Prof. Dr. Sinsi
|
Atasözlerinin Ortaya Çıkışı, Atasözleri Ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
Balık kavağa çıkınca
Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehiriymiş
Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış
Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise,
Tophane’den Rumeli Kavağına ve Üsküdar’dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış
Fiyat kırmak isteyen yada çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerinede balıkçılar,
-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız bizderlermiş
Yolunacak Kaz
Osmanlı hükümdarları içinde tebdil-i kıyafet eyleyip halkın arasına çıkanlar IIIsman, IV Murat, IIIOsman, IIISelim ve IIMahmut ile sınırlıdırBunlardan sonuncusu, bir yaz gününde yanına iki mabeyincisini alarak yollara dökülür Sirkeci'ye gelip bir sandala binerek Beylerbeyi'ne geçeceklerdir Şanslarına, ihtiyar bir kayıkçı düşer Amma ne kayıkçı! Yılların tecrübesi ile artık neredeyse İstanbul Boğazı'nda görünen yolcuları hallerine, tavırlarına ve kılık kıyafetlerine bakarak köylerini söyleyecek kadar tanımaktadır Bittabi bu seferki yolcularının da kimliklerini hemen anlar Ancak asla ses çıkarmaz ve işini yapar
Beşiktaş önlerine gelindiğinde padişah kayıkçıya,
-Baba,der32 ile nasılsın?
İhtiyar hiç tereddüt etmeden cevaplar:
-32'i 30'a vuruyorum, 15 çıkıyor
Biraz sükuttan sonra padişah, yeniden kayıkçıya laf atar:
-İşitiliyor ki son zamanlarda şehirde hırsızlar ziyadeleşmiş; senin evine de giren oldu mu?
-Bunan iki ay evvel biri girdiSon günlerde birisi daha dadandı ya! Bakalım ne olacak?
Padişah sükut ederKayıkçı işine devamdadır Ancak mabeyinciler konuşulanlardan bir mana çıkarmak için kıvranıp durmaktadır Bu durum, padişahın gözünden kaçmaz ve kayık, Beylerbeyi iskelesine yanaşmak üzereyken kayıkçıya sorar:
-Babalık, sana iki besili kaz göndersem, yolabilir misin?
-Hay hay efendi, ruhları duymaz, cascavlak ederim
Padişah sandala bir kese akçe atar ve karaya çıkarlar Gel gelelim mabeyinciler meraktadır Nihayet ertesi gün, hünkar ile kayıkçı arasında geçen konuşmayı anlamak üzere doğruca Sirkeci sahiline Öyle ya bir vesile ile padişah hazretleri bu konuyu açar da sözlerin manasını kendilerine soruverirse!
İhtiyarı, kayıkçılar kahvesinde bulurlar Bir kenara çağırıp hususi görüşmek istediklerini söylerler Dışarı çıkıp kayıkla biraz uzaklaşırlar Adamlar hemen sadede gelerek:
-Baba dün Beylerbeyi'ne üç yolcu götürdün
-Beli
-Onlardan ikisi biz idik; seninle konuşan da hünkarımız hazretleriydi
-Bir hatamız mı oldu ağalar?
-Hayır da biz konuştuklarınızı merak etmekteyiz
-Canım mahrem şeyleri mi söyleteceksiniz bana?
-Haşa! Ancak
İhtiyar nazlanırken ağalardan biri bir kese altın çıkarıp avucuna sıkıştırır O zaman ihtiyar, kayığı yönünü Sirkeci'ye doğru çevirip anlatmaya başlar:
-Sultanımız buyurdular ki 32 ile nicesin? Yani geçimin nasıldır,demek istedi Ben de ağzımda 32 dişim var; onu bir aya göre ayarlıyorum Ay otuz, ben ise 15 gün ancak iş bulabiliyorum, dedim
-Eeee?
İhtiyar yine nazlanır Bu sefer diğer mabeyinci keseye kıyar İhtiyar devam eder:
-Sultanımız son aylarda hırsızlar çoğaldı, sana da gelen oldu mu dedi Yani "kaşık hırsızlarını" kastederek 'Son günlerde evlenmeler arttı Senin çocuklarından da evlenen oldu mu' demek istedi Ben de "Evet evime bir hırsız girdi, yani oğlumun biri evlendi; diğeri için de hazırlıklar var, bakalım, Allah Kerim dedim Hünkarın hırsızdan kastı, kaşık hırsızı, yani gelin idi
Mabeyinciler "Meğer ne kadar basitmiş!"manasında birbirlerine bakarken kayıkçı sandalı iskeleye yanaştırır
- Ya üçüncü sual ne idi?
İhtiyar yavaşça sandaldan çıkıp misafirlerini etekleyerek şu cevabı verir:
-Aman efendim kerem buyurunuz Padişah efendimiz buyurdular ki iki besili kaz Allah ömrünüzü arttırsın, işte sizleri gönderdi
O günden sonra bu hadise, halk arasında şüyu bulur ve kolay para kaptıranlar için "yolunacak kaz" deyimi dilimize yerleşir
Bu işin altında bir Çapanoğlu var
Çapanoğlu Ahmet Paşa ,Yozgat şehrinin kurucularındandır 1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir süre sonrada öldürülürYerine büyükoğlu Mustafa bey daha sonra Süleyman bey geçer
Süleyman bey Yozgatı imar ettikten sonra,Ankara,Amasya,Elazığ,Maraş,Niğde ve Tarsus gibi illeri idare etmeye başlar
Çapanoğullarının bu ünü her yana yayılırYalnız halk arasında değil ,devlet adamları arasındada ‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur
Rivayete göre ,devlet adamlarından biri,halktan bazı insanların aleyhine verilecek
kararı sonuçlandırmak için soruşturma yaparken ,Çapanoğullarından birinin adıda bu olaya karışır
Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur,
‘’bu işi fazla kurcalamayalım bence,altından bir Çapanoğlu çıkar’’ der
Soruşturma aynen kapatılır
İki dirhem bir çekirdek
Keçiboynuzunun ,Yunanca adı "keration" ,İngilizcede "carob", Arapçada "kırrıt"tır Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış
Bu nedenle keçiboynuzu ,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış Prof DrAydın Akkaya açıklamasına göre; Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur
Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilirBu ,hem çok kuruduğu ve meyvasından çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hemde içine su alması ihtimalinin çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir Bu sebeple Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır Dört tanesi bir dirhem eder Dirhem 3 gr ağırlığa eş kabul edilir Satıcı , iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş
Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denmesinin kökü buymuş
Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim Ama kusurlu çıktı Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu
Ağzına Tükürmek
Bebek yahut küçük çocukların, manevi itibarına ve ermişliğine inanılan kişilere götürülerek ağzına tükürttürülmesi ve ardından da ileride o kişi gibi ulu bir zat olması için dua istenmesi yakın zamanlara kadar geçerli olan Anadolu adetlerinde biriydi Eski tekkelerin eşikleri bu sebeple çok aşınmış olsa gerektir
Bütün bunlardan anlaşılan o ki argodaki ağzına tükürmek deyiminde bir üstünlük mücadelesi vardır Birisinin ağzına tükürdüğünü veya tükürmek istediğini “ağzına tükürdüğüm” veya “ağzına tüküreyim” gibi basma kalıp deyimlerle ifade eden kişi, söz konusu meselede ağzına tükürülenden daha usta olduğunu veya olabileceğini ima etmeye çalışmakta, “bu konu da ben onun ağzına tükürürüm!” diyerek de bir nevi tehdit savurmaktadır
Ağza tükürmenin yalnızca hasta okumağa özgü bir gelenek olmadığını şu hikayeden anlamak mümkündür:
Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camii’nin meclisinde,
-Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselamı gördüm Mubarek ağzını tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi
Molla cami adamın şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır’ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:
- Be ahmak, öyle değil Bence Hızır aleyhisselam bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş
|