Yalnız Mesajı Göster

İslamda Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslamda Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları



El Birunî

Birunî Eserlerindeki yüksek fen bilgileri, kendinden sekiz asır sonra gelen fen bilim adamlarını dahi hayrette bırakmış, bugünkü fennin mimarlarının rehberi olmuş büyük fen ve islâm âlimidir

Arapça yazdığı kitaplarda sık sık Türkçe kelimeler kullanması , ilk astronomi gözlemlerini Türklerin oturduğu bölgelerde yapması onun Türk olduğunu göstermektedir, ve bu yüzden Türk bilgini olarak tanınmaktadır İsmi Muhammed bin Ahmed el Birunî el- Harezmi olup künyesi Ebû Reyhan’dır Birunî ya da Beyruni ismiyle ün yapmış olup, batı dünyasında Ali Boron adıyla tanınmaktadır Çok yönlü bir bilgin olan Birunî matematik, astronomi, tıp, trigonometri, fizik, doğabilim, eczacılık, jeoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, felsefe, etnoloji , dinler tarihi, filoloji , botanik, mineraloji gibi alanlarda 100 den fazla eser vermiştir Birunî Türkçe, Arapça, Farsça, Sanskritçe, Yunanca, İbranice bilmekteydi ve sadece İslâm aleminde değil tüm dünyada tanınmakta ve saygıyla anılmaktadır

Vasili V Bartold tarafından “en büyük İslâm bilgini” olarak nitelenen Birunî akılcı ve nesnel yöntemiyle yalnız İslam dünyasının değil, çağının en büyük bilginleri arasında yer alır Eserlerinin çoğu batı dillerine çevrilmiş ve defalarca basılmıştır 1973 yılında doğumunun 1000 yıldönümü olması nedeniyle UNESCO’nun önayak olması ile bütün dünyada anılmıştır Hayatı Birunî 973 (H 362) yılında Zilhicce ayının üçüncü günü Kas’da doğmuştur

Küçük yaşta iken babasını kaybetmiş çok zor şartlar altında yetişmiştir Daha çocuk yaşta üstün kabiliyeti ve keskin zekası ile dikkatleri üzerine çekmiş, Harezmşah hanedanından meşhur âlim ve matematikçi Ebu Nasr Mensûr bin Ali Irak onu himayesi altına almıştır Onun aracılığıyla Harizm sarayına girerek dönemin ünlü bilginlerinden matematik ve astronomi öğrenimi görmüştür Ebu Abbas memnun bin Muhammed Kas kentini alarak Batı Harizm Sülalesinin egemenliğine son verince (995), bir süre Rey’de kaldıktan sonra Cürcan’a yerleşerek Sultan Kabus Vüşmgir’in sarayına girmiş, orada el-Âsâru’l-bâkiye ani’l kuruni’l-haliye adlı tarih ve kronoloji alanındaki ünlü yapıtını sultana sunmuştur (1001) Yeniden Harizm’e dönerek (1003 ya da 1009) çalışmalarını Sultan Memnun bin el- Memnun’un sarayında sürdürmüş, sarayda başta İbni Sina olmak üzere Ebu-Nasr, İbni Miskeveyh gibi dönemin meşhur âlimleriyle tanışarak yakınlık kurmuştur

Gazneli Mahmut’un 1017’de Harezm devletine son vermesiyle Gazne’ye gelerek , 44 yaşında iken Gaznelilerin himayesine girmiştir Gazneli Mahmut’tan olduğu gibi oğlu Mesut ve torunu Mevdut’tan da yardım destek ve saygı görmüştür Gazneli Mahmut’un Hindistan seferinde, Sultan’ın baş danışmanlığını ve hazine genel müdürlüğünü yapmış, Gazneli Mahmut onun için “Sarayımızın en değerli hazinesidir” demiştir Hindistan’ın fethinin ardından Hindistan’ın Nendene şehri civarında çeşitli ilmi çalışmalar yapan Birunî, orada Sanskritçe’yi öğrenmiş, Hintlilerin örf ve adetlerini incelemiş ,sonra tekrar Gazne’ye dönmüş, ömrünün geri kalanını orada geçirmiştir ve bu, bilimsel çalışmalar yönünden en verimli dönemi olmuştur Uzun yıllar boyunca hazırladığı Tahdidu Nihayeti’l- Emâkın adlı kitabını bu dönemde tamamlamıştır (1025)

Sultan Mesud döneminde Ortaçağ asrtonomisinin en önemli kaynaklarından olan El- Kanunü’l Mesudî adlı kitabı yazmış ve sultana ithaf etmiştir Öteki çalışmalarının yanında, ünlü filozof ve bilgin Ebubekir Razi’nin kitaplarının, İslâm tarihi açısındam büyük değer taşıyan kataloğunu hazırlamıştır Gazne’de ölen Birunî’nin ölüm tarihi tam olarak bilinmemektedir Değişik kaynaklarda 1048-1061 yılları arasında değişen tarihlerde vefat ettiği belirtilmektedir Bilim Anlayışı Birunî, özgür düşünce ve sağlam bilgiye aykırı düşen boş ve temelsiz inançlara, düşüncelere önem vermemesi bakımından bir Ortaçağ bilgini olmaktan çok bir Yeniçağ bilgini kabul edilebilir Simya, sihir, büyü gibi batıl inançlara inanmayan Birunî Kitabü’lCevahir fi Marifeti’l-Cevahir adlı kitabında yağmur taşıyla yağmur yağdıralamayacağı veya zümrütün yılan üzerinde etki yaptığı yolundaki inaçları yıkmaya çalışmıştır

Birunî tükenmek bilmeyen bir gözlem ve araştırma çabasına nesnellik ilkesini ve içten bir dindarlık ruhunu da ekleyerek her yönden yetkin bir kişilik sergilemiştir Bir hipotezin deneyle doğrulanması düşüncesi yanında ölçmeye verdiği önem kendisini fizik ve matematik çağdaş kavranışına oldukça yaklaştırmıştır Çünkü o bir felsefeci olmaktan çok bir bilim adamıdır Bilim adamı olarak yapıcı ve eleştirel bir zihniyette, bilimsel konularda sığ ve yüzeysel kalmaktan sürekli kaçınmış, bu nedenle bütün ömrünü bilgi birikimlerini deney ve gözlemlerle doğrulama uğruna harcamıştır Birunî deney ,gözlem ve nesnellik ilkelerine dayanan bilimsel yönetemini doğa bilimlerinin yanında sosyal bilimlerde de uygulamıştır Birunî’ye göre ilmin hazzı, yani hakikatı araştırma zevki, en yüksek zevkler arasındadır Bu hususta kendisi şöyle demektedir: “ İlim adamına yani ilim hizmetçisine lazım ve kaçınılmaz olan şey, ilmin bütün sahalarında yeterli bir seviyede olmasa bile, ilimler arasında bir ayırım yapmamak, herbirinin hakkını vermektir

Çünkü ilim güzeldir, lezzeti de kalıcıdır Araştırma boyunca bu lezzet sürer gider Çalışma bitince lezzet de son bulur İlim adamı kendinden önce gelen âlimleri hor gözle bakmamalı, tevazû ile eserlerine yaklaşıp, istifade etmelidir Böylece en doğru ve en sağlam bilgilere ulaşacak, kusurlu, hatalı bilgilerden uzak durmuş olacaktır

İlmin ilerlemesi ve gelişmesi için şunlar lüzumludur:

1 İlmi düşünceye serbestlik tanınmalı, yani ilimde söz sahibi olanlanlar fikir hürriyetine sahip olmalı
2 İlmi çalışmalar açık ve sağlam metodlara dayanmalı
3 İlim; bâtıl düşüncelerden, sihir ve hurafelerden arınmış olmalı 4 Gerçek ilim adamlarına çalışma zevk , şevk ve gayretleri arttıran teşvik tedbirleri alınmalı
5 İlmin ilerlemesi için lüzumlu her türlü maddi, sosyal, teknik şartlar ve imkanlar hazırlanmalı
6 İlme, ilmî eserlere ve ilim adamlarına hürmet edilmeli, itibarları sağlanmalı
7 İnsanların dikkat ve alâkaları ilmî konulara çekme çalışmaları yapılmalı
8 Devletin ileri gelen adamları , ilmin gelişmesi için gereken tedbirleri tespit edip , hemen bunları tatbik etmeli

Bazı Önemli Bilimsel Çalışmaları Astronomi ve Matematik İlk astronomi gözlemlerini 990’da yapmıştır Bu daha 17 yaşındayken astronomide verimli bir düzeye ulaştığını göstermektedir

Akşemseddin

"Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur" diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini yaptı

Osmanlılar zamanında yetişen büyük evliya ve İstanbul’un manevi fatihi İsmi, Muhammed bin Hamza’dır Saçının sakalının ak olması veya beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakaplarıyla meşhur olmuştur Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi’nin neslinden olup, soyu hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik’a kadar ulaşır 1390 (H 792) senesinde Şam’da doğdu 1460 (H864)da Bolu'nun Göynük ilçesinde vefat etti

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin Kur’an-ı kerimi ezberledi Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip, o tarihte Amasya’ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşti Alim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etti Genç yaşta akli ve nakli ilimlerde akranlarından daha üstün derecelere ulaştı İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’a müderris oldu İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara’da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere gitti Fakat ona talebe olamadı Halep’te bulunan Şeyh Zeynüddin’e talebe olmak için Halep’e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere Ankara’ya geri döndü Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli’den icazet (diploma) aldı Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı Araştırmalar sonunda Maddet-ül-Hayat adlı eserinde:

"Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur" diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini yaptı

Pasteur’un teknik aletlerle Akşemseddin’den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyada ilk defa haber verdi Buna rağmen mikrop teorisi yanlış olarak Pasteur’a mal edilmiştir Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde seratan denilen bu hastalıkla çok uğraştı Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etti Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ortaya koydu

Akşemseddin, zahiri ve batıni ilimleri bilen birçok alim yetiştirdi Oğulları Muhammed Sa’dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Muhmmed Nasrullah, Muhammed Mir-ul-Huda ve Muhammed Hamdullah ile Harizat-üş-Şami Mısırlıoğlu, Abdurrahim Karahisari, Muslihuddin İskilibi ve İbrahim Tennuri bunlardan bazılarıdır

Fatih Sultan Mehmed Han muhteşem ordusuyla İstanbul’un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar Akşemseddin hazretleri savaş esnasında Sultan’a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu Kuşatmanın uzaması ve Sultan’ın ısrarı üzerine ve Allahü tealanın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı Fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra İslamiyetin harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah’a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi Sultan’ın Eshab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine:

"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum Orada olmalıdır" cevabını verdi

Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan’ın (radıyallahü anh) kabri ortaya çıktı Fatih Sultan Mehmed Han, Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe,yanına bir cami ve ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşa ettirdi Sultan, Akşemseddin’den İstanbul’da kalmasını istediyse de, Akşemseddin Padişah’ın bu teklifini kabul etmedi

Akşemseddin, İstanbul’un fethinden sonra, Göynük’e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı Göynük’e yerleştikten sonra, bir taraftan ahiret hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da küçük oğlu Hamdullah’ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu “Bu küçük oğlum, yetim, zelil kalır, yoksa, bu zahmeti çok dünyadan göçerdim” derdi Bir gün hanımının; “Göçerdim dersin yine göçmezsin!” demesi üzerine; “Göçeyim!” deyip mescide girdi Akrabasını ve evladını toplayıp, vasiyetini yaptı Helalleşip veda etti Yasin-i şerifi okumaya başladı Sünnet üzere yatıp temiz ruhunu teslim etti (1460) Göynük’teki tarihi Süleyman Paşa Caminin bahçesine defnedildi Daha sonra oğullarının kabri ile beraber bir türbe içine alındı

Buyururdu ki: “Her işe besmele ile başla Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver Nimete şükür, belaya sabret Dünyanın mutluluğuna mağrur olma Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme Kimsenin nimetine haset etme Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme Tırnağını asla dişinle kesme Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı kerim oku Zikrin daima hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun Hem Cehennem azabından endişeli ol Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir Kimsenin kalbini kırma Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun Edepli, mütevazı ve cömert ol Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir Yalnız bir evde yatmaktan sakın Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur

Eserleri:

1) Risalet-ün-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir Arapça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir 2) Def’ü Metain, 3) Risale-i Zikrullah, 4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, 5) Malumat-ı Evliya, 6) Maddet-ül-Hayat, 7)Nasihatname-i Akşemseddin

İbn-i Sina (980-1037)

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ

Büyük Türk bilginidir Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler

İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı Pek az uyurdu Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurduBir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: “Şükür sana Yârabbi!” diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı

Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı Bu yüzden takibata bile uğradı Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi

İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir

Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir

Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendirİbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söylerBu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır

İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü

İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz

İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu Durum XVII yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır

Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir

Alıntı Yaparak Cevapla