Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük (H Harfi)-Osmanlıca Sözlük (H Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (H Harfi) HUDIY Dağ eteğinde olan taş
HUDİR Yumuşak taze ot
HUDM Her nesnenin kökü
HUDME Çabuk kaynayan çömlek
HUDR Yeşillik
HUDR Sıçramak Seğirtmek
HUDRA (Bak: Hadrâ)
HUDRE Göz kapağının içinde çıkan çıban
HUDRET Yeşillik * Yeşil renklilik
HUDRÎ Kara eşek
HUDU' Eğilip tevâzu etmek
HUDU' Alçaklık etmek
HUDUD (Hadd C ) Yanaklar * Cemâatler * Yeri kazmalar Yeri yarık etmeler * Çiçek yaprakları
HUDUD (Hadd C ) Sınırlar, hudutlar * Uçlar Bucaklar * Şeriatın cezâ hükümlerinin tatbiki
HUDUD-U MEMALİK Memleket hudutları Ülkenin sınırları
HUDUD-U ŞER'İYYE Şer'i hadler Muayyen suçlara karşılık tatbik edilen şer'i cezâlar
HUDUDNAME f Memleket sınırını belirleyen vesika Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor * Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika
HUDUMME Kolları kalın olan * Büyük emir
HUDUR Aşağı indirmek * Bir yeri şişmek
HUDUR Hazırlık
HUDUS Yeniden meydana gelme Sonradan peyda olma Yok iken vücuda gelme
HUDUS VE İMKÂN Usul-üd din ve İlm-i kelâmın dâhi ulemâsının ve Hükemâ-i İslâmiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkân hakikatları (Onlar demişler ki: Mâdem âlemde ve her şeyde tegayyür ve tebeddül var, elbette fânidir, hâdistir, kadim olmaz Mâdem hâdistir elbette onu ihdâs eden bir Sâni' var Ve mâdem her şeyin zâtında vücudu ve ademi, bir sebep bulunmazsa müsâvidir Elbette vâcib ve ezeli olamaz Ve mâdem muhal ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini icâdetmek mümkün olmadığı kat'i bürhanlarla isbat edilmiş Elbette öyle bir Vâcib-ül Vücudun mevcudiyeti lâzımdır ki, naziri mümteni, misli muhal ve bütün mâadâsı mümkin ve mâsivâsı mahluku olacak Evet hudus hakikatı, kâinatı istilâ etmiş Çoğunu göz görüyor Diğer kısmını akıl görüyor Çünkü; gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefât eder ki, her birisinin hadsiz efradı bulunan ve her biri zihayat bir kâinat hükmünde olan yüzbin nevi nebatât ve küçücük hayvanat o âlem ile beraber vefât ederler Fakat o kadar intizamla bir vefattır ki; haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a'mâllerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Hafiz-i Zülcelâlin himayesi altında hikmetine emânet eder Sonra vefat ederler Ve bahar mevsiminde haşr-i a'zamın yüzbin misâli ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar Ve bir kısmının dahi kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri icad ve ihya olunuyor ve geçen baharın mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip âyetinin bir misalini gösteriyorlar Hem hey'et-i mecmua cihetinde her güzde ve her baharda büyük bir âlem vefat eder ve tâze bir âlem vücuda gelir Ve o vefat ve hudus o kadar muntazam cereyan ediyor ve o vefat ve hudusda gayet intizam ve mizanla o kadar nevilerin vefiyatları ve hudusları oluyor ki; güya dünya öyle bir misafirhânedir ki, zihayat kâinatlar ona misâfir olurlar ve seyyah âlemler ve seyyar dünyâlar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler İşte bu dünyada böyle hayatdar dünyâları ve vazifedar kâinatları kemâl-i ilim ve hikmet ve mizanla ve müvâzene ve intizam ve nizamla ihdâs ve icad edip, Rabbanî maksadlarda ve İlâhî gayelerde ve Rahmanî hizmetlerde kadirâne istimal ve rahimane istihdam eden bir Zât-ı Zülcelâl'in vücub-u vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsiz hikmeti bilbedahe, güneş gibi akıllara görünüyor Ş )(Gelelim imkân bahsine: Mütekellimîn demişler ki:İmkân mütesâviyy-üt-tarafeyn'dir Yâni, adem ve vücud ikisi de müsâvi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lâzımdır Çünkü, mümkinat birbirini icâd edip teselsül edemez Yâhut, o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz Öyle ise, bir Vâcib-ül Vücud vardır ki, bunları icad ediyor S )(İmkân ciheti ise; o da kâinatı istilâ ve ihâta etmiş Çünkü görüyoruz ki, herşey, külli ve cüz'i bulunsun, büyük ve küçük olsun, arştan ferşe, zerratdan seyyârâta kadar her mevcud, mahsus bir zat ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor Halbuki, o mahsus zâta ve o mâhiyete, hadsiz imkânat içinde o hususiyeti vermek, hem suretler adedince imkânlar ve ihtimâller içinde o nakışlı ve fârikalı ve münâsib o muayyen sureti giydirmek; hem hemcinsinden olan eşhâsın mikdarınca imkânlar içinde çalkanan o mevcuda o lâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem sıfatların nev'leri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddid bulunan o masnua, o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek, hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması noktasından, hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahluka, o hikmetli keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve techiz etmek, elbette külli ve cüz'i bütün mümkinat adedince ve her mümkinin mezkur mâhiyet ve hüviyet, hey'et ve suret, sıfât ve vaziyetinin imkânatı adedince, tahsis edici, tercih edici, tâyin edici, ihdas edici bir Vacib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihâyetsiz hikmetine ve hiçbir şey ve hiçbir şe'n O'ndan gizlenmediğine ve hiçbir şey O'na ağır gelmediğine ve en büyük bir şey en küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine; ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühuletle icad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden çıkıp, kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler Ş )
HUDUŞ Kaşımaktan ve tırmalamaktan dolayı olan yara
HUFAL Çok
HUFALE Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan * Her kabuklunun arınıp pâk olanı * Her nesnenin kemi ve yaramazı * Yağ tortusu * Şıra sıkıntısı ve kepeği
HUFARE Ahd * Ücret * Hayâ şiddeti
HUFAS Isırdığı yer acımayıp zarar vermeyen yılan
HUFDUD Bir kuş ismi
HUFF Abdest alınırken üzerine meshedilebilen mest vs gibi ayakkabı * Deve tabanı isimli bir nebat
HUFFAŞ Yarasa Gece kuşu
HUFFAZ (Hâfız C ) Hâfızlar
HUFNE (C : Hufün) Çukur
HUFRE Kazılmış çukur Oyuk
HUFRE Ahd, söz
HUFRETEYN İki çukur İki delik
HUFRETEYN-İ ENF Burun delikleri
HUFTE (C : Huftegân) Yatmış, uyumuş
HUFTE-GÂN (Hufte C ) f Yatmış olanlar, yatıp uyumuş olan kişiler
HUFTE-GÎ f Yatıp uyuma
HUFUF Maişet şiddeti, geçim zorluğu * Darlık
HUFUK Dolanmak
HUFUT Sâkin olmak Ateşin sönmesi * Sesin kesilmesi
HUFVE Yalın ayak olmak
HUFYE Saklanma, gizlenme * Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey
HUH (C : Huvhât) Şeftali * Duvardaki ışık girecek delik
HUK f Domuz, hınzır
HUKB (C : Ahkâb) Seksen yıl
HUK-BAN f Domuz çobanı
HUKERDE f Terlemiş
HUKEŞAN f Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffakiyetine dua etmekti Bunun haricinde merasim esnasında bunlardan sekiz tanesi, yeniçeri ağasının atının önünde yeşil çuha üst elbiseleriyle iki yumruğunu mideleri üstüne bastırarak yürürlerdi Bu sekiz bektaşiden en kıdemlisi yüksek sesle "Kerim Allah" der, diğerleri de "Hu" diye mukabele ederlerdi Bundan dolayı bunlara Hukeşan denilmiştir (O T D S )
|