Yalnız Mesajı Göster

Osmanlı Yükseliş Dönemi, Osmanlı Devletinin Doğuşu

Eski 09-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Yükseliş Dönemi, Osmanlı Devletinin Doğuşu



Duraklama Dönemi (1566-1699)

"Türklerin mevcut sistemini kendi sistemimizle mukayese edince, istikbalin başımıza getireceği felaketleri düşünüyor, titriyor ve akıbetimizden korkuyorum Bir ordu galip gelecek ve pâyidar olacak, diğeri de mahv olacaktır Çünkü, şüphesiz ikisi de sağlam surette devam edemez Türklerin tarafında kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut, hiç sarsılmamış bir kuvvet var, sefer görmüş askerler, zafer alışkanlıkları, meşakkatlere dayanma kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var Bizim tarafta ise, umumî fakirlik, hususî israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş maneviyat, tahammülsüzlük ve idmansızlık var Bütün bunların en kötüsü, düşmanın (Türklerin) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır Sonucun ne olacağını tahminde tereddüde yer var mıdır?" (Busbecq)
4 Osmanlıların, Atlas Okyanusundan Umman Denizine ve Macaristan'dan, Kırım ve Kazan'dan Habeşistan'a kadar geniş yerlere hakim olmaları ve adaletle idare etmeleri
5 Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih devrinde en mükemmel bir duruma geldi Fatih, teşkilatçı ve imarcı idi Devlet yönetimini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe, kanunlar ve fermanlar yayımladı Hazırlattığı kanunnamesi, hukuk sahasında çok önemli bir mevki tutmaktadır Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman, o güne kadar çıkarılan kanunları, "Kanunname-i Âl-i Osman" adı altında tanzim ettirdi Bu kanunname, hukukî, idarî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında, ceza, vergi ve ahaliyle askerlerinkanunlarını içeriyordu Fethedilen ülkelerde, örfî hukuk denilen, önceki yönetimden kalan kanunlar ve halkın teamülleri de, İslâm hukukuna uygunluğu şartıyla Kanunnamede yer almıştır Böylece hazırlanan kanunlar, asırlarca en iyi şekilde ve eksiksiz tatbik edilip, devletin tebaasını teşkil eden her çeşit insana huzur ve mutluluk kaynağı olmuştur
Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile, muhteşem padişahlar ve onların hamleleri sona ermekle birlikte, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni bütün kudretiyle yaşamakta idi Nitekim II Selim döneminde (1566-1574) Avusturya'nın Erdel'e küçük bir tecavüzü üzerine, şiddetli bir karşılık verildi 1570'te Kıbrıs fethedildi Türk donanması Okyanusya'ya kadar gidip Sumatra (Açe) Sultanlığıyla, yani Uzakdoğu Müslümanlarıyla temasa geçti Kurdoğlu Hayreddin Hızır Bey, 22 parça gemiyle Açe sultanı Alâadiin'e top ve topçu ustası götürdü Türk subayları, Açe ordusunda ıslahat yaptı
Diğer taraftan, II Selim Han'ın, Türk tarihinin en şuurlu ve hayatî seferi olan, Don-Volga nehirlerini bir kanalla birleştirme, böylece Karadenizle Hazar Denizini birbirine bağlama projesi Kırım Hanı Devlet Giray'ın ihanetiyle, başarısız kaldı Bu kanal projesi sayesinde, o sırada gitgide güçlenen Rusların güneye doğru sarkmaları önlenecek, İran kuzeyden çevrilmek suretiyle artık tehlike olmaktan çıkacak, bütün sünnî müslümanların halifesi olan Osmanlı sultanı, sünnî İslâm ve Türk ülkelerinin aynı zamanda fiilî hakimi olacaktı Bütün Türk yurtlarını bir bayrak altında toplayabilecek kadar muhteşem bu tasarıdan, Ruslar dehşete kapılmışlar, ancak karşı koyamamışlardı Öte yandan Devlet Giray; bu kanal açıldığı takdirde, Osmanlının artık o taraflarda kendi askeriyle iş görüp Kırımlılara ihtiyacı kalmayacağı, böylece Kırım'ı ilhak edip merkezden valilerle idare edebilecekleri gibi bozuk bir düşünce içine düştü Bu yüzden asker arasında menfi propaganda yaptı Kış mevsiminin buralarda altı ay sürdüğünü ve kimsenin bu soğuğa dayanamayacağını söyledi Çeşitli zorluklar çıkardı Neticede kışı geçirmek üzere Azak'a dönen Osmanlı teknik heyeti ve askerleri bir daha kanal başına gidemedi Böylece Kırım, bugünlere kadar süren tarihteki talihsizliğini kendi eliyle hazırladı ve Türk tarihinin çehresini değiştirebilecek büyük ve önemli bir teşebbüs, başarısızlığa uğradı Artık, Rusya, Kafkas Türk hanlıklarını yutmaya, Osmanlıları da en fazla hırpalayacak bir güç olmaya hazırlanıyordu
Osmanlı Devletinin İkinci Selim devrinde uğradığı ikinci başarısızlık İnebahtı'da oldu Kıbrıs'ın Türkler tarafından fethi üzerine, Papa'nın teşvikleri sonucunda, büyük bir Haçlı donanması hazırlandı 1571'de İnebahtı'da meydana gelen deniz savaşında, Osmanlı donanması imha edildi Çok şehit verildi Ancak Uluç (Kılıç) Ali Paşa, kurtarabildiği 60 kadar gemi ile İstanbul'a gelebildi Bundan sonra devlet, bütün imkânlarıyla; bir kış zarfında eski donanmasını yeniden inşa ederek, Akdeniz hakimiyetini tekrar sağladı Sokullu Mehmed Paşa, Venedik elçisine: "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik Siz ise donanmamızı yakmakla, bizim sadece sakalımızı traş ettiniz Kesilen kol bir daha yerine gelmez, fakat kazınan sakal daha gür çıkar" diyerek, onlara fazla sevinmemelerini söyledi Bu arada, donanmanın yetişmeyeceği endişesini taşıyan Kılıç Ali Paşaya da; "Paşa, bu millet öyle bir millettir ki, isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapar" sözü meşhurdur Gerçekten ertesi yaz, Osmanlı donanması hazırlanıp Akdeniz'e inice, Venedikliler, barış istemek zorunda kaldı Hattâ bu anlaşmada Venedik Cumhuriyeti, Türklere, Kıbrıs Seferinde yapılan masraflar karşılığı savaş tazminatı ödemeyi bile kabul etti
II Selim Han'dan sonra Osmanlı tahtına oturan III Murad döneminden (1574-1595) itibaren Osmanlı Devletinin giriştiği harpler çok uzun sürmeye ve devletin aleyhinde olmaya başladı Nitekim 1578 yılında başlayıp çeşitli aralıklarla III Mehmed (1595-1603), Birinci Ahmed (1603-1617), II Osman (1618-1622) ve IV Murad (1623-1640) devirlerinde olmak üzere 1639'a kadar sürmüş olan İran savaşları, Osmanlı duraklamasının başlıca sebeplerinden biri olmuştur Osmanlı Devletinin zayıf anını kollayan ve Hristiyan Batı dünyası ile birlikte hareket eden İran, devamlı olarak bu devleti uğraştırmayı gaye edinmiştir İran'a karşı koyabilmek için devamlı Anadolu'dan asker desteği verilmiş, bu durum zamanla Anadolu'da dengelerin bozulmasına yol açmıştır
Duraklamanın diğer sebepleri şu şekilde sıralanmıştır:
1 1593-1606 Avusturya harplerinde timarlı sipahi yerine, tüfekli piyade kullanılması mecburiyeti yüzünden, yeniçerilerin sayısı fazlasıyla arttırıldığı gibi, Anadolu'da ücretle pek çok tüfekli sekban askeri yazıldı Sekban askerine ihtiyaç kalmadığı zamanlarda parasız kalan bu eli tüfekli gruplar, Anadolu'da halkı haraca kesmeye ve saldırılara başladılar Bozgunculukları sebebiyle timarları ellerinden alınan sipahiler de onlara katıldı Böylece 1596-1610 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunu temelinden sarsan Celâli hareketi başgösterdi Anadolu'da yağma ve çapulculuğa başlayan Celâlilere İran yanlılarının da katılıp, İran'ın bunları desteklemesi neticesinde, isyanlar kısa sürede büyüdü Öyle ki, Anadolu'da etrafına 30-40 bin kişilik kuvvetler toplayan Celâli liderleri çıktı Bunlar, emirleri altındakileri bir ordu biçiminde teşkilatlandırıyorlar ve üzerlerine gönderilen devlet güçleriyle çetin muharebelere girişiyorlardı Devletin İran ve Avusturya ile savaş halinde olmasından da yararlanan Celâliler, Anadolu'yu baştan başa yakıp yıktılar Paniğe kapılan köylüler, topraklarını bırakarak şehir ve kasabalara sığınmaya çalışıyorlar, varlıklı olanlar İstanbul'a, Kırım'a veya Rumeli'ye kaçıyorlardı Bu durum Sultan I Ahmed Han'ın dirayeti ve vezir-i azam Kuyucu Murad Paşa'nın üç sene süren temizleme faaliyeti neticesinde önlenebildi Bu müddet içinde öldürülen Celâli sayısının 65 bini bulması, Anadolu'nun içine düştüğü durum hakkında bir fikir vermektedir
2 1580'lerden itibaren batıdan büyük ölçüde gümüş gelmesi sonucu fiyatların düşmesi üzerine yaşanan ve fiyatlar ihtilali denen karışıklık Bu vaziyet karşısında küçük timar sahipleri, uzak ve masraflı seferlerden kaçınmaya başladı Diğer taraftan Orta Avrupa'da yapılan savaşların usullerinde meydana gelen değişiklikler, tüfekli yaya askerine olan ihtiyacı ortaya çıkardı Ayrıca timarlı sipahiler, silah ve techizat bakımından değil, teşkilat ve taktik bakımından da, modern savaş şekline ayak uyduramıyorlardı Bu sebeplerle devlet, yeniçeri sayısını arttırmaya ve sekban-ı saruca adı altında tüfekli Anadolu leventlerini ücretli asker olarak kullanmaya başladı Yine bu devrede, artık işe yaramayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler de kaldırıldı Kapıkullarının toplam mevcudu; 1470'lerde 13000, timarlı sipahi 60000; 1526'da kapıkulu 24000, timarlı sipahi 80000 olduğu halde, 1610'larda kapıkulu 40000'e çıkmış, timarlı sipahi sayısı 20000'e düşmüştür Sonuçta, timar sisteminin bozulmasının en menfi tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır Timarlı sipahilerin boşalttığı dirliklerin gelirini eskisi gibi toplayıp devletin hazinesine aktarmak mümkün olmamıştır Bu dirliklere gönderilen mültezimler, zamanla büyük servet sahibi olarak nüfuz kazanmış ve devletin başına bela kesilmişlerdir
3 Sokullu Mehmed Paşanın ölümünden (1579) Halil Paşanın sadrazamlığına kadar geçen otuz sana zarfında hükümet reisliği makamına geçen 19 vezir-i azam içinde, bu mevkiye liyakati olanların adedi üçü geçmemektedir Bu durum son devirde 'kaht-ı rical' denilen adam yokluğunun daha 17 yüzyıldan itibaren görülmeye başladığının da işaretidir
Bütün bu olumsuzlukların başlangıcına rağmen padişahlar, cihan hakimiyeti davalarına samimiyetle bağlı bulunuyorlardı Nitekim onlar yine Alman hükümdarlarını imparator ve kendilerine denk kabul etmiyor, onlarla yapılan anlaşmalara yine muâhede-nâme değil, ahid-nâme nazarıyla bakıyor ve eskisi gibi bunu kendi lütuf ve ihsanları sayıyorlardı Osmanlı siyasî gücü gibi, sosyal nizamı da devam ediyordu Ayrıca ticaret ve sanat hayatında ahlâkî nizam ve geleneklere aykırı bir hareket nâdir görülüyor ve bu gibi durumlar esnaf teşekküllerinin (loncalar) şiddetli denetim ve kontrolüne sbep oluyordu Böylece devletin bir müdahalesi olmadan ictimaî müesseseler genel düzeni muhafaza ediyordu Bu hususta Fransız elçisi D Chesneau; "(Osmanlı şehirlerinde) düzen ve asayiş inanılmaz derecede kuvvetliydi Geceleyin şehirleri muhafaza için, elinde bir sopa ve fenerle gezen tek bir kimsenin dolaşması kâfi idi Halbuki Pariste aynı iş, bir kıta askerin başında bir kumandan tarafından, zorlukla yapılıyordu" demektedir Thevanot ise "Bir milyonluk büyük İstanbul şehrinde dört yılda dört öldürme vakası görülmemiştir Ticarî emtia ile dolu olan muazzam kervansaraylar, bir tek adam tarafından korunuyor" der Böyle bir toplumda, devletin vazifesi sadece nizam ve adaleti sağlamak ve bunu dünyaya yaymaktı Bununla birlikte devlet hiç bir zaman İslâmlaştırma ve Türkleştirme siyaseti gütmedi Zîra, cihan hakimiyeti mefkûresine inanan bir devlet, dar bir milliyetçilik görüşüne saplansa ve insanlık prensiplerine bağlı kalmasa idi, bu cihanşümul vazifesini yapamaz ve başka imparatorluklar gibi süratle çöker, uzun asırlar boyunca yaşayamazdı
Osmanlı Türkleri, 17 yüzyılda, zaferler kazanırken, bazan da yenilgiler görüyor, böylece önceki döneme göre, bir duraklama içinde bulunduklarını anlıyorlardı Ancak duraklamanın sebeplerini araştıran Türk mütefekkirleri askerî, idarî ve ilmî müesseselerde gördükleri bozuklukları ıslah etmek sayesinde, İmparatorluğun eski kudretini tekrar kazanacağına, medenî ve manevî üstünlüğün kendilerinde olduğuna inanıyorlardı Fakat kanun ve nizamlardaki bu düzelme, otorite sahibi bir padişah idaresinde mümkündü Bir de artık ortalıkta tek bir padişah adayı bulunmuyordu Bir noktada vezirlerin nüfuzları konuşuyordu Bu sebepten ilk öldürülen padişah, sultan II Osman olmuştu Böylece padişahların, devletin aksayan yönlerine neşter vurabilmesi kolay görünmüyordu Ayrıca timarlı sipahi ordusunun gücünü kaybetmesi, buna karşılık yeniçeri ordusu miktarının aşırı derecede artışı, merkezde büyük bir gücün doğmasına yol açtı Yeniliklere karşı çıkan bazı devlet adamları da, her fırsatta bu gücü kullanmaya başlayarak, devletin ve yeniçeri ocağının sonunu hazırlamaya başladılar
Nitekim III Mehmed Han'dan sonra, ilk defa ordunun başında sefere çıkan II (Genç) Osman (1621), Yeniçeri kuvvetlerinin bozulmakta olduğunu gördü Ancak onun, ocağı ıslah girişimi, Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişahın kul eliyle öldürülmesi hadisesini ortaya çıkardı Bununla birlikte, II Osman'ın şehit edilmesi hâdisesinden ders alan IV Murad Han, parlak zekâsı, tedbirli siyaseti ve acı kuvveti sayesinde, devlete yükselme devirlerini hatırlatacak bir canlılık getirdi
IV Murad Han, İran üzerine düzenlediği Revan ve Bağdat seferlerine giderken, öncelikle Anadolu'daki sipahi zorbalarını ve mütegallibe denilen, zorla işbaşına gelmiş veya yolsuzlukla zengin olarak nüfuz sahibi olmuş zümreyi temizleyerek, ülke içerisinde istikrarı sağladı Daha sonra Revan ve Bağdat seferlerinden zaferle çıkan Sultan, İran'la çeşitli aralıklarla 16 yıldır devam eden savaşa son verdi Kasr-ı Şirin Muâhedesi (Anlaşması) diye meşhur olan antlaşmanın hükümleri, çok az bir değişiklikle günümüze kadar geldi
IV murad Han'ın genç yaşta ölümü (1640) ve daha sonra Sultan İbrahim'in, âsiler tarafından şehit edilmesi (1648) üzerine IV Mehmed'in henüz yedi yaşındayken tahta çıkması, zaman geçtikçe ocak ağalarının, iderede nüfuz kazanmalarına yol açtı Yeniçeri ve sipahi ağaları, vezirlerin seçilmesinde en önemli rolü oynuyorlardı Bu durum devletin siyasî yapısını ve malî durumunu bozdu Her iş ağaların eline geçip, kendilerine hiç bir surette muhalefet edecek kimse kalmadı Bunlar, asker mevcudunu yüksek göstermek suretiyle fazla ulûfe aldıkları gibi, yaptıkları tayinlerden de yüklüce rüşvetler çekiyorlardı Bu ve benzeri olaylar, zaman zaman önlenmesine rağmen, 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşanın sadârete getirilmesine kadar sürdü Bu tarihe kadar defalarca sadrazam değişikliğine rağmen, devletin hayrına çalışan, Tarhuncu Ahmed Paşa'dan başkası çıkmamıştı Merkezde süren bu bozukluk devresinde, cahil ve iktidarsız vezirlerin, eyaletlere rüşvetle adam tayin etmeleri, halkın yine zorbalar eline düşmesine sebep oldu Yapılan mezalimler yüzünden, köylü halkın bir kısmı çiftini bozup eşkiyalığa başlamış, bir kısmı da şehir ve kasabalara sığınmıştı Kalanlar ise eziliyordu Önce Kuyucu Murad Paşa'nın ve daha sonra IV Murad Hanın şiddetli darbeleriyle bu isyan ve şakâvetler önlenmişse de, merkez zayıf düştükçe yine baş kaldırmalar meydana çıkıyordu IV Mehmed Hanın ilk sekiz senesinde bu durum bütün şiddetiyle devam etti Padişah, 15 yaşına geldiğinde, kudretli vezir Köprülü Mehmed Paşayı işbaşına getirerek devlete tekrar içte istikrar ve dışta itibar kazandırdı Köprülü Mehmed Paşa (1656-1661) ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa (1661-1676) dönemlerinde Osmanlı Devleti, Kanunî Sultan Süleyman devrindeki gibi huzurlu bir devre yaşadı Bu müddet içinde tek bir kapıkulu ayaklanması görülmedi Arasıra yenilgiler görülmesine rağmen, Türk orduları yeni bir zafer çağı yaşadı Avusturyalılar'ın çok güvendiği Uyvar Kalesi 1663'te fetholundu
Nihayet, Fazıl Ahmed Paşa'dan sonra Osmanlı sadâret makamına gelen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683 yılında Viyana'yı kuşattı 100-120 bin kişilik Osmanlı ordusu, Dük Şarl dö Loren kumandasındaki Avusturya ordusunu yenerek bütün ağırlıklarını zaptetti Avusturya İmparatoru Leopold, bu yenilgi üzerine bütün ümidini kaybederek Viyana'yı bırakıp kaçtı Şehirde kalan Kont Stahramberg, bütün eli silah tutan erkekleri asker yazıp savunma tedbirleri aldı Sadrazam Kara Mustafa Paşa, kaleyi kurtarmak için gelebilecek Haçlı kuvvetlerine karşı durmak üzere Tuna Köprüsünü tutma görevini, Kırım Hanı Murad Giray'a vermişti Düşman buradan geçtiği takdirde, Budin beylerbeyi İbrahim Paşa bunlara karşı çıkacaktı Viyana'nın fethedilmesiyle Alman-Avusturya İmparatorluğu geri atılacak, böylece Macaristan'da güçlü bir Macar Krallığı kurulabilecekti Macaristan ayakta durdukça, Avusturya'nın artık, Türk Devleti için önemli bir tehlike oluşturması düşünülemezdi En büyük düşman olan Avrupa'ya karşı böyle kuvvetli bir savunma duvarı kurulması, Türk Devletini uzun yıllar rahat ettirecekti
Avrupa'da şok etkisi yapan Viyana kuşatmasının ilk iki aylık süresi içinde Türkler, şehrin bir çok dış tabyalarını ele geçirdiler Şehrin düşmesine sayılı günler kalmıştı Bu sırada Papa'nın önderliğinde, Viyana'nın kurtarılması için Avusturya, Lehistan, Saksonya, Bavyera ve Frankonya arasında bir kutsal ittifak kurularak 120 bin kişilik bir kuvvet oluşturuldu
Türk tarihi için bir dönüm noktası olan [Sadece Kayıtlı Kullanıcılar Linkleri Görebilir Üye Olmak İçin Tıklayın]nde olduğu gibi bu defa da en büyük ihanetlerden biri, yine bir Kırım hanı olan Murad Giray tarafından işlendi Haçlı ordusu, Tuna Köprüsünü geçerken, kendi askeriyle bir tepeye çekilip seyreden Tatar Hanı, hücum etmesi için kendisine yalvaran Hanlık imamına şunları söyledi: "Sen bu Osmanlı'nın bize itdüği cevri bilmezsin Bu düşmanın kovalanması benim için hiçbir şeydir ve bu işin dinimize ihanet olduğunu da bilirim Ama isterim ki, onlar kaç paralık adam olduklarını görsünler Tatarın kıymetini anlasınlar"
Gerileme ve Çöküş (1699-1923)

Böylece Tuna'yı geçip Türk kuşatma kuvvetlerinin üzerine doğru gelen Haçlı ordusuna, bu defa da, Viyana kuşatmasının aleyhinde olan ve bu sebeple sadrazamla arası açık bulunan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa yol verdi ve kendisi askerini toplayıp Budin'e çekildi Yetmiş bin kişilik düşman ordusu karşısında, yanında o sırada on bin kadar askeri bulunan Kara Mustafa Paşa, akşam vaktine kadar yiğitçe çarpıştı ise de, bunca ihanet, karşısında herşeyin bittiğini görerek, büyük bir gayretle oradan uzaklaşıp darmadağın çekilen orduyu Yanıkkale önlerinde topladı
Viyana bozgunu aslında Türk kuvvetleri arasında fazla bir zayiata yol açmamış, ancak psikolojik etkisi büyük olmuştu Macaristan'daki kaleleri takviye eden Sadrâzam, Belgrad kışlağına çekildi Ancak bu sırada Sadrâzama karşı olan, merkezdeki paşalar, Viyana bozgunu sebebiyle onun idamına ferman çıkarttırmayı başardılar Böylece Kara Mustafa Paşanın idamı, Osmanlı ordusunu derleyip toparlayabilecek ve muhtemel bir bozgunun önüne geçebilecek kudretli bir paşadan, devleti yoksun bıraktı
Nitekim ertesi yıl, Venedik de kutsal ittfaka katıldı ve böylece Osmanlı kuvvetleri, Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venedik olmak üzere dört cephede zorunda kaldı Osmanlı kuvvetleri, zaman zaman başarılar kazanmasına rağmen, savaşların uzun sürmesiyle ağır kayıplara uğradı ve 1699'da Karlofça Antlaşmasını imzalamaya mecbur kalındı Osmanlı İmparatorluğu, bu hadiseyle ilk defa, büyük eyaletlerini düşmana bırakmış ve artık devrin aleyhine döndüğünü anlamıştı Nitekim bu antlaşmayla Türkler, hemen hemen bütün Macaristan'ı Avusturyalılara, Ukrayna ve Podolya'yı Lehlilere, Azak Kalesini Ruslara, Dalmaçya sahillerini ve Mora'yı da Venediklilere terk etti Sadece Timaşvar vilayeti, müdafilerin kahramanlığı sayesinde bir müddet için kurtarılabildi Bu ağır yenilgi ve kayıplar, Türkler üzerinde o kadar acı bir tesir bıraktı ki, "Aldı Nemçe (Avusturya) bizim nazlı Budin'i" diye feryat etmelerine sebep oldu
Karlofça Antlaşmasının imzalanmasından sonra Osmanlı Devleti, bilhassa sınırların kuvvetlendirilmesi, idarî, malî ve iktisadî durumun ıslahı, ordu ve donanmanın yeniden düzene konulması ile uğraştı Diğer taraftan, ötedenberi Türkleri taklit eden Avrupa ve Rusya, ilim ve teknikte hızla ilerliyor ve Osmanlıları daha kuvvetli bir şekilde kuşatıyorlardı Artık, Avrupa karşısında Türkler, askerî ve teknik sahalarda onlardaki ilerlemenin sırrını araştırmaya tenezzül etmeye mecbur oldular Bu suretle 17 yüzyılda, Osmanlı Devletini kendi bünyesine göre ıslah etme düşüncesi, 18 asrın başında yerini Avrupa'dan iktibas etme fikrine bıraktı Sultan III Ahmed zamanında (1703-1730) Damad İbrahim Paşanın Pasarofça Barış Antlaşmasının verdiği huzur sayesinde giriştiği kültür ve imar faaliyetleri arasında, Avrupa'nın tesirleri de mühim rol oynadı Avrupa'nın önemli merkezlerine ilk defa elçiler gönderildi Böylece Türkler Garp (Batı) medeniyetini sathî de olsa tanımak fırsatı buldular Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ile ile birlikte Paris'e giden Said Çelebi, orada matbaanın önemini kavrayarak, dönüşünde bir Macar mühtedîsi (İslâma girmiş) olan İbrahim Müteferrika ile birlikte, İstanbul'da matbaa kurulması için teşebbüse geçti Şeyhülislâmın fetvası ve padişahın fermanı ile tasdik edilen rapor neticesinde, Batı'nın bu önemli buluşu Türkiye'ye girdi Matbaa ile, bir yandan büyük ilim ve kültür eserleri çok sayıda basılıp dağıtılırken, bir yandan da padişah ve sadrazam İstanbul'daki ilim, kültür ve sanat çevrelerini yakından desteklemek suretiyle, bu sahalarda büyük bir canlılık meydana getirdiler Yalova'da kâğıt, İstanbul'da çini ve kumaş fabrikaları açıldı Öte yandan bu barış devresinde, devlet adamları arasında görülen israf ve savurganlık genel bir hoşnutsuzluk doğurdu Nitekim, Patrona Halil İsyanıyla (1730) Lâle Devri diye de adlandırılan bu devir sona ererken, ilmî gelişmelere karşı gruplar da isyanı destekleyerek pek çok ilmî gelişmenin baltalanmasına sebep oldular
Bütün olumsuz şartlara rağmen fevkalade dikkat ve ihtimamla yetiştirilen Osmanlı şehzadeleri, tahta çıktıkları zaman, devleti içine düştüğü bunalımlı durumdan kurtarmak ve eski haşmetli devrine ulaştırmak için azami gayret sarfediyorlardı Nitekim III Ahmed'in yerine geçen Sultan I Mahmud (1730-1754) ve III Mustafa (1757-1773) dönemlerinde humbaracı ve topçu ocaklarının Batı tarzında teşkilatlandırılmasına girişildi Bir Fransız subayı iken Müslümanlığı kabul ederek Ahmed adını alan Comte de Bonneval, 1731'de humbaracı ocağının ıslahına başladı Ocağın ihtiyaç duyduğu tâlimli askeri yetiştirmek üzere de 1734 yılında Üsküdar'da bir hendesehâne (mühendislik okulu) açıldı Nitekim disiplinli ve modern tâlim ve terbiye ile yetiştirilen bu askerî sınıfın Rusya ve Avusturya ile 1736-1739'da yapılan savaşlarda büyük hizmeti görüldü Ancak, bu sınıf 1747'de yeniçerilerin baskını sonucu kapatıldı Sultan III Mustafa da tahta geçer geçmez, Fransa'dan mühendisler getirterek Mühendishane ve Bahriye sınıfını ve mekteplerini modern usullere göre ıslah etmeye ve onları tâlim ve terbiyeye girişti Batıdaki gelişmeleri öğrenmek amacıyla Fransa ve Almanya'ya elçiler gönderdi Tıp ve Astronomi sahaları ile ilgili çalışmalar hızlandırıldı
Karlofça Antlaşmasından sonra Osmanlı tahtına üst üste, devletin içine düştüğü durumu gören ve kurtarmak için çareler arayan padişahlar çıktı ise de, bunların önlerinde her zaman iki büyük engel oluştu:
Bunlardan birincisi, Türk ordusunun esasını teşkil eden yeniçerilerin modern askerî bilgi ve tekniğe kapalı ve uzak kalmaları, hattâ eski düzen ve ananelerini de terkederek, askerlikle ilgilerini kesmeleriydi Bu durum onları, sadece savaş zamanlarında cepheye giden, askerlikten habersiz bir yığın haline getirdi Bu sebeple topçu veya humbaracı sınıfında yapılan değişiklikler, umumî neticenin elde edilmesini sağlayamıyordu
Bir başka husus, yeniliklere değer veren ve ilme açık bu padişahların yanında kendilerine yardımcı olacak değerli devlet adamları yoktu
Nitekim, Batının askerî tekniği Türkiye'ye girerken, 1768'de başlayan ve 1774'de sona eren Rus Harbi, Türk ordusunun (yeniçeri kuvvetleri) mukavemet edemediğini ve perişanlığını bütün dünyaya gösterdi Bu ağır yenilgi üzerine imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması (1774), Kırım Hanlığını Osmanlılardan koparıyor ve bir Türk gölü olan Karadeniz'de Rusya, donanma bulundurma hakkını elde ediyordu Modern bir ordunun çekirdeğini, topçu sınıfını teşkil ederek, geleceğe ümitle bakan ve yeni hamlelere girişen Sultan III Mustafa, bu büyük kayıplara uğradıktan sonra ve bilhassa asırlarca süvarileriyle Avrupa'yı titreten ve Rusları atlarının ayakları altında tutan koca Kırım Hanlığının elden çıktığını görünce, çok muzdarip halde felç geçirdi ve az sonra da vefat etti (1774)
Yeniçeri ordusunun bozulması ve savaşların aleyhte gelişmesi, III Mustafa Han'dan sonra Osmanlı padişahlarını daha köklü inkılapların içine itiyordu I Abdülhamid (1774-1789) zamanında sadrazam Hamid Paşa, orduda teknik sınıfların modernleşmesine devam etti Ancak, Osmanlı Devletinin derlenip toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Avusturya ve Rusya, devlete karşı devamlı cephe açıyorlardı Bilhassa Rusların 1783'te Kırım Hanlığını istilâ ve ilhak etmeleri, Türkler için unutulmaz bir ıstırap kaynağı hâline geldi Çünkü, bütün nüfusu Türk olan Hanlığın kaybı, Macaristan ve Orta Avrupa'nın gidişine benzemiyordu Ancak, 1787'de başlayan Osmanlı-Rus Harbi yine yenilgiyle sonuçlandı 1789'da Özi Kalesinin düşmesi ve kalede Müslümanlara yapılan katliam, Sultan I Abdülhamid'in üzüntüden vefat etmesine yol açtı (1789)

Alıntı Yaparak Cevapla