Yalnız Mesajı Göster

Dar-Ül Hikmet-Ül İslamiye (Yüksek İslam Şurası)

Eski 10-07-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dar-Ül Hikmet-Ül İslamiye (Yüksek İslam Şurası)



Dâru’l Hikmeti’l İslâmiye’nin Kuruluş Döneminde Osmanlı Devletinde Siyasi ve Fikri Durum

Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, Mondros mütarekesinin arefesinde, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine girdiği, ülkenin bazı bölgelerinin işgal altında olduğu, sıkıntılı bir dönemde kurulmuştur Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kurulduğu dönem ve bir müddet öncesi, Osmanlı Devleti’nde savaşların sıkça yaşandığı, ülke topraklarının işgale uğradığı ve bunların neticesinde siyasî ve fikrî çalkantıların görüldüğü bir dönemdir

Osmanlı-Rus savaşı neticesinde 3 Mart 1878’de imzalanan Ayeste fonos antlaşması ile ilk fethedilen ve yüzyıllarca yurt edinilmiş topraklar elden çıkmıştır II Abdülhamid (1876–1909) döneminde Balkanların yanısıra Ege’de, Doğu’da, Arap vilayetlerinde ve Kuzey Afrika’daki ülke topraklarının bir kısmı işgal edilmiştir Savaş ve işgaller karşısında çok fazla bir şey yapamayan Abdülhamid, halkı bir arada tutmak ve o dönem yaşanan milliyetçilik dalgalarını engellemek için mücadele etmiştir Birinci Meşrutiyet (1876) sonrası kurulmuş olan Osmanlı parlamentosu, Osmanlı-Rus savaşı nedeniyle, Abdülhamid tarafından kapatılmıştır Padişah ülkede yeni bir dönem başlatarak otoriter bir idare tarzına yönelmiştir Meşrutî idare taraftarları bu gelişmelerden sonra muhalefete katılmışlardır3 Abdülhamid’in sıkı politikalarına rağmen, savaş ve toprak kayıplarının sürmesi siyasî ve fikrî çevrelerde yeni arayışları engelleyememiştir Bu dönemde öne çıkan fikrî akımların en önemlisi “Genç Türk” hareketidir Nitekim bu hareketin en önde gelen ekolü İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908’de Padişah’ı parlamentoyu açmaya zorlamış ve daha sonra da Abdülhamid’in tahttan çekilmesini sağlamıştırAbdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’nde öne çıkan diğer akımlar ise, İslâmcılık ve Türkçülük’tür Fakat bu dönemde, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin çalışmaları daha etkili olmuş, anayasal ve meşruti rejime geçilmesi yönündeki mücadeleleri sonuç vermiştir Sultan Abdülhamid yapılan bu baskılara dayanamamış ve 23 Mayıs 1908 tarihinde anayasal rejime geçmek ve meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştır Yapılan seçimleri İttihat ve Terakkî Partisi kazanmıştır Meşrutiyet’in ilanı ilk başta Müslüman ve Gayrimüslim ahali arasında büyük memnuniyet ile karşılanmıştır Fakat bu dönem uzun sürmemiş, huzursuzluklar devam etmiştir Bu devrede, İstanbul’da “şeriat isteriz” sloganıyla ortaya çıkan ayaklanma, Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştır6 Mebusân ve Ayân meclisi üyeleri, “Meclis-i Umumî-i Millî” adıyla toplanarak, 27 Nisan 1909’da Abdülhamid’in tahttan indirilmesine karar vermiştir Bu karar, Sultan’a bildirilerek Selanik’e sürgüne gönderilmiştir Yeni padişah Mehmed Reşad 27 Nisan 1909’da tahta çıkmıştır Fakat ne padişahın değişmesi, ne de meşrutiyetin ilanı, iç ve dış huzuru sağlayabilmiştir Bu dönemde yaşanan iç huzursuzlukların yanı sıra, dışarıda da savaşlar neticesinde toprak kayıpları devam etmiştir Özellikle Balkanlarda huzursuzluklar sürmüş, Bulgaristan 5 Ekim 1908’de istiklalini ilan etmiştir 6 Ekim 1908’de Yunanistan Girit’i ilhak etmiş, Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i 5 Ekim 1908’de topraklarına katmıştır 1910 yılında Arnavutluk’ta ayaklanma ve 1912’de Birinci Balkan Savaşı başlamıştır Bu savaş neticesinde Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir Daha sonra yapılan İkinci Balkan Harbi neticesinde, bunların bir kısmı geri alınabilmiştir Bu dönemde savaşlar sadece Balkanlar ile sınırlı kalmamış, İtalyanlar, Kuzey Afrika’daki son Osmanlı toprakları olan Trablusgarb ve Bingazi’yi işgal etmişlerdir
Bu dış gelişmelerin yanı sıra, içerde de çeşitli ayaklanmalar yaşanmış ve İmparatorluk dâhilinde ırklar arasındaki ilişkiler daha kötüye gitmiştir Ermeniler, Doğuanadolu’da yeni bir terörizm dalgası başlatmıştır Osmanlı Devleti içerde ve dışarda çok sayıda sorun ile mücadele ederken, Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir Dönemin yöneticileri, kaybedilen toprakları geri almak düşüncesiyle savaşı kazanacağını tahmin ettikleri Almanya tarafında yer almışlardır 29 Ekim 1914’de daha önce Osmanlılara sığınmış olan, iki Alman gemisi, Enver ve Cemal paşaların emri ile Karadiniz’de Rusya’ya saldırmıştır Çoğu kabine üyesinin haberdar olmadığı bu olay devletin Birinci Dünya Harbine katılmasına sebep olmuşturBu olay üzerine Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden müttefiklere karşı, 14 Kasım 1914’de “Cihad-ı Ekber” ilan edilmiştir Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı orduları Rusya, Irak, Filistin, Suriye, Arabistan, Çanakkale ve Galiçya gibi cephelerde savaşmak zorunda kalmıştır Osmanlı orduları bu savaşta, Çanakkale gibi bazı cephelerde kahramanca mücadele etmiştir Savaş Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanmış, Osmanlı Devleti de topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir 3 Temmuz 1918 tarihinde Sultan Reşad’ın ölümü üzerine son padişah olacak olan, VI Mehmed Vahdettin (1918–1922) tahta çıkmıştır Savaş sonucunda Sadrazam Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakkî Yönetimi istifa etmiş, yerine Cihan Savşına girmeye taraftar olmayan, Ahmet İzzet Paşa, hükümeti kurmuştur Osmanlı Devleti galip devletler ile 30 Ekim 1918 tarihinde çok ağır şartlar taşıyan Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştır Bu antlaşma adeta Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlamış, Anadolu’nun birçok bölgesi, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir1908–1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin idaresinde etkili olmuş olan en önemli siyasî hareket, İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir 1889 yılında, birkaç askerî öğrencinin zihninde şekillenen ve ilk başlarda gizlilik içerisinde faaliyet sürdürmüş olan bu hareket, 19 yüzyılın ikinci yarısında, yoğunlaşan muhalefet teşkilâtlarının en güçlüsü olmuştur İkinci Meşrutiyet’in ilanında büyük etkisi olan bu teşkilât, daha sonra cemiyet ve fırka olarak ikili bir yapı içerisinde, ülkenin karar verici gücü olmuştur Bu cemiyetin 1908’de başlayan iktidardaki gücü, 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın bitişine kadar sürmüştür Cemiyetin ileri sürdüğü fikirler modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde de etkili olmuştur Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, ülke yönetiminde ve muhalefetinde etkileri görülen, bazı fikir akımları ortaya çıkmıştır Devlet’in çok sayıda iç ve dış sorunlar ile karşılaştığı bu dönemde, ülke aydınları ve siyasileri tarafından ileri sürülen fikirler, kötü gidişatı durdurmak, birlik ve beraberliği, kalkınmayı sağlamaya yönelik idi Devletin yıkılışını günbegün izleyen Osmanlı aydınları, ülkeyi tekrar ayağa kaldırmak ve kötü gidişatı durdurabilmek için, bir şeyler yapmak istiyorlardı Onlar sadece entelektüel bir heyecanla fikir üretmemiş, ileri sürdükleri düşüncelerin ülke kurtuluşuna katkı sağlayacağına inanmışlardır Bu dönemde ortaya çıkmış olan ve bir ölçüde destek bulan fikrî akımlarının başlıcaları şunlardır:

Parlementarizm: Bu fikri savunan müstakil bir hareket her ne kadar yok ise de, Tanzimat’tan itibaren ülkenin korunması ve birlik beraberliğinin sağlanması, bazı kesimler tarafından, anayasal ve meşrutî rejim ile mümkün olacağı, savunulmuştur Türk aydınının hürriyet, eşitlik, adalet ve ilerleme taleplerini karşılayacak içeriğe sahip olan bu fikir, Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi kuşağından başlayarak Jöntürkler ve İttihat ve Terakkî ile devam etmiştir Bu anlayışa göre, Osmanlı Devleti’nin mutlakiyetçi yönetim tarzı, ilerlemeye engel teşkil etmektedir Çağdaş bir demokrasiyi öngörmeyen parlamenterizm düşüncesi, mevcut bunalımın aşılması için, Meşrutiyet’i bir çıkış yolu olarak görmekteydi Nitekim bu düşünce Osmanlı idaresinde etkili olmuş, 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanı ve Kanun-ı Esâsî’nin kabulü, daha sonra da İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile etkisini göstermiştir

Osmanlıcılık: “Özellikle Fransız ihtilalinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarından başlıcası haline gelen çeşitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve İmparatorluk’tan kopma çabalarını, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalışan siyasal düşünce hareketine Osmanlıcılık denilmiştir” Bu fikir, İmparatorluğu teşkil eden bütün kavimler ve milletlerin, din, milliyet, ırk ve mezhep farkı gözetilmeden adalet, hürriyet ve eşitlik havası içerisinde bir arada tutulmalarını, öngörmektedir Bu fikir Tanzimat’tan itibaren bütün fertleri, Osmanlı tabiri altında toplayarak, siyasî manada yeni bir millet oluşturma çabasının adıdır Fikir; Osmanlı hanedanı, Osmanlı vatanı ve müşterek menfaat esaslarına dayanmakta idi Osmanlı Devleti’nde, özellikle Türklerin yoğun olmadığı bölgelerde, Osmanlılık fikri üzerinde durulmuş ve böylece farklı milletlerin bir arada yaşamasına gayret gösterilmiştir Fakat 1877–1878 Osmanlı-Rus savaşı Osmanlıcılık fikrine büyük darbe vurmuştur Savaş esnasında, Balkanlarda ve Doğuanadolu’daki, Gayrimüslim halkın Müslümanlara karşı isyanı, bu düşünceyi savunanları hayal kırıklığına uratmıştır Bu tecrübelere rağmen, Osmanlıcılık fikri tamamiyle etkisini kaybetmemiş Balkan Savaşlarından sonra Türkçüler, İslâmcılar ve Gayri müslimler bu kavrama farklı manalar yükleyerek savunmuşlardır Osmanlı kavramı, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Osmanlı aydınlarının birleştikleri ortak bir ideal olmuştur Bu fikir siyasî bir hareket veya program olarak başarıya ulaşmamış, Tanzimat döneminde cazib bir fikir

Alıntı Yaparak Cevapla