Konu
:
Türkülerimiz - Türkülerimiz Ve Özellikleri Nelerdir? Türkülerimiz Ve Çeşitleri Neler
Yalnız Mesajı Göster
Türkülerimiz - Türkülerimiz Ve Özellikleri Nelerdir? Türkülerimiz Ve Çeşitleri Neler
09-11-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Türkülerimiz - Türkülerimiz Ve Özellikleri Nelerdir? Türkülerimiz Ve Çeşitleri Neler
Türkülerimiz - Türkülerimiz Ve Özellikleri Nelerdir? Türkülerimiz ve Çeşitleri Neler
Türkülerimiz - Türkülerimiz Ve Özellikleri Nelerdir? Türkülerimiz ve Çeşitleri Neler
Bilindiği üzere ezgilerimiz ve türkülerimiz yakıldıkları yerin ve ortamın kimi özelliklerini taşırlar
Bu özellikler şu etkilerden doğmuş olabilir:
Türkülerimiz ve Özellikleri
a- Eğitim ve Ruhsal Etki : Her yöre insanı sözünü aynı açıklıkla veya çekinme duymadan söyleyemez
Örneğin; Doğu Karadeniz'deki
Boynundaki altının
Ben verdim parasını
dizelerinde görülen başa kakmayı Urfa türkülerinde göremeyiz
Gene Karadeniz bölgesinin
Ha bu köyün içinin
Acayip bekarı var
sözlerini Diyarbakır'da bulamayız
Bağnazlığın az olduğu Doğu Karadeniz halkı sözünü sakınmadan söyler
Bu demek değildir ki öbür bölgelerimizde bağnazlık çoktur
Kesinlikle bu ithama yönelmiyoruz
Buna gerçekler engeldir
Ancak kimi dinsel etkiler kimi medrese eğitimleri o bölgelerimiz halkının açık açık kimi konuşmalarını sakıncalı saymıştır
Tarihsel gelişim içerisinde o yörelerdeki dinsel olayların çokluğu bunun kanıtıdır
İşte Doğu Karadeniz'in ikliminden dolayı çok çabuk harekete geçen halkı bunu öylesine kimliğini sindirmiştir ki aklına geleni hemen ama hemen sormadan edemez
Bu soruşta bir içtenliğin bir gerçeği aramanın görüntüsü vardır
Bir kabalığın yerine duru temiz bir yüreğin soruşu vardır
Yoksa bir sanatçının durup dururken sevdiğine
Seni bana metettiler
Aslı var mıdır?
diye saf saf sormasını hangi incelikle bağdaştırabiliriz? Bu sözler her yerde aynı uyak aynı hece ile de söylenmiyor
Karadeniz'de çok görülen yedi ya da sekiz heceliler ve ''x a x a'' uyaklı dizilişliler öbür bölgelerimizde yok denecek kadar azdır
b- Ekonomik Etkiler: Yaylaya çıkış havaları çok az örnekler dışında Erzurum'da Kars'ta yoktur
Kendileri yayladır çünkü
Oralarda yaylaya çıkılmaz
Durum böyle olunca Erzurum 'da gördüğümüz
Yaz gelende çıkam yayla başma
Kurban olam toprağına taşma
Zalim felek ağu kattı aşıma
türküsüne dikkatle yanaşmamız gerekecektir
Adana Mersin yörelerinde görülen
Yayla yollarında göç katar katar
Eşinden ayrılmış bir palaz öter
türküsü ile Erzurum'un türküsünü bir terazinin eşit kefelerine koyamıyoruz
Mersin Adana bölgesinde görülen türkü bir yaşam zorlamasının bir iklim gereğinin sonucudur
Erzurum'daki ise bir romantik isteğin dile gelmesidir
Bunun gibi Kars yöremizde duyduğumuz
Suda balık yan gider
Açma yaram kan gider
türküsü ile Kırşehir yöremizde duyduğumuz
Suda balık oynuyor
Kanım sana kaynıyor
türküsündeki ''balık''ların balıkçılıkla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur
Sadece ikinci dizelere yani ''Açma yaram kan gider'' ve ''Kanım sana kaynıyor'' dizelerine bir uyak anahtarıdır
Oysaki Karadeniz bölgesindeki Rize-Ordu arası balıkçılık türküleri tümü ile bu iş kolunun etkisi ile yaratılmıştır
Düşünmek gerekir ki Marmara Ege ve Akdeniz bölgemizde de balıkçılık var
Oralarda niçin balıkçılık türküleri yok? Yanıt kolaydır; Oralarda balıkçılık üçüncü dördüncü sınıf iş alanlarıdır
Bu nedenle halkın geçimine asıl etki eden iş alanlarının türküleri balıkçılık türkülerinin doğmasına izin vermez
Türkülerimizi yapan etmenlerden en etkini kuşkusuz gurbettir
Özellikle Doğu Anadolu halkının geçimini sağlamak için bahar başlarında erkeğini gurbete göndermesi hem gerçektir hem acıdır
Erkek bir yaz başlangıcında çıkıp gider
Arkada kalanların yolları beklemekten ve gözlemekten başka yapacakları yoktur
Bu arkadakiler analardır eşlerdir
çocuklardır
Hepsinin umudu ayrı ayrıdır
Mektup beklerler para beklerler erkeğin dönmesini beklerler
Mektup gelir ama umulan iyi haberler yoktur
Ya da mektup yerine konu komşunun dedikoduları gelir
Para az gelir
Yıllar geçer erkek dönmez
özetle kötü haberler bu gurbet olayında her zaman iyi haberlerin üstündedir
Ne yapar halkımız
:-):-):-):-):-)n dilinden yarin dilinden türkülerini yapar
Eski ezgilerin üzerine yeni dörtlükler koyar ve esen yelle uçan kuşla gurbete iletir
Şöyle ki
"Eğin kadın ve erkeğinin başta gurbet olmak üzere türlü nedenlerden duygulanarak söyledikleri uzun hava ezgisine Eğin ağzı denir
Beş ve dört dizeli olan bu kıtaların üçüncü dizelerinin çoğunlukla -Ela gözlerini sevdiğim ağam- olarak söylenmesindendir ki elagözlü de denilmektedir
''
''Eğin ağzı elagözlü'lere Eğin dışında tek ad verildiği halde merkez kasaba ve köylerinde söyleyişlerindeki ezgi ayrılığı nedeni ile Apcağa ağzı Sandık ağzı Tığman ağzı Venk ağzı diye özel adlar da verilmektedir
''
''Hangi ağızla söylenirse söylensin bu ağızlar geleneksel olarak bu ağızlarda iki elagözlü bir maya usulünden sapmama vardır
''
''Fırat suyunun dünya kurulalı beri Munzur dağlarının binlerce metre yükseklikteki bu yöresini aşındıra aşındıra kale duvarlarına benzeyen Navril boğazı ile Gemirgap taşı boğazlarının kaç milyonlarca sene Fırat suyunun emeği olmasını ninelerimiz Hz
Hızır Aleyhisselam'ın bu boğazları kılıcı ile yararak yaptığı inancında idiler
Ne var ki bu yarma olayı Fırat suyunda bir kin oluşturmuş ve bu nedenle Fırat ka'lubeladan beri Eğine ve çevresine bir damla su bile vermemiştir
''
''Eğinlinin gurbet merkezi İstanbul'dur
İstanbul'un fethi sonunda Sultan Fatih 'in isteği ile İstanbul'u ikinci vatan yapan Eğinliler büyük şehrin gerekli bazı yiyecek maddelerini tekellerine alarak her iki vatanlarında da iyi yaşantıyı sağlamışlardır
Ancak buharlı gemilerin icadından önce İstanbul'a aile getirmek padişahın fermanına bağlı olduğundan Eğin kadınları memleketlerinde kalırlar ancak erkekler İstanbul'da olurlardı
Bu gitmeye pek de gönüllü başlamayan delikanlı eşinden ayrılırken derdini elagözlü ve maya söyleyerek giderirdi
Gider oldum tedarikim görüldü
Gitme diye yar boynuma sarıldı
Bilmem neylemiştim hain feleğe
Niye beni nazlı yardan ayırdı?
''Yolcular Eğin'den ayrılırken kurban kesilirdi
Bu adak ilerideki olacak tüm kötülükleri gidermek amacına yönelikti;
Çekin kıratımı nalbant nallasın
Kesin kurbanımı kanı damlasın
Bir yiğit ki muradını almazsa
Mendil alsın ölenedek ağlasın
''İstanbul'a gidilmek için genellikle Fırat üzerindeki köprüden geçilmek zorunluluğu vardır
Ayrılık hayli hazin geçmiştir
Köprüyü geçince uzayan yokuşun ortasında Sultan Çeşmesi vardır
Bu çeşmeye ulaşan gurbetçi dönüp Eğin'e bir daha bakacaktır;
Eğin köprüsünü geçtim o yana
Nazlı yarim damdan bakıyor bana
Taramış zülfünü dökmüş gerdana
Can gerek ki bu sevdaya dayana
Gelin de elbette giden erinin Sultan Çeşmesinden kendisi için dediklerini duyar gibi olup karşılık verecektir;
Gediğe varmadan Sultan Çeşmesi
Nazlı yarmış evimizin neş'esi
Ela gözlerini sevdiğim ağam
Çok zor oldu senden ayrı düşmesi
Gelin bu itirafla kalmayıp eşini götüren katırcıya da onu rahat ettirmesi için yalvaracaktır;
Yine mi gurbete canımın içi
Dar mı geldi sana Eğin 'in içi?
Sana yalvarıram ağa katırcı
Hoş götür ağamı olursun hacı
''
"Aylar geçecektir
Haberler kesiktir
Meraklar çoktur kuşkular çoktur;
Akşam olur güneş gider ay gelir
Ben ağlarım gözlerimden kan gelir
Herkesin ağası evli evinde
Benim ağam hangi handa yan gelir?''
''Eğin kadınlarına göre ağalarının bu gidişleri nin nedeni hain katırcılardır;
Katırcı katırın kala miriye
götürme ağamı döndür geriye
Kalem kaşlarına ela gözüne
Vermişim gönlümü almam geriye
''
''Bu kadınlardan birinin Sultan Aziz'e başvuracak kadar acıyı içinde duyduğu da olmuştur;
Bir mektup gönderdim Sultan Aziz'e
Okuttursun camilerde vaize
Ya İstanbul için ferman yollasın
Yahut da ağamı göndersin bize ''
Yukarıda çok az bir bölümünü yansıttığımız bu gurbet türküleri salt Eğin'de görülmüyor
Hele hele ekonomik koşulların dağlık araziler nedeni ile çok güç olduğu yerlerde Doğu Anadolu 'da Toroslar da Karadeniz'de bu gurbete gidişin ve geride bırakılan sıkıntıların bütün çıplaklığı türkülerinde belli olmak tadır
Ekonomik koşullar derken akla yalnız gurbet gelmemelidir
Halkımızın yüzyıllardan
beri belirli bir gelir olan aylık alanları yöresel çiftçilikle uğraşanlara yeğlemesi de bu tür bir ekonomik zorlamadır;
Ben varmam inekliye
Yoğurdu sinekliye
Mevlam nasip eylesin
Omuzu tüfekliye
c- Tarihsel Etkiler: Bu etkiler siyasi tarih kadar dinsel tarihle de ilgilidir
Örneğin; Erzincan 'da Alevi kesimin sevilen türkülerine Sünni kesim aynı içtenlikle yanaşmayabilir
Ya da Kars'ta Azeriler arasında var olan Köroğlu havalarına Terekeme'ler sahip çıkmayabilir
Torosların Kozanoğlu'suna Ordu'da Ordu'nun Hekimoğlu'suna Maraş 'ta Maraş'ın Karayılan'ına Van'da Van'ın Ali Paşa'sına Burdur'da Burdur'un Avşar Beyleri'ne Edirne'de v
b
rastlayamayız
Örnekler çoğaltılabilir
Seferberlik türkülerinin en acıklı örneklerini elbette ki düşmanın aldığı bölgelerimizde veya oğullarını uzak savaşlarda yitirmiş bölgelerimizde bulacağız
Hele hele kırk yıllık Rus boyunduruğu (1877-1918) bu türküleri çoğaltıp duracaktır
Bayburt'un
Bir yanım Ezirgan vermem Bayburd 'u
Yıkılsın düşmanın verane yurdu
Sağolası anam beni doğurdu
İşte böyle böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Bir yaylığım vardı sırmadan telden
Bir çift yavrum vardı tomurcuk gülden
Nasıl ayrılayım bu tatlı elden?
Seneler seneler kötü seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
türküsü bu savaş sırasında giden bir babanın yakarışları değil midir? Bu türküyü hiç düşman görmemiş Nevşehir'de bulamayız
Gel gelelim oralarda da bireysel zulümlerin feodal beylerin baskılarının yansımaları vardır
Halkımızın çok üzüldüğü günlerin ölümsüzleşmesi için çaba göstermesi sonucunda ortaya ''ağıtlar'' çıkar
Yukarıda andığımız bireysel zulümleri feodal baskıların kan davalarının sonucunda bu ağıtlar oluşur
Öyle her yasa kaçağına (kaçak eşkıya) halkımız hor bakmıyor
Tersine en şiirsel ağıtları onlar için yakıyor; ''Bunlardan birincisi Gizzik Duran adına yakılmıştır
Bu adam Çukurova'nın Feke ve Kozan bölgelerinde tanınmış bir eşkıya idi
Kurtuluş savaşı başlarında Fransızlara karşı savaşan çetelere katılmıştı
Fransızlar çekilip gittikten sonra Gizzik Duran yeniden eşkıyalığa döndü
Evlerini basıp yağmaladığı düşmanlarının adamları onu pusuya düşürerek öldürdüler
Gizzik Duran'a yakılan ağıtın bendi karısının ağzındandır:
Al-at nenni Dor'-at nenni!
Döşünün arası enni
''Bana kurşun geçmez '' derdin
Niçin geldin ala kannı?
Bu ağıtlar toplumumuzun halk tarihine ışık tutabilir
Halkımız ilk görünüşte öldürülen herkesin yanındadır
Kim olursa olsun ''iyi oldu ki öldürüldü
'' diye düşünemiyor
Sultan Aziz öldürülmüşse halk ilk anda onun yanındadır
Mithat Paşa'nın kendisine özgürlük verilmesi için çırpınmasının farkında bile değildir
Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Vezir olmuş Mithat Paşa
Uyan Sultan Aziz uyan
Gör ne hal olmuştur cihan
Kapılarda siyah perde
Sen uğrattın beni derde
Ciğer parem nerelerde?
Uyan Sultan Aziz uyan
Gör ne hal olmuşlar cihan
Ama aynı halk daha sonra belki de Taif'te boğdurulan özgürlük yiğiti Mithat Paşa'ya da ağıt yakacaktır
Yerel halk tarihleri yörelerdeki kahramanların genel (efe dadaş uşak ağa v
b
) ve özel adlarıyla bu türkülerden saptanabilir
Türkülerin göç yolları bu taşıyıcı meçhul sanatçının yoluna göre değişiyor
Bir bakıyoruz ki Bolu Mudurnu'da görülen bir bezek
Şu askerlik şimdi de büktü belimi
biçiminde karşımıza çıkıyor
Aynı bezek Azerbaycan'da
Bu gurbettik indi gırdı belimi
oluyor
Diyarbakır' da
Vay bu Fırat şimdi kırdı belimi
diye boy gösteriyor
Bu bezeklerin sayısı örneklerimizin çok çok üstünde
Kesin olarak da ''bezeği bir meçhul sanatçı taşımıştır
'' demiyoruz
Halkımızın kalıplaşmış deyimleri (bel bükmek gibi) benzer olaylar karşısında ortaya çıkarmasından da doğmuş olabiliyorlar
Bu kalıplaşmış deyimler kimi zaman bir türkünün bir dizesini çeşitli yörelerde oluşturuyor söz gelimi Aşık Ali İzzet 'ten derlenen
Yürü bre Çiçek Dağı
türküsündeki bu dizeyi Avşarlarda
Yürü bre sarı çiçek
Pir Sultan Abdal'da
Yürü bre Hızır Paşa v
b
biçimlerine girmiş olarak görüyoruz
Kimi zaman bu dizeler artacak belki dörtlükler biçimine bile girecektir
Halk tarihine ışık tutması kesin olacak olan bu türkülerin süresi geçmeden ele alınması ve araştırılması gerekmektedir
Belki bir kısım yöresel önderleri biliyoruz ama bilemediklerimizi ne yapacağız
Bir örnek vermek gerekirse
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Yazıcı'ya bildir halimiz durna
Biz de yer eyledik çamlı belleri
Daim dörtbudaktır dalımız durnu
samah türküsündeki Yazıcı kimdir
Halkın turnalarla kendisine selam göndermesinden belli ki olumlu bir kişi
İşte örnekleri sayısız olan bu kişilerin araştırılıp halk tarihinde yerlerine oturtulması kuşku yok ki doğru bir davranış olacaktır
d- Uslu Yöre Sanatçılarının Etkisi: Kimi bölgelerimizde yetişen bir kısmı bilinen bir kısmı yitip gitmiş sanatçılar vardır
Bunlar yeteneklerinin zekalarının ve ustalıklarının sonucu o yöre insanının güzel sanat önderi olurlar
Türk halkını tümünün (hangi inançtan olursa olsun) gerçek sanatçıya verdiği önem gösterdiği saygı bu anda hemen ortaya çıkar
O usta sanatçıların etkisine girer
Diyelim ki Yozgat-Akdağmadeni yöresinde filizlenmiş bir sanatçı ''Sürmelim'' türküsünü yapmıştır
Çok üstün bir sunuşla da o yörede türküsünü sevdirmiştir
İkinci bir ''Sürmelim'' türküsünün ortaya çıkması pek uzun sürmez
Bir başka sanatçı da o ustanın izinden gidecek ''Sürmeli''ler çoğalacaktır
Bursu Güvendeler'i Cezayir'leri Afyon Ümmü'leri Batı Torosların Avşar Beyler'i
Zotlatmalar'ı hep böyle doğacaktır
Bir zamanlar Cumhuriyetten önce yörelerdeki beyler yanlarında bu sanatçıları barındırırlardı
Eski Türk geleneklerinin etkisi ile bu beylere Alişan Bey denirdi
Bu beyler nereye gitseler o sanatçıları da yanlarında gezdirirlerdi
Bey konaklarının şiirimize ve müziğimize yaptığı katkılar kesinlikle yadsınamaz
Bunlar doğaldır ki olumlu ve olumsuz diye sınıflanabilir
Bu sonuçta beyin müzik ve şiir anlayışının rolü büyüktür
Bey şiire ve müziğe ilgi duyuyorsa başka yerlerde de söylediğimiz gibi konağı uzun kış gecelerinde Ramazan gecelerinde bu tür şölenlerle bezeniyor
Acaba Bolulu Dertli'nin (M
1772-1845) üzerinde koruyucusu Alişan Bey'in hiç mi etkinliği olmadı
Karslı Tüccari (ölm
M
1830 ? ) ağası Abo Ağa olmasaydı Eşref Bey destanını yazabilir miydi? Çukurova beylerinin Murat kıyısı beylerinin bu din kaygısından uzak şiir ve müzik üzerindeki olumlu çabalarını nasıl görmezlikten geliriz?
Bu savlarımızın tersi de var
Diyelim ki Nakşibendi tarikatına girmiş bir beyin konağında saza ve raksa olanak tanınamaz
Çünkü bu tarikatın kimi yerlerdeki uygulanmasında saz ve şiir yasaktır
Türküler bu biçimde kullanıldıkları ve yakıldıkları ortama göre de nitelik kazanıyorlar
Ebetteki ağa konağında sergilemek için türküsünü yapan sanatçı konusunu çobanlardan seçmeyecektir
Belki gülden veya bülbülden seçecektir
Bu bülbül bir kıyaslamaya araç olsun diye de seçilebilir
Ne çemen ne saye-i gül
Ne buhur ne buy-i sümbül
Bunu vasfın etme bülbül
Ben esir kakül-i yare
Can kurban o şivekare
Bu türküde görüldüğü gibi halk dilinden olmayan saye buy şivekar gibi yabancı sözcükler ve tamlamalar var
Ezgi ise on ses aralığı ile yapılmış
Bu türkü incelemeye alınırsa şu sonuçları bulabiliriz;
1- Türkünün sözleri öğrenimli birisinden çıkmış
Bu kişi gül ve bülbül motifini bilen Arap ve Fars dillerine yakın birisidir
2- Yapımcı Türk sanat müziğini bilmektedir
Halk müziğine bu etki ile yaklaşmıştır
Bunun gibi sayısız örnekler verebiliriz
Şimdi gül bülbül var diye bu türküyü doğa türküsü sayabilir miyiz? Bunun gibi ''Koyun gelir yata yata'' türküsünü de ağa konağı türküsü sayamayız
Bildiğimiz gibi halk şiirimizde medrese ve tekke etkisinde kalaı1 ufak çapta şiirler de görülmektedir
Buna benzer durum halk müziğimizde de vardır
Bugün adını saygı ile andığımız Dertli'nin
Ok gibi hüblar beni yaydan yabana attılar
Bilmediler kadrimi ehven bahaya sattılar
dizeleriyle başlayan Muhayyer divanının hem şarkı hem türkü olarak okunmasının nedeni de her iki müziğin ve deyişin özelliklerini taşımasıdır
Eğer bir sanat ürünü oluştuğu ortamın kişiliğini taşıyorsa bu başarıdır ürün o ortamın aynasıdır
Düşük sanat
ürününü arayışı kıt toplumlar çıkarır
Bir sanatçı yetiştiği ortamın kültürünü yansıtır
Bizim tekke kültürümüz bir bakıma yarı kent yarı kırsal kesim kültürüdür
Bu tür yerlerin sanatçıları bu nedenlerle iki kesimin ortasında ürünler verirler
Söz gelimi; çok güzel bağlama çalan Dertli bu saz eşliğinde yabancı sözcük ve tamlamalarla kimi zaman şarkı gidişiyle kimi zaman türkü gidişiyle yapıtlar verir
Yukarıdaki örnek bu tür ürünlerindendir
Bir başka anlatımla tekkelerde yetişip de Kızılbaş o!an Dertli ile köylerde anasından doğduğunda Kızılbaş olan Pir Sultan Abdal Kerbela olayına eş duygularla yaklaşırlar ama biri
Kendimi Hüseyn yolundu şöyle kurban eyledim
Gerden-i mecruhumu kestim kızıl kan eyledim
gibi ağdalı sözlerle acısını anlatırken (Dertli) öbürü konuya daha açık ve yalın yanaşacaktır
Pir Sultan Abdal'ım kollarım bağlı Yezid'in elinden ciğerim dağlı
Muhammed torunu Ali'nin oğlu Dedesinden imdat uman Hüseyin
Her ikisinin de Hüseyin'e karşı sevgileri aynıdır
Ancak onu dile getirmeleri ayrıdır
Bu anlatım müzikte de böyle olacaktır
Birisi salt türkü olup halk ezgisi ile söylenecektir
öbüründe ise tekkelerin sanat
müziği ağırlığını göreceğiz
İşte sanatçı ile onu yetiştiren ortam arasındaki bu karşılıklı etkileşim en çok bizim alanımızda görülmektedir
Toplumun içinde bulunduğu koşullar söylene söylene yorumlana yorumlana günün birinde en belirgin sözlerle bir anlatıma ulaşıyor
Bu sözlerin altında sanatçının imzası vardır
Sonradan toplum sahip çıktığı bu deyişlere eklemeler yapıyor övüyor yeriyor alkışlıyor veya eleştiriyor
Yerdiklerine yeni yollar gösteriyor
Doğruya yöneltiyor
Sanatçı ise toplumun duygusunu özetle anlatıyor
Öyküler olaylar yollara düşüp yeni iklimlere ulaşıyor
Her gittiği yerde yeni özelliklere kavuşuyor
Bir türkü gittiği yer sayısınca dal (varyant başkantı solak çeşitleme) kazanıyor
Kimi zamanda o türkü koşutunda yeni türküler oluyor
Bir örnek verelim;
Kars Terekemelerinden olup Ruslarla yapılan 93 (1877) savaşına katılan bir Mehrali (Mühür Ali) Beğ var
Gönüllüler alayı komut
anı olup binbaşı rütbesinde bulunan bu Mehrali Beğ tam bir yurtsever
Neredeyse Köroğlu ile bir tutulan veya ikinci Köroğlu sayılan bu yiğit sonradan Sivas' çekilip 40
Hamidiye Süvari Alayını kuruyor
Daha sonra da Yemen'e gönderilen bu Mehrali Beğ
Arap isyanını bastırırken ölüyor
Şimdi Kars halkının yaptığına bakalım
Hemen sanatçısı Sadık ortaya çıkıyor
Bütün Terekemelerin ortak duygusu olarak Mehrali Beğ ağıtını yakıyor
Sadık'ın feleğe meydanı kaldı
Vatanında O'nun hicranı kaldı
İkinci Köroğlu destanı kaldı
Söylenir dillerde Merdi Mehrali
Belli ki bu türkü Kars'ta sıkışıp kalmıyor
Çok zaman geçmeden Hınıs'ta bir Mehrali Beğ ağıtı duyuluyor
Yiğit gitti yeri kaldı
Kıratın eğeri kaldı
Sona Hanım geri kaldı
Havar le le Mehrali Beğ
Yiğit olan böyle olur
Rahmet ola Mehrali Beğ
Sivas'ta kendisini tanıyanlar da boş durmuyorlar
Bir ağıt da oradan duyuluyor
Yemene de Mehrali Beğ Yemene
Çadırları kurdu m'ola çimene?
Bir ara da bu döner ayaklan ayrı bir ezgi ile ayrı ana bentlerle Kırşehir' de göreceğiz
Şimdi; bu Mehrali Beğ bir din ulusu değildir ki müritlerinin sözleri ile ilden ile yayılsın
Bir Karacaoğlan değildir ki deyişlerinin sırtında dolaşıp dursun
O bir aşiretin beğidir bir ulusun kahramanıdır
Küçük çapta bir Köroğlu destanı ile karşı karşıyayız
Belki de yanında taşıdığı meçhul sanatçılar onun öykülerini ölümsüzleştirmişlerdir
Mehrali Beğ öyküsüne ilişkin bütün örnekler kendi yörelerinin ezgi ve tavır özelliklerini taşımaktadırlar
Kars'ta aşık tavrı ile ''Derbeder'' adıyla Hınıs'ta 6/8'lik bir ölçü ile ve Hüseyni dizisi ile Sivas'ta gene Hüseyni ile uzun hava olarak Orta Anadolu' da ise 4/4'lük ağır bir ölçü ile okunmaktadır
alıntı
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul