Prof. Dr. Sinsi
|
Hz. Muhammed'in Sav. Efendimizin Sünnetleri Nedir? Hz. Muhammed'in Sünnetleri Nedir?
Sünnet-i Gayri Müekkede
Hz Peygamber (s a s)'in bazen yapıp bazen de terkettiği ameller Bu gruba giren sünnetleri yerine getirmek sevap kazandırır Terkeden ise ceza, kınama ve azarlamaya müstahak olmaz (Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta'rifât, Beyrut 1403/1983, s 122; İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Kahire 1311, I, 17-18) Yatsı namazı ve ikindi namazlarının ilk sünnetleri sünnet-i gayr-ı müekkede dir Hz Peygamber (s a s)'in giyinişi, oturup kalkması, taranması ve ayakkabı giymesi vb hareket ve tavırlarını ifade eden sünnet-i zevaidlerde bu gruba girer (İbn Âbidin, Reddül-Muhtâr, Kahire 1272-1324, I, 321)
Saffet KÖSE
Kur'an'da Peygamberimizin Sünnetine Uyma ile ilgili Ayetler
Haşr, 59/7
مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
7 Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının Allah'tan korkun Çünkü Allah'ın azabı çetindir
Ahzab, 33/21
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
21 Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir
Nisâ, 4/59,
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
59 Ey iman edenler! Allah'a itaat edin Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir
Nisâ,64-65,
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا
64 Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
65 Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar
Nisâ,69-70
وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُوْلَئِكَ رَفِيقًا
ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنْ اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ عَلِيمًا
69 Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir Bunlar ne güzel arkadaştır!
Nur, 24/54
54 De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır
Cum’a, 62/2
وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
2 Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler
Al-i İmrân, 31-32
قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
32 De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez
Şûrâ, 42/52-53
جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
52 İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ
53 (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner
Enfal, 8/20,46
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنْتُمْ تَسْمَعُونَ
20 Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
46 Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider Bir de sabredin Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir
Sahâbe-i Kirâmın Sünnete İttibâda Gösterdiği Hassasiyet
Kur’ân-ı Kerim, nasıl Efendimiz’in risaleti ve sunduğu mesaj mevzûunda hassasiyet gösteriyor, sahâbe-i kirâm da, aynı şekilde O’ndan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor, korumaya alıyor ve neşrediyorlardı Ne Efendimiz’in (s a s ) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor, ne de O’na muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle, O’ndan gelen her şeyi “içiyor” gibi alıyor ve belliyorlardı Evet, onların ruhuna hakikat sevgisi, hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz Muhammed (s a s ) sevgisi içirilmişti Dolayısıyla, sünnet mevzuunda çok titizdiler Nasıl titiz olmasınlar ki, Kur’ân-ı Kerim, meseleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve: “Hayır hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında anlaşmazlığa bâdî mes’elelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar ” (Nisâ/4:65) buyuruyordu
Bir gün Hz Ömer (r a ), el parmaklarının diyeti mevzuunda içtihadda bulunmuştu Sahâbeden biri ona itiraz edip: “Ey Mü’minlerin Emîri! Ben Resûl-i Ekrem’den (s a s ) duydum, buyurdular ki: Bir elin beş parmağı, iki elin on parmağı, el için kararlaştırılan diyet ne ise onu eşit olarak bölüşürler İki el tam bir diyet, bir el de onun yarısıysa, tek tek her parmağa on deve düşer ” Hz Ömer, beyninden vurulmuşa döndü ve: “Ey Hattaboğlu! Resûl-i Ekrem’in eserinin olduğu yerde, sen nasıl içtihad edersin?” dedi 26 Evet sünnet, sünnet insanında kendisini bütün ağırlıyla hissettiriyordu
Sahâbenin fakirlerinden Abdullah İbn Sa’dî naklediyor: “Hz Ömer ganimetlerden bana bir pay ayırdı Ben: “Ey Emîre’l-Mü’minin, beni bu mevzûda zorlama ” dedim Bana dedi ki: “Vallahi, ben de senin gibiydim Bir defasında, Allah Resûlü (s a s ), bana bir şey vermek istediğinde istiğnâ gösterdim Buyurdular ki: ‘Al bunu, mal edin kendine, istersen tasadduk edersin Sen istemeden, beklemeden, dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al, bunda beis yoktur’ Ben, sana Resûlüllah’ın sözünü tekrar ediyorum O'nun, hakkımızda bu mevzuda verdiği hüküm budur ”27
Hz Ali (r a ), Meysere İbn Yakub’un rivâyetine göre, Kûfe’deyken bir defasında ayakta su içti Meysere: “Ayakta su mu içiyorsun?” diye sorunca da şu cevabı verdi: “Ayakta içmişsem Resûlüllah’ı (s a s ) ayakta içerken gördüğümdendir; otururken içersem, Resûlüllah’ın oturarak içtiğini gördüğümdendir ”28
Ebû Ubeyde (r a ) başkumandanken, Amvâs’ta İslâm ordusuna veba musallat oldu Hz Ömer, Amvâs’a kadar gelmiş ve vefakâr dostu Ebû Ubeyde’yi ziyaret etmek istemiş ama, salgın vebadan dolayı Amvâs’a girmesi uygun görülmemişti Görülmemişti ama, askerlerini ve hele Ebû Ubeyde’yi görmeden oradan ayrılmayı hazmedemiyordu O, bu düşünceler içindeyken, Abdurrahman İbn Avf geldi ve: “Yâ Emîre’l-Mü’minîn, ben Resûlüllah’tan şunu işittim, buyurdular ki: ‘Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız, oraya adımınızı atmayın; bulunduğunuz yerde vebâ başgösterirse, o zaman oradan çıkmayın ” Hz Ömer Efendimiz (r a ), sünnet hatırına vefakâr dostunu göremeyerek, içi yana yana bulunduğu yerden geri döndü
Sahâbe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık
İslâm dininin Kur'ân-ı Kerîm'den sonra ikinci kaynağı olan Sünnet, özellikleri ve uygulamaya yönelik temel görevi dolayısıyla Müslümanlar açısından vazgeçilmez bir niteliğe sahiptir Bu sebeple ilk dönemlerden günümüze dek İslâm'ın yorumlanması ve yaşanması sünnet verilerine dayalı olarak yürütüle gelmiştir
Sadece Kur'ân'a tâbi olduklarını iddia edip Resûlullah'ın (s a s ) sünnetinden yüz çeviren kişi ve gruplar dün olduğu gibi günümüzde de görülebilmektedir Toplumda sünnetin büyük bir kısmından şüphe edilmesine sebep olan bu tür iddiaların, günümüz gerçekleri de dikkate alınarak bilimsel yollarla değerlendirilmesi, hizmet vâdeden faydalı çalışmalardır Esasen İslâm'ı kendi din, mezhep, düşünce ve tercihlerine benzetme girişimlerinin görüldüğü her dönemde İslâm âlimlerinin, sünneti esas alan çalışmalara yöneldiği târihî bir gerçektir Günümüzün yoğun şekilde yaşadığı kültürler arası mücadele ortamında, İslâm kültürünün kendi özellikleri içinde kalabilmesi ve Müslümanların ondan bu kapsamda yararlanabilmesi "Sünnet"in ve "Sünnete Bağlılık" meselesinin yeniden tetkikini zorunlu hâle getirmiştir 1
Sünnete Bağlılık Kavramı
İ'tisâm bi's-Sünne (Sünnete Bağlılık), bir hadîs usûlü terimi olmamakla birlikte Hz Peygamber'in onu terkib olarak değilse de kavram olarak kullanmış olması2 ve zamanla hadîs edebiyatında bölüm veya bâb (alt başlık) adı olarak yerini almış bulunması bu terkibi incelemeyi gerekli kılmıştır Dolayısıyla i'tisâmın nitelik ve fiil olarak incelenmesi, gerek pratik dînî hayata ve kültüre gerekse İslâmî kimlik ve kişiliğe katkılar vâdeden bir mesâî alanıdır
"Sünnete Bağlılık", İslâmî literatürde "el-İ'tisâm bi's- Sünne" şeklinde ifade edilir Kavramların anlam çerçevesinin mümkün olduğunca açık bir şekilde tesbiti için öncelikle o kavramın dil yönünün belirlenmesine ihtiyaç vardır Bizim araştırma konumuz da bu ihtiyacın pek derinden hissedildiği bir mevzudur Zira i'tisâm bi's-Sünne meselesi son zamanlarda sünnet ile birlikte yoğun şekilde tartışılmaktadır Bu gelişme dikkate alınarak belli bir ilmî berraklığa ulaşabilmek maksadıyla el-İ'tisâm bi's-Sünne tâbirinin -söyleyiş yönünden- birinci kelimesi olan i'tisâm kavramının lügat ve terim anlamları değerlendirilecektir Konunun incelenmesi esnasında Kur'ân ve sünnetten misâller verilmeye özen gösterilecek, i'tisâm'ın ilk dönemdeki kullanılışı ortaya konulmaya çalışılacaktır
İ'tisâm Kelimesinin Anlamları
İ'tisâm kelimesinin kökü olan "asm", el ile yapışıp bırakmayacak şekilde tutmak, tutunmak, yakalamak, kavramak, sığınmak, iltica etmek,3 korumak,4 eksik bırakmadan tüm yönleriyle korumak5 mânâlarına gelir Nitekim bu anlam, "Allah, seni insanlardan koruyacaktır" (Mâide 5/67) meâlindeki âyette açıkça görülmektedir "Namaz kılan, zekât veren benden canını ve malını korumuş olur"6, "Allah'ım, benim için koruyucu kıldığın dinimi ıslâh et"7 ve "Kur'ân, ona sarılan için koruyucudur"8 hadîslerinde görüldüğü üzere kelime "maddî" ve "mânevî" şeylerden koruma ve korunma anlamında kullanılmaktadır Ayrıca asame kelimesinin kurtarıcı,9 (görüşünde) isâbetli olmak10 ve kifâyet11 mânâları vardır "İ'tisâm"la aynı kökten olan bazı kelimelerin mânâlarına da işaret etmek, kelimenin anlamının açıklanmasına faydalı olacaktır Meselâ, ismet kelimesinin kurtuluş yolu, hayırda sebat12 ve sağlam, doğru, insanların i'tisâm ettikleri kuvvetli iş13 mânâlarında olduğunu tesbit etmekteyiz Yine i'tisâm ile aynı kökten olan isti'sâm kelimesi ise genellikle sakınma ve kaçınma anlamında kullanılmaktadır "Ben onun nefsinden murâd almak istedim, fakat o, bundan şiddetle sakındı" (Yûsuf12/32) meâlindeki âyette, isti'sâmın, kaçınma,14 açık bir sakınma ve sıkı korunmayı15 ifâde ettiği görülmektedir
"İ'tisâm" kelimesine gelince, kelimenin sarılmak, bağlanmak,16 yapışmak,17 sığınmak,18 güvenmek,19 dayanmak, güç almak,20 kuvvetlenmek,21 yardım istemek,22 korunmak,23 kaçınmak24 anlamları bulunmaktadır Bu anlamların tümü, aslında i'tisâm bi's-Sünne terkibinin mânâsı ile uyum içindedir
İ'tisâm kelimesinin, kullanılışı ve anlamları konusunda âyet ve hadîslerdeki örnekleri, söylenilenleri te'kid edici önemi hâizdir Bu sebeple biz, kök anlamlarıyla terkib anlamı arasındaki ilişkiyi ve uyumu, âyet ve hadîslerden misâller vererek delillendirmek istiyoruz
Kur'ân-ı Kerîm'de i'tisâm kelimesi, pek fazla kullanılmamıştır Ancak "Kim Allah'a bağlanırsa (i'tisâm ederse) kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Âl-i İmrân 3/101) ve "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın (i'tisâm edin), bölünmeyin" (Âl-i İmrân 3/103) meâlindeki âyetlerde görüldüğü gibi sarılmak, bağlanmak anlamında kullanılmıştır
Peygamber Efendimiz'in Veda Haccı'nda söylediği "Size, sarıldığınız (i'tisâm ettiğiniz) takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım Allah'ın Kitabı ve Nebîsi'nin sünneti"25 hadîsi, 'Sünnete i'tisâm'dan bahseden en meşhur nasstır Buna göre "İ'tisâm bi's-Sünne" terkibi, bu söylenişiyle yani terkib şeklinde değilse bile öz ve kavram olarak Hz Peygamber tarafından ortaya konulmuştur Hadîs aynı zamanda, hem i'tisâm kelimesinin kullanılışına delil olmakta hem de Kur'ân-ı Kerîm yanında sünnete sarılmanın gerektiğini belirtmektedir Bunun dışında "Allah'a inandım, Allah'a sarıldım (i'tisâm ettim)" 26 ve "Allah Teâlâ, sizin Allah'ın ipine sarılmanızdan (i'tisâm etmenizden) râzı olur"27 hadîslerinde de i'tisâm kelimesi, âyetlerde olduğu gibi Allah'a "sarılmak" anlamında kullanılmıştır
Tâbiîn âlimlerinden İmam Zührî'nin (v 124/741) "Geçmiş âlimlerimiz 'Sünnete sarılmak (Sünnete i'tisâm) kurtuluştur' derdi" 28 sözü ise, "i'tisam bi's-Sünne" terkibinin, sahâbîler tarafından kullanıldığına delil olmaktadır
Kelimenin kök mânâları ve kullanımlarından "i'tisâm" kelimesinin, sünnetin hiçbir şekilde ihmal edilmeyip ona sımsıkı sarılmak anlamını taşıdığı, bu sebeple son derece bilinçli bir seçim ve ifadelendirme olduğu anlaşılmaktadır Aynı zamanda i'tisâm kelimesinin aslında olumluluk, doğru olma, doğruyu bulma mânâsı bulunmaktadır Kelimenin mânâlarından hareketle sünnetin koruyucu olduğu sonucuna gidilebilir Yine kelimenin kifâyet mânâsı, sünnetle yetinmek, sünnete uygun olmayan düşünce ve davranışlardan yine sünnetle korunmak anlamında sünnetin yeterli ve koruyucu oluşuyla paralellik göstermektedir Korunmak mânâsı bile sünnet dışı olan şeylerden sünnetle korunmak, sünnette olmayandan kaçmak anlamlarında i'tisâm bi's-Sünne terkibiyle uyuşmaktadır "İ'tisâm"ın, bir şeyden ayrılıp başka bir şeye sıkıca bağlanmak mânâsına gelmesi de başka şeyleri bırakıp sünnete bağlanmayı anlatması bakımından önemlidir Âyet ve hadîslerde Allah'a, Kur'ân'a, sünnete yönelik bir fiil olarak kullanılan i'tisâm kelimesi, çok özel ve yüksek bağlılık kavramının ifadesi olmaktadır
İ'tisâmın Tahlili
"İ'tisâm"ın, Müslümanlar arasında itibar kaynağı olan bir fiil olduğunu söylemek gerekir Resûlullah'ta (s a s ) güzel bir örnek olduğunu belirten "Hakikaten Allah'ın Resûlü'nde sizler için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır " âyetiyle (Ahzâb 33/21) ve Hz Peygamber'in de kendisini "Bende sizin için örnek yok mu?" 29 sözleriyle misâl göstermesi, Müslümanların Hz Peygamber'in yoluna uymaları, O'nun edebiyle edeplenmeleri emridir, isteğidir Bu âyet ve hadîslerin zikredilmiş olması, aynı zamanda Hz Peygamber'e benzemenin ne derece önemli olduğunun göstergesidir
İ'tisâm, her şeyden önce imanla ilgilidir Sünnete uymak, sünneti yaşamak için Hz Peygamber'e ve O'nun yoluna inanmak gerekir Bundan sonra "i'tisâm"ın bir "fiil/eylem" olduğu dikkate alınmalıdır Nitekim etbâu't-tâbiînin âbid ve zâhidlerinden Abbâd b Abbâd el-Havvâs, "sünnetle amel etmeyip, sadece sözle benimsemekle yetinmeyin Zira sünneti amel etmeksizin benimsemek, ilmi zâyi etmenin yanında yalan söylemektir" 30 diyerek, hayata geçirmedikten sonra sünneti bilmenin bir şey ifâde etmediğine işaret etmiştir
Bu doğrultuda, sünnete uymak, sünneti uygulamak yanında sünnete aykırı davranışta bulunmamak da i'tisâm sayılmıştır İbâdetleri, sünnete uygun olarak yerine getirmek, başlı başına "Sünnete Bağlılık" anlamına gelmekte, amellerin sünnetteki şekliyle yetinme, sünnet dışına çıkmama i'tisâm kavramının içinde yer almaktadır Buna göre i'tisâm fiili, sünnetteki uygulamayı tatbik etmekten ibaret olmaktadır
İslâm Dini'nin getirdiği büyük nizam, sünnetle hayata geçirilmiştir Birçok yönü olan bu sistemde Hz Peygamber'e uymak, O'na (s a s ) benzemeye çalışmak zor ve ferdî hürriyeti kısıtlama gibi görülebilir Hatta "sünnete ittibâ, sonuçta insânî faaliyet hürriyetine ve cemiyetin tekâmülüne tecâvüz hâlini alır"31 iddiasında bile bulunulabilir Bu gibi bir iddia, ya İslâmiyet'i iyice bilmemekten kaynaklanmış olabilir, ya da kötü bir niyetin ürünüdür Sünneti, hayatın dışında gören bu anlayış, sünneti ferde ve topluma zararlı hatta bir yük olarak kabul eder Halbuki sünnet, Müslümanın hayatının kendisidir Bir peygamberin yaşama biçiminin ise kimseye zararlı olmayacağı âşikârdır Bunun şuurunda olan sahâbîler, arzularının ve buna bağlı olarak da fiillerinin Hz Peygamber'e uygun olmasını esaret değil, gerçek hürriyet sayıyorlardı Çünkü İslâmiyet hevâyı bırakıp hakka uymayı emretmiştir Sünnet de hak olduğuna göre sünnete bağlılık insan hayatını sınırlayıcı değil, düzenleyicidir Bir biçimde yaşaması gereken insan, benzeyeceği insanlar arasında seçim yapacaktır Kur'ân'ın insanlara örnek olarak gösterdiği Peygamber (s a s ) gibi yaşamak, O'na (s a s ) benzemek; hürriyetleri kısıtlamak değil, aksine nefsin, diğer insan ve nizamların egemenliğinden kurtulması demektir
İ'tisâm, bütün yönleriyle sarılmak, bağlanmak mânâsında olunca "Sünnete sarılma"nın aşırılıkla ilgisi olup olmadığı söz konusu olabilir Halbuki İslâmiyet, itidâl dinidir Dinde aşırılık kapısı kapatılmıştır Hz Peygamber, güç de olsa sürekli istikâmet üzere olmayı tavsiye etmiştir 32 O (s a s ), amellerde itidâlin elden bırakılmaması; konulmuş olan şer'î sınırlar aşılarak, usanç verecek, dinde karışıklık doğuracak, tabiî ihtiyaçların karşılanması için gerekli faaliyetleri engelleyecek bir davranışa girilmemesi uyarısında bulunmuştur 33 Hz Peygamber'in kendi davranışları ve sahâbîlere yaptığı uyarılarından anlaşıldığına göre, arzu edilen, itidâl, yani orta yoldur Bu tutum, aynı zamanda "sünnetin itidalden ibaret olduğu" mesajını vermektir Zaten din, tabiî olanı emreder Bu itibarla i'tisâm bi's-sünne, İslâm'ı mutedil bir çizgide yaşamak demektir Asla aşırılık anlamı taşımamaktadır Çünkü sünnet, hayatı Müslümanca yaşama biçimidir Hz Peygamber kendi yaptığından daha fazlasına rıza göstermemiş, ömür boyu sünnet üzere yaşamanın daha önemli olduğunu belirtmiştir
Öte yandan i'tisâm'ın dînî yaşayışta azîmet mi yoksa ruhsat mı ifâde ettiği önemli bir noktadır 34 Bunun incelenmesi sünnete i'tisâm'ın mümkün olup olmadığının ya da ne ölçüde mümkün olabileceğinin tesbitine de imkân verecektir Her şeyden önce Hz Peygamber'in, "Bazılarına ne oluyor ki benim ruhsat verdiğim şeyleri yapmaktan çekiniyorlar!"35 hadîsi, sünnette belirlenenden öte Müslüman olunamayacağını gösterir Sünnete uygun az amel, bid'at olan çok amelden hayırlıdır Kim benim (sünnetimle) amel ederse, Ben'dendir, kim sünnetimden yüz çevirirse Ben'den değildir" 36 hadîsi de azlık-çokluk, kolaylık-zorluk gibi keyfiyetlerden daha ziyade, sünnet üzere yaşamanın önemli olduğunu ortaya koyar
Sahâbîlerin iki türlü uygulama imkânı olan durumlarda ruhsatları kullanmayıp azîmeti tercih ettiği hâller olmuştur Onlar, ruhsat olanı da kabul ettikleri için bu, i'tisâmsızlık sayılmaz İkili uygulama imkânının bulunduğu hallerde, güçlüğe düşmeden aslî olan veya azîmet ifade eden tercih edilmiş olmaktadır
İ'tisâm, "Sünnete Bağlılık" mânâsıyla bir azîmet, sünnetin itidâl ve kolaylaştırılmış İslâmî yaşayış olması dolayısıyla da tam bir ruhsat ve kolaylık anlamı taşımaktadır
Hz Peygamber'e uymanın, O'nun sünnetine sarılmanın ittibâ mı yoksa taklit mi olduğu, i'tisâm ile taklit arasında mâhiyet açısından birlik bulunup bulunmadığı da akla gelebilir
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde taklidi zemmetmiştir Meselâ, "(Yahûdiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler" (Tevbe 9/31) buyurulmuştur Allah'ın emirlerini ihlâl konusunda; bâtıl olan taklidi kınayan, taklidin ne tehlikeli boyutlara vardığını gösteren bu âyetteki "rab edinmek"le ilgili olarak Resûlullah (s a s ) "Rahipler, Allah'ın haram kıldığını helâl sayıyor, halk da helâl sayıyordu Allah'ın helâl kıldığını, halka haram kılıyorlar, onlar da haram sayıyorlardı Bu, onlara tapınma demektir" buyurmuştur 37 Hz Peygamber, bu sözleriyle Allah'ın emir ve yasakları varken, bunları bırakıp kendi kendilerine helâl-haram belirleyen âlimlere tâbi olmayı, taklit etmeyi, o kişileri tanrı edinmek olarak tanımlamıştır 38 Çünkü Allah'ın helâl-haram kılma yetkisini kullanan bu ruhban sınıfına, verdikleri hükümlerin delili sorulmamaktadır
İnsanlara düşünmeden uymanın yanlışlığı da Kur'ân-ı Kerîm'de yer almaktadır "Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız" (Zühruf 43/23-24) âyetinde, inkârcıların, ihtidâ sayarak atalarına, babalarına uydukları belirtilmiş, yanlışlığı takipteki ısrar kınanmıştır Mukallidler, atalarının sözleriyle amel ederler, onların izlerine tâbi olur, onlara uyarlar Dalâletlerinden çıkarılıp, hakka çağrılsalar da delilsiz, hüccetsiz olan atalarından kalan mirasa sarılırlar 39 Taklitçilerin, "Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfâl 8/22) âyetinde sağır ve dilsizlere benzetilmeleri de körükörüne hareket ettiklerini ortaya koymaktadır
Taklidin kötü yanlarından biri de taklit edilenlerin durumudur Bunlar, insan olmaları açısından her zaman hata, gaflet, hevâya uyma gibi durumlarla karşı karşıyadırlar Resûlullah (s a s ), taklit edilecek kişilerin bu durumuna, "Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden endişe ediyorum: Âlimin sürçmesi, zâlimin hükmü ve peşinden gidilen hevâ" 40 hadîsiyle işaret etmiştir Hz Peygamber'in kendisine içtihâd yetkisi verdiği sahâbilerden Muâz b Cebel (v 18/639), kendisi de âlim bir kimse olmasına rağmen âlimlerin sürçebileceğini, hataya düşebileceklerini şöyle ifade etmiş, Müslümanları uyarmıştır: "Âlim, hidâyet üzere de olsa onun hayatını din olarak taklit etmeyin Mü'min fitneye düşer, sonra tevbe eder Kur'ân'a gelince yol işareti gibi işarettir (ışıktır) "41 Taklit edilecek kimselerin hayatında -âlim de olsa- dalgalanmalar olabilir Hataya düşebilir, sonra hakkı bulabilir Çünkü insanlar mâsum değildir Bilindiği gibi mâsum olmayan kişilerin bilinçsizce ve tabu hâline getirilerek taklit edilmesi, dini tahrif eden sebeplerden biridir
Hz Peygamber, uyulması gerekeni ve taklitten kurtulmanın yolunu "Size iki şey bırakıyorum Onlara sarılırsanız asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün sünneti " 42 hadîsiyle göstermiştir Böylece gerçek ittibâın, Kitab ve sünnete olacağını belirtmiştir Taklidin bâtıl oluşu sebebiyle asıllara yani Kitâb ve sünnete teslimiyet şarttır Taklidin pek çok sakıncalarından dolayı Hz Peygamber'den başkasının hayatına ittiba edilmeyeceği ortaya çıkar Çünkü Hz Peygamber'in diğer insanlar gibi haktan ayrılması, sonra hakkı bulması söz konusu değildir "Her hâlükârda düşünülmeden bağlanılması vâcip olan sünnetleri taklit gibi hiç kimse taklit edilmez"43 sözü, sünnete ittibaın veya taklidin gerektiğini belirtir Zira, Resûlullah'ın (s a s ) ismeti sâbittir, günahlardan, dinde hataya düşmekten korunmuştur 44
Taklit ile ittiba arasında şu fark vardır: Taklit, şahsa yönelik; ittibâ, Kitab'a, sünnete yani delile yöneliktir Resûlullah'ın (s a s ) taklid edilmesiyle, örnek alınması farklı şeylerdir O'na tâbi olmakla taklit etmek arasında fark vardır Taklitte irâde yoktur Tâbi oluşta irâdî bir tavır vardır İ'tisâm bilinçle yapılır Taklitte olsa olsa sadece taklit etme düşüncesi olabilir Taklitteki bilinçsizliği anlatmak için "körü körüne taklit" deyiminin kullanılması da bunu gösterir Fiil olarak i'tisâm'ın, şuurla yapılan bir uygulama olması özelliği taklide engeldir Bu, bizi aynı zamanda i'tisâmın ruh ve fiil bütünlüğü gerektirdiği sonucuna götürür
Hz Peygamber'in tavırları, fiilleri kısacası kendisi delil niteliğindedir Taklit ve i'tisâm arasında fiil olarak görüntüde bir paralellik bulunsa bile, temelde yani "delil"e uyulmuş olması bakımından çok büyük farklılık vardır Bu sebeple sünnete uymak, "taklit" değil, i'tisâm ve ittibâdır
Aynur URALER
Dr , M Ü İlahiyat Fakültesi, Hadis Anabilim Dalı
Sünnete Sarılmayı Gerekli Kılan Amiller
İslâmiyet'te meşrûiyetin olduğu gibi gerekliliğin de asıl kaynağı, Allah'ın Kitâb'ı ve Resûlü'nün (sav) sünnetidir Her alanda gerekli ve geçerli olan bu kâide sebebiyle "Sünnete sarılma"yı, Kitab ve sünnet nassları ile incelemek şüphesiz tabiî bir durumdur
Kur'ân-ı Kerîm'in sünnete sarılmayı emretmesi
Kur'ân-ı Kerîm'de sünnete sarılmak gerektiğini (sünnete i'tisâm), sünneti bir bütün olarak kapsayacak tarzda çok genel ve öz bir biçimde şu âyet ifâde eder: "Resûl size ne getirdi ise onu alın, ona tutunun; sizi neden nehyettiyse ondan kaçının!" (Haşr/59: 7) Sahâbîler, bu âyetin sünneti kapsadığı inancındadır Meselâ, Abdullah İbn Mes'ûd, kendisine dövme yapma ve kadınların kaş tüyleri gibi bazı tüylerini alma yasağının Kur'ân'da bulunup bulunmadığı sorusuna, Peygamberimizin ilgili hadîsiyle cevap vermiş ve bunu Kur'ân'a ait bir nehiy gibi değerlendirme sadedinde de bu âyeti okumuştur 1 Mevdûdî, fey' taksimi münasebetiyle inen bu âyetteki hükmün umûmî ve asıl maksadın, tüm münasebetlerde Hz Peygamber'in (sav) emirlerine teslimiyet olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de şöyle izah etmiştir: "Resûl size neyi getirdi ise onu alın" denirken, cümlenin devamında "size neyi getirmediyse" değil, "neyi yasakladıysa ondan kaçının" şeklinde bir ifade kullanılmıştır Bu hüküm sadece fey'e ait malların paylaşımını ihtiva etseydi, o zaman "neyi getirmediyse" denirdi Fakat, "neyi yasakladıysa" denilmesinden anlaşıldığına göre kastolunan, Hz Peygamber'in (sav) emir ve yasaklarına uyulmasıdır Nitekim, bizzat Hz Peygamber (sav) de, "Size emrettiğimi mümkün olduğunca uygulamaya çalışın, yasakladığımdan da kaçının " 2 buyurmuştur
Hz Peygamber'e (sav) iman edilmesini ve O'na uyulmasını emreden âyetler, Hz Peygamber'in ve sünnetinin konumunu belirlemek bakımından i'tisâmın gereğini de ortaya koymaktadır "Allah'a ve ümmî peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız" (A'râf/7: 158) âyetinden anlaşıldığı üzere Resûlullah'a (sav) iman ve O'na uyma, Allah Teâlâ'nın istediği yola uymuş olmak için şarttır Resûl'e iman, O'nun getirdiği vahye ve ortaya koyduğu sünnete i'tisâmı gerektirirken, bunları tasdik etmemekten kaynaklanan i'tisâmsızlık da imansızlığa delildir
Hz Peygamber'in Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu belirten "Andolsun ki, Resûlullah'ta sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır" (Ahzâb/33: 21) âyeti, bağlanılması gereken sünnetin "üsve-i hasene (güzel örnek)" olduğunu belirtmekte, dolayısıyla i'tisâm teşvikinde bulunmaktadır Zira "üsve", bütün fiillerinde O'na uymayı ve değer vermeyi, bütün ahvâlini önemsemeyi ihtiva eder 3 Ayrıca âyetler, her devre hitap ettiği için, bütün Müslümanlar onun muhatabıdır O (sav), her devirde örnek alınmalıdır
Resûlullah'a (sav) itaat edilmesi emri de sünnete i'tisâmı gerekli kılar Bilindiği gibi, peygamberlere karşı yerine getirilmesi gereken vazifelerden ve onlara uyma şartlarından biri itaattir "Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur " (Nisâ/4: 80) âyeti, peygambere itaatin neden gerekli olduğunu ve itaatin zorunluluğunu ortaya koyar Âyetler, Resûlullah'a (sav) itaati, Allah'a itaat saymıştır 4
Peygamber'e (sav) itaati, sadece "Kur'ân konusunda Peygamber'e itaat gerekir " şeklinde anlamak mümkün değildir Zira bu şekilde anlamayı gerektirecek nassî bir delil bulunmamaktadır Hz Peygamber'e itaat mecburiyeti, O'na (sav) itaatin Allah'a itaat etme sayılmasındandır Çünkü Hz Peygamber, Kur'ân'ın ifadesiyle, sadece Allah'ın yolu sırât-ı müstakime götürmekte (Şûra/42: 52) ve yalnız Allah'tan kendisine vahyedilene uymaktadır (En'am/6: 50) Şayet Resûl'e itaatten sadece Allah'a itaat murad edilmiş olsaydı, "Allah'a ve Resûlüne itaati" emreden âyetler bulunmazdı Ona itaat, Kur'ân'da bulunan hususlarda farzdır denilecek olursa bu, Resûl'e mahsus bir itaat sayılmaz Allah ve Resûlü'ne itaat, ayrı ayrı zikredildiğine göre, Hz Peygamber'e mahsus bir "itaat" alanı vardır ve O, (sav) Kur'ân'da yer almayan konularda hüküm veriyor demektir "Allah Teâlâ, 'Peygamber'e itaat edin ' sözüyle 'Peygamber'le gönderdiğim âyetlere itaat edin, ama Peygamber'in bunun dışındaki açıklamalarına ve yorumlarına bakmayın' demeyi murat etseydi, bunu açıkça söylerdi Aksine mutlak bir ifadeyle, hiçbir şeyle kayıtlamadan 'Resûlullah'a itaat edin ' buyuruyor Öte yandan, 'Resûlullah'a itaat edin' buyruğunun anlamı, Allah Teâlâ'nın O'nunla gönderdiği âyetlere itaat edin demek olsaydı, o takdirde, âyetlerin başındaki 'Allah'a itaat edin' sözü gereksiz bir tekrardan ibaret olurdu Allah Teâlâ'nın emrettiği bu itaat, sadece Resûlü'nün getirdiği âyetleri kapsamamakta, âyetlerle birlikte sünnetine, hattâ şahsına itaati de içine almaktadır "5
İslâm âlimleri, konuyla ilgili âyetlerden hareketle Peygamber'e itaatin, O'nun sünnetine sarılmak ve getirmiş olduğu emir ve yasaklara boyun eğmek olduğunu söylemişler,6 "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin " âyetlerinde Allah'a itaatin farzlarda, Resûl'e itaatin ise sünnetlerde itaat edin demek olduğunu belirtmişlerdir 7
Hz Peygamber'e ittibâı emreden âyetler de sünnete uymayı gerektirir "Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na ittiba edin ki, doğru yolu bulasınız " (A'râf/7: 158) âyetinde Peygamber'e ittiba, Peygamber'e imanın devamı ve gereği sayılmıştır "De ki: Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın " (Âl-i İmran/3: 31) âyetinde ise Allah'ı sevmenin ve O'nun tarafından sevilmenin şartı, Peygamber'e ittiba olarak gösterilmiştir Sevgi konusunda ittibaın şart koşulması, diğer konularda Peygamber'e ittibaı, tabiî olarak gerekli kılar Ayrıca Allah Teâlâ'nın, Resûlü'ne (sav) tâbi olmayı kullarına farz kılması, Resûlullah'ın (sav) sünnetinin Allah Teâlâ tarafından kabul edildiğini gösterir
Kuran'la, Peygamber'in Hadisi Varken Neden İctihada İhtiyaç Duyuldu?
Cenab-ı Allah; büyüklük ve cemalini göstermek ve dünyayı imar etmek için insanı halife olarak yarattı Hilafet görevini gereği gibi yapabilmesi için, onu arzu ve istekleriyle baş başa bırakmadı İnanç, ibadet, alış-veriş ve hayatın her dalında fert ve toplumun menfaatine yönelik olarak hükmünü beyan edip, indirdiği sahife ve kitaplarıyla yolunu aydınlattı, en son olarak da en mükemmel ve kıyamete kadar hüküm sürecek Kur'an-ı Kerim'i insanlığa ihtaf etti Ancak dünya hadisleri sonsuz olmakla beraber Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri mahduttur Açıkca her hadisenin hükmünü beyan etmez Bunun için ortaya çıkan Bir hadisenin hükmünü anlamak için önce Kur'an-ı Kerim'e, sonra Peygamber (sav)'in hadisine baş vurulur Bunlardan birisine kesin olarak hükmü beyan edilmiş ise mes'ele tamamdır, hiç bir kanaat yürütülmez Hadisenin hükmü Kur'an ve Sünnet'te açıkca belirtilmemişse ictihada gidilir Yani, Kur'an ve Sünnet'in ışığı altında hükmünü ortaya çıkarmak için cehd ve gayret gösterilir İctihad yüce dinimizin en büyük meziyetlerinden biridir İctihad sebebiyle hayat sahnesinde ortaya çıkan bütün hadislerin hükmü beyan edilebilir Dinimizin, her asrın bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kabiliyete sahip olmasının sebeplerinden biri de budur
|