Yalnız Mesajı Göster

Sovyetler Birliğinin Dağılışı, Sovyetler Birliğinin Avrupa Üzerindeki Etkisi

Eski 09-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sovyetler Birliğinin Dağılışı, Sovyetler Birliğinin Avrupa Üzerindeki Etkisi



TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDEKİ GELİŞMELER (91-94) Türk-Rus ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonundan 1980’li yılların ikinci yarısına dek yaklaşık 40 yıl Doğu ile Batı arasındaki ‘Soğuk Savaş’ın etkisi altında kalmıştı Bu dönemde Ankara Sovyetler Birliği’ni potansiyel bir tehlike olarak, Moskova da Türkiye’yi NATO’nun, daha doğrusu ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakolu gibi görmüştü Gorbaçev döneminde (1985-1991) yumuşamanın inandırıcı nitelik kazanarak, gerçek ‘detant’a dönüştüğü bir sırada, 1989’da komünizmin çökmesi ve 1990-1991 yıllarında Avrupa’da komünist blokun, arkasından da Sovyetler Birliği'nin dağılması insanlığa ‘yeni bir dünya’ umudunu vermişti Bu beklenmeyen değişim Türkiye bakımından tarihsel bir dönüm noktasıydı Bu değişim tarihte 12 kez savaştığı Rusya ile sürekli bir barış ve işbirliği döneminin başlangıcı olabilirdi Türk-Sovyet ve Türk-Rus Dostluk ve İşbirliği Anlaşmaları Değişimin Türk-Sovyet ilişkileri bakımından ilk olumlu göstergesi iki tarafın devlet başkanları Özal ve Gorbaçev tarafından 5 Mart 1991’de Moskova’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği arasında Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşması” olmuştu Sovyetler Birliği’nin, 1991 yılı sonunda dağılması üzerine 25 Mayıs 1992’de Başbakan Demirel ile Yeltsin Moskova’da “Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin esasları” konusunda yeni bir antlaşma imzalamışlardı Her iki antlaşma, Birleşmiş Milletler, AGİK ve Soğuk Savaşın sonunu simgeleyen 1990 Paris Yasası’nın ilkeleri çerçevesinde kaleme alınmıştı İki dost devletin birbirlerinin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlıklarına saygı göstermesi; bölgesel konularda danışmalarda bulunulması; hatta askersel konularda temaslara girişmesi; ekonomik ve kültürel vb konularda en geniş biçimde işbirliği yapması; teröre karşı birlikte hareket etmesi isteniyordu Birinci Antlaşmanın 16 ve 17 maddelerinde, Türkiye ile Sovyetler Birliği’ni oluştururken Federe Cumhuriyetler –ki bunlar içinde beş Türk ülkesi de vardı- arasındaki ilişkilerin ve 1990 Ekimi’nde yapılmış olan Kültür İşbirliği Antlaşması çerçevesinde de kültür işbirliğinin geliştirilmesi öngörülmüştü Bununla birlikte, 1991 anlaşmasındaki 16 ve 17 maddeler yerine, 1992’de yeni antlaşma imzalandığı sırada yayımlanan Ortak Bildiride, Demirel ve Yeltsin’in “Türkiye ve Rusya’nın, başta Orta Asya ülkeleri olmak üzere, BDT devletleriyle olan ilişkilerinde ortak yaklaşımları paylaştıklarını memnuniyetle kaydettikleri ve BDT ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunma ve birlikte hareket etme konusundaki dileklerini dile getirdikleri” belirtilmişti Gorbaçev zamanında Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile Birliğe bağlı cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini özendirmek istemesi ilginç bir iyi niyet ve güvenin göstergesiydi Bu cumhuriyetler bağımsız devletler durumuna gelince, yeni Rusya Federasyonu’nun Türkiye ile onlar arasındaki ilişkilerin gelişmesini doğal görmesi beklenirdi Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanı Çetin 1992 Ocak ayında Moskova’da Rus meslektaşı Kozirev ile görüşmesi böyle bir hava içinde geçmiş, Türk-Rus dostluğunun önemi vurgulanmış, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu Rus meslektaşıyla anlayışlı yaklaşımla ele alınmıştı Bu arada Türkiye’nin ortaya attığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulması girişimi Rusya tarafından olumlu karşılanmış ve 25 Haziran 1992’de altı Karadeniz devleti ile birlikte, Azerbaycan, Ermenistan, Yunanistan ve Arnavutluk arasında İstanbul’da imzalanan bir deklarasyon ile örgütün temeli atılmıştı İstanbul toplantısında, öbür devlet başkanları gibi Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Yeltsin de hazır bulunmuştu Türkiye ve Rusya, bu olumlu atmosfer içinde, dostluk antlaşmasından başka, çeşitli alanlarda bir dizi bağıt imzalamıştı Bunlar 12 Mart 1992’de Ankara’da ulaştırma alanında işbirliği (demiryolu, İstanbul metro projesi, limanlar vb) için bir protokol; ticari, ekonomik, bilimsel ve teknik konularda bir antlaşma ve çifte vergilendirmeyi önlemek için bir ikinci anlaşması olmuştur Öte yandan, iki tarafın içişleri bakanları 30 Ekim 1992 günü Moskova’da terör, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, gizlice sınır geçişleri ve organize suçlar konusunda güvenlik anlaşması; ayrıca tarafların vatandaşları ile tüzel kişilerin birbirinin ülkesindeki tutum ve davranışları ile (zararlı hareketler, yaşam, yasak ve gizli işler, suçlar, uyuşturucu vb, kültürel ve tarihi eserlerin korunması, bilimsel ve teknik bilgi verişimi, spor ve kültürel etkinlikler vb) ilgili konularda işbirliği anlaşması imzalamışlardı Bu bağıtların için kuşkusuz en önemlisi ilk kez bir güvenlik antlaşması yapılmış olmasıydı Bu olgu, Rusya’nın iç güvenlik alanında Türkiye ile işbirliği araması, uzun yıllar Türkiye’ye karşı doğrudan, ya da Bulgaristan ve Suriye gibi peyk devletler aracılığı ile giriştiği yıkıcı eylemlere son vermek istediği ve kendisinin de bu gibi eylemlerden kaygı duyduğu izlenimini veriyordu Herhalde Türkiye, Rusya’nın örneğin Ermeniler’in ve Kürtler’in yıkıcı eylemlerini özendirmemesi ve korunmamasını, bir anlaşmaya dayanarak, istemek durumuna girmiş oluyordu İşte Rusya, Türkiye ile işbirliğini her alana yaymak istediği bir sıradır ki, Türk-Rus ilişkilerinin 500 yılının (ki pek önemli olmayan ticari bir ilişki başlangıcını simgeliyordu) kutlamasını önerince, 12-14 Aralık 1992’de Ankara’da Tarihi Kurumu bir seminer düzenlemişti ÇEÇENİSTAN SAVAŞI’NIN TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNE ETKİSİ 1994 yıllarının sonunda çıkan Çeçenistan Savaşı, Türk-Rus siyasal ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çeçenler öteden beri Ruslarla anlaşamayan, savaşçı, 12 milyonluk bir Müslüman topluluğudur Rusya Federasyonu içinde 89 etnik özerk cumhuriyetten biri olan Çeçenistan, Sovyetler Birliği dağılmaya yüz tutarken, Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş ve General Dudayev liderliğinde silahlanmaya ve örgütlenmeye başlamıştı Gorbaçev ve sonra Yeltsin, federasyon içinde çıkan bu ilk bağımsızlık hareketinin hemen üstüne gitmek istememişlerdi Ancak ayrılış kesinleşmeye yüz tutunca ve Dudayev bir uzlaşmaya yanaşmayınca, Rus Ordusu 11 Aralık 1994’te Çeçenistan’ın merkezi Grozni’ye yürümüştü Çeçenler Rus tanklarına karşı koyunca, Rus uçakları Grozni ve civarında bombardımana başlamış, bu da Batı’da, İslam dünyasında ve Türkiye’de, hatta bizzat Rusya’da tepkiler uyandırmıştır Rus Ordusu ancak 2 ay sonra Grozni’de kontrolü ele alabilmişse de, Çeçen güçleri dağlık bölgelere çekilip yeni çarpışmalara hazırlanmaya başlamıştır ABD yönetimi ve başlıca Batı devletleri Ruslar’ın bu davranışını kınamakla birlikte, sorunun Rusya Federasyonu’nun iç işi olduğu gerekçesiyle, ona karşı ambargo, parasal yardımı kesme gibi bir yaptırımı düşünmemişti Ne var ki, Batı medyasının Rusya’yı sürekli biçimde eleştirmesi ve onu demokrasiyi bırakıp emperyalizme dönmek istidadında bir devlet olarak nitelendirilmesi Rus kamuoyunu etkiliyordu Buna karşın, Moskova, böyle bir ayaklanmanın Rusya’daki öbür özerk cumhuriyetlere de örnek olabileceği, ayrıca Azerbaycan ve Kafkasya petrollerini Novorosiisk limanına taşıyan petrol boru hattı üzerinde bulunması gerekçesiyle, zaman yitirmeden ayaklanmayı bastırmakta kararlı görünüyordu Dışişleri Bakanı Kozirev’in 1995 Ocak ayında Cenevre’de Amerikalı meslektaşı Christopher ile yaptığı görüşmede, sorunu barışçı yoldan ve demokratik biçimde çözeceklerini vaad etmesi biraz umut yaratmıştı Ancak anlaşma görüşmelerini Dudayev’in muarızlarıyla yapmak isteyecekleri de çok geçmeden anlaşılacaktı Her ne olursa olsun, Çeçenistan Savaş’ı, Rusya Federasyonu’nun Bağımsız Devletler Topluluğu üzerindeki etkinliğini de sarsacaktı Bunun göstergesi, 10 Şubat 1995’te Kazakistan’ın Başkenti Alma Ata’da BDT’nin doruk toplantısında, Yeltsin’in “Ortak Hava Savunma Sistemi” ve “Birleşik Sınır Koruma Komutanlığı” kurulması yolunda daha önce aynı istikamette yapılan önerinin bu kere itirazlarla karşılanmış olmasıdır Toplantıda, BDT’nin 12 üyesinin “barış ve istikrarı teşvik etmeyi kararlaştırdıkları” gibi bir ibare ile zevahir kurtarılmak istenmiştir Çeçenistan Savaşı’nın Türkiye’deki yankıları ve hükümetin bu soruna yaklaşımına gelince: Medya, İslamcı basın dışında, olaya ölçülü bir tepki göstermişti Ülkede yaşayan ve sayıları 20-30 bin olduğu tahmin edilen Çeçen kökenli yurttaşlarımız ve onları destekleyen öbür Kafkas Kökenli Türklerin küçük bölümü sert tepki göstermiş, birkaç gösteri düzenlemiş, ama pek etkili olamamıştır Hükümetin ölçülü tutumunun nedeni, bir yandan Rusya ile bir gerginlik yaratmak istemeyişinden, öte yandan Güneydoğu’da PKK’nın önayak olduğu hareket gibi, Çeçenistan ayaklanmasını da devletin bir iç sorunu olarak algılamak istemesinden kaynaklandığı anlaşılıyordu Gerçi iki olay arasında farklılık vardı: PKK bir terör örgütü idi Başlıca Batı devletleri bunu böyle kabul etmişti Merkezi dışarıda idi Suriye, Yunanistan gibi devletlerden destek alıyordu Güneydoğu’da Kürt halkının çoğunluğu PKK’yı desteklemiyordu Oysa Çeçenistan’da halk bu ayaklanmada birlik olmuştu, dışardan yardım ve tahrik yoktu İşte bu düşüncelerledir ki, 18 Aralık 1994’te, Dışişleri Bakanlığı yaptığı bir açıklamada, “Kafkasya bölgesinde barış ve istikrarın bölge devletlerinin toprak bütünlüğü çerçevesinde sağlanması ve korunmasını, dış politikasının öncelikli hedefleri arasında değerlendirilen Türkiye’nin, Çeçenistan’daki anlaşmazlıkla ilgili olarak, uluslar arası planda kaygılarını hükümet düzeyinde açıklayan ve tüm ilgililerini itidale ve soruna barışçı çözüm aramaya davet eden ülke olduğu, gelişmelerin seyri Türkiye’nin kaygılarının ne denli haklı olduğunu gösterdiği” belirtilmiştir Dudayev’in Cumhurbaşkanı Demirel’e bir mesaj göndererek çatışmaların durdurulmasına yardımcı olmasını istemesi üzerine, Demirel hemen Yeltsin’e 17 Aralık’ta bir mesaj yollayarak, sorunun Rusya’nın toprak bütünlüğü korunarak, barışçı yoldan çözümü için bir an önce ateşkesin sağlanması gerektiğine inandığını; Türk Hükümeti’nin bir arabuluculuk düşünmemekle birlikte, barışçı çözüm için görüşmelerin Türkiye’de yapılabileceğini bildirmiştir Başbakan Çiller de Rusya Başbakanı Çernomirdin’e aynı çerçevede bir mesaj göndermiştir Yeltsin Demirel’e iki hafta sonra yanıt vererek, Çeçenistan’da Rus askeri müdahalesinin dinsel ya da etnik nedenlere dayanmadığını, Dudayev’in ayrılıkçı bir hareket başlattığını, dolayısıyla bu işin Rusya’nın bir iç sorunu olduğunu, toprak bütünlüğünün korunmasının ve bölücülüğün önüne geçilmesinin Türkiye için de güncel bir konu oluşturduğunu, bu gibi iç sorunlara karışılamayacağını belirtmiş ve Dudayev yanlısı bazı yabancı gönüllülerin (burada Türkler de kastedilmiş olabilir) Çeçenistan’a geldiğini, çatışmalarda sivil halkın zarar görmemesi için bombardımanı durdurduğunu (ki bu yeniden başlayacaktı), Demirel’in sorunu toprak bütünlüğü çerçevesinde çözüme kavuşturulması yolundaki dileğini takdirle karşıladığını bildirmiştir Bu arada gerek Ankara’daki Rus Büyükelçisi’nin Türk Dışişleri Bakanlığı ile, gerek Moskova’da Dışişleri Bakan Yardımcılarından Çerçinev’in Türkiye Büyükelçisi ile yaptığı temaslar, Türkiye’nin konuya fazla karışmasını Moskova’nın iyi gözle görmediği izlenimini veriyordu Dolayısıyla Türkiye’nin etkinliği Çeçenlere moral ve insancıl yardım gönderilmesiyle sınırlı kalacaktı Şurası bir gerçek idi ki, Rusya’nın Türkiye’ye karşı Kürt kozunu oynama hevesi Çeçenistan Savaşı’ndan sonra artmaya başlamıştır Nitekim Rusya İçişleri Bakanlığı, 21 ocak 1995’te Türkiye İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’nin iç güvenlik sorunlarını konuşmak üzere Moskova’ya gelişinden bir gün önce, PKK’nın yasal bir örgüt olduğunu ve örgütün 25 Ocak 1995’te Moskova’da kurulan “Kürt Evi”nin yasalar çerçevesinde çalışacağını açıklaması Ankara’da kaygı ile karşılanmıştı Gerçi o sırada Moskova’ya gelen DEP eski milletvekili A Yiğit ile Yüksekova Belediye Başkanı Buldan’ın PKK lideri Öcalan için Rus vizesi istemini İçişleri Bakanı Victor Yerin reddetmişti Ama bu iki Kürt kökenli Türk’ün Rus Parlamenterleriyle “Kürt Evi”nde görüşmeler yapması ve Rusya’da “Sürgündeki Kürdistan Parlamentosu” kurulmasını istemesi karşısında hükümetin tutumunun ne olacağı belli değildi İçişleri Bakanı N Menteşe’nin Moskova ziyareti sırasında, Rus İçişleri Bakanlığı, bölücü terör örgütü PKK’nın Rusya’da yasal sayıldığı iddialarını reddetmişti Bu konuda Menteşe’ye güvence verilmişti İki İçişleri Bakanı tarafından 25 Ocak’ta imzalanan protokolde “tarafların ikili ilişkilerinde terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı önlem alacağı ve bu konuda bilgi alışverişinde bulunacağı” belirtilmişti Aslında Türkiye ile Rusya arasında 30 Ekim 1992’de Moskova’da tarafların İçişleri Bakanları’nca imzalanan Güvenlik Anlaşması, PKK’yı ayrıca belirtmiş olmasa da, bu gibi terör faaliyetlerinin önlenmesini gerektirici nitelikteydi Ne var ki, Menteşe’nin dönüşünden bir hafta sonra, Rusya İçişleri Bakanlığı PKK’nın çalışmalarının durdurulması ve “Kürt Evi”nin kapatılması için bir önlem alınmasının düşünülmediğini açıklamıştır Bu cevap evvelce verilmiş bir sözden vazgeçmek gibi telakki edilebilirse de aslında bunu böyle durumlarda uygulanan geleneksel Sovyet taktikleri çerçevesinde mütala etmek lazımdır Bu örnek de gösteriyor ki, Ruslar Sovyetler’den devralınan taktikleri muhafaza etmektedirler Sovyetler Birliği döneminde ve anlaşıldığına göre halen Rusya’da izlenen taktik budur Eğer bir ülkenin onaylanmayan bir davranışına karşı mukabelede bulunmak veya tepki göstermek gerekir ve bunun devleti angaje edecek şekilde resmen yapılması sakıncalı görülürse, devreye, fiiliyatta devlet emrinde çalışan, fakat görünümde bağımsız ve gayri resmi kuruluşlar olan çeşitli enstitü veya dernekler sokulur Bu yöntem, şikayet halinde, “bizim devlet olarak bir ilgimiz yok” şeklinde bir cevap vermek imkanını sağlar Çeçenistan konusunda izlediğimiz veya benzeri durumlarda izleyeceğimizden endişe ettikleri politikamıza karşı, Moskova’daki “Kürt Evi” konusunu bir koz olarak kullanmak istedikleri, İçişleri Bakanı N Menteşe’nin Moskova ziyareti sırasında bu konuyu ortaya atması üzerine, Ruslar’ın izledikleri yoldan anlaşılmaktadır İçişleri Bakanı Menteşe’ye verdikleri, “PKK’nın Moskova’daki bürosu veya bu gibi Kürt faaliyetleriyle devlet olarak hiçbir ilişkimiz yoktur” Cevabı, hukuken doğrudur Çünkü bu hususta devlet devre içinde değildir Ancak fiiliyatta, bu sözde, gayrı resmi kuruluşlar devletin açıktan yapar görünmek istemediklerini yapmaktadır anlamı mevcuttur Bu vesile ile şu noktaya da temas etmekte yarar vardır: Rusya içinde olup bitene karşı gösterdiğimiz tepkilerde çift standart görünümü vermemeye ve çelişkiye düşmemeye özen göstermek, alacağımız tutumlardaki tutarlılığı muhafaza etmek açısından önem arz etmektedir Rusya’nın dış politikada sık sık çelişkiler içine düştüğü, özellikle Kozirev’in bu yolda bir çok zigzaglar yaptığı bilinmektedir Ancak, tarihinde her zaman elinde birtakım kozlar tutmak geleneğine sahip bir imparatorluğun bugünkü varislerinin de aynı çizgiyi izlemeleri ilginçtir Öyle görünüyor ki, Rusya, Çeçen olayı 13 Şubat 1995’te yapılan ilk ateşkes anlaşmasından sonra sona erse de, Rusya Federasyonu içindeki Türkler ve Müslümanların, hatta bağımsız Türk Cumhuriyetleri’ndeki Türkler’in kendilerine karşı yöneltilebilecekleri hareketlerin Türkiye’deki tepkilerine karşı PKK’yı bir koz olarak tutacaklardır
Alıntı Yaparak Cevapla