Prof. Dr. Sinsi
|
Atasözlerinin Ortaya Çıkışı, Atasözleri Ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
Şapa oturduk!
Kızıldenizin eski bir adı Şap denizi imişMercana benzeyen beyaz taşlar bu denizden getirilirmişBu taşlar su altında hacimlerini büyüterek yayılır ve gemiler için tehlike oluşturur Seyir haritalarında normal gösterilen yerlerde bu şap kayaları büyüdükleri için tehlikelere neden olurmuş Eskiden haca gemiyle giden hacı adayları için en sık başa gelen en önemli tehlike buymuşHacı bekleyen ahali "İnşallah bizimkiler şapa oturmaz" deyip dua ederlermiş
Vermeyince mabud neylesin Sultan Mahmut
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamışDolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş Herkes bir şeyler istiyor
-Tıkandı baba, çay getir
-Tıkandı baba, oralet getir
Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş
-Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
-Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba
-Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
-Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu Benimki de akıyordu ama az akıyordu "Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı Bu sefer içimden "Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı Ben
yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve "Tıkandı baba, tıkandı Uğraşma artık, dedi O gün bu gün adım "Tıkandı baba" ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz"
Tıkandı baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'un dikkatini çekmişÇayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına ;
-Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz
Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz
Sultan Mahmut'un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler Tıkandı baba'ya baklavaları vermişler Tıkandı baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis "Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip
başlamış bağırmaya
-Taze baklava, güzel baklava !
Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş Üç aşağı beş yukarı
anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ! ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş Bir bakmış ki altın Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş Yahudi hiçbir şey olmamış gibi
-Baba baklavan güzeldi Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş
Tıkandı baba da
-Peki, demiş ve anlaşmışlar Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve! Yahudi de her akşam Tıkandı baba'dan baklavaları satın almış
Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut;
-Bizim Tıkandı baba'ya bir bakalım, deyip Tıkandı baba'nın yanına gitmiş Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın
Sultan;
-Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi? mi, demiş
-Geldi sultanım
-Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
-Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım
-Sultan şöyle bir tebessüm etmiş
-Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş
-Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek
Sultan demiş;
-Baba senin buradan da nasibin yok Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış
-Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler
-Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler Baba,
-Niçin, demiş Askerler
-Hele sen bir beğen bakalım demişlerBaba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline
-Ne olacak şimdi, demiş
-Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladıdemiş adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş Adamcağız oracıkta ölmüş Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş;
"VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT"
Toprağı Bol Olmak
İlk çağ inançlarına göre, insanlar öldükleri vakit bittakım eşyaları ile birlikte gömülürlerdi Tanrılarına sunmak ve öte dünyda kullanmak üzere mezarlara birlikte götürdükleri bu eşyalar genellikle kıymetli maden ve taşlardan mamul kap kacak ile takılardan oluşurdu Türk Beyleri de İslamiyetten önceki zamanlarda korugan dedikleri mezarlarına altın, gümüş ve mücevherleriyle birlikte gömülürler, sonra da üzerine toprak yığdırtarak höyük yapılmasını vasiyet ederlerdi Eski medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu ve Anadolu'da, pek çok ünlü hükümdarlara ait bu tür mezar ve höyükler hala bulunmaktadır
Altın ve hazine her zaman insanoğlunun ihtiraslarını kamçılamış, nerede ve ne kadar kutsal olursa olsun elde edilmek için insanı kanunsuz yollara sevk etmiştir Höyüklerdeki hazineler de zamanla yağmalayanmaya başlanınca ölenin ruhununmuazzep edildiği düşüncesiyle üzerine toprak yığılır ve gittikçe daha büyük höyükler yapılır olmuş O kadar ki ölenin yakınları ve cenaze merasimine katılanların birer küfe toprak getirip mezarın üstüne atmaları gelenek halini almış Öyle ya, mezarın üzerinde toprak ne kadar bol olursa, düşmanlar ve art niyetliler tarafından açılması ve hazinenin yağmalanması, o kadar engellenmiş olurdu Bu durumda toprağı bol olan kişi de öte dünyada rahat edecek, en azından kulanmaya eşyası ve tanrılara sunmaya hediyesi bulunacaktır Bugün dilimizde yaşayan "toprağı bol olmak" deyimi, aslında ölen kişi hakkında iyi dilek ifade eder Türklerin İslam dairesine girdikten sonra yavaş yavaş terk ettikleri höyük geleneği, "toprağı bol olmak" deyiminin de gayrimüslimler hakkında kullanılmasına yol açmıştır
Resmin Büyük Halini Görmek İçin Buraya Tıklayın
Altı kaval üstü şeşâne
Parçaları birbirine benzemeyen ve uygun olmayan, dolayısıyla bir işe yaramayan aparatlar hakkında veya giyim kuşam konusunda birbirine uymayan ve yakışmayan kıyafetler İçin altı kaval üstü şeşhâne deyimini kullanırız Buradaki şeş-hâne kelimesinin İstanbul'da bir semt adı olan Şişhane ile herhangi bir alâkası yoktur ve Şişhane söylenişi yanlıştır Çünki şeş-hâne diye namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir Evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne (şişane değil) şeklinde kullanılır
Bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz Çünki kaval topların attığı gülle ile şeşhânelerden atılan mermi farklıdır Keza kaval tüfekler ile fişek atılırken şişhane namlulu tabancalardan kurşun atılır Bu durumda bîr silah namlusunun yarısına kadar kaval, sonra şişhane olması da mümkün değildir Ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve "Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle" diyerek kafiyelendirmişler O günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir
Asayiş berkemal
Sultan Abdülazizin son yıllarında Musul ve Bağdat gibi illerde toplum içi anarşik olaylar artarIrak ve çevresinde yabancı devletlerinde etkisi ile iyice asayiş bozulur
Durumları İstanbuldan gizlemeye çalışan devrin yetkilileri , Vilayet gazetesine her baskısında şu şekil manşet atarlardı:
"Saye-i asayiş –vaye-i padişahide ,vilayetin her bir tarafında emn-ü asayiş berkemaldir"
Padişahın şahane idaresi altında,vilayetimizin her tarafında asayiş ve huzur hakimdir Yine büyük olaylardan sonra ertesi gün aynı manşet verilince , Bölgenin ünlü şairlerinden Kerküklü Şeyh Rıza Efendi dayanamayıp Aşapıdaki beyti yazıp gazeteye gönderir "Katl ü nehb-i eşkiyadan millet oldu payimal, Emn-ü asayiş yine,elhamdülillah berkemal!!"
Eşkıyanın cinayet ve yağması yüzünden millet ayaklar altında kaldı ama, Allaha şükür asayiş yinede sağlanmış durumda
Aklım kesiyor
Ünlü bir hekim olan İbni Sina aynı zamanda matematik konusunda deha seviyesindeymiş
Babası onu çocukken matematik konusunda hassas eğitim veren bir okula gönderirAncak İbni Sina cebir,geometri bir türlü beceremez,okuldan kaçarBabasından korktuğundan ,eve dönmez bir kervana katılır
Kervanbaşı en küçük yaştaki İbni Sinayı su alması için bir kuyuya gönderir
Sapına ip bağlı kovayı kuyudan çekerken,ipin sürtündüğü taşı kestiğini görür
Ve kendine sorar:bu ip taşı nasıl keser?
Biraz daha düşünür:ip çok uzun zamandır,bu taşa sürtünüyorve aynı yere sürekli sürtüne sürtüne demekki taşı kesebiliyor
Madem ip bile taş kesiyor,benim aklım niye cebiri kesmesin? der
Okuluna döner ve bildiğimiz tıp dehası İbni Sina olur
|