Yalnız Mesajı Göster

Anadolu Selçuklu Beyliklerinin Anadolunun Türkleşmesinde Rolü Nedir?Tasavvufî Zümre

Eski 09-10-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Anadolu Selçuklu Beyliklerinin Anadolunun Türkleşmesinde Rolü Nedir?Tasavvufî Zümre



Anadolu Selçukluları zamanında, Ahi zaviyelerinin kurulmasını zaruri kılan sebeplerden biri, Türkmen halkın göçebelikten yerleşik hayata geçişidir Göçebelikten yerleşik hayata geçişin en önemli şartı, yerleşim yerlerinde iş sahibi olunmasıdır O günün toplumunda Ahi zaviyeleri, Türkmen halkın şehir hayatına adaptasyonunu sağlamaktaydı Göçmen Türkmenlerin birer meslek sahibi hâline gelmelerine öncülük etmeleri ve onların şehir hayatına uyum sağlamalarına önem vermeleri ile Ahi zaviyeleri, meslek ve sanat dallarının Türklerin eline geçmesine sebep olmuştur Moğol istilası sonucu Anadolu’ya gelen yeni sanat erbabı desteklenmiş ve kendilerine sunulan imkanlarla takviye edilmiş, yerli Hristiyan esnafa karşı rekabet kabiliyeti geliştirilmiş ve böylece Türklerin iş hayatını ellerine geçirmesine imkan kazandırılmıştır Ayakkabı, çizme, at koşumu ve silah gibi devletin zaruri ihtiyaçlarını gideren iş kollarını millî hâle getiren ahî zaviyeleri, aralarında gerçekleştirdiği dayanışma ruhu ile Türk esnafını güçlendirmiş ve karşılarında gayr-i Müslim zümrelerinin tutunabilmesini imkansızlaştırmıştır90

Esnaf ve sanat kuruluşlarının eğitimini, üretim, kalite kontrolü ve fiyat politikası gibi esaslarını düzenleyen Ahîlik, usûl ve âdâbını, iç-tüzükleri diyebileceğimiz fütüvvet-nâmelerle91 tespit etmiştir Ahîliğin iç tüzükleri, diğer tarikatların usûl ve âdâbı mukayese edildiğinde, çoğu zaman paralellik arz ederken bazı önemli noktalarda farklıkların bulunduğu da görülmektedir Bu farklılıkları şu şekilde sıralayabiliriz:

Müridlere kıyafet olarak ahîlikte, “şedd-kuşak” bağlanması ve şalvar giydirilmesi tercih edildiği hâlde, tarikatlarda, “hırka”nın esas libas olarak kabul edildiği görülmektedir

Ahîlik ve fütüvvet’de, “yiğit, ahî, şeyh veya ahbâb, nîm-tarîk, müfred, nakîb, nakîbü’n-nukabâ, halîfe-i dâim-makam-ı şeyh, şeyh ve şeyhu’ş-şüyûh” şeklinde derecelendirilen teşekkül içi hiyerarşi, tarikatlarda, “mürid-şeyh” veya “mübtedî, mutavassıt, müntehî, mürşîd” şeklinde bir tasnife tâbî tutulmaktadır

Ahîlikte müritliğin ilk şartı, esnaf, sanatkar, ya da bir meslek mensubu olduğu ve müntesiplerini seviye ve kabiliyetine göre, gerek iş başında ve gerekse iş hayatı dışında iki yönlü bir eğitime tâbî tuttuğu bilindiği hâlde, tarikatlarda böyle bağlayıcı bir hüküm bulunmamaktadır92

Kuralları ve Sühreverdî’nin Avârifü’l-maâarif’indeki tasavvufî prensip ve kurallarla hemen hemen aynı olduğu görülen Ahîlik, usul, âdâb ve erkânlarında dış görünüş itibariyle Sühreverdiyye ve Rifâîyyeden pek çok iktibasta bulunduğu gibi, değişik noktaAnadolu'yu en ücra köşelerine kadar kuşattığını bildiğimiz Ahî zaviyelerinde, müntesiplerine, meslekî eğitim ve formasyon kazandırma yanında, kendilerine "muallim ahî" veya "emir" denilen yetişkin ahîler tarafından, Türkçe fütüvvet-nâme, Kur'an tilaveti, tarih, terâcim-i ahvâl, tasavvuf, Arapça, Farsça ve ilmîhal bilgilerinin öğretildiği, edebiyat okutulduğu da nakledilmektedir Ahî sohbetlerinde: "Kur'an, hadis, menâkıb, muâmelât-ı hukemâ, evsâf-ı müzekkâ, sergüzeşt-i şüheda, nisbet-i ahıbba, letâif-i zürefâ, esrâr-ı fukarâ, sulûk-ı evliyâ ve belâgat-ı şuara" da okutulmakta idi93

Yapılan tüm bu açıklama ve değerlendirmelerden sonra, Ahilerin genel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz: Anadolu beldelerinde oturup, Türkmenlerin köylerine kadar nüfûz etmeleri, Anadolu’yu bir şefkat diyarı hâline getirmeleri, doğruluktan ayrılmamaları, yabancıları korumaları, cömert, misafirperver, alçakgönüllü, iyi huylu olmaları, kendilerini halka adamaları, kitleleri iyiliğe yöneltmeleri, hoşgörülü, affedici ve nezaket ehli olmaları, bir sanat veya iş dalındanlarda Mevlevîlik, Bektâşîlik, Halvetîlik gibi tarikatlarla da ilgili olduğu anlaşılmaktadır

çalışmaları, her meslek ve sanatın bir pire sahip bulunması94, son derece dindarane yaşam sürmeleri, utanma ve ar duygusunu canlı kılmaları, hile yapmaktan, yalan söylemekten, dedikodu yapmaktan, içki içmekten, zina ve fuhşa yönelmekten ve kusur aramaktan son derece kaçınmaları, zengin ve ekâbir takımına minnetsiz davranmaları, kimseye karşı düşmanlık ve kin duymamaları, büyüklere hürmetkâr, küçüklere şefkatli davranmaları, giyindikleri fütüvvet alâmet ve elbiseleri ile Allah’tan başka kimseye bel bağlamamaları, nefis ve şeytanla mücadeleyi şiar edinmeleri

d Bâciyân-ı Rûmİslâmiyet’in kabulünden önce Türklerde kadının aile ve toplum içindeki mevkii ve rolü son derece önemliydi İslâmiyet’in kabulünden sonra da Türkmen kadınlar, bu millî ve aslî karakterlerini devam ettirmişlerdir Anadolu’ya gelindikten sonra Türkmen kadınları iş hayatından kopmamış ve bir takım etkinliklerde bulunmuşlardır Anadolu sûfî grupları incelenirken bazı kadın tekke şeyhlerine rastlanmaktadır Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna rastlayan yıllarda bir takım hanım şeyhler, Kütahya Od Yakan Tekkesi’ni yönetmişlerdir Bu tekkeyi yöneten kadın sûfî liderler sırasıyla şunlardır: Hacı Bacı, Hundî Bacı ve Sûme Bacı95 Anadolu bacıları, Anadolu kadınları ve genç kızlar teşkilatı olarak anılan bu grup, Hacı Bektâş-ı Velî ile yakından alakalıdır Nitekim Bektâşî geleneğinde, kadın tarikat mensuplarına “bacı” denilmektedir Hatta tarikat mensubu kadınlar birbirlerine “bacı” derken şeyhin hanımı da “Anabacı” diye anılmaktadır96 İşte Bâciyân-ı Rûm isimli sosyal zümre, içinde bulundukları topluma güç ve kabiliyetleri ölçüsünde hizmet eden Anadolu Türkmen kadınlarının meydana getirdikleri bir birliktir Anadolu Ahîliğinin kurucusu olarak bilinen Ahî Evran’ın eşi Fatma Bacı97, Fütüvvet teşkilatının kadınlar kolunun başıydı O, Bâciyân-ı Rûm’un lideri ve mürşidesi durumunda bulunuyordu98 Bu teşkilata bağlı bacılar, dinî ve kültürel faaliyetlerini bir tarikat disiplini ve metodu içinde sürdürmekteydiler99 Sanatı ve dallarını uygarlığın gereği sayan İbn Haldun100 gibi Ahi Evran da toplumun mutluluk ve refahı için bütün sanat kollarının gerekli olduğunu savunuyordu O her türlü sanatın yaşaması için sanat erbabının bir yere toplanmalarını ve sanatlarını orada icra etmelerini, yani teşkilatlanmalarını öğütlüyordu Ahi Evran’ın ilk yerleştiği Kayseri’de, böyle bir sanayi sitesinin kurulduğu kaynaklarda zikredilmektedir Dericiler çarşısı ile Kulah-duzlar çarşısı arasında bulunan cami ve zaviyede Fatma Hatun’un ikamet ettiği evin bulunduğu anlatılmaktadır Ahi Evran bir mahalle oluşturacak kadar çok olan deri atölyelerinde, Ahilerin derileri debbağlanmasını sağlarken, Türkmen kız ve kadınlarını organize ederek onları örgücülük ve dokumacılığa yanında Kulah-duzlar mahallesi yani Örgücüler mahallesinin bulunması, Debbağlar mahallesinde işlenen derilerin yünlerinin Örgücüler mahallesine intikal ettirildiğini ve burada Bacılar tarafından işlendiğini göstermektedir Kısaca, Ahîlik çeşitli sanat kollarına mensup erkeklerin kurduğu bir teşkilat olduğu gibi Bacılık da, kadın el sanatlarını icra eden kadınlar arasında gerçekleşen sanatkârlar kuruluşudur Çadırcılık, keçecilik, boyacılık, halı ve kilimcilik, oya ve dantelcilik, dokuma ve örgücülük, nakışcılık, çeşitli kumaşların imal edilmesi ve bunlardan giysi yapımı Bâcıyân-ı Rûm adıyla bilinen kadınların meşgul oldukları sanat alanlarıdır101 Daha sonraki dönemde, Yeniçerilerin kullandıkları “bükme elif tac” adı verilen ak börklerinin, askerî üniformalarının ve diğer giysilerinin Anadolu Bacılarının atölyelerinde imal edildikleri bilinmektedir Üretilen halı ve kumaşların başta İstanbul olmak üzere diğer Hristiyan beldelere ihraç edilmektedir102 Bâciyân-ı Rûm teşkilatının en iyi bilinen faaliyet alanlarından biri de Ahi tekke ve zaviyelerine misafir yöneltmiş, debbağlanan derilerin yünlerini işlemeyi ve onların değerlendirilmesini gerçekleştirmiştir Debbağcılar mahallesinin edilen konukların ağırlanması ve onlara karşı gösterilen hizmet çabalarıdır O dönemde kitleler hâlinde Anadolu’ya göç eden Türkmen zümrelerinin kısa bir süre de olsa barındırılmaları, ağırlanmaları ve yeni ortama uyum sağlayabilmeleri devlet kadar Ahi zaviyelerinin de sorumluluk alanında bulunmaktaydı Bu tekkelere konuk edilenlerin iaşe ve ibatesı hizmetlerinin Bacılar tarafından yürütüldüğü, tüm kaynaklarda dile getirilmektedir103 İbn Batuta Kayseri’de Alaaddin Eretna Bey’i ziyareti sırasında, hizmetlerden sorumlu ve konukların ağırlanmasını organize eden Taga Hatun isimli bir bacıdan bahsetmesi bunların konumunu göstermesi bakımından son derece önemlidir104 Günümüz Anadolu’sunun pek çok köyünde, hâla köy odalarında misafir kalanlara, nhanımların yemek pişirdiği, sofra düzdüğü göz önünde tutulursa, bu âdetin Bacıyân-ı Rûm’dan kalmış olduğunu söylemek yersiz olmasa gerek Çalışkanlıkları ile dikkat çeken bu Türk kadın teşkilatı mensupları, Anadolu’nun iktisadî hayatına katkıda bulundukları kadar içtimaî hayatın bir ahenk içerisinde yaşanmasına katkıda bulunmuşlardır Ahilerden ayrı düşünülemeyen Bâciyân-ı Rûm teşkilatının, her bölgede kendi kadın mürşideleri ve şeyheleri bulunmaktaydı Kadın Ana, Fatma Hatun ve Kadıncık isimleri ile anılan Fatma Bacı ile kardeşi Amine Hatun bu mürşide isimlerin başta gelenleri idi Hacı Bektâş Velâyetnâmesi’nde pek keşf ve kerametinden, üstün kişiliğinden bahsedilen Fatma Bacı gibi kardeşi Amine Hatun da âlime, fâzıla ve zâhide bir kadın idi Kocası olan Ahlat vezirinin oğlundan boşandıktan sonra Şam’a yerleşen Amine Hatun burada 18 hankâh’ın sorumluluğunu deruhte ederek irşad faaliyetleri yürütmüş, kadınlara tarikat dersleri vermiştir105

Moğolların 640/1243 yılında, Kayseri’yi muhasaraları sırasında Bâciyân-ı Rûm örgütüne mensup kadınların, şehrin savunmasında fiilen ve teşkilat olarak savaştıkları görülmektedir Başlangıçta Ahîliğe paralel olarak Kayseri, Konya, Kırşehir, Ankara ve Lârende gibi büyük yerleşim merkezlerinde kurulan Bâciyân-ı Rûm teşkilatı, Moğol işgaline karşı gerçekleştirdikleri bu tür direnişleri sebebiyle, bütün Anadolu’da yoğun bir takibata ve katliama maruz kalmışlar, işyerleri ve malları ellerinden alınmıştır Bu durum, Ahiler gibi Bacıların da uc bölgelere veya Moğol zulmünün ulaşamayacağı ücra köşelere göçmelerine yol açmıştır Uc mıntıkalara göç eden kadınlar teşkilatı, eski sanatlarını buralara nakletmişler ve özellikle Germiyanoğulları Beyliği’nde halı, kumaş, tülbent bez imal etmişlerdir106 Bu siyasî gelişmeler, Ahi ve Bacı teşkilatlarının köylere kaymasına, varlıklarını köylerde sürdürmesine yol açmıştır107 Bugün Konya yakınlarında üretilen Başara halılarının kökeninde, bacıları görürüz108 Konya’nın 20 km kuzey istikametindeki Ulumuhsine ve Kiçimuhsine köylerinin adlarını Moğol zulmünden kaçıp bu bölgeye sığınan Bâciyân-ı Rûm teşkilatına mensup iki bacının ismine izafeten kurulduğu rivayet edilmektedir109 Mübalağalı bir ifade olsa da, Dulkadiroğullarının otuz bin silahlı kadın askere sahip olduklarına dair haberler, bu beylik döneminde Bâciyân-ı Rûm teşkilatının ne denli faal olduğunu göstermektedir Dulkadiroğullarından Alauddevle’nin Kırşehir’deki Ahi Evran Türbe ve Zaviyesini yaptırması bu beylik döneminde Ahi ve Bacı teşkilatının kurucusuna ilgi duyulduğunu ve devlet tarafından himaye edildiğini göstermektedir110

Anadolu Selçukluları devrindeki faaliyetleriyle Bacıyân-ı Rûm, kadının toplum hayatında ne
denli etkin olabileceği ve topluma neler verebileceğini açıkça göstermektedir Şu ifadeler
Anadolu kadınının duygularına tercüman olmaktadır:

Zehra’nın nutkunu güzel dinleyin
Ey erenler, erler, doğru söyleyin
Biz doğurmadık mı beyan eyleyin
Sizi irşad eden bu babaları111

Alıntı Yaparak Cevapla