Konu
:
Atatürk İlkeleri - Atatürk'ün Atatürk İlkelerine Yansıyan Düşünceleri Nelerdir?
Yalnız Mesajı Göster
Atatürk İlkeleri - Atatürk'ün Atatürk İlkelerine Yansıyan Düşünceleri Nelerdir?
09-11-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Atatürk İlkeleri - Atatürk'ün Atatürk İlkelerine Yansıyan Düşünceleri Nelerdir?
Atatürk İlkeleri - Atatürk'ün Atatürk İlkelerine yansıyan düşünceleri nelerdir?
Atatürk İlkeleri - Atatürk'ün Atatürk İlkelerine yansıyan düşünceleri nelerdir?
1) Atatürkçülüğün Tanımı
Atatürkçülük temel ilkelerini Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği Türk ulusunun gereksinimleri ile gerçeklerinden ortaya çıkan Türk ulusunun bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa huzur ve gönence iye (sahip) olması devletin ulus egemenliği ilkesine dayandırılması usun (aklın) ve bilimin yol göstericiliğinde Türk ulusal kültürünün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarılmasını amaçlayan; devlet yaşamına düşünce yaşamına ekonomik yaşama toplumun temel kurumlarına ilişkin gerçekçi düşünce ve ilkeleri içeren tümden bir ulusal çağdaşlaşma değişim ve dönüşüm modelidir
Atatürkçülük öngörüp gerçekleştirdiği toplumsal siyasal ve ekonomik model bakımından evrensel değerlere de dayanan bir düşünce dizgesidir
Değişim ve dönüşümü temel aldığı için de değişken bir yapıdadır
Us ile bilimi temel alan yaklaşımıyla “İnkılapçılık İlkesi” hem düşünce dizgesinin (sisteminin) hem de öngörülen toplumsal siyasal ve ekonomik modelin çağdaş değişim ve dönüşümlere açık olduğunu gösterir
Nitekim Atatürk 1925’te “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların hedefi Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağımıza uygun bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır
İnkılaplarımızın temel ilkesi budur
Bu gerçeği kabul edemeyen anlayışları darmadağın etmek zorunludur
Şimdiye dek ulusun dimağını paslandıran uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur
Her durumda zihniyetlerde var olan hurafeler tümüyle kovulacaktır
Onlar çıkarılmadıkça dimağa gerçek pırıltılarını yerleştirmek olanaksızdır
” diyerek düşünce dizgesinin (sisteminin) çağdaşlaşma hedefini imlemiştir (işaret etmiştir)
2) Atatürkçülüğün Temel İlkeleri
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen bir ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında belli temel ilkeler üzerinde kurulmuştur
İşte Atatürkçülük bu temel ilkeleri de içermekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesini oluşturmaktadır
“Merkezî-Milli (Üniter) Devlet” “Tam Bağımsız Devlet” “Milli Egemenliğe Dayalı Demokratik Laik Devlet” özellikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleridir
Kimi başka özelliklerle anayasalarımıza da yansıyan bu ilkeler Atatürkçülüğün de özünü oluşturan temel değerlerdir
Bu durumda Atatürkçülük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yaşatma ve yarınlara taşıma bilincini de belirtmektedir
2
1
Ulus (Üniter) Devlet
Çağımızın devleti çağdaş devlet kimi aykırılıklar bir yana bırakılırsa “ulus (üniter) devlet”tir
Başka bir deyişle günümüzde devletin insan ögesi “ulus” adını alan topluluktur
Türkiye Cumhuriyeti yerine kurulduğu Osmanlı Devleti gibi çok uluslu bir ilhanlık (imparatorluk) değildir
İnsan ögesi Türk ulusuna dayanan tüm anlamıyla ulusal bir devlettir
Türk çoğunluğu topraklarını hedefleyen Ulusal Ant (Misak-ı Milli) sınırları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu temel özelliği Lozan Antlaşması’nda da uluslararası hukuk bakımından da tescil edilmiştir
Ulus Devlet özelliği hem ülkenin hem de ulusun bölünmezliğini birliğini belirtir
Türkçe’nin resmi dil devlet eğitim ve yayın dili olması; hukukun tekliği; merkezi yönetim kültürel ve siyasal bütünlük bunu tamamlar
Anayasamızın 3
maddesi ulusal devlet olma ilkesini; 126 ve 127
maddeler de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasal coğrafi düzeninin merkezi devlet olduğu ilkesini getirmiştir
Türkiye Cumhuriyeti Devleti merkezi ulusal devlettir
Burada “merkezilik” özelliğinin vurgulanmasının nedeni “federal” devletin de ulus devlet olabileceği gerçeğidir
Bilindiği gibi bir çok federal devlet ulusal devlet olabilmektedir
ABD İsviçre çağdaş ulusal devletlerdir ancak bunların siyasal yapıları “federal yapı”dır
Bu yönüyle ulusal devlet yapısı “ilhanlık (imparatorluk) devlet yapısını” ve “ümmetçi devlet yapısını” reddetmektedir
Atatürk 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi’ni açarken yaptığı konuşmada ulusal devlet özelliğini şöyle açıklamıştır: “Bugünkü devletimizin biçimi yüzyıllardan beri gelen eski biçimleri ortadan kaldıran en gelişmiş biçim olmuştur
Ulusun varlığını sürdürmek için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ yüzyıllardan beri gelen biçim ve niteliğini değiştirmiş yani ulus dinsel ve mezhepsel bağlılık yerine Türk ulusluğu (milliyeti) bağıyla bireylerini toplamıştır
”
Atatürkçülüğün temel ilkelerinden biri olan ulusal devlet anlayışı Fransız Devrimi’nden sonra gelişen evrensel çağdaş değerlerden biri olduğu gibi ulusalcılık (milliyetçilik) ilkesinin de doğal bir sonucudur
2
2
Tam Bağımsız Devlet
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti gibi siyasal ve ekonomik bakımdan “yarı bağımlı” bir devletin yıkıntıları üzerinde kurulup yükselmiştir
Bu nedenle “tam bağımsızlık” Atatürk’ün baştan beri üzerinde en çok durduğu bir temel ilke olarak yaşama geçirilmiştir
Atatürk’ün tam bağımsızlık konusundaki en öz sözleri Söylev’in belleklerimize işlemiş olan şu satırlarında yer almaktadır:
“İlke Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır
Bu ilke ancak tam bağımsızlıkla sağlanabilir
Ne kadar varsıl (zengin) ve gönençli (müreffeh) olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranıma yaraşır olamaz
Yabancı bir devletin koruyuculuğu ve kollayıcılığını kabul etmek insanlık niteliklerinden yoksunluğu güçsüzlük ve beceriksizliği itiraf etmekten başka bir şey değildir
Gerçekten bu duruma düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine kesinlikle olasılık verilemez
Oysa Türk’ün onuru izzet-i nefsi ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür
Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir! Dolayısıyla ya bağımsızlık ya ölüm!”
Atatürk’e göre bağımsızlık biçimsel ve sözde bir bağımsızlık değil her alanda tam ve gerçek bir bağımsızlıktır
Nitekim Haziran 1921’de Fransız temsilcisi Franklin Bouillon’a şunları söylemiştir: “Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasal mali iktisadi adli süersel (askeri) kültürel ve benzeri her konuda tam bağımsızlık tam özgürlük demektir
Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulus ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir
”
Atatürk bağımsızlık konusunda özellikle mali bağımsızlığa dikkat çekmiş ve bunun önemini vurgulamıştır
1 Mart 1922’de Kamutay’ın (Büyük Millet Meclisi’nin) üçüncü toplantı yılını açarken bu konuda şunları söylemiştir : “Bugünkü mücadelelerimizin hedefi tam bağımsızlıktır
Bağımsızlığın bütünlüğüyse ancak mali bağımsızlıkla olanaklıdır
Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün yaşam kollarında bağımsızlık felce uğramıştır
Çünkü her devlet organı ancak maliye gücüyle yaşar
Mali bağımsızlığın korunması için ilk koşul bütçenin ekonomik bünyeyle orantılı ve denk olmasıdır
Dolayısıyla devlet bünyesini yaşatmak için dışarıya başvurmaksızın ülkenin gelir kaynaklarıyla yönetimi sağlamak çare ve önlemini bulmak gerekli ve olanaklıdır
”
Kuşkusuzdur ki Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı yabancı düşmanlığı ya da dış ilişkilerde yalnızcılık politikası anlamına gelmez
Daha Sivas Kurultayı kararlarından başlayarak öbür uluslarla bilimsel ekonomik ve teknolojik ilişki ve işbirliğini önemseyen Atatürk bu konuda şunları söylemektedir: “Türkiye’nin bağımsızlığı her alanda tümüyle onaylanmak koşuluyla kapılarımız bütün yabancılara genişçe açık kalacaktır
Biz yabancılara karşı herhangi düşmanca bir duygu beslemediğimiz gibi onlarla içten ilişkilerde bulunmak isteğindeyiz
Türkler bütün uygar ulusların dostlarıdır
Amacımız yeniden yakınlaşmak bizi başka uluslara bağlayan bağları artırmaktır
Ülkeler çeşitlidir ancak uygarlık birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması gereklidir
”
2
3
Ulusal Egemenliğe Dayalı (Demokratik-Laik) Devlet
Atatürkçülüğün temellerini oluşturan üçüncü ana ilke ulusal egemenliktir
Ulusal egemenlik devlet içinde en üstün buyurma erki (kudreti) olan egemenliğin ulusa ait olduğunu belirtir
Bu anlamda ulusal egemenlik kişi ve zümre egemenliğiyle yani monarşik oligarşik ya da dinsel (teokratik) yönetim biçimleriyle kesinlikle bağdaşmaz
Tıpkı tam bağımsızlık ilkesi gibi ulusal egemenlik de Atatürk’ün Ulusal Mücadelenin ilk günlerinden beri açıkça ortaya koyduğu ısrarla vurguladığı bir ilkedir
Atatürk Erzurum ve Sivas Kurultayları’nda “ulusal istenç (irade)” olarak belirtilen bu ilaaai 28 Aralık 1919’da Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelişinden bir gün sonra şöyle ortaya koymuştur : “Bir ulus varlığı ve hakları için bütün gücüyle bütün düşünsel ve maddi güçleriyle ilgili olmazsa bir ulus kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz
Bu nedenle örgütümüzde ulusal güçlerin etken ve ulusal istencin (iradenin) egemen olması ilkesi benimsenmiştir
Bugün bütün dünyanın ulusları yalnız bir egemenlik tanırlar : Ulusal egemenlik
”
Atatürk Ulusal Mücadelenin başlangıcından öldüğü ana dek her fırsatta ulusal egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla ulusal egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı biçimde karşılaştırmıştır
Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim biçiminin ulusal egemenlik ilkesine dayanan dizge (sistem) olduğunu çok iyi bilen Atatürk; TBMM’nin açılması Sultanlığın kaldırılması Cumhuriyetin ilanı Halifeliğin kaldırılması ve öbür kimi temel yapısal değişim ve dönüşüm hareketleriyle hep ulusal egemenliği yerleştirme çabası içinde olmuştur
Atatürkçülükte ulusal egemenlik ilkesi demokratik laik devleti gerçekleştirme amacının temel bir parçası olarak değerlendirilmiştir
Bu ilke aynı zamanda Cumhuriyetçilik Milliyetçilik Halkçılık ve Laiklik ilkelerini de besleyen önemli bir ilkedir
Egemenliğin kaynağı olarak ulus istenci (iradesi) yani hukuksal anlamda bireysel istenç benimsendiğinde bunun sonucu olarak da ulusal egemenlik yaşama geçirildiğinde laik devlet düzeninin oluşturulması için ilk adım da atılmış olmaktadır
Çünkü “İktidarın kaynağı ilahidir
” dendiğinde bundan “teokratik/skolastik” düşünce sistemleri dolayısıyla dinsel hukuk/devlet/toplum yapıları; “İktidarın kaynağı bireyseldir
” dendiğindeyse bundan “ilahi”nin karşıtı “laik” düşünce dizgeleri (sistemleri) dolayısıyla laik hukuk/devlet/toplum yapıları çıkmaktadır
Ulusal istenç (irade) ya da ulusal egemenlik düşüncesinin sonucu olarak laik toplum/hukuk/devlet düzenine geçişte bir yandan dinsel toplum/hukuk/devlet düzenine ait “ümmet” düşüncesi yerini “ulus” düşüncesine bırakırken öte yandan “kul/tebaa” düşüncesi yerini “birey/yurttaş” düşüncesine bırakmıştır
Böylece bugün hararetle savunulan ve uluslararası sözleşmelerle korunması geliştirilmesi devlete temel bir yükümlülük olarak yüklenen “insan hakları” düşüncesinin temelleri bu düşüncelerle atılmış olmaktadır
Günümüzde gerçekten insan hakları ancak laik demokratik bir toplum/hukuk/devlet düzeninde söz konusu olabilmektedir
3) Genel Olarak Atatürkçülüğün Ana İlkeleri
Atatürkçülüğün önemli bir bölümünü de bu üç temel ilke ve Atatürk’ün bütün atılım ve inkılaplarına yön vermiş olan çağdaşlaşma hedefinden kaynaklanan altı ana ilke oluşturmaktadır
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de ana nitelikleri olan bu ilkeler ilk önce dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın izlence (program) ilkeleri olarak benimsenmiş; 5 Şubat 1937 tarihli anayasa değişikliğiyle de devletin temel nitelikleri durumuna getirilmiş olan “Cumhuriyetçilik Milliyetçilik Halkçılık Devletçilik Laiklik ve İnkılapçılık” ilkeleridir
Bunlar birbirinden bağımsız ve birbiriyle ilgisiz ilkeler değildir
Tersine bunların tümü yukarıda açıklanan temel ilkelerle birlikte Atatürkçülük adını verdiğimiz tutarlı bir bütünü oluştururlar
3
1
Cumhuriyetçilik
Devlet biçimi ya da bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet egemenliğin bir kişi ya da zümreye değil toplumun tümüne ait olduğu bir devlet biçimini belirtir
Bu anlamda Cumhuriyet başta Devlet Başkanı olmak üzere devletin temel organlarının seçim ilkesine göre kurulmuş olduğu özellikle bunların oluşumunda “varislik” uygulamasının işlev üstlenmediği bir hükümet dizgesi (sistemi) demektir
Halk kendisinin seçtiği kişi ve organlarca yönetilmektedir
Cumhuriyetçilik ilkesi Atatürk’ün devlet anlayışının temellerinden birini oluşturduğunu gördüğümüz ulusal egemenlik ilkesiyle çok sıkı ilişki içindedir ve onun doğal bir sonucudur
Atatürk demokratik bir cumhuriyet hedeflemiştir
Bu bakımdan Cumhuriyetçilik ilkesi liberal demokrasinin gerçekleştirilmesi bakımımdan da önem taşır
Prof
Dr
Ergun Özbudun’un da belirttiği gibi bir devletin adının Cumhuriyet olması ve başında varislik yoluyla iktidara gelmiş olmayan bir devlet başkanının bulunması mutlaka o devletin ulusal egemenlik ilkesine dayanan demokratik bir yönetime iye (sahip) olduğunu göstermez
Kendisini Cumhuriyet olarak nitelemesine karşın gerçekte ulus egemenliğiyle de demokrasiyle de hiç ilgisi olmayan devletlerin tarihte de bugün de pek çok örnekleri vardır
Oysa Atatürk’ün Cumhuriyetçilik anlayışı yalnızca hükümdarlığın reddi anlamına gelen Cumhuriyetçilik değil ancak Demokratik Cumhuriyetçiliktir
Atatürk’e göre “Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıksal uygulamasını sağlayan hükümet biçimi Cumhuriyettir
Cumhuriyette son söz ulusça seçilmiş meclistedir
Ulus adına her türlü yasayı o yapar
Hükümete güvenir ya da onu düşürür
Cumhuriyette Meclis Cumhurbaşkanı ve Hükümet halkın özgürlüğünü güvenliğini ve rahatını düşünmek sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapamazlar
Çünkü bunlar bilirler ki kendilerini iktidar ve sorumluluk konumuna belirli bir zaman için getiren istenç (irade) ve egemenliğin iyesi (sahibi) olan ulustur
Yine bunlar bilirler ki iktidar konumuna sultanlık sürmek için değil ulusa hizmet için getirilmişlerdir
Ulusa karşı konum ve görevlerini kötüye kullanırlarsa şu ya da bu biçimde ulusal istencin (iradenin) kendilerine ilişkin yansımasına da uğrayabilirler
”
3
2
Ulusalcılık (Milliyetçilik)
Atatürkçülük en temel ilkelerinden biri de ulusalcılık (milliyetçilik) ilkesidir
Atatürkçü ulusalcılık anlayışı usçu (akılcı) uygar ileriye dönük demokratik toplayıcı birleştirici yüceltici insancıl ve barışçıdır
Atatürk’e göre Türk ulusalcılığı; “
İlerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası bağlantı ve ilişkilerde bütün çağdaş uluslara koşut (paralel) ve onlarla uyum içinde yürümekle birlikte Türk toplumunun özel kişiliğini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır
”
Atatürkçü ulusalcılık anlayışı ulusalcılığı reddeden komünizm ve ümmetçilik gibi siyasal akımlara ırkçılığa sınıf kavgasına karşıdır
Barışçı insancıl ve laiktir
3
3
Halkçılık
Halkçılık ulusalcılık ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte daha Ulusal Mücadelenin ilk günlerinden beri en çok vurgulanan ögelerden biridir
Halkçılık ilkesi bir yönüyle siyasal demokrasiyi hedeflerken öbür bir boyutuyla da eşitlik ögesini getirmiştir
Halkın yasalar önünde eşitliği ve her türlü ayrımcılığın reddi halkçılık ilkesinin demokrasiyi besleyen bir kaynak olduğunu da göstermektedir
Sınıf mücadelesinin reddi ve toplumsal dayanışmanın hedeflenmesi halkçılık ilkesinin bir başka ilkesini oluşturmaktadır
3
4
Devletçilik
Devletçilik Atatürkçülüğün temelinde yer alan güçlü ve çağdaş bir devlet yaratma hedefiyle yakından ilişkili bir ilkedir
Güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle olanaklı olabileceğini gören Atatürk çağın koşullarına göre devletin ekonomik etkinliklere öncülük etmesi bireylerin yapmasının olanaklı olmadığı büyük ve önemli işleri devletin yapması Türk girişimci yetiştirilmesi için devletin öncülük etmesi gerektiğini vurgulamıştır
Devletçilik ilkesi çerçevesinde Atatürk döneminde gerçekleştirilen ekonomik etkinliklere bakıldığında “ılımlı devletçilik” diyebileceğimiz bir yaklaşımın egemen olduğunu görüyoruz
Atatürk devletin düzenleyiciliğinden söz ederek “Devlet bireyin yerine geçmemelidir
” demiştir
Yine Atatürk girişim özgürlüğünün liberal demokrasilerin çağdaş bir ilkesi olmasından dolayı ekonomik etkinliklerin düzenlenmesi sırasında bireyin özgürlüklerinin dikkate alınmasını bir demokrasinin yaşatılmasının neredeyse koşulu olarak belirtmiştir : “Devlet bireyin yerine geçmemeli bireyin kişisel etkinliği ekonomik gelişmenin temel kaynağı olarak kalmalıdır
Bireylerin gelişmesine engel olmamak onların her yönden olduğu gibi özellikle ekonomik alandaki özgürlük ve girişimleri önünde devletin kendi etkinliğiyle bir engel ortaya getirmemek demokrasi ilkesinin önemli noktasıdır
Kişiliğin gelişmesinin engel karşısında kalmaya başladığı nokta devlet etkinliğinin sınırını oluşturur
”
Atatürkçü devletçilik halkçılık ilkesinin zorunlu bir bütünleyicisi durumundadır
Sınıf mücadelesinin önlenmesi toplumsal barışın sürdürülmesi toplumsal adalet ve güvenliğin gerçekleştirilebilmesi devletin toplumsal ve ekonomik alandaki işlevini en aza indiren bir anlayışla olanaklı değildir
Bu hedeflerin gerçekleşmesi gelişmiş ülkelerde de olduğu gibi devletin ekonomi alanında en azından düzenleyici ve denetleyici bir işlev üstlenmesini gerektirir
Atatürkçülükteki devletçilik ilkesi bugün böyle anlaşılmalıdır
3
5
Laiklik
Laiklik ilkesi Türk Devrimi ile Atatürkçülüğün temel taşıdır
Yapılan bütün değişim ve dönüşüm hareketlerinin amacı laik bir toplum/hukuk/devlet yapısı oluşturmaya yöneliktir
Laikliğin bir yönü din ve vicdan özgürlüğünün güvenceye alınmasıdır
Öbür bir yönü de resmi bir devlet dininin bulunmamasıdır
Laik bir sistemde devlet din ayrımı gözetmez
Devlet çeşitli inançlar ve dinler karşısında yansızdır
Yine laik bir sistemde devlet kurumlarıyla din kurumları birbirinden ayrılmış olmalıdır
Hukuk ve devlet yönetimiyle ilgili kuralların usa (akla) ve bilime yani deneysel değerlere dayanması din kurallarına bağlı olmaması da laik devlet ve toplum düzeninin temelini oluşturur
Laiklik çağdaş liberal demokrasilerin kesinlikle gerçekleştirmek durumunda oldukları üç özgürlük alanından biri olan “din vicdan ve tapınma (ibadet) özgürlüğü"nü belirten bunu gerçekleştiren bir ilke olduğu için çağdaş bir demokrasinin gerçekleştirilip yaşatılması ancak laik devlet ve toplum düzeniyle olanaklı olabilir
Bir başka deyişle gerçek bir demokrasi laik demokrasidir
Kaldı ki yukarıda kısaca değindiğimiz gibi egemenliğin kaynağını ulusa verdiğinizde zaten laikleşme sürecini başlatmış oluyorsunuz
Bu yönüyle de demokrasi laiklikten ayrılmaz bir bütündür
Devletimizin ve Atatürkçülüğün en temel ilkelerinden biri olan laiklik ilkesi aynı zamanda ulusal birlik ve bütünlüğümüzü sağlayan ve bunu sürdürmemizde çok önemli işlevler üstlenmiş bulunan bir ilkedir
3
6
İnkılapçılık
Atatürkçülüğün temel ilkelerinden biri de inkılapçılık ilkesidir
Bu ilaaai yalnızca kimi değişiklikler yapmak olarak algılamak çok eksik bir bakış açısını yansıtır
Çünkü inkılapçılık ilkesi hem düşünce dizgesinin (sisteminin) hem de onun öngördüğü siyasal toplumsal ve ekonomik sistemin değişmesi yenilenmesi ve çağdaş gelişmelere göre kendini geliştirmesi demektir
İnkılapçılık ilkesiyle dizge (sistem) değişkenliğini korumakta çağdaş dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalmamaktadır
Türk inkılabının temel hedefinin çağdaşlaşma olduğunu kabul ettiğimize göre inkılapçılık yalnızca yapılan inkılapları korumakla yani durağan bir durumda kalmakla yetinmeyip usun (aklın) bilimin ve ileri teknolojinin yol göstericiliğine dayalı gerekli atılımlarla çağdaşlaşmaya yönelmeyi gerektirir
Atatürk Türk inkılabının değişken niteliğini şöyle açıklamıştır : “Büyük davamız en uygar ve gönençli (müreffeh) bir ulus olarak varlığımızı yükseltmektir
Bu yalnız kurumlarında değil düşüncelerinde de temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk ulusunun dirik (dinamik) ülküsüdür
Bu ülküyü en kısa zamanda başarmak için düşünce ve hareketi birlikte yürütmek zorundayız
Bu girişimde başarı ancak adil bir tasarıyla ve en gerçekçi biçimde çalışmakla olanaklı olabilir
”
4) Atatürkçülüğün Çağdaşlaşma Boyutu
Yetişme süreci etkinlikleri ile düşünceleri incelendiğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün tam anlamıyla büyük bir “Dönüştürücü Önder” olarak ortaya çıktığı ve bu anlamda tarihsel bir işlev üstlendiği rahatlıkla söylenebilir
Atatürk çağının değişim gereklerini çok iyi anlamış genil (makro) bir dönüşüm projesini gerçekleştirmiştir
Bilindiği gibi aslında “çağ dönüşümleri” temelde büyük bir toplumsal değişmeyi belirtmektedir
Bunun da belirleyici etkeni bilim felsefesindeki değişmedir
16
yüzyılda Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reform hareketinin yarattığı aydınlanma insanlığın düşünce akışında düşünce alanında çok büyük dönüşümler yaratmıştır
Aydınlanmayla birlikte insanın düşünce yapısı önemli bir değişime uğramış özgür düşünce yolunda çarpıcı bir gelişme yaşanmıştır
18
yüzyılda oluşan Sanayi Devrimi değişimin ekonomik temellerini biçimlendirirken 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi özellikle de siyasal düşünce ve kurumları kökünden sarsan değişimlere yol açmıştır
Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’dan başlayarak bütün dünyayı kasıp kavuran mutlak monarşilere karşı özgürlükçülüğü yani anayasalı siyasal sistemi savunan “Liberalizm” ve onun sonucu olarak “ulusal egemenlik” ilkesine dayalı “Demokrasiler” ortaya çıktı
Yabancı güdümü altında yaşayan “ulusal ögelerin” ulusların bağımsızlıklarına yönelik ulusalcılık hareketleri ve yurttaşların yasa önünde eşitliğini savunan eşitlik anlayışı etkileri de günümüze uzanan önemli değişimler ve dönüşümler yarattı
Çok özet olarak burada anlatılan oluşumların ortaya çıkardığı düşünsel ve siyasal dizge (sistem) dönüşümleri neydi? Sanayi toplumunda tarım toplumuna göre değişen ya da değişenler neler olmuştu? Kısaca belirtecek olursak bireyin toplumdaki yerinin ve merkezi yetaaae (otoriteye) karşı konumunun sorgulanmaya başladığı aydınlanmayla us (akıl) dinsel kural ve ilkelerin üstüne yerleşmiştir
Usu ve bilimi öne alan olgucu (pozitivist) düşünce biçimlenmeye başlamıştır
Kilise ya da dinin devlet üzerindeki etkileri kırılarak laikleşme yani laik devlet ve toplum düzeni oluşturma süreci hızlanmıştır
Çok uluslu ilhanlıklar (imparatorluklar) yıkılırken ulusal devletler yeni siyasal yapılar olarak yerlerini almışlar; halkın özgür istencinin (iradesinin) yönetime yansıdığı demokrasi ve cumhuriyet yönetimleri yeni ulusal devletlerin yeni siyasal yönetim biçimleri olarak yayılmaya başlamışlardır
Adına ister reform ister tanzimat isterse ıslahat diyelim değişime direndiğinden geri kalıp gelişen Batı karşısında çağdaşlaşma gereği hisseden Osmanlı aydınları ya da yöneticileri daha 1700’lerden başlayarak bu anlamda bir çabanın içine girişmişlerdir
Birçok bilim adamınca ayrıntılı bir biçimde incelenmiş olan Osmanlı’nın bu değişim ve dönüşme çabaları niçin başarıya ulaşamamıştır? İşte bu soru büyük bir çağdaşlaşma modelini yaratmış olan Atatürk’ün dönüştürücü önder olarak tarihsel işlevini de ortaya çıkarabilecek boyutta bir sorudur
Kuşkusuz buna verilecek yanıt Türk çağdaşlaşma tarihinde Atatürk’ün ya da onun önderliğinde gerçekleştirilen Türk İnkılabı’nın daha iyi anlaşılmasını da sağlayacaktır
Türk ulusu çağdaşlaşma sürecinde sanayi toplumunun us ve bilime dayalı bilim felsefesini ve onun bütün gereklerini Atatürk’ün dönüşümüyle alıp gerçekleştirebilmiştir
Osmanlı aydınları ve yöneticileri süerlikten (askerlikten) hukuka yönetimden maliyeye çeşitli alanlarda yeni ve Batılı kurumlar almaları ve kimi düzenlemeler yapmalarına karşın işe çağın bilim felsefesini alarak ve buna uygun bir eğitim dizgesiyle (sistemiyle) anlayış (zihniyet) değişimini gerçekleştirerek başlayamadıkları için yapılanlar köklü bir değişim ve dönüşüme yol açmamıştır
Usçu ve olgucu (pozitivist) bir düşünce yapısına iye (sahip) olan Atatürk Türkiye’nin çağdaşlaşması için bilimin kılavuzluğunu temel almış ve bunu kitlelere aktarmıştır
Nitekim büyük yengiden (zaferden) üç ay sonra Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenecektir : “Gözlerimizi kapayıp soyut yaşadığımızı varsayamayız
Ülkemizi bir çember içine alıp dünyayla ilgisiz yaşayamayız
Tersine ileri uygar bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız
Bu yaşantı ancak bilimle olur
Bilim neredeyse oradan alacağız ve her ulus bireyinin kafasına koyacağız
Bilim için bağıl ve koşul yoktur
Ulusumuzun siyasal ve toplumsal yaşamında ulusumuzun düşünsel eğitiminde de kılavuzumuz bilim olacaktır
” 22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere seslenirken “Dünyada her şey için uygarlık için yaşam için başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir
Bilimin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır bilgisizliktir sapkınlıktır
Yalnız bilimin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve ilerleyişini zamanla izlemek koşuldur
Bin iki bin binlerce yıl önceki bilim dilinin çizdiği ilkeleri şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette bilimin içinde bulunmak değildir
” diyerek bu konudaki düşüncelerini en açık ve kesin biçimde ortaya koyan Atatürk Onuncu Yıl Söylevi’nde de “Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale deneysel bilimdir
” sözleriyle Türk çağdaşlaşmasının dinamiklerini hiçbir tartışıya yer vermeyecek biçimde belirtmiştir
Genil (makro) dönüşüm ya da çağdaşlaşma projesine çağının bilim felsefesini ve onun gereklerini anlayarak başlayan Atatürk dönüşüm ve değişimin itici gücü dinamiği olarak us (akıl) ve bilimi almıştır
Öncelikli olarak eğitim reformlarını gündeme getirmesi (Burada Eğitim Kurultayı’nın savaş koşullarında 1921 yılında toplanması anımsanmalıdır
) yapılan bütün inkılapların toplumsal değişmenin birer ögesi olarak ele alınması; siyasal ekonomik kültürel hukuksal
alanlardaki inkılapların temel yapısal ve toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirmek hedefine yönelik olması bu bakımdan önem taşımaktadır
Çağının bilim felsefesini özeğe (merkeze) alan Atatürk hem kişi ögesi hem de yönetim bakımından ulusal siyasal model olarak da laik ve demokratik bir cumhuriyet olan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarak siyasal ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirmiştir
Yetişme çağından beri ortaya koyduğu düşünceler ilkeler izlediği yöntem ve gerçekleştirdiği işler O’nun her aşamada bir “Yönetsel Önder” gibi değil bir “Dönüştürücü Önder” gibi davrandığını göstermektedir
Atatürk döneminin yükselen değerlerinin ana çizgilerini kavramış döneminin öbür Osmanlı önderlerinin düştüğü “paradigma kilitlenmesi” yanılgısına düşmemiş; çöken değerleri bırakarak yükselen değerlere sarılmıştır
Onun başarısı çözülme sürecinde ve topraklarının Avrupa Afrika ve Orta Doğu bölümlerindeki büyük bir kısmını yitirmiş bir ilhanlıktan (imparatorluktan) Türk ögesine dayanan merkezi bir ulusal devlet çıkarabilmesinde bu ulusal devleti de olgucu (pozitivist) ve usçu (akılcı) bir nitelikte donatmış olmasındadır
Çağının önder adaylarından pek çoğunun tükenmiş bir değer olan ilhanlığın (imparatorluğun) yaşatılması ya da canlandırılmasının pek çoğunun da yükselen değerlere taban tabana karşıt din devletinin ardından koştukları düşünülürse Mustafa Kemal Atatürk’ün değerlendirme ve seçimlerinin ne kadar doğru olduğu ortaya çıkar
Örneğin O’nun daha 1907’de genç bir kurmay subayken arkadaşlarına açıkladığı “meşrutiyet yönetiminin büyük devletlerin ilhanlığı (imparatorluğu) tasfiye etmelerini beklemeden bu tasfiyeyi yapması gerektiği ve Türk çoğunluğunun bulunduğu topraklarında yeni bir Türk devletinin kurulması gerektiği” biçimindeki ileride Ulusal Ant’ın (Misak-ı Milli’nin) temelini oluşturacak düşünceleri hem çağını iyi anladığını hem de öngörücü kişiliğini göstermektedir
Atatürk aynı zamanda çağının bilim felsefesi olan usçu olgucu anlayışın da üstüne çıkarak eleştirel usçu tavrı benimsemiştir
Yazdıkları söyledikleri ve yaptıkları topluca değerlendirildiğinde bu açıkça görülmektedir
Atatürk’ün temel ilkelerini belirleyip yaşama geçirdiği ve bugün Atatürkçülük olarak belirttiğimiz bu tümden değişim ve dönüşüm modeli; bir “çağdaşlaşma modeli” olarak bütün dünyaca başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün gelişmekte olan ülkelere örnek gösterilmektedir
Türkiye 56 İslam ülkesinden oluşan İslam Konferansı Örgütü’nün NATO’ya üye AB’ye aday olan ve laik demokrasiyle yönetilen tek ülkesidir
Aynı zamanda NATO ve AB’nin de İslam Konferansı Örgütü’ne üye tek ülkesidir
İşte Türkiye’nin Doğu ile Batı arasındaki bu benzersiz ve ayrıcalıklı yeri demokratik ve laik bir Müslüman ülke olarak “model devlet” olma konumu belirgin bir biçimde öne çıkmaktadır
Örneğin “Tarihin Sonu” betiğinin (kitabının) yazarı ünlü gelecekbilimci Francis Fukuyama “Tarihin Sonundayız!” başlıklı savyazısında (makalesinde) “uygarlığa karşı Üçüncü Dünya ülkeleri arasında birinci lige çıkmış tek ülke” olarak Türkiye’yi göstermiştir
Fukuyama şunları söylüyor: “İslam ya da kökten dinci İslam’da Müslüman toplumları çağdaşlığa direnmeye iten bir şeyler var gibi görünüyor
Bütün çağdaş kültürel sistemler içinde İslam dünyası en az demokratik yönetimi barındırıyor
Türkiye dışında Üçüncü Dünya ülkesi konumundan birinci dünya konumuna geçebilen hiçbir İslam ülkesi yok
” “Çağdaş Türkiye’nin Doğuşu” adlı bir yapıtı da bulunan ünlü Amerikalı tarihçi Bernard Lewis de "Türk modelinin hem İslam coğrafyasında hem de Orta Asya’da yani Türklük coğrafyasında örnek alınmasının tek çıkar yol olduğunu" savunmaktadır
Washington’daki Foreign Policy İnstitute uzmanlarından Michael Radu’nun konuyla ilgili görüşleri de aynıdır
Radu “Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet sistemi İslam ile Batı’nın siyasal değerlerinin çatışmadığını kanıtlayan başarılı bir örnektir
” demektedir
Önemli kişilikleri tanıttığı “Portre” köşesinde Atatürk’e anlatan Alman Die Welt Güncesi (Gazetesi) “Mustafa Kemal Atatürk : Çağdaş Türkiye’yi Yaratan Adam” başlığını kullanarak “çağdaş ve Batı’ya dönük bir Türk devletinin kurulmasının Atatürk sayesinde gerçekleştiğini” belirtmiştir
“Atatürk hiçbir devlet adamıyla karşılaştırılamaz
” diyen Die Welt “Atatürk olmasaydı Ortadoğu haritası çok farklı görünecekti ve Türkiye’nin sınırları bugünkünün yarısı kadar olacaktı
” biçiminde yazmaktadır
Görülüyor ki Atatürk’ün 78 yıl önce çizdiği yolun gerçekleştirdiği çağdaşlaşma modelinin önemini dünya son olaylardan sonra çok daha iyi anlamış görünüyor
Nitekim pek çok ABD Başkanı “Atatürk’ün çağdaş gönenç içinde yaşayan ve demokratik değerlere bağlı Türkiye düşüncesi ülkenizin uluslararası alanda güçlenmekte olmasıyla bugün gerçekleşmiştir
” türünde değerlendirmelerle bunu çarpıcı bir biçimde vurgulamaktadır
5) Sonuç
21
yüzyılın eşiğinde dünyaya örnek olarak model olarak gösterilen laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti birtakım siyasal ekonomik eksikliklerine iç ve dış kimi tehditlere karşın bugünlere ulaşıp aydınlık bir geleceğe yürüyorsa bunu Atatürk’e borçludur
Doğru seçimler yapılmış olmasına ve sağlam temeller üzerine oturuyor olmasına borçludur
Anlaşılacağı gibi Atatürk’ün kurup gençliğe emanet ettiği bu çağdaşlaşma modeli kağıt üstünde kalmış soyut bir model değildir
Çağdaş uygarlığa onun bilimine teknolojisine ekonomisine üretimine gönencine (refahına) ulaşmak onu adil bir biçimde paylaşmak geliştirmek ve yaşamaktır
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu zorluklar Atatürk’ün seçimlerinden değil kendisinden sonra gelen yöneticilerin zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden sapmalarından ve doğru olan bu temel ilkeler üzerinde çağa uygun yeni dönüşümleri gerçekleştirme konusunda başarısız olmalarından kaynaklanmaktadır
Bugün için yapılması gereken Atatürk’ün us (akıl) ve bilime dayalı yararcı demokratik düşünce dizgesini (sistemini) ve çağın yeni oluşumlarını iyi anlayarak üniter demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden ödün vermeden uluslararası siyasal dizgenin bu konudaki dayatmalarına da göğüs gererek “Bilgi Çağı” dönüşümünü gerçekleştirmektir
En geniş anlamıyla hem düşünce dizgesinin (sisteminin) hem de oluşturulan ve öngörülen toplumsal siyasal ve ekonomik modelin kendi kendisini yenilemesini belirten “İnkılapçılık” ilkesi de bu dönüşümün itici gücü olarak kullanılmalıdır
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul