Yalnız Mesajı Göster

Otuz Yıl Savaşları, Otuz Yıl Savaşlarının Nedenleri,30 Yıl Savaşlarının Nedenleri

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Otuz Yıl Savaşları, Otuz Yıl Savaşlarının Nedenleri,30 Yıl Savaşlarının Nedenleri



Türkiyenin batılılaşması, Türkiyede batılılaşma, Türklerin batılılaşması,1945 sonrası
otuz yıl savaşları, otuz yıl savaşlarının nedenleri,30 yıl savaşlarının nedenleri
TÜRKİYE’NİN BATILILAŞMASI

TÜRKİYE’DE BATILILAŞMA

1923 – 1945 (Tek Parti)

Türkiye’de batılılaşma konusuna baktığımızda, bu olgunun geçmişini Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar götürmekteyiz Öyle ki III Selim ve II Mahmut dönemlerinde değişim rüzgarları esen dönemler dinamizmin en açık göstergeleri olmuştur Yaşanan bu değişimler Cumhuriyetin kurulmasında büyük öneme sahip olmuşlardır; Fakat üzerinde önemle durulması gereken nokta Osmanlı Devletinin son dönemlerinde yapılan yenileşme hareketlerinin tamamen ıslahat niteliği taşımasına karşın, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda görülen yeniliklerin tam anlamıyla devrimleri teşkil etmesidir! III Selim, II Mahmut Tanzimat ve Islahat Fermanları ve sonrasındaki Meşrutiyet hareketlerinin bir uzantısı görünümünde olan Tek Parti dönemi reformist özelliklere sahipti
Cumhuriyet dönemi batılılaşma çabaları, emperyalizme karşı yapılan İstiklal Savaşı’nın hemen sonrasında başlamıştır Burada ne tuhaftır ki emperyalist ülkelere verilen savaşın bitişinin adında bu ülkelerden aktırılanlar sosyal bünyeye adeta uydurulması gaye edinilmiştir Batı klerikalizminin yaşatılmasının hedeflendiğinin en açık göstergeleridir
Tek parti döneminin belirleyici özelliği olana tepeden inmeci yeni radikal anlayışları zamanla Kemalist zümre ile halkın arasında kopuklukların yaşanmasına neden olmuştur Oluşagelen koklukların altında yatan temel neden hiç şüphesiz geleneksel değerlere bağlı bir toplumun tamamiyle farlı bir toplumun hayat tarzını benimsemesi arasındaki çelişik durumdan kaynaklanıyor olmasındandır Bu dönem özellikle Avrupalı aydınları tarafından demokrasiden ziyade totoliter xxxxxx olarak adlandırılmaktadır
Batılılaşma ile modernleşme kavramlarının önemine değinmeden batılılaşma olgusunu ele alamayız Bu bakımdan günümüzde bile sık sık karıştırılan bu iki kavram asıl olarak birbirlerine ne zıt ne de birbirleriyle eş anlamlı kavramladır Bu iki kavram birbirini tamamlayan kavramlardır Modernleşme, bilim ve teknolojideki gelişmeleri ifade ederken, batılılaşma daha çok modernleşmenin beraberinde
Getirdiği daha çok sosyo – kültürel anlamdaki değişmeleri içermektedir Öz benliğini korumuş olan bir millet ancak batılılaşmanın yaratacağı olumsuz hallerden uzaklaşabilmektedir Aksi halde kültür yozlaşmasından uzaklaşamayarak, toplumda çatlaklıkların oluşmasına meydan verecektir
Tek parti esas olarak yaptığı devrimlere TOPYEKÜN KALKINMA’YI gerçekleştirmek için yoğun şekilde hızlı bir şekilde uğraşı vermiştir Yeni kurulan bir devlette çağdaşlaşmayı ana koşul olarak kabul edilmiştir Tek elden yapılan devrimler, Batılı gibi olmanın yanında milli bütünlük ve milli kimlik esaslarının da benimsenmesini gerekli görmekteydi Topyekün kalkınma hedeflenerek sınıfsız bir toplum yapısı modeli düşünülmüştür
Topyekün kalkınmadan anlaşılmak istenen, eğitimden, hukuka, ekonomiye, sosyal, siyasal, kültürel alanlara kadar yayılması idi Köklü değişimler, eski devletin izlerini silmeyi, tam anlamıyla yepyeni bir çağdaş bir Türk yaratma girişimiydi hiç şüphesiz!
Değişim konusunu tekrar ele alacak olduğumuzda;
Bir toplum çağdaşlaşması ya da gelişme açık olması; ancak o toplumun ekonomisi ile eğitimiyle, sosyal yaşantısıyla ve her şeyden önemlisi bireylerin üreticilikleriyle gerçekleşir Bu ise toplumsal değişim kavramının tam manasıyla idrak edilmesiyle mümkün olur
“Toplumsal Değişim” kavramı bireyde; bireyin beyninde oluşuyor, sonra tüm topluma yayılıyor iyi yönde düşünce içerirse o toplumun adeta müreffen uygar bir toplum olmuyor insan insanla çatışmıyor Üreten, seven, şefkatli, dürüst, onurlu ve namuslu bireyler oluşuyor Şayet toplumsal değişim kavram doğru anlamdan gelişim göstermiyorsa toplumun mutsuz ve umutsuz bireyleri kitleler halinde çok geçmeden kendini gösteriyor
Toplumsal değişim kavramının doğuşu genel olarak düşünürsek; toplumsal yapı içinde rol oynayan her bireyin “aktör” toplumsal sistem ise bu bireylerin aktörlerin birbirleriyle etkileşmeden ortaya çıkar Bu değişimi irdelerken salt tarihsel süreçler olarak saptama yapmamak gerekir “Ailenin örgütlenişindeki, hayat kazanma yollarındaki, dinsel davranışlarındaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojilerdeki tüm değişmeler toplumsal değişim kavramını oluşturmaktadır
Türkiye’de başlayan batılılaşma hareketlerinin, topluma getirdiği maddi ve manevi dayatmalar, pek çok boyutuyla birlikte; toplumsal değişme sürecini hızlandırmıştır Bu sürecin, devlet bürokrasisinde olduğu kadar, toplumun pek çok katmanında da yansımaları olmuştur Sonuçları ise; yeni toplumsal yaşantının oluşmasında rol oynamıştır Kentlerdeki güncel yaşayış elemanlarından, köylerdeki değişim elemanlarına kadar, pek çok maddi ve manevi kültür değişmelerini görmek mümkündür Bütün bu değişmelerin, kimi değiştirmesine karşın yine de bir dikey hareketlilik olarak gerçekleştiği görülebilir Nitekim, Sarakin’in Batı toplumlarında Sanayi Devriminin bu yana görülen dikey hareketliliğini olumlu bir gelişme olarak gören yorumu hatırlandığında, benzer yorumu Türkiye’nin değinilen dönemdeki toplumsal değişimine uyarlamak mümkündür Toplumsal değişmenin kültür boyutunda, özellikle maddi kültür değişmelerinde yoğun bir hareketlilik söz konusu olmuştur Toplum olarak içinde yaşanılan doğal çevrede, insan gruplarıyla bütünleşen alet – edevat kadar, kişilerin davranış kalıplarında ve giyim kuşamlarında da değişmeler söz konusu olabilmiştir
Toplumsal değişme hemen hemen her toplumda var olan sosyolojik bir kavramdır Bu değişme ile Türkiye’de son yüzyılda hızlı bir şekilde sürmüş, ülke ile kabuk değiştirerek, yepyeni bir devlet ve toplum felsefesi ortaya koyabilmiş, kültürel devrim gerçekleşmiş, yeni ideolojik kalıplar edinebilmiştir
Kemalizm, pozitivist, milliyetçi ve anti – emperyalist niteliklerinin yanı sıra “çok partili demokrasi”ye inanıyor Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak bir “tek parti” yönetimine gidilmişse, toplum düzenini değiştirmek için gerekli görülmüştür de ondan bu Yoksa asıl amaç, çağdaş uygarlık düzenine varmak, Batı’ya karşın Batı gibi daha ve Batı’nın en büyük özelliği olan “çok partili demokrasi”ye geçmek Nitekim Atatürk daha yaşarken, iki kez denemesi de yapılmış bu geçişin 1925’te “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” 1930’da da “Serbest Fırka” kurulmuş Ne var ki, her ikisi de başarısızlıkla sonuçlanan denemeler bunlar
Atatürk İhtilali (Bağımsız Savaşı ve Devrimleri) emperyalizme karşı yapılmıştı İlginç olan nokta, Atatürk’ün “emperyalizme” karşı savaşırken, araç olarak onun kendi silahını seçmiş olmasıydı Batı’da endüstrileşme sonrası ortaya çıkan türde bir toplumun yaratılması, bir “ulus – devlet”in kurulması, O’nun Batı “emperyalizmine” karşı bulduğu savunmaydı Bu yüzden bütün devrimler, olanaklı olan hızla endüstrileşme sonrası Batı türü bir toplumsal yapı oluşturmaya yönelmişti Halkçılık, devletçilik, laiklik ve ötekiler, hep Batı ülkelerinin toplumsal ve ekonomik niteliklerine ulaşmak için kullanılan kestirme yolları simgeliyordu
Gerek “aydınlanma devrimini” gerekse “sanayi devrimini” yaşamamış, bu aşamalardan geçmemiş bir toplumda, bu aşamaların sonunda ortaya çıkan ürünü, yani “endüstrileşmiş bir ulus – devleti” yaratmaya çalışan Atatürk, bu kısa yolların başarılı olduğu oranda, Türkiye’nin çağdaş dünyayı yakalamasını sağlamış olacaktı
Yeni Türk Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte özellikle “demokrasi sorunu” bakımından Tek Parti Dönemi büyük önem arz etmektedir
İlk olarak tek parti dönemini “vesayet rejimi”, dönemin Cumhuriyet Halk Partisini “vesayet partisi” ve dönemin ideolojisi olan Kemalizm’i “vesayet ideolojisi” olarak nitelemek söz konusudur Vesayet kavramı, burada, rejimin, partinin ve ideolojinin sürekli ve kalıcı bir otoriterlik peşinde olmayıp, aksine, toplumu, modernleşme kuramında anlaşıldığı türden (Batı tipi) demokrasiye hazırlamayı amaçladıkları fikrini içirmektedir
Cumhuriyet Türkiyesi’nde nihai bir demokratikleşmeyi kolaylaştırıcı öğeler de şöyle sıralanmaktadır:
1
  • Rejim, tek partili olsa da sınırlı bir çoğulculuğa sahiptir Bir parlamentonun varlığını sürdürmesi rejimin hukuksal temelini belirleyen 1924 Anayasası’nda muhalefetin örgütlenmesine (Cumhuriyet Halk Partisi’nden başka siyasal partilerin kurulmasına) yönelik bir yasaklamanın olmayışı, özellikle parti kongrelerinde ülke sorunlarının görece özgür bir tartışma içinde ele alınabilmiş oluşu bu sınırlı çoğulculuğun göstergeleridir
  • Cumhuriyet Halk Partisi, hep bir kadro partisi niteliğinde kalmıştır Türk devriminin bir “tepeden devrim” olduğu görüşü doğrultusunda, cumhuriyet halk Partisi’nin hiçbir zaman “köylü kitlesi”ni siyasal bir mobilizasyon için kullanmadığını da (kullanmak istemediğine) ve bu anlamda modernleştirici seçkinlerin partisi olarak kaldığına dikkati çeken Özbudun, cumhuriyet halk Partisi’nin bu açıdan bir “dışlayıcı tek parti” olarak görülebileceği fikrini eleştirmektedir “Dışlayıcı tek parti”nin daha çok etnik veya dinsel temelli bir kutuplaşmanın geçerli olduğu toplumlarda kalıcı olabileceğini; buna karşılık Türkiye örneğinde bölünmenin-modernleşmenin ilerlemesiyle ve modern değerlerin nüfusun daha büyük bir bölümü tarafından beninsenmesiyle ortadan kalkabilecek olan modernleştiriciler ile gelenekçiler arasında olduğunu ve süreç içinde ortadan kalkabilecek bu tür bir bölünmenin sürekli bir dışlayıcılığı meşrulaştıramayacağını belirtmektedir
  • İdeoloji düzeyinde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve tüm tek parti döneminin egemen düşünce tarzı olarak Kemalizm de, bir tek parti rejimini meşrulaştıracak herhangi bir öğenin bulunmadığı belirtilmektedir Kemalizm, Türk toplumunda hedeflediği toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümleri gerçekleştirdiğinde, artık bir tek parti rejimini meşrulaştırabilecek özelliklerini de yitirmiştir
2 Tek parti döneminin “vesayetçi” niteliği, Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin kurulmasını kolaylaştırıcı özellikler açısından değerlendirilirken, bazı araştırmacılar da genel olarak Osmanlı-Türk toplumunun geleneksel bir takım özelliklerinin Türkiye’de demokrasinin kurulması açısından engelleyici faktörleri meydana getirdiklerini vurgulamaktadırlar Daha çok kültür düzeyinde ortaya konulan bu engelleyici faktörleri, şöylece sıralamak mümkündür:
  • Kültürde “büyük” ve “küçük” gelenek evriminden hareket eden Şerif Mardin, Osmanlı’daki küçük geleneği oluşturan “Devlet İslamı”nda ve küçük geleneği oluşturan “Halk İslamı”nda demokratik bir kültürün öğelerinin bulunmadığını belirtmektedir
  • Türk toplumundaki geleneksel örgütlenmenin mahiyeti, insanlar arasındaki ilişkilerin karşılıklı anlaşma yoluyla kurulduğu, “rıza” (concensus) öğesine dayalı bir örgütlenme değildir ayrıca, toplumda “merkez” ile “çevre” arasında bir kopukluk, “merkez”in (devlet) “çevre” halk) üzerinde mutlak egemenliği ve denetimi söz konusudur Geleneksel örgütlenmesinin niteliği böyle olan bir toplumda demokrasinin asli öğelerinden sayılan “concensus”un bir diğer deyişle bir “toplumsal sözleşme” düşüncesinin temellenmesi hemen hemen olanaksızdır Ayrıca Batı demokrasisinin gelişimi açısından önemli bir yeri bulunan devlete (merkeze) karşı halktan (çevreden) gelen başkaldırı ve muhalefet hareketlerinin sistemleşmiş ve kurumsallaşmış bir “muhalefet geleneği”ni yaratmış olmasına karşılık; özünde otoriteye boyun eğmeyi vurgulayan Sünni İslami geleneğinin egemen olduğu Osmanlı-Türk toplumunda böyle bir şey gerçekleşmemiştir
  • Yenileşme hareketlerinin öncü gücü olan “bürokratik” intelligentsia modern bir toplum kurma hedefini süreç içinde benimsemiş olsa bile, hem içinden çıktığı bu kültürel özellikleri tümüyle silkip arkalamış hem de demokrasiye izin verici öğelerden yoksun bir kültürü radikal bir biçimde değiştirmeyi hedeflemesi nedeniyle, devletle halk arasındaki ilişkileri sağlayacak ara yapıların bulunmadığı bir toplumsal örgütlenmeyi hemen hemen aynen koruyarak “modernleştirici” düşüncelerini pratiğe aktarmışlardır
  • Kültür düzeyinde yapılan bu çözümlemelerin yanında, Batı demokrasisinin tarihsel gelişimi içinde, bu demokrasinin kuruluşunda baş rolü oynayan bir toplumsal güç olarak “burjuvazi”nin Batı’da devletin dışında gelişmiş olması, buna karşılık Türkiye’de is edevlet eliyle geliştirilmesi de, Türkiye’de demokrasinin kurulup yerleşmesi açısından olumsuz bir etken olarak kabul edilmektedir “Burjuva siyaseti” veya “batı demokrasisi” Türk toplumunda burjuvazinin devlet eliyle geliştirilmiş olması, dolayısıyla devletten bağımsız bir nitelik kazanamayışı ve bunun yanında, gelişen burjuvazinin devlet aygırını elinde tutan büroksasi tarafından iktidarın dışında bırakılmış olması (yani, burjuva siyaseti karşısında bürokrasinin belirli bir “direnç” oluşturması) Türkiye’de demokrasinin toplumsal yapı bazında ortaya çıkan bir değer olumsuz yönünü meydana getirmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla