Yalnız Mesajı Göster

Türk Tarihine Genel Bir Bakiş

Eski 10-07-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihine Genel Bir Bakiş



Türklerin İslâmiyete Girişi
Peygamberimizin İslâmı tebliğiyle birlikte, dünyanın ücra bir köşesinde yaşayan küçük bir kavim, yeni ve büyük bir millet hâline geldi Meçhul, basit bir hayat süren ve hattâ aşağılanarak yaşayan insanlar, bu dinle birlikte birdenbire, tarihin mümtaz kahraman, fatih ve dâhîleri oldular Halife Hazret-i Ömer, emrindeki bir avuç Müslüman gâzisiyle 641'de Suriye ve Mısır'ı fethederek, koca Doğu Roma'nın kanatlarını kırdı 642'de Büyük Sâsânî İmparatorluğunu yıkarak Ceyhun kenarına ulaştı ve Türklerle temasa geçti Ancak bu devrede İslâmın merkezinde Hazret-i Ömer ve yerine geçen Hazret-i Osman'ın şehit edilmeleri ve sonraki yıllarda başlayan iç mücadeleler, 8 yüzyıl başlarına kadar Türklerle Müslümanların münasebetlerini bir sınır komşuluğundan ileri götürmedi Bazı kaynaklarda, Hazret-i Muâviye döneminde Ubeydullah bin Ziyâd'ın, Müslüman olan Türkleri Kûfe'ye yerleştirdiği belirtilmektedir Daha sonra Emevîler tarafından, İslâm İmparatorluğunun bütün doğu bölgelerini içine alan Irak genel valiliğine Haccâc'ın getirilmesi ve bunun da Horasan'a, devrin sayılı kumandanlarından Kuteybe bin Müslim'i tayin etmesi (705), savaşları birdenbire alevlendirdi Müslümanlar, kısa zamanda Mâverâünnehir'e hakim olduktan sonra Talas'a kadar akınlarda bulundular Ancak, Türgeş Kağanı Şulu Han idaresindeki Türkler, 720 yılından itibaren cephelerdeki hakimiyeti ele alarak Emevî ordularını bozguna uğrattı Böylece Emevîler döneminde Türkler karşısında başlangıçta başarıyla sürdürülen mücadeleler, sonuçta başarısızlıkla son buldu Ancak bu mücadeleler, Türklerin İslâmiyeti yakından tanımalarına ve tetkik etmelerine zemin hazırladı Kısa bir süre sonra da, Türklerin İslâmın bayraktarı olarak dünya sahnesine çıkmasına vesile oldu
Türklerin hiçbir baskı veya zorla karşılaşmaksızın İslâmı kabul etmeleri, üç ana sebebe dayanmaktadır Birincisi, Türklerin inanç ve yaşayışlarının İslâma çok yakın olmasıdır Tek bir yaratıcıya îman, âhirete ve ruhun ölmezliğine inanma ve yaratıcıya kurban sunma gibi temel inanışlar İslâmda da vardı Zinâ, hırsızlık, gasp, adam öldürme, yalancılık ve koğuculuk gibi kötü huylar, İslâm dininde de şiddetle men ediliyordu Nihayet, İslâmiyetteki cihad emri, Türkün alplik ve fetih görüşüne uygun düşüyordu Bu gibi sebeplerle öncelikle Mâverâünnehir (Türkistan) bölgesinde yaşayan Göktürkler arasında İslâmiyet yayılmaya başladı Türklerin İslâmiyeti kabullerinin ikinci safhası da bu sırada gerçekleşmeye başladı Daha kuzeyde ve batıda yer alan Müslüman olmayan Türkler, özellikle Türkistan'la ticarî faaliyetleri sırasında, kendi dillerini konuşan ırkdaşlarının dînine daha çabuk ve kolaylıkla girdiler
Türkistan Türkleri arasında İslâmiyetin bu ilk yayılışıyla diğer Türklerin başka yabancı dinlere girişi hemen hemen aynı devreye rastlar
Doğuda Uygurlar Mani, kuzeyde Hazarlar Mûsevî ve batıda Tuna Bulgarları Hristiyanlık dînine girerlerken Mâverâünnehir'deki Türkler arasında da İslâm, 8 asrın başından itibaren yayılmaya başladı Bu durumun diğer Türk ülkelerini de tesir ve cazibesi altına almaya başlaması Abbâsîler döneminde oldu Abbâsî halifelerinin Türklere karşı fevkalâde yakınlık göstermeleri, bu faaliyetin daha da hızlanmasına sebep oldu Halife El-Mansur (754-775) zamanından itibaren Türkler, Arap ordularına asker olarak girmeye başladı El-Me'mun döneminde (813-833) Türklerden özel muhafız birlikleri oluşturulmaya başlandı Nihayet, Halife Mu'tasım zamanında (833-842) halifelik ordusunun esasını Türkler meydana getiriyordu Türk ordusu için Samarra şehrini inşa eden halife, sarayını ve payitahtını da buraya nakletti Müellifler artık, Türklerin Araplarla aynı millet gibi olduklarını (İslâm milleti) ve Bizanslılar gibi müşrikler yanında, gayri müslim Oğuzlarla bile savaştıklarını yazmaktadır Halife El-Mütevekkil zamanında (847-861) ise Abbâsî Devletinin en önde gelen üç şahsiyeti Türktü 10 asrın ilk yarısında, emîrül-ümerâlığa iki Türk kumandanı, Beckem ve Tüzün, getirilmişti Türklerin Bağdat'ta idareyi ele almaları üzerine, uzak eyaletlerde bulunan Türk valiler, müstakil birer hükümdar gibi hareket etmeye başladılar İlk Müslüman Türk devletlerden bazıları, bu suretle kuruldu Bunlar arasında, Mısır'daki Tulunoğulları Devleti (868-905), Ahmed bin Tulûn adında bir Türk kumandanı tarafından kurulmuştur Ahmed bin Tulûn, Dokuz Oğuz Türklerindendi İbn-i Tulûn, Mısır'ı birçok mîmârî eserle süslemiştir Tulûnoğulları Devleti, 905'te sona ermiş ve yerine az zaman sonra Tuğaçoğlu Mehmed'in kurduğu Türk İhşidîler Devleti ortaya çıkmıştır
Ancak bu devletlerde, idareci zümrenin Türk olmasına karşılık, esas kitle yani halk tabakası daha çok Mısırlılardan oluşuyordu
İslâmiyetin, devlet ve halk olarak Türkler arasında kabulü, ilk defa İtil (Volga) Bulgarları arasında gerçekleşti Batıya giden Tuna Bulgarları, toplu olarak Hristiyanlaşırken, İtil boyu ve Kazan havalisinde kalan asıl büyük Bulgarlar, özellikle Türkistan'la olan ticarî ilişkileriyle tanıma fırsatı buldukları İslâmı severek kabul ettiler Bulgar hânı Almış, 920'de Bağdat'taki halifeye başvurarak, İslâmiyetin öğretilmesi ve kaleler inşası için kendilerine din ve ihtisas adamı gönderilmesini istedi Halife Muktedir Billah tarafından gönderilen kalabalık bir elçi heyeti, 922 Mayısında Bulgar ülkesine geldi Almış Han ve maiyeti, elçilere fevkalâde bir hürmet ve kabul gösterdiler Bu tarihten itibaren Bulgar ülkesi, Abbâsî halifelerine bağlı bir Müslüman yurdu haline geldi Ülkede Abbâsî halifesi ve Bulgar Hânı namına sikkeler basılmakta, taş camiler, saraylar, kaleler ve diğer binalar yapılmaktaydı Bulgarlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra, Türk-İslâm medeniyetinin kuzeybatısında en ileri bir ucu olmakla, büyük bir değer kazandılar Bulgar ülkesine gelen Abbâsî elçilik heyeti içerisinde yer alan İbn-i Fadlan, yazdığı seyahatnamesinde, bu ülke insanlarının temiz, doğru, çalışkan ve samîmî Müslüman olduklarından bahsetmekte ve Bulgar ilinde gecelerin çok kısa olması dolayısıyla Türklerin, sabah namazını kaçırmamak için bir ay geceleri uyumadıklarından söz etmektedir Bu sözler, Türklerin İslâmı ne derece güçlü bir inançla kabul ettiklerini göstermektedir
Müslüman Türk Devletleri
İtil Bulgarlarından sonra ilk Müslüman Türk devletleri, Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular'dı Karahanlılar, 944 yılında, İslâmı resmî din olarak kabul etti Karahanlılar arasında İslâm dîninin yayıcısı, Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın oğlu Musa Baytaş oldu Karahanlı hükümdarı, 999 senesinde, Abbâsî halifesi tarafından İslâm hükümdarı olarak tanındı Hâkanlığın sınırları, Balasagun, Özkend ve havalisine, Tarım havzasının batı kısmına, Balkaş Gölüne, Hindukuş, Karakurum Dağları dolaylarına kadar yayıldı Ülke, doğu ve batı diye ikiye ayrılmıştı Doğu Karahanlılar 1090, Batı Karahanlılar ise 1089'da Selçuklulara bağlandılar Karahanlılar devrinde, 200 000 çadır Türk halkı, İslâmı kabul etmiştir
962 yılında Alptekin (Alb Tegin) adlı bir Türk kumandanı, Afganistan'ın Gazne şehrini zaptederek Gazneliler Devletini kurdu 977'de devletin başına Sebük Tekin geçti Sebük Tekin, iyi bir devlet adamı, mâhir bir kumandandı Bütün Afganistan ile Horasan ve İran'ın doğu kısımlarını idaresi altına aldı Hindistan'a, zaferle neticelenen bir zafer düzenledi Oğlu ve halefi olan Mahmud, yalnız Gazneli Devletinin değil Türk tarihinin de en büyük simalarından biridir Hindistan'a onyedi defa sefer düzenleyerek büyük zaferler kazandı Bu ülkede İslâmın köklü şekilde yerleşip gelişmesinde önemli rol oynadı Gazneli Mahmud, aynı zamanda, İran'ın orta eyaletleriyle Harezm topraklarını da ülkesine katarak zamanının en büyük hükümdarı oldu ve Abbâsî halifesinden ilk defa olarak, sultan ünvanını aldı Gazneliler, 1040 yılından sonra Selçuklulara tâbi oldular 1186 senesinde de Gûrlular tarafından tamamen ortadan kaldırıldılar
10 asrın ikinci yarısında Seyhun nehri kıyısı ile bunun kuzeyinde yaşayan Oğuzlar, Semerkand ve Buhara taraflarına inmeye başlamışlardı Buhara taraflarına inen Oğuzların başında, Kınık boyundan Selçuk Bey'in oğulları vardı Selçuk Bey'in torunlarından Tuğrul ve Çağrı beyler, çetin şartlar içinde Selçuklu Devletini kurdular Tuğrul 1064 senesinde vefat ettiği zaman, kurduğu devletin sınırları Ceyhun'dan Fırat'a kadar uzanıyordu Yerine geçen Alparslan, 1071'de Malazgirt ovasında Bizanslıları yenerek Anadolu'nun Türk ülkesi olmasını sağladı Bu zaferden Anadolu'nun fethine Kutalmış Bey'in oğulları memur edildiler Kutalmışoğlu Süleyman Şah, büyük zaferler kazanarak Üsküdar'a kadar geldi ve İznik'i hükümet merkezi yaparak Türkiye Selçuklu Devletini kurdu Süleyman Şah'tan sonra I Kılıç Arslan, I Mesud ve II Kılıç Arslan Türkiye Selçuklu Devletinin başına geçerek, Türk Milletine büyük hizmetler verdiler 13 yüzyılda Moğol istilâsı, İran, Horasan ve Mâverâünnehir taraflarında yaşayan âlimlerin hemen hepsinin Anadolu'ya gelmelerine sebep oldu Bu istilâ Selçuklu Devletinin de ortadan kalkmasına yol açtı Fakat çok geçmeden, yüksek yaylalarda yaşayan Türkmen beyleri, Anadolu'yu istilâcıların elinden kurtarmayı başardılar Bu Türkmen beylerinden birisi de Osman Bey'di 1299'dan itibaren gelişen Osmanlılar, mânevî yapısı ve teşkilatı bakımından Selçuklu Türklüğünden devraldığı birçok değerlerle cihanın en büyük devletlerinden birini kurmaya muvaffak olmuşlardır
Söğüt'te kurulan Osmanlı Devleti, kısa zamanda Batı Anadolu'ya hakim olarak, 1356'da Rumeli'ye ayak bastı Bu geçiş çok mütevazı başlamakla birlikte, şiddetli Haçlı mukabelesiyle karşılaşıldı Fakat, üstün vasıflara sahip Osmanlılar, Haçlıları 1363'te, Edirne civarında Sırpsındığı mevkiinde, 1389'da Kosova'da ve 1396'da Niğbolu'da hezimete uğrattılar Böylece devlet Rumeli'de sağlam bir şekilde yerleşti Bu arada Anadolu'da yapılan ilhaklarla da genişledi ve Malatya'ya kadar uzandı Niğbolu Zaferi, Türk ilerleyişini durdurmanın mümkün olmadığını Hristiyan Avrupalılara gösterdi Hristiyan Batı âlemine galip gelen Osmanlılar'ın, doğuda Timur Han'a mağlup olması, Anadolu'daki birliği tekrar sarstı Ancak Fetret Devrinde sarsıntı, Rumeli'den daha çok Anadolu'da meydana geldi
Fetret Devrinden sonra devletin başına geçen ve "ikinci kurucu" olarak adlandırılan Çelebi Sultan Mehmed Han, Osmanlı Devletini tekrar canlandırdı Oğlu II Murad Han, 1444'te Varna ve 1448'de II Kosova meydan savaşlarında, Haçlılara karşı yeni zaferler kazandı Osmanlılar bu suretle Anadolu'da Türklüğün ve kendilerinden önceki diğer İslâm devletlerinin maddî ve manevî mirasını toplayarak, yeni bir medeniyet kurdular
Türk tarihinde ilk defa olarak, Osmanlıların merkezî bir devlet sistemi olarak ortaya çıkması, büyük bir siyasî yenilik oldu Gerçekte Osmanlı hanedanı, diğer Anadolu beyleri gibi, millî örf ve geleneklerini muhafaza ettiği halde, devletin bölünemez kutsal bir varlık olduğunu kavramış, şehzadelerin ve boy beylerinin siyasî hakimiyete ortak olmalarına imkân vermemiş ve bu sayede merkeziyetçi, sağlam, istikrarlı bir devlet ortaya çıkarmayı başarmıştı Fatih Sultan Mehmed Han, Anadolu beylerinin ve kendi içinde gelişen devleti sarsıcı hanedanların geriye kalanlarını bertaraf ederek merkeziyetçi otoriteyi daha da sağlamlaştırdı Daima devlet birliği şuuruna bağlanan Osmanlı inancı bakımından, Sultan II Bayezid Han'ın; "Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki, iki kişinin talebine tahammül edemez" sözü anlamlıdır
Müslümanların birliğini sağlamak ve Anadolu'dan Şiî-Sâfevî propagandasını kaldırmak isteyen Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail üzerine sefer düzenledi Şah İsmail'i saf dışı bıraktıktan sonra, yıldırım hızıyla Mısır ordularını 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye zaferleriyle mağlup etti Bu zaferlerden sonra bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyeti altına girdi Yıldırım hızıyla, kıtaların fethini sekiz senelik saltanatına sıkıştıran bu büyük fatihin, cihan hakimiyeti girişimine ve Avrupa'yı fethetmeye kararlı olması tabîiydi Fakat ecel onun dünyayı tek ve yüksek nizama kavuşturmasına fırsat vermedi
Kanunî Sultan Süleyman'ın yarım asır süren saltanatı, Türk ve Osmanlı dünya barışı davâsının en yüksek ve kudretli devrini teşkil eder Zamanında Türk ordusu, 1526'da mutlak bir zafer kazandı ve Orta Avrupa yolu Türklere açıldı Artık Osmanlı ordusu Orta Avrupa'yı çiğniyor, Viyana'yı geride bırakarak, Gratz, Merburg, Gunis gibi birçok Alman kentini fethediyordu
16 yüzyılın sonlarıyla 17 yüzyılda Osmanlı siyasî gücü gibi sosyal düzeni de kuvvetini sürdürmüştür Devlet; liyakat, ahlâk, maddî ve manevî disiplin ve çalışma üzerine kurulmuştu Osmanlılarda şahsî meziyet ve yetenekten başka bir şeye değer verilmezdi Herkes, liyakat, bilgi, ahlâk ve seciyesine göre bir mevkiye tayin edilirdi Ahlâksız, bilgisiz ve tembel kişiler, hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazdı Osmanlıların başarısının ve dünyaya hakim olmalarının hikmeti buydu
17 asrın ikinci yarısından sonra devletin siyasî ve askerî kudretinde zaaf başlamış, idarî ve ilmî müesseselerde bozukluklar meydana çıkmış, bunun neticesinde gerileme başlamıştır Anadolu'da çıkan ve memleketi harap ve perişan eden kızılbaş teşvikli Celâlî ayaklanmalarını bastırmak için çok büyük gayretler sarfetmek ve uzun seneler uğraşmak gerekmiştir Amerika'nın keşfinden sonra götürülen Afrikalı köleler, nice zulümlerle, Avrupalı zalimler için bol bol gümüş çıkardılar Avrupa yoluyla Osmanlı ülkesine de bol miktarda giren gümüş, fiyatları altüst etti Gümüş olan Osmanlı akçesinin değeri düştü Devletin, düştüğü zor durumdan kurtarılması için zaman zaman hükümdar ve devlet adamlarının teşebbüsleri, olumlu neticeler verdiyse de, bilhassa yeniçerilerin çıkardığı isyanlar bunların devamlılığını baltaladı
Türkler, 17 asırda da Avrupa'ya medeniyet verici durumdayken, 18 asırdan itibaren alıcı olmaya ve iktibaslar yapmaya mecbur bulunduklarını kabul etmişlerdir 18 asrın başlarından itibaren tahta geçen padişahların hemen hepsi, bu gerilemenin farkına varmışlar, batıdan faydalanarak ıslahat yapmak istemişlerdir Sultan II Mahmud Han, yeni, düzenli bir ordu kurduğu gibi, hükümet teşkilat ve usullerinde değişiklik yapmıştır Bu faydalı yenilik hareketleri yanında, siyasî bakımdan birçok felaket vuku buldu Fransız İnkılabının ortaya attığı milliyetçilik fikirlerinin, Osmanlı ülkesinde ırkçılık şeklinde yayılması, dış tahrikli Sırp ve Yunan isyanları, Avrupa devletlerinin kendi çıkarları için olaylara müdahale ederek işi çıkmaza sokmaları, Rusya'nın emperyalist ve geleneksel siyasetine uygun olarak savaş açması, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanları bu felaketlerin başlıcalarıdır
Bütün bu karışıklıkların halli için çareler arayan Osmanlı padişahı II Mahmud Han, Avrupa'daki teknik ilerlemeden istifade niyetiyle hocalar getirtti İlk defa 1834 yılında Avrupa'ya öğrenci gönderdi Avrupa başkentlerinde daimî büyükelçilikler kurdu Fakat Avrupa'ya gönderilen bazı öğrenciler, fen alanındaki ilerlemeleri alacak yerde, Hristiyan Avrupalının köhneleşmiş ahlâkına talip oldular Ahlâkî ve manevî değerlerini kaybederek Osmanlı ülkesine dönen bu öğrencilerin ilk işi, kendilerini para ve kadınla elde eden Osmanlı düşmanlarının çıkarları için çalışmalara başlamak oldu İngilizler tarafından yetiştirilip mason yapılan Londra büyükelçisi Mustafa Reşid Paşa, II Mahmud Han'ın vefatından sonra onaltı yaşında padişah olan Abdülmecid Hanı Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun ilanına ikna etti
Böylece 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile, yeni düzene ait esaslar belirlendi Osmanlının isteklerinden çok Avrupalıların arzularına uygun olarak hazırlanan bu fermanda, Türk ve Müslümanlardan çok, Hristiyan tebaanın çıkarı gözetilmişti Tanzimat-ı Hayriye Fermanı denilerek yeni ve parlak bir devir açtığı iddia edilen bu fermanla Müslüman ve gayri müslim bütün tebaanın ırz, namus ve can güvenliğinin sağlanacağı vergi ve askerlik işlerinin düzenli bir usule bağlanacağı vaad ediliyor ve bu fermana dayanılarak çıkarılacak kanunlara saygı gösterileceği belirtiliyordu Tanzimat döneminde hukuk, askerlik, eğitim öğretim ve yönetim alanlarında birçok değişiklikler yapıldı Gülhane hattının eşitlik ilkesine rağmen, askerlik mükellefiyetine yalnız Müslüman tebaa tâbi kılınarak, gayri müslimler muaf tutuldu
Fransız İnkılabı sonucu dünyaya yayılan milliyetçilik fikirleriyle, ülkede isyanlar çıktı Neticede âsîlere idarî ayrıcalıklar ve özerklik verilmesi, Avrupa'ya ilim için giden gençlerin, Avrupa bilim ve siyaset adamlarının Türkiye ve Türkler hakkındaki olumlu ve olumsuz fikir ve kanaatlerini öğrenmeye başlamaları gibi bazı sebepler, Osmanlı Devleti içindeki çeşitli kavimlerin millî şuur ve millî devlet fikirlerini güçlendirmiş ve çözülme hareketleri başlamıştır Bunun yanısıra, tebaanın önünde ve siyasî haklar konusundaki eşitliğini yeterli görmeyerek, meşrutî bir idarenin kurulması için mücadeleye girişen ve Osmanlı düşmanı devletler tarafından desteklenen Genç Osmanlılar'da iareye karşı hoşnutsuzluk başgösterdi Genç Osmanlıların fikirlerini paylaşan Midhat Paşa, padişahın fikir ve icraatına muhalefet eden Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Rüştü Paşa, birlik olup Sultan Abdülaziz Hanı şehit ederek Beşinci Murad'ı tahta çıkardılar Beşinci Murad Han, hastalığı sebebiyle üç ay sonra tahttan indirilerek, veliaht Abdülhamid, Ağustos 1876'da tahta çıkarıldı
II Abdülhamid Hanın tahta çıktığı 1876 yılı, Türk tarihinin gerçek dönüm noktalarından biri oldu İçeride pek çok mesele vardı Dışarıda ise Midhat Paşa'nın arzu ve isteğiyle, Rusya ile bir savaş yaklaşıyordu Avrupa devletlerinin Osmanlı hakimiyetindeki Hristiyan tebaayı sürekli kışkırtmaları, özellikle Balkanlar'da birkaç eyaletin kan, ateş, isyan ve huzursuzluk içine düşmesine yol açtı Malî durum bir hayli zayıflamış, Tanzimatla verilen tavizlerle Osmanlı sanayii ve ticareti çökertilmişti Ayrıca devletin coğrafî durumu, yabancı istilâ ve müdahalelere açıktı Türk olmayan eyaletler, Avrupa devletlerinde olduğu gibi, sömürge muamelesi görmediği, anavatanın birer parçası sayıldığı halde, dışa dayalı isyanlar durmak bilmiyordu Devamlı dış baskılar ve bitip tükenmek bilmeyen savaşlar, devletin kalkınmasını engelliyordu Avrupa devletlerinin, kendi çıkarları için tahrik ettikleri Ermenilerin özerklik elde etmek amacıyla ihtilalci komiteler kurarak ülkede olay çıkarmaya başlamaları, devlet için ayrı bir meşgale oldu Ayrıca Bulgar, Yunan ve Sırp çetelerinin meydana getirdikleri olaylar, devleti uğraştırdığı gibi, yabancı müdahalelere de yol açtı
Sultan II Abdülhamid, batı devletleri ve Rusya'nın her türlü baskıları karşısında, devlet birliğini korumak için tek çıkar yolun, Müslüman tebaayı din bağıyla bütünleştirmek olduğunu düşünüyor ve bu birliğin yalnız Osmanlı ülkesinde değil diğer Müslümanlar arsında da kurulmasına çalışıyordu Ülkenin ekonomik kalkınmasına çok önem verdi Ulaştırma ve haberleşme alanlarında ıslahat, eğitim konusunda ciddî hamleler yaptı İngiltere ve Fransa'nın dostluk ve yardımlarına güvenilmediğinden, Alman dostluğuna önem vererek denge sağlamaya çalıştı Zamanla Sultan Abdülhamid idaresine karşı doğan muhalefet, Genç Türkler denilen kişiler tarafından ilerletilerek, İttihat ve Terakkî Cemiyeti adı altında siyasî bir teşkilat kuruldu Bunların baskısıyla, 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet rejimi, yeniden yürürlüğe konuldu İttihatçıların tertibi ile, 31 Mart Vakası olarak bilinen bir ayaklanma çıkarıldı Hadiseyle ilgisi olmadığı halde Padişah, bu bahaneyle tahttan indirilip, yerine Beşinci Mehmed Reşat çıkarıldı İktidara cemiyet yanlısı devlet adamları getirildi ve o zamana kadar idarî işlere karışmayan İttihat ve Terakkî Cemiyeti, söz sahibi oldu 1912'de başlayan Balkan Harbinde Osmanlı ordusunun yenilmesi üzerine, Enver Beyin başkanlığında küçük bir subay topluluğu, Ocak-1913'te Bâbıâli'yi basarak sadrazam Kâmil Paşa'yı istifaya zorladı Böylece İttihat ve Terakkî Cemiyeti, devletin mukadderatını doğrudan eline aldı ve sonunda kötü bir âkıbete yol açtı
Yeni iktidar zamanında felaketler birbirini takip etti ve devletin çöküşü hızlandı Trablusgarp, Balkan Savaşları ve nihayet ittifak devletleri safında girilen I Dünya Savaşı, devletin yıkılışının başlangıcı oldu Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile, Osmanlı Devleti baştan başa işgal edildi Sultan Vahideddin, bölünmüş, parçalanmış, hattâ işgal edilmiş bir devletin başına geçti ve bütün imkânsızlıklara rağmen İstiklâl Mücadelesini başlattı Mustafa Kemal Paşa liderliğinde gerçekleştirilen, şanlı Türk İstiklâl Savaşı sonunda, 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi
Bugün, Uzakdoğu'daki Sakalin Adlarından, Batıdaki Balkan Adacığına kadar iki Avrupa kıtası büyüklüğünde bir alanda yaşayan Türklerin çoğunluğu Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Çin ve İran hudutları içinde bulunmaktadır
Türk Milletinin bağımsız millî devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bulunmaktadır
Diğer taraftan, 19 yüzyılda Rus işgaline uğrayan Orta Asya Türk Birlikleri uzun yıllar bu devletin sömürüsü ve zulmü altında kaldıktan sonra, bağımsızlıklarını kazanmak için mücadeleye başlamışlar ve 1991'de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir Bunlar, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleridir

Alıntı Yaparak Cevapla