinmektedir Mısır medeniyetinin, Atlantis uygarlığının devamı olduğunu varsayarsak, Mısır’da bulunan piramitler ve diğer tarihi kalıntıların bir anda ortaya çıkmış olamayacağı hali, ayrıca bunca ihtişam ve sırlarla örülü oluşları, bize Atlantis uygarlığının gelmiş olduğu seviyeyi göstermesi açısından önemlidir

4-Maya, İnka, Aztek uygarlığı:

Maya, İnka ve Aztek uygarlığını, Mu kıtasının batışı sırasında anavatanı terk ederek Kuzey ve Orta Amerika’ya göç edenler kurmuşlardır Onlar da binlerce yıllık karanlık dönemleri yaşadıktan sonra, eski uygarlıklarından kalan bilgileri kullanarak yeni uygarlıklarını kurmuşlardır Bu uygarlığın kurucularının, günümüzden tahminen 4000 yıl evvel aniden(!) yok oldukları varsayılmakta ve bir sırlar yumağı oluşturulmaktadır Bu yaklaşımın ne derece doğru olduğu bilinmemektedir Bize göre, dünyayı ve tarihi tek bakış açısından gören ve yorumlayan “Batı merkezli tarihçilik anlayışı” yıkılmadan, geçmişin sırları da çözülemeyecektir

Bu uygarlığın izleri o kadar çok ve detaylıdır ki, şu anda binlerce belge veya tablet yorumlanmamıştır bile Bu kadar çok bilgi ve belgeye rağmen, bu uygarlığın halen çözülemeyen sırları bulunmaktadır Binlerce belge ve bilgi İspanya’da, İngiltere’de müzelerde el değmeden bekletilmektedir Kim bilir belki de bu belgeler hakkında araştırmalar yapılmış da olabilir Yapılan araştırmaların sonuçları, Batı merkezli tarihçilik anlayışına uymuyorsa, açıklanacak bazı bilgiler kendi inanç sistemlerini, çıkarlarını, üstünlük iddialarını sarsacaksa, açıklamamayı yeğleyeceklerdir

Maya, İnka, Aztek uygarlıklarının Mu uygarlığının küllerinden doğmuş bir uygarlık olduğu çok nettir Orta Asya’daki Uygur Uygarlığı dönemine ait Türk piramitlerinin hemen hemen aynıları, orta Amerika’da da yapılmıştır Bu halkların dilleri, Türk dil grubu içine giren Turani dillerdendir İnanışları, yaşam biçimleri ve kültürleri, bugünkü Anadolu insanı ile birebir aynıdır Hatta bu benzerlik o kadar yoğundur ki, 4 bin yıl önce dokunmuş bir Maya kiliminin desenleri ile, bugün Anadolu’da dokunan kilim desenleri aynıdır Bu desenlerin her biri Sayın Mustafa Aksoy hocanın da belirttiği gibi, Türk milletinin DNA’ larını teşkil eden “tamgalardır”

Maya mumyası

Navajo Kızılderili kilimi

Yukarıdaki fotoğrafta, Peru’da bulunan bir Maya mumyasının alnındaki bant görülüyor En az 3500-4000 yıllık olan bu mumyanın alnına takılmış olan banttaki tamgalar, bugün torunları olan Kızılderililerin de, bütün kuzey yarım küredeki Türk yurtlarında yaşayan Türklerinde kullanmakta oldukları kilim tamgalarıyla aynı

“Tork isimli, Tanrıça İnanna timsali kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok (Etrak) kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay ylıdız kolye olarak kullanırlar”[21]

Aralarında on binlerce kilometre denizaşırı uzaklıklar bulunmasına rağmen, Asya, Anadolu, Balkan ve Avrupa Türkleriyle, Mayalar, İknalar, Aztekler ve onların bugün yaşayan torunlarının dillerinde yüzlerce sözcüğün aynı anlama gelmeleri basit bir tesadüf olamaz Bu coğrafyadaki insanların tamamı Mu uygarlığının devamı konumundaki insanlardır Soy ve kültür birliktelikleri mevcuttur Dilleri, yaşam biçimleri, inançları, dünyaya ve olaylara bakış açıları hep aynıdır Bütün bunları yan yana koyduğunuzda, bütün dünyayı ve bütün insanları etkileyip yönlendiren bir uygarlın yaşanmış olduğu ortaya çıkar Bu gerçeklerin gün ışığına çıkması, bugün yaşamakta olan milletlerin yöneticilerinin tavırlarıyla yakından ilgilidir

5-Sümer uygarlığı:

Sümer uygarlığı, yukarıdaki bölümlerde de anlattığımız üzere, Uygur Uygarlığının yok oluşundan sonra yaşanan karanlık dönemin ardından, güçlenen ve biraya gelen Altay Türklerinin Mezopotamya’ya göç etmesiyle başlamıştır Uygur uygarlığının bir devamı niteliğindedir Sümer uygarlığı eski dünyanın tamamını etkilemiştir Bu nedenle de, şimdiki dünyanın gelmiş olduğu uygarlık aşamasının başlangıcı olarak kabul edilebilir

Sümer uygarlığının kurucularının konuştukları dilin Turani bir dil olması, koydukları yasalarla Orta Asya Türk yaşam ve inanç biçimini yansıtmaları Sümerlerin Türk kökenli olduklarının kanıtlarıdır Destanları, masalları, yer altı-yer üstü inançları Orta Asya Türkleriyle birebir aynıdır Kurdukları şehirlerin mimarileri, tapınaklarının biçimleri, ziggurat adını verdikleri piramitleri ile Uygur uygarlığının bakiyelerinden teşekkül ettiklerini adeta belgelemektedirler

“Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden İnanna’nın “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindeki, boğaza takılan kolyeye Tork denilmektedir Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan Tork-lar (Torkom) Hitit devleti sonrası kralları Pamba devrinde Hititlere boyun eğmek zorunda kalmışlardı[22]

Sümer uygarlığının izlerini süren gerçek bilim insanları, Mezopotamya ve Anadolu’da MÖ Büyük medeniyetler kurulduğunu, bu medeniyetlerin zaman içinde Ege’ye, Yunanistan’a ve bütün batıya aktığını açıkça söyleyebilmişlerdir “J Gabriel Leroux, ‘İlk Akdeniz Medeniyetleri’ adlı eserinde Anadolu uygarlığının bir Ege uygarlığı kalıntısı olmadığını, Grek uygarlığından çok önce de var olduğunu ve en önemlisi Yunanistan’a ve Ege adalarına uygarlığın Anadolu’dan gittiğini yazıyordu: ‘MÖ 3000 yıllarında bütün Ege Denizi bir saldırı dalgasına uğradı Ege bölgesindeki yer ve il adlarının sonlarının (-ssos) eki ile bittiğine bakılacak olursa, Küçük Asya’dan gelen bu saldırılar, adalarda, Truva bölgesinde gerçek bir kültür ve belki de bir dil birliği ortaya koymuşlardır Bu uygarlık bir maden uygarlığıdır Süs takıları için altın ve gümüş, silahlar ve araçlar için bakır kullanılmaktaydı”[23]

Bu şaşırtıcı bilgileri derlediğiniz zaman ortaya ciltler dolusu değil, bir kütüphane dolusu kitap bile çıkabilir Ancak, bunun için toplumumuzun önce “okuması”, “okumayı sevmesi” gerekiyor Aksi taktirde, toplumun geneline yayılamayan ve insanları etkilemeyen çok ciddi araştırmalar, karanlık sayfaların arasında kalmaktan ve sadece “tarihe not düşmüş olmaktan” başka bir işe yaramayacaktır Hal böyle olunca da, batının kendi istediği gibi yazdığı tarih, okumayı sevmeyen toplumumuza, sinema, tv ve yazılı basın aracılığı ile kabul ettirilecektir Bu kabul ediş öyle bir noktaya gelecektir ki; toplumumuz bir süre sonra, kendi tarihini doğru olarak yazanları kabul etmeyip, batı kaynaklı tarihi kabullenecektir Böyle bir durum ise, yerleşmiş bir aşağılık kompleksinin belirtisidir

Biz kendi kültürümüze sahip çıkmazken, başkaları bizim kültür değerlerimizi sahiplenmekte ve kendilerine mal etmektedirler Buna en çarpıcı örneklerden biri, batının yüzlerce yıldır Helenli olduğunu iddia ettiği, bizim de hiçbir araştırma yapmadan onlara bağışladığımız(!) ünlü ozan Homeros’tur Bakın Homeros Odessa’da, 8/62’de neler söylüyor:

“Haberci geldi, değerli ozan vardı yanında,

Mousa çok severdi bu ozanı,

Ona hem iyi şey vermişti, hem kötü şey,

Gözlerinden yoksun etmişti onu

Ama tatlı ezgiyi bağışlamıştı ona

Pontonoos bir koltuk uzattı, altın çivili,

Dayadı koltuğu halkın ortasında koca bir direğe,

Astı ince ve keskin sazını,

Tam başının üstünde bir çengele…”

Saz, söz ve ozan sözcüklerinin, ne geçmişte, ne de bugün hiçbir zaman batının değerleri olmadığını vurgulayan araştırmacı Sinan Meydan bu durumu şöyle özetliyor: “Homeros’un Odessa’sının (8/254,257,261,262,536) dizelerinde saz arkadaşlığından da bahsedilmektedir ki bugün Anadolu’da aşıkların (ozanların) saz arkadaşlığı ve atışmaları devam etmektedir Bu benzerlik, Homeros’tan bugüne süzülüp gelen kültür sürekliliğinin en açık kanıtlarından biridir”[24]

Sinan Meydan bu tespiti yaptıktan sonra ise haklı olarak şu yorumu yapıyor: “Orta Asya’dan ve Mezopotamya’dan aldıklarını Anadolu’nun tatlarıyla yoğurup zenginleştirerek Yunanistan’a veren Homeros, bir eliyle aldıklarını öbür eliyle veren; merkeze sevgiyle yoğurduğu insanı yerleştiren ve tanrıyla insanı yan yana, omuz omuza gören Mevlana’ya ya da Hacı Bektaşi Veli’ye benzemiyor mu? Ne dersiniz?

Homeros’tan Mevlana’ya uzanan bir “uygarlık köprüsünün” varlığını fark etmek ve bu toprakların güzelliklerine sahip çıkmak için daha ne kadar bekleyeceğiz? Daha ne kadar başkalarının bu toprakların “uzak tarihine” sahip çıkmasına göz yumacağız?”[25]

Burada anlatmaya çalıştığımız, bugün bizi halen “barbar” olarak anan ve kendince alay etmeye çalışan batının, sahip olduğu kültür değerlerinin temelinde bizim kültürümüzün yattığıdır Orta Asya, Mezopotamya ve Anadolu yoluyla Yunanistan’a akan uygarlık kırıntılarının ana kaynağı biziz Ancak ne acıdır ki, biz bunun farkında bile değiliz Orta Asya’da Uygur, Mezopotamya’da Sümer, Anadolu’da Luvi, Hatti, Hitit uygarlıklarının birikimleri olmasaydı, bugünkü batı uygarlığından da söz etmek mümkün olmayacaktı Bu iddiamızı destekleyen, hatta kanıtlayan bir tespiti, batılı tarihçilerden J Bury şöyle yapmıştır: “ Kendilerinden başka her ulusu barbar diye alaya alacak derecede Helenlikleriyle övünen Yunanlıların, atalarının ve mitlerinin (masallarının, söylencelerinin) başka ülkelerden gelmiş olduklarını ileri sürmeleri çok gariptir…”[26]

Sümer uygarlığının yeni dünyaya en büyük armağanı yazıyı bulup, kullanmış olmasıdır (Burada, yazıyı tıpkı Sümerliler gibi kil tabletlere yazan Uygurları hatırlamalıyız Onların eserleri olan Naacal tabletleri olmasaydı, biz bugün bu konuları tartışıyor olamayacaktık) Hatta kendi döneminde, önemli bir gelişme olan, ilkel bir matbaa sistemini bile geliştirip kullanmasıdır Çivi yazılı tabletlerden oluşan kütüphaneler kurulmuş, her şehrin kütüphanesinde, aynı yazı ve resimlerin bulunabilmesi için rulo kalıplar icat edilmiş ve bu kalıplar sayesinde aynı yazıdan, resimden istenildiği kadar çoğaltma şansına kavuşulmuştur Aşağıda bu kalıplardan ve kalıp uygulanarak çıkarılan resimlerden biri örnek olarak sunulmuştur







Bütün bu anlatılanlardan çıkan sonuç, dünyanın geçmişinin bir olduğudur Bu durum, kutsal kitaplardaki anlatımlara uygun düşmektedir Kurdukları uygarlıklarla dünyayı ve insanları etkileyen devletler ve imparatorlukları meydana getiren milletlerin ve halkların çoğunluğunun Türk olması veya Türkleşmiş olması, bu uygarlıkların birer Türk uygarlığı olduğunu belgeler

TÜRK UYGARLIKLARININ İNSANLIĞA ETKİLERİ

Türk uygarlıklarının insanlığı etkiledikleri en önemli konu, hiç şüphesizdir ki, devlet ve ordu teşkilatlarını kurmalarındaki becerileri ve birikimleridir Bu birikimleri ve kendilerine olan güvenleri sayesinde, yaşadıkları coğrafyalardan çok uzaklara ulaşabilmişler, her türlü kültür ve uygarlık birikimlerini gittikleri yerlerdeki toplumlara aktarmışlardır Çok geniş coğrafya parçalarına ulaşmış olmaları ve oralarda hükümran olmaları sonucu da, konuştukları dil olan Türkçe oralarda yayılmıştır Kalabalık insan topluluklarını adaletle yönetmişlerdir Bu yönetimleri sırasında, ne pahasına olursa olsun, adaletten yana olmuşlar, hiçbir zaman ırkçı yaklaşımlar sergilememişlerdir Türklerin “Cihan Hakimiyeti Ülküsü” olarak ifade ettikleri bu durumu, JPRoux, “Türklerin imparatorluk kurma eğilimi…”[27] olarak ifade eder Ayrıca, bu imparatorluk eğiliminin, Türkleri ırkçı yaklaşımlardan uzaklaştırdığını, bu düşüncenin Türkler arasında bugünlere kadar miras olarak geldiğini vurgular

Türklerin devlet ve ordu kurmalarında, hakanların özel ve önemli bir yeri, konumu vardır Bu durumu Prof İbrahim Kafesoğlu şöyle açıklıyor: “Eski Türk hükümranlık telakkisi, karizmatik (hükümdarlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanan) tip olarak kabul edilmiştir Vesikalar Türk hükümdarına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğini (bağışlandığını) göstermektedir (…) Bozkır Türk hükümdarı Tanrı tarafından kut ve ülüğ (kısmet) ile donatıldığı için işbaşına gelebilmekte idi”[28]

“Buraya kadar söylediklerimiz Türk devletinin çok mühim bir hususiyeti olan toplayıcı ve birleştirici vasfını ortaya koyar ki, bu nokta cihan hakimiyetine uzanan Türk fütuhat felsefesinin kaynaklarından biri olmuş görünmektedir Cihan hakimiyeti düşüncesinde güdülen gaye de yeryüzünde huzur ve sükunu sağlamaktı “Türk devleti” anlamındaki “il” deyiminin aynı zamanda barış manasını ifade etmesi bunu gösterir (…) Mesela destana göre, Oğuzhan “toy”da hükümdar ilan edildikten sonra “Güneş bayrağımız, Gökyüzü otağımızdır”[29] demesi de Türk Cihan Hakimiyeti ülküsünün açık bir ifadesinden başka bir şey değildir

Türklerde hakanlık neden Tanrı tarafından verilmiş bir görevdir? Neden Tanrısal bir güç olarak kabul edilir? Bu soruların özüne inilirse, Türk yönetim anlayışında, dünyadaki tüm insanların, ‘Tanrı tarafından yöneticilere emanet edildiği’ inancıyla karşılaşılır Buradan anlaşılması gereken şu olmalıdır: Bir yönetici, ancak Tanrı kadar adil olma çabasında olmalıdır ki, kendisine verilen görevi layıkıyla yapmış sayılsın İşte bunun için hakanlık, kutsal, Tanrısal bir güç olarak kabul edilir Türk Cihan Hakimiyeti düşüncesinin temelinde yatan da budur Bu anlayış nedeniyle olsa gerek ki, Tanhu Mo-tun bir mektubunda; “Ahali barış içinde yaşasın… herkes huzur ve asayişten faydalansın” demiştir Hun Tanhusu He-lien ise bu durumu şöyle ifade etmiştir:

“Barış isteyen insanları kurtarmam için Tanrı beni vazifelendirdi Zavallı insanları korumak için, o emre uyarak hükümdar oldum”[30] demiştir Türklerin bu devlet yönetme anlayışının, birikiminin insanlığı nasıl etkilediğini görmek için, İslam tarihinden bir örnek vermek yararlı olacaktır İslam halifesi Hz Ömer’in ünlü sözlerinden bir şöyledir: “Fırat kıyısında bir kuzunun ayağı köprüye sıkışsa, Allah bunun hesabını benden sorar” demiştir Bu yaklaşım, yönetim mekanizmasının başında bulunanların sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu göstermektedir Türkler, on bin yıldan fazla bir zamandır bu sorumluluğun bilincinde olmuşlardır Gittikleri coğrafyalarda yaşayan insanlara da bu düşünceyi aşılamışlardır Eğer kutsallığına inandıkları bir görev olmasaydı, sayıları yüz binlerle ifade edilen orduları, hiç bozulmayan bir tertip ve düzen içinde, binlerce kilometre uzaklara nasıl götüreceklerdi? Türklerde devletin kutsallığı da buradan gelmektedir Devlet “babadır” ve insanlar ona emanettir Bu nedenle de, devlette kutsaldır, devleti yöneten kağan da kutsaldır

Alıntı Yaparak Cevapla