|
Prof. Dr. Sinsi
|
Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi
Ata Sporlarımız Nelerdir? Okçuluk Hakkında Bilgi
Okçuluk
Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s 4) Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu
Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır
Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir
Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı
Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han
Ok sözcüğü, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge,, Kutan bölgelerinde, Orhon ve Tula bölgesinde özellikle çu Vadisinde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar,, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, ıskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır
Tuyak Göktürkler
Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur
At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için su nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer egitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek i için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır
Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi
Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı Eski Türklerde, ya da öteki büyük baş hayvanlar paylaşılmasında ok atışlarından yararlanılırdı Değişik kaynaklara göre, paylaşılacak hayvan belirli bir uzaklığa konur ve pay sahipleri bu hayvana ok atarlardı Oklar hayvanın hangi bölümüne gelirse o bölümü alırlardı Eski Türklerde ölüm cezalarında yayın kullanılması değişik anlam taşırdı İp ve elle boğularak cezalandırılmak aşağılayıcı bir ölüm biçimi olarak kabul edilirdi Buna karşın yay kirişi ile öldürülen kişi için bu ölüm biçimi ise büyük bir değer kazanırdı çünkü, ok ve yay ile yay kirişi dini bir kutsallığı belirlerdi
Ünlü Arap gezginlerinden Íbni Batuta
Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu
Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda: Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri
Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı Bu önem Yeni Çağ'da
Kuruluşundan 17 Yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte , en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur 16 Yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez Önemli bir spor dalı olarak, özellikle İstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19 Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür
Okçu ve Yaycı Esnafı
Yeniçağ’da Osmanlı toplum düzeninde örgütlenmenin genişlediği ve yeni kurumların ortaya çıktığı görülür Bir örgüte bağlı spor okçuluğu da bu yeni kurumlardan biri, kuruluş ve özelliği bakımından bizce en ilgi çekici olanıdır
Osmanlı toplumu belirli ve birbirinden kesin olarak ayrılmış sınıflardan ve bu sınıflara bağlı kurumlardan meydana geliyordu İlmiyye sınıfı, asker sınıfından, esnaf ve tüccar sınıfı öncekilerden farklı yetki ve sorumluluğa sahipti Şenlik ve sefer alaylarında bu ayrıma titizlikle uyulduğu görülür Bunlara ait kurumlardan sadece o sınıfa giren kişiler yararlanabilirdi Yalnız bir kurum bu kuralın dışında kalmaktadır: Okçuluk Değişik sınıftan kişiler, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden, eşit şartlarla bu kurumda bir araya gelebiliyordu Bilindiği üzere, feodal toplum düzenlerinde bu çok ender görülen bir şeydir
Esnaf ve zanaatkâr zümresi, Osmanlı düzeninde, sağlam ve köklü bir teşkilâtı olan güçlü bir sınıftır Gerek kuruluşunda, gerekse güçlü ve disiplinli bir teşkilat haline gelişinde Fütüvvet tarîkinin ve bunun Anadolu’daki devamı olan Ahiliğin önemli bir rolü vardır Bu rolü, teşkilatın kuruluş ve yönetim biçiminde,, inanç ve töreye bağlılık, meslekî doğruluk, çalışma disiplini, karşılıklı saygı, unvânlarda olduğu kadar maddî ve manevî dayanışma gibi konularda da açıkça görülmektedir
Okçu Esnafı
Osmanlı esnaf teşkilâtı içinde, yaycı ve okçular ayrı ayrı loncalar hâlinde ve kendilerine ait çarşılarda toplanırlardı Okçu dükkânları, Bâyezîd Camii yanındaki Okçularbaşı Yolu üzerinde, yaycı dükkânları, Vezneciler’ de Kuyucu Murad Paşa Türbesi bitişiğinde idi Sultan II Mahmud’ a ait tuğralı ve 6 Zilhicce 1230(1815) tarihli bir emirnâmeden öğrenildiğine göre , Bâyezîd Camii kurbünde fatih zamanından beri yarısı yaycı, yarısı okçu esnafına ait 27 dükkân vardı Bu gediklerden 6 tanesi Dâye Hâtun, 21 tanesi Ayasofya-i Kebîr Vakfı’na bağlıydı Gediklerin başka esnafa devri yasaktı
Diğer esnaf zümreleri gibi, yaycı ve okçular da kanun ve törenlere sıkıca bağlı, ayrı birer lonca , yine belirli sayıda dükkân vardır Yaycı ve okçu dükkânları hem imalat, hem satış yeri idi Bu dükkanların yeri ve işletme hakkı (gedik) sınırlandırılmış olduğundan, her isteyen kişi, dilediği yerde dükkân açamazdı Her lonca, mensuplarının kendi aralarından seçtiği bir heyet tarafından yönetilirdi Bu bağlamda her esnaf loncası, kendi işini kendisi yürüten ve denetleyen bağımsız birer kuruluştu Yay yapıp satan esnafa da,
Keman fürûşân denirdi
Okçu ve yaycı esnafının başlıca müşterisi kemankeşler olduğundan, onlarla sıkı ilişki içinde bulunurlar, meydan günlerinde Ok Meydanı’na giderek küçük tamirleri yaparlardı Ok ve yay satışı da çoğunlukla bu sırada olurdu Bâzı okçu ve yaycı ustaları tanınmış bir kemankeşin hizmetine girer, sattıkları yaylara ve oklara gereken düzen ve tımarı verir, yalnızca onun için ok ve yay yapar, idman ve atışlarında hep yanında bulunurlardı Rekor kırıldığında, okçu ve yaycıya da ödül verilirdi Bir örnek:Tozkoparan İskender, Edirne’deki Deve Kemâl Menzili’nde aşırı atıp rekor kırdığı için, Sultan II Bâyezîd 11 Cemâziyülevvel 916 (1510) tarihinde Tozkoparan’a bir câme benek ve 3000 akçe, yaycısı İçkoz Ahmed’e ve okçusu Bahtiyarzade Hacı Hasan Çelebi’ye 500’er akçe ihsan etmişti
Okçu ve yaycı esnafı, her zaman ilişki hâlinde bulundukları kişilere satış yaptıkları ve düşük kalite hiçbir şekilde hoş karşılanmadığı için titiz çalışmak, iyi iş çıkartmak zorundaydılar Atışlar sırasında okçu ve yaycılar da hazır bulunduğundan, kusurları hemen yüzlerine vurulurdu Bu açıdan okçu ve yaycı esnafı mesleklerine/sanatına, işine önem verirlerdi Okçuluk ve yaycılıkta, kişi bu sanatı bu işin ustasından/şeyhinden bey’at etmeden, icazet almadan kendi kendine işleyemezdi Eğer işlerse, onun bu sanattan elde ettiği her şey haram olur inancı hirfetin esaslarındandı Bu açıdan, hirfet’in(iş) fütüvvetteki yerini yaycılık ve okçuluk mesleğinde de görmek mümkündür Konulan narh üstünde yüksek fiyatla yay ve ok sipariş eden kemankeşler de vardı Eski okçu ustalarından kalan oklara bir altına kadar ödendiği olurdu Büyük kemankeşlerin özel yaycı ve okçuları bulunurdu; bunlar başkası için ok ve yay yapamazlardı Hizmetinde çalıştıkları kemankeşin vücut ölçüsünü, atış üslûbunu dikkate alarak ok ve yay yaparlar, atışlar sırasında tımarını yapıp hazır ederlerdi Yayların baş tarafına usta adı ve yapım tarihi yazılırdı Bu yaycının kalite üstünlüğü konusunda hem iddia hem de sorumluluk sâhibi olduğunu göstermektedir
Okçu ve yaycı esnafının, askerî imalâthaneler ve orduyla da bazı ilişkileri vardı Ordu ihtiyacını karşılayan silah imalathanelerine zaman, zaman, sivil esnaftan geçici veya sürekli olarak san’at birle okçu ve yaycı ustalar alınır ve üç ayda bir maaş ödenirdi
Orducu Esnafı
Ordu için gerekli olan ok ve yay, esas itibarıyla resmî imalathanelerde üretiliyor, yetmediği takdirde piyasadan temin ediliyordu Ayrıca Kanun gereğince, bir kısım esnaf kuruluşları, bu arada okçu ve yaycı loncaları, sefer sırasında orducu esnafı vermek zorundaydılar Orducular sefere katılarak, ordu ihtiyaçlarının karşılanmasında ve gerekli onarımların yapılmasında orduya yardımcı olurlardı Esnafla ordu arasındaki ilişki, ordunun büyümesi ve ihtiyaçlarının alabildiğince artması nedeniyle 16 Yüzyıl ortalarında kurulmuştur
Yaycı ve okçu esnafının yardımcısına ve okçuluğa yeni başlayana şakird denirdi (195) İstanbul’da 45 kadar talimhane bulunuyordu Talimhane esnafı buralardan aldıkları ücretle geçimlerini sağlıyorlardı
Sultan III Murad devrinde, 1582 yılında At Meydanı’nda düzenlenen ve geceli gündüzlü 57 gün süren sünnet düğününde, yaycı ve okçu esnafı da esnaf loncaları arasında şenliğe ve geçit törenlerine iştirak etmiştir
Sultan Ahmed’in dört oğlunun sünneti dolayısıyla, 1720 yılında yapılan düğün için, Ok Meydanı tahsis olunmuştur Düğünün 14 günü esnaf alayının geçidinde, Meydan kendilerinin olduğu için, geçide kemankeşler, okçular ve yaycılarla başlanıldı
Sultan IV Murad devrindeki büyük esnaf alayının geçişinde; önde şeyhleri olmak üzere, okçu ve yaycı esnafı, atlar üzerine kurdukları küçük dükkanlara ok ve yaylarını dizerek, unsurlar ve ihtiyar atlı, şakirdler yaya olarak geçmişlerdir Tirendaz ve kemankeşler ise, şimşir kütüklere nişan atarak, havaya attıkları okları düşerken yakalayarak ve buna benzer hünerler göstererek geçmişlerdir
kaynak:
Doç Dr Özbay GÜVEN (Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Öğretim üyesi) İnternette yayınlanmış yazılar
Ünsal Yücel Türk Okçuluğu
Atıf Kahraman Osmanlı Devletinde Spor
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979
Halîm Bâkî Kunter Eski Türk sporları üzerine alıştırmalar
|