Yalnız Mesajı Göster

Dar-Ül Hikmet-Ül İslamiye (Yüksek İslam Şurası)

Eski 10-07-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dar-Ül Hikmet-Ül İslamiye (Yüksek İslam Şurası)



hareketi iken, II Abdülhamid döneminde yaşanan acı olaylar sonucunda yerini İslâmcılık ve Türkçülük akımlarına bırakmıştır16 1913’ten sonra zayıflayan Osmanlıcılık fikri Birinci Dünya Savaşı döneminde tamamen sona ermiştir

İslâmcılık: İslâmcılık fikri XIX yüzyılın ortalarında Hindistan’da şekillenmiş ve daha sonra İmparatorluk dâhiline sirayet etmiştir18 XIX yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan İslâmcılık fikri, dinî bir akım olmaktan ziyade, siyasî bir nitelik taşımakta idi İslâmcılık fikri, özellikle Abdülhamid döneminde, bir politika haline getirilmiş, Müslümanların İslâm’a sarılmalarını ve birlik beraberlik içinde hareket etmelerini öne çıkardığı için, Pan-İslâmizm olarak adlandırılmıştır Abdülhamid döneminde, Osmanlıcılık ve Türkçülük’ten daha ziyade, birlik ve beraberliğin İslâmcılık fikri ile sağlanacağına inanılmış ve hilâfet kurumu ön plana çıkarılmıştır Osmanlı aydınları arasında zaten var olan, işlerin düzelmesinin İslâmî değerlere daha sıkı sarılmak ile sağlanabileceği görüşü, Abdülhamid döneminde İslâmcılık fikrine dönüşmüştür Bu fikrin ön plana çıkmasında Cemaladdin Efganî ve Muhammed Abduh’un büyük etkileri olmuştur 1870 yılında İstanbul’a gelerek, Abdülhamid ile görüşen Efganî’nin İslâmcılık cereyanının ön plana çıkmasında büyük katkısı olduğuna dair kanaat vardır İslâmcılık ceryanının yayın organı olarak kabul edilen Sırat-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd mecmualarının etrafında toplanan aydınlar, bu fikri ön plana çıkarmışlardır Bu politika, sadece fikir planında kalmamış, özellikle Abdülhamid döneminde, Arap unsurlarına ilgi gösterilmesine, sarayda ve brokraside görevlendirilmelerine, tarikat şeyhleri ile sıcak münasebetler kurulmasına neden olunmuştur19 İslâmcılık, İttihâd-ı İslâm adı altında 1870’den itibaren Osmanlı Devleti’nin hâkim siyasî düşüncesi olmakla beraber bir fikir hareketi olarak ortaya çıkışı yaklaşık 40 sene sonra İkinci Meşrutiyet sonrasında, Sırat-ı Müstakim’in 14 Ağustos 1908’de yayın dünyasına girişi ile başlatılmaktadıradülhamid döneminde büyük etkisi görülen bu fikir doğrultusunda, İslâm topluluklarıyla diplomatik temaslar kurulmuş, Hicaz demir yolu projesi faaliyete geçirilmiştir Bu dönemde İslâmcılık fikrini savunan bazı partiler kurulmuştur Bunlar; İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye ve bütünüyle İslâmcı bir kimliğe sahip olmayan, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’dır Abdülhamid, hilafet kurumuna yeni bir görünüm vermek bütün Müslümanların lideri olarak sahip olduğu imaji güçlendirmek için, tarikat şeyhleri ile diyaloğa geçmiştir İslâmî değerlerin korunmasını savunan Mehmet Akif, Süleyman Nazif, Babanzâde Naim İslâmcıların önde gelen yazarları olmuştur

Türkçülük: “Osmanlı İmparatorluğunda, özellikle İkinci Meşrutiyet sonrasında gelişen Türk milliyetçiliği konusundaki düşünce akımına Türkçülük denilmektedir” Osmanlı imparatorluğu içinde yaşayan etnik gruplar dinî cemiyetleri esas alan bir yapı şeklinde değerlendirmeye tabi tutuluyordu Bu yapıya göre, milletler ırka göre değil inançlarına göre değerlendiriliyordu Buna göre, bir Yunan Milleti değil de Ortodoks Milleti vardı Fakat 1789 Fransız devrimi ile başlayan milliyetçilik akımı, Avrupa ve Balkanlardaki toplumları etkilemiş ve Hıristiyan toplumda milliyetçilik hareketleri yaygınlaşmıştır Bu hareket bir süre sonra, Osmanlı toplumunu oluşturan bütün ırklar arasında hızla gelişmiştir Yaygınlaşan milliyetçilik akımı ilk başlarda Türk toplumu arasında görülmemiştir Fakat özellikle Gayrimüslim halkın ayrılıkçı davranışları ve savaş dönemindeki ihanetleri, milliyetçiliği, Türkler arasında da kabul edilir bir hareket haline getirmiştir

Türkçülük fikri, ilk önceleri Osmanlı toprakları dışında yaşayan Türkler arasında gelişmiştir Özellikle Rusya, Azerbeycan, Kırım ve Ortaasya’da yaşayan Türkler arasında yaygınlaşan milliyetçilik, zamanla imparatorluk dâhilindeki halka da yansımıştır İlk başlarda Türk tarihine ve Türk diline eğilme isteği daha sonra devlette, Türk unsuruna ağırlık verme şekline dönüşmüştür 1908’de Abdülhamid’i Meşrutiyet’in yeniden ilanına zorlayan, İttihat ve Terakkî Cemiyeti mensubu çoğu subay, başlangıçta Osmanlılık siyaseti gütmüşler, Balkan Savaşlarında Gayrimüslimlerin ihanetini görünce, Türkçü olmuşlardır Türkleşmek, muasırlaşmak İslâmlaşmak ilkeleri etrafında Türkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’in görüşleri 1912 sonrası iktidar devresinde devletin kültür siyasetine temel teşkil etmiştir Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Türkçülük akımı tamamen siyasî bir çehre kazanmış, Almanlar tarafından da Ortadoğu politikalarına uygun bulunarak, desteklenmiştir Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında, İttihatçılar tarafından adeta bir devlet politikası haline getirilen Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve hatta yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de büyük etki yaratan bir fikir olmuştur

Batıcılık: Batılılaşma fikri Tanzimat’tan itibaren doğmaya başlamış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle İkinci Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan yenileşme çabalarıyla ilgi uyandırmış olan bir harekettir Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletleriyle temasa geçmesi, bu ülkelerde elçiliklerin açılması sonucunda, bazı seçkin kişiler Batı’daki ilerlemeleri, teknoloji alanındaki gelişmeleri görmüş ve bunların alınması isteğini ön plana çıkartmışlardır Batı’nın üstünlüklerini tartışılmaz bulan bu kesim, yeniliklerin alınmaması halinde, çağın gerisinde kalınacağını ve geleneksel değerlerin ülkeyi kurtaramayacağını savunmuşlardır Batı’nın her yönüyle örnek alınmasını savunan ve “Garbçılar” diye adlandırılan bu kesim, Osmanlı idarecilerinin savunduğu teknoloji ithalini yeterli bulmayıp, düşünce sistemi dahil çoğu konuda Avrupa’nın örnek alınmasını istemişlerdir Osmanlı Devleti’nde de etkili olan bu değişim süreci, sadece teknoloji alanında olmayıp edebiyat, mimarî, sosyal ve siyasî alanlarda Avrupa değerlerinin rağbet görmesine yol açmıştır Batıcılık düşüncesinde olanlara göre, geleneksel değerler, geri kalmışlığın yegâne nedeni olarak görülmüş, çağı yakalamanın ve ilerlemenin bunlardan kurtulmak ile mümkün olacağı savunulmuştur Modernleşme taraftarlarının bu görüşleri, toplumun hassas dengesini bozduğu gerekçesiyle, bazı kesimler tarafından tepki ile karşılanmıştır İlk başlarda modernleşme taraftarlarının eskinin yanında yeniyi kurma ve bu şekilde ilerleme düşünceleri, daha sonraları dinî ve geleneksel değerlerin terkedilip bunun yerine Avrupaî değerlerin ikâme edilmesi şekline dönüşmüştür Bu durum özellikle Meşîhat Kurumu gibi dinî çevrelerin tepkisine yol açmıştır İkinci Meşrutiyet döneminde yaygınlaşan Batıcılık akımının öncüleri, Dr Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı basın yolu ile görüşlerine taraftar bulmaya çalışmışlardır İlk başlarda çıkartılan Mehtap ve Şehtap dergileri ile çalışmalar yapan Garpçılar, daha sonra çıkarttıkları İctihâd dergisi ile yayın faaliyetlerini sürdürmüşlerdir Batıcıların bu çalışmaları, idarî makamlarca takibe uğramış, dergileri kapatılmış ve yayınlarına ara verdikleri dönemler olmuştur Batıcılar özellikle İslâmcılar ile sürekli tartışmalar yaşamışlardır Nitekim Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye çalışmaları süresince Abdullah Cevdet gibi Batıcılık taraftarları kişilerin düşüncelerine tepki göstermiş ve bunlar hakkında idarî makamların takibat yapmasını istemiştir

Batıcıların bazı düşünceleri Osmanlı Devleti’nin son döneminde kabul görmüş ve Avrupadan etkilenilerek, siyasî ve toplumsal alanlarda değişiklikler meydana gelmiştir Fakat bunların asıl etkileri Cumhuriyet döneminde görülmüştür Nitekim Cumhuriyet dönemi reformları, Batılılaşma taraftarları tarafından memnuniyet ile karşılanmıştır Abdullah Cevdet’in çıkartmış olduğu İctihâd dergisi de ölüm tarihi olan 1932 ye kadar yayın hayatına devam etmiştir

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde görülmekte olan bu fikir cereyanları, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kurulması ve çalışmaları üzerinde etkili olmuştur Zira Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye bu dönemde yaşanan fikrî tartışmalar sonucunda dinin algılanışı ve dine karşı alınacak tavır, Meşîhat’ın yeniden yapılandırılması çerçevesinde, kurulan bir kurumdur Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin çalışmalarını sürdürdüğü dönemlerde de bu akımlardan bazılarının etkileri devam etmiştir Bu durum, kurumun faaliyetlerine de yansımış ve bazen bu fikrî cereyanların ele aldığı konular, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin gündemine de gelmiştir

ZEKERİYE AKMAN

Alıntı Yaparak Cevapla