Prof. Dr. Sinsi
|
İslam'da Bilim Ve Müslüman Bilim Adamları İslamiyet &Amp; Müslümanlık
Takiyüddin
16 yüzyılda gökbilim çalışmaları sürdürülürken, Avrupa ve Osmanlı'da rasathane kuran iki çağdaş gökbilimci ortaya çıkar
1546- 1601 yılları arasında yaşayan Danimarkalı Tyco Brahe, kral II Frederick'i ikna ederek Hveen adasında 1576 yılında ortaçağ sonrasının ilk rasathanesini kurdu
Tyco Brahe, Copernicus'un Güneş merkezli gezegenler görüşünü destekleyenlerden bir noktada ayrılıyordu Brahe'ye göre, Dünya hareketsizdi ve Güneş'le Ay Dünya'nın etrafında, gezegenler de Güneş'in etrafında dönüyorlardı Brahe kendi gözlemevinde kullandığı, döneminin en gelişmiş aletleriyle duyarlı gözlemler yaparak gökcisimlerinin koordinatlarını saptamakla kalmadı, nova ve kuyruklu yıldızları da gözledi O'nun yaptığı gözlemler ve elde ettiği bulgular, Kepler'in ünlü kanunlarını geliştirmesine ve günümüzün Güneş Sistemi modelini kurgulamasına neden oldu Brahe, 1563 yılında Jüpiter ve Satürn kavuşum gözlemelerini içeren Tabulae Prutenicae adlı kataloğunu yayınladı 1577 yılında görülen kuyrukluyıldızı da inceledi ve Liber de Cometa adlı yapıtını yazdı
Tyco Brahe, Copernicus sistemini reddetmesine ve astrolojiye inanmasına karşın 16 yüzyılın en önemli gökbilimcilerinden biri olarak kabul edilir Brahe'nin kurduğu rasathane, rasathanesinde kullandığı ölçüm araçları ve yaptığı ölçümler bilim tarihi açısından son derece önemlidir Çünkü, Tyco Brahe Hveen adasındaki çalışmalarını sürdürürken, çağdaşı bir gökbilimci de İstanbul'da çalışmalarını sürdürmekteydi
1521 yılında Şam'da doğan Takiyyüddin, Mısır ve Şam'da döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a atandı Bundan sonra Takiyüddin iki kez İstanbul'a gitti ve yine Mısır'a döndü İstanbul'a ilk gidişinde Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurdu ve bilgisini artırdı Müderris olarak geri döndüğü Mısır'dan ikinci kes İstanbul'a geldi Edirnekapı'daki Medreseye atanmasına karşın kabul etmeyerek tekrar Mısır'a döndü Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi, eski gökbilimcilerden kalma risaleleri verdiği Takiyüddin'e gerekli gözlem aletlerini ve aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri de vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağladı Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında üçüncü kez İstanbul'a geldi
Takiyüddin'in İstanbul'a yerleştiği 1570 yılına kadar, gökbilimle ilgilenmek amacıyla rasathane kurulmamış olduğundan, gökbilimle ilgili bilgiler eskiden kalma Arapça ve Farsça kitaplardan öğrenilmekteydi Gözlemle ilgili hesaplar da eskiden hazırlanmış olan gözlem kataloglarından yararlanılarak yapılıyordu Bu gözlem kataloglarına dayanılarak yapılan hesaplar doğru sonuçlar vermekten uzaktı Yeni bir gözlem kataloğu düzenlenmesi için bir rasathane kurulması gerekiyordu Takiyüddin, matematik ve gökbilim konusundaki yeteneğine büyük önem veren Hoca Sadettin Efendi'nin yardımlarıyla Padişah III Murat'tan rasathanenin kurtulması için izin, yer ve ödenek aldı Kendiside rasathanenin müdürlüğüne atanarak inşasına da nezaret etmekle görevlendirildi Bugün, Cihangir Tophane sırtlarında kurulmuş olan İstanbul Rasathanesi'nin yapımına kesin olarak ne zaman başlandığına dair kanıt niteliğinde her hangi bir belge bulunmamasına karşın, rasathanenin aletleri ve yapımı tamamlanmamış da olsa 1575-1580 yılları arasında gözleme açık olduğu kesindir
Takiyüddin’in Ondalık Kesirleri Trigonometri ve Astronomiye Uygulaması
Remzi Demir
Bilindiği gibi, Türk bilim tarihine ilişkin araştırmaların yetersiz olması, Türklerin tarihlerinin hiçbir döneminde bilgin yetiştirmedikleri gibi yanlış bir anlayışın doğmasına ve yayılmasına neden olmuştur; "Türklerin kalem ehli değil ama kılıç ehli oldukları" biçiminde özetlenen bu anlayış, son yıllarda özellikle EI-Hârezmî, Abdülhamid ibn Türk, Fârâbî, İbn Sinâ, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu gibi bilginlerin yapıtları üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda sarsılmışsa da yıkılmamıştır Bu yazının konusu olan ve XVI yüzyılda İstanbul Gözlemevi’ni kurarak gözlemler yapan Taküyiddin ibn Manıf (1521-1585) yukarıdaki bilginler kadar da tanınmamaktadır; ancak matematik, astronomi ve optik konularında yazmış olduğu yapıtlar incelendiğinde onlardan hiç de aşağı kalmadığı görülmektedir
Ondalık kesirleri, Uluğ Bey’in Semerkant Gözlemevi’nde müdürlük yapan Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî’nin Aritmetiğin Anahtarı (1427) adlı yapıtından öğrenmiş olan Takiyüddin’e göre, el- Kâşî’nin bu konudaki bilgisi, kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmıştır; oysa ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerekir
Acaba Takiyüddin’in ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlıların kullanmış oldukları hesaplama yöntemlerini, yani Hint Hesabı denilen onluk yöntemle Müneccim Hesabı denilen altmışlık yöntemi tanıtmak maksadıyla yazmış olduğu Aritmetikten Beklediklerimiz adlı çok değerli yapıtında Takiyüddin, ondalık kesirleri altmışlık kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten sonra, dokuz başlık altında, ondalık kesirli sayıların iki katının ve yarısının alınması, toplanması, çıkarılması, çarpılması, bölünmesi, karekökünün alınması, altmışlık kesirlerin ondalık kesirlere ve ondalık kesirlerin altmışlık kesirlere dönüştürülmesi işlemlerinin nasıl yapılacağını birer örnekle açıklamıştır Ancak Takiyüddin’in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir; örneğin, 532 876 sayısını, "5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Ondabirler 7 Yüzdebirler 6 Bindebirler" biçiminde veya "532876 Bindebirler" biçiminde sözel olarak ifade etmekle yetinmiştir
Takiyüddin, bu yapıtında göksel konumların belirlenmesinde kullanılan altmışlık yöntemin hesaplama açısından elverişli olmadığını bildirir; çünkü altmışlık yöntemde, kesir basamakları çok olan sayılarla çarpma ve bölme işlemlerini yapmak çok vakit alan sıkıcı ve güç bir iştir; bugün kullandığımız onluk çarpım tablosuna benzeyen altmışlık kerrat cetveli bile bu güçlüğün giderilmesi için yeterli değildir Oysa onluk yöntemde, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme işlemleri kolaylıkla yapılabileceği için, Ay ve Güneş’in yanında gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tabloları düzenlemek ve kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktır
Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan Takiyüddin, açıları veya yayları ondalık kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri trigonometriye uygulamak için Gökler Bilgisinin Sınırı adlı yapıtında birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir Zâtü’l- Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken, "Bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse göre taksim ettim " demesi bu anlama gelir
Takiyüddin, ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasıl uygulanabileceğini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yılında bitirmiş olduğu Sultanın Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu adlı kataloğunda uygulamaya geçmiştir İstanbul Gözlemevi’nde yaklaşık beş sene boyunca yapılmış gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diğer kataloglarda olduğu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnızca ortaçağ İslam Dünyası’nda Batlamyus adıyla tanınan Ptolemaios’un kurmuş olduğu Yermerkezli sistemin ilkelerine uygun olarak belirlenmiş gezegen konumlarını gösterir tablolara yer verir
Takiyüddin, 1584 yılında İstanbul’da tamamlamış olduğu İnciler Topluluğu adlı başka bir yapıtında, son adımı atmış ve birim dairenin yarıçapını 10 birim almak ve kesirleri, ondalık kesirlerle göstermek koşuluyla bir Sinüs -Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant - Kotanjant Tablosu hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanımına sunmuştur Eğer Takiyüddin bu tabloları hazırlarken birim uzunluğu 10 birim olarak değil de, 1 birim olarak benimsenmiş olsaydı, bugün kullanmakta olduğumuz sisteme ulaşmış olacaktı
Batı’da ondalık kesirleri kuramsal olarak tandan ilk müstakil yapıt, Hollandalı matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafından Felemenkçe olarak yazılan ve 1585’de Leiden’de yayımlanan De Thiende’dir (Ondalık) 32 sayfalık bu kitapçıkta, Stevin, sayıların ondalık kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna gitmiş ve ondalık kesirleri, uzunluk, ağırlık ve hacim gibi büyüklüklerin ölçülmesi işlemlerine uygulamıştır Ancak, De Thiende’de ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye uygulandığına dair herhangi bir bulgu yoktur Bu durum, Takiyüddin’in yapmış olduğu araştırmaların matematik ve astronomi tarihi açısından çok önemli olduğunu göstermektedir
Rasathanede Kullanılan Ölçüm Araçları
Takiyüddin'in İstanbul Rasathanesi'nde ölçüm yapmak için kullandığı belli başlı dokuz alet inşa ettiği saptanmıştır Bunlardan Zâ-tül-Halâk gökcisimlerinin ekliptiğe göre enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılmaktaydı Bu aletin ilk tanımı usturlap adıyla Batlamyus'un Almagest'inde verilmiştir Takiyüddin'de bu aleti özgün halindeki gibi altı halkalı olarak düzenlemiştir Bunlardan ikisi eşit çaptadır ve birbirlerine dik olarak sabitlenmişlerdir Birbirine dik olan bu halkalardan biri ekliptiği diğeri kutuplar halkasını belirtir Aletin üzerine küçük boylam halkası, büyük boylam halkası, meridyen halkası ve enlem halkası olarak adlandırılan dört halka daha takılır ve enlem halkasının yüzeyine iki doğrulayıcı yerleştirilir Zât-ül-Halâk'la Güneş ve Ay ufuk çizgisi üzerinde bulunduğu zaman gözlem yapılarak Ay'ın ekliptikteki enlem ve boylamı, saptanabilir Zât-ül-Halâk kullanımında asıl güçlük, gözlem anında aleti gökyüzündeki konumuna oturtmaktır Yıldızların ekliptik enlem ve boylamlarını saptamak için zodyak üzerindeki takımyıldızlara ait bazı yıldızların ekliptikal boylamlarının bilinmesi gerekir
Takiyüddin'in rasathanede kullandığı önemli araçlardan biri de L****'dir L**** basit olarak çeyrek daire şeklindedir ve gökcisimlerinin meridyen, doğrultusunda yüksekliklerini ölçmekte kullanılır Bu aletle gökcisimlerinin ekvatoral koordinatları saptanabilir Takiyüddin ortaçağ boyunca kullanılan L****'nin bir varyasyonunu kendisi için inşa etmiştir Takiyüddin L**** yardımıyla gökcisimlerinin yüksekliğini gözleyerek, gözlem yerinin enlemi bilindiğinden gökcisminin deklinasyonunu ve Güneş'in meridyen düzleminde en büyük ve en küçük yüksekliğini gözleyerek de ekliptiğin eğimini hesaplamıştır
Takiyüddinin kullandığı üçüncü aletin adı Zâtü's-Semt ve’l-İrtifâ’dır Bu alet eski İslam gökbilimcileri tarafından Şam’da da kullanılmıştır Zâtü’s-Semt ve’l-İrtifâ, silindirik bir kule üzerine yatay bakır bir halka ve bu halkanın üzerine aynı çaplı bakırdan dikey bir yarım halka konulmasıyla elde edilir Bu bakır yarı halkanın üzerinde derece ve dakika bölümleri işaretlenmiştir Yatay halka da başlangıcı meridyende olmak üzere 360 dereceye bölünmüştür Yarım halkanın merkezindeki bir eksen etrafında dönebilen ve yatay halka üzerinde kayabilen ikişer delikli iki küçük doğrulayıcı bulunur Zâtü’s- Semt ve’l-İrtifâ’yla güneş gözleniyorsa, cetvel yarı halka, yarı halka da yatay halka üzerinde kaydırılarak alet, Güneş ışınları yarı halkanın merkezine düşecek biçimde ayarlanır Bu yöntemle gözlem zamanı için Güneş’in yüksekliği yarı halka üzerinden ve azimutu da yatay halka üzerinden okunur
Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ ortaçağ gökbilimcilerinin geliştirdiği bir araçtır Bu alet günümüzde kullanılmakta olan teodolitin ilkel ve büyük boyutlu halidir Alet gökcisimlerinin her konumunda kullanılabilmektedir Takiyyüddin Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ’yı Merkür ve Venüs gezegenlerinin Güneş’ten en uzakta bulunduğu zamanki konumu ile diğer gökcisimlerinin yükseklik ve azimutlarını bulmakta kullanmıştır
Zat-ü’s- şu’beteyn Takiyüddin’in kullandığı dördüncü alettir Alet oluşmaktadır İlk cetvel, bulunan eksenler etrafında dönebilecek şekilde düşeyleştirilir Cetvelin üst ucunda bir çiviye asılan çekül yardımıyla düşeyliği kontrol edilir İkinci cetvel birincinin üst ucuna takılmıştır Böylece hem düşey düzlem içinde rahatça hareket edebilir hem de birinci cetvel boyunca açılmış oyuğa girebilir Bu cetvel üzerinde gözlemi kolaylaştırıcı iki doğrulayıcı bulunur Üçüncü cetvel ikincinin aksine birinci cetvelin alt ucuna bağlanmıştır İkinci cetvel ölçüm için hareket ettirildiğinde, üçüncü cetvel de onunla birlikte ve aynı düzlemde hareket eder İkinci cetvelin hareketi sırasında alt uç, üçüncü cetvel üzerindeki bölümlü yüzeyde hareket eder ve üç cetvel bir üçgen oluşturur Üçüncü cetvel diğer iki cetvelden daha uzundur Birinci ve ikinci cetveller birbirlerine dik hale geldiklerinde, üçüncü cetvel hipotenüs konumundadır Takiyüddin Zât-ü’s- şu’beteyn’i betimlerken bazı bilim adamlarının üçüncü cetvel yerine bir daire yayı kullandıklarını ancak, cetvelin daha kullanışlı olduğunu belirtiyor
Rasathane’de kullanılan aletlerden beşincisi Rub-ı mıstar’dır Aletin şekli dörtte bir dairedir Aletin tahta olduğunu anlatabilmek için Rub-u Deffe (tahta kuadrant) adı verilmiştir rub- ı mıstar’ı yapmak için 4,5 m uzunluğunda üç tahta cetvel alınır Bunlardan ikisi aralarındaki açı 90° olacak şekilde uç kısımlarından birbirine eklenir Yarıçapı 4,5 m olan dörtte bir çember yayıyla boşta kalan iki uç birleştirilir ve üçüncü cetvel bir ucu daire yayının orta noktasında, bir ucu kuadrantın tepe noktasında olmak üzere sisteme eklenir Bu üçüncü cetvelin tam ortasından geçirilen bir eksenle sistem yer düzlemine dik bir sütuna sabitlenir Sistemin düşeyliğini sağlamak ve yükseklik açısını ölçmek için kuadrantın tam merkezine bir çekül asılır Böylece gökcisimlerinin yükseklik açıları dereceli yay üzerinde okunabilir
Rasathanede kullanılan altıncı alet Zatü’1-ceyb’dir Zat-ü’s-şu’beteyn gibi iki cetvelden yapılmıştır Aynı uzunlukta iki cetvel bir eksen etrafında hareket edebilecek şekilde uçlarından birbirine tutturulmuş ve merkezden başlayarak 60’a kadar bölümlenmişlerdir Cetvellerden birinin üzerinde, kolay gözlem yapabilmek için, iki doğrulayıcı ve bölümlemenin son çizgisine de bir çekül yerleştirilmiştir Bazen çekül yerine üçüncü bir bölümlü cetvel konur Bu durumda yıldızın yüksekliğinin sinüsü bu cetvel üzerinden okunabilir
Zatü’1-evtar Takiyüddin’in kullandığı aletlerden yedincisidir Takiyüddin kendi buluşu olduğunu söylediği bu aleti Güneş’in ekinoks noktasına geldiği anı saptamak için kullanmıştır
Takiyüddin’in buluşlarından biri de Müşebbehetü bi’1-monatık’dır Bu alet yardımıyla iki yıldız arasındaki açısal uzaklıklar ölçülebiliyordu Müşebbehetü bi’1-monatık yardımıyla Koç takımyıldızı içinde bulunan iki yıldızın açısal uzaklığı da ölçülmüştür
Rasathane’de kullanılan son alet Bengam’dır Bengam gökbilim gözlemlerinde Takiyüddin’in kullandığı astronomik bir saattir Astronomik bir saatin bulunuşu ve gözlemlerde kullanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme olmuştur
Takiyüddin’in Optiğe Katkıları
Hüseyin Topdemir
Takiyüddin başarılı çalışmalar sergilediği optik alanında, Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı bir yapıt kaleme almıştır Bu kitabın dikkat çekici yönü, temel dokusunun İslam Dünyası’nda yaklaşık sekiz yüzyıl önce başlatılmış olan köklü ve başarılı optik çalışmaları sonucunda elde edilmiş temel argümanlardan ve problemlerden oluşturulmuş olmasıdır: Öyle ki, elde edilen yüksek düzey, l7 yüzyıla kadar Batı’da güncelliğini koruyan temel tartışmaların çerçevesini oluştururken, aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bütün canlılığıyla etkinliğini sürdürmüştür Bu durumu anlamak ve anlamlandırmak zor değildir Çünkü l7 yüzyıla kadar Batı’da optik konusunda egemen olan görüş, İbnü’l-Heysem’in bir tür gelenek haline dönüşmüş olan görüşleridir Bu görüşe temel olan düşüncesinin iki boyutu vardır:
1) Optiğe ilişkin sorunların, geometrik sorunlara dönüştürülerek geometrik yoldan incelenmesi,
2) Sorunların nedensel olarak açıklanması Ayrıca, bu iki temel düşünce ayrıntılı ve ustalıklı olarak düzenlenmiş deneylerle de desteklenmiştir Bu tarz bir araştırma modeli, çeviriler yoluyla Batı’ya aktarılırken, Doğu’da 14 yüzyılda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin araştırmalarıyla çok daha yüksek düzeyli tartışmalara olanak ve zemin hazırlamıştır Daha sonra 1579 yılında, bu kez Takiyüddin, hem İbnü’l-Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Fârîsî’nin Optiğin Düzeltilmesi adlı çalışmalarına dayanarak Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı yapıtını yazmıştır; Takiyüddin’in amacı, bu iki kitabı yorumlamak ve gereksiz ayrıntılardan arındırarak asıl amaca yönelik bir olgunluk düzeyine ulaştırmaktır
Kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır Giriş’te optiğe ilişkin bazı temel kavramlar tanımlanmış ve optik konusunda etkin olan kuramlardan kısaca söz edilmiştir
Birinci bölüm aracısız görme konusuna ayrılmıştır Burada ışık, görme, ışığın göze ve görmeye olan etkisi ve ışıkla renk arasındaki ilişki ayrıntılı olarak tartışılmıştır Bunun yanında tartışmaya esas olan bazı temel ilkeler benimsenmiştir Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1 Işığın kaynağı nesne, hedefi ise gözdür
2 Işıkla birlikte göze gelen biçimler, aynı zamanda o nesnenin rengini de taşırlar
3 Göz yalnızca ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneleri algılar
4 Görme geometrik bir olgudur Çünkü yayılan ışık, tepesi kaynakta ve tabanı da gözde bulunan bir koni oluşturmaktadır
5 Işık maddesel bir şeydir; ancak optik incelemeler sırasında geometrik bir nesne olarak kabul edilebilir
6 Işık ışınları küresel olarak yayılırlar ve bu yayılım da doğrusal çizgiler boyunca olur
7 Renk ışığa bağlıdır ve ışığın kırılması ve yansıması sonucunda oluşur
Burada öncelikle ışığın doğrusal çizgiler boyunca, ancak küresel olarak yayıldığı savının öne çıktığını hemen belirtelim Takiyüddin’in bu savı, daha sonra Hollandalı fizikçi Huygens (1629-1695) tarafından ortaya konulacak küresel yayılım kuramının ilk anlatımı olarak görülebilir
Takiyüddin’e göre ışık, ışıklı bir nesneden ve o nesnedeki her bir noktadan küresel olarak yayılır ve yayılım sırasında, ister istemez bazı ışın çizgileri paralel, bazıları birbirine yakınlaşan ve bazıları ise birbirlerinden uzaklaşan doğrular boyunca yol alır Buna bir de bu doğrusal çizgilerde yol alan ışınların küresel olarak yayıldığı düşüncesi eklendiğinde, o zaman, ışığın dalga niteliği taşıdığı ve tıpkı durgun bir suya taş atıldığında, suda oluşan dalganın etrafa doğru büyüyen daireler şeklinde yayılması gibi yayılıyor olduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır ki, bu da küresel yayılımın yalın bir anlatımından başka bir şey değildir
Bunun dışında aracısız görme konusunda Takiyüddin’in üzerinde durmamızı gerektiren bir açıklaması daha bulunmaktadır 0 da ışık ve renk arasındaki nedensel ilişkiyi irdelerken, rengin ışığa bağlı olduğunu ve ışığın kırılması ve yansıması sonucu oluştuğunu belirtmiş olmasıdır Bu belirlemenin önemi de yine optik tarihinde gizlidir Çünkü rengin gerçek doğasının anlaşılması ilk kez Newton’un ayrıntılı renk incelemeleri sonucu gerçekleşmiştir
Newton öncesi dönemde ise renk konusunda egemen olan kuram, değişim kuramı adı verilen ve rengin ışığın zayıflamasıyla ya da aydınlık ve karanlığın karışımıyla oluştuğunu belirten Aristotelesçi kuramdır Nitekim ünlü astronom Kepler optik üzerine kalem almış olduğu Ad Vitellionem Paralipomena (Vitelo’nun Paralipomena’sına Ek) ve Dioptric (Kırılma Üzerine) adlı kitaplarında rengin oluşumunu Aristotelesçi bir yaklaşımla açıklamıştır Oysa Takiyüddin, bu iki bilim adamından önce rengin oluşumunda kırılmayı söz konusu etmiş, Newton’un prizması yerine cam bir küre kullanmıştır
Kitabın ikinci bölümü yansıma aracılığıyla oluşan görme konusuna ayrılmıştır Burada ışığın aynalarda uğradığı değişimler ve çeşitli aynalarda görüntünün nasıl oluştuğu deneysel olarak tartışılmıştır Yansıma optiği, optik biliminin gelişimini en erken tamamlayan ve bu anlamda nisbeten daha kolay olan bir dalıdır Bu nedenle yansıma kanunu da dahil olmak üzere bütün ilkeleri Antikçağ’da tespit edilmiştir Bu anlamda Takiyüddin’in konuya katkısı, yansıma kanununu her tür aynada kanıtlamaya çalışmasıdır
Üçüncü bölüm de kırılma konusu ele alınmış ve yoğunluğu farklı olan ortamlarda ışığın yol alırken uğradığı değişimler incelenmiştir Ancak yaptığı bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler sonucunda Takiyüddin, kırılma kanununu bulamamıştır Fakat konuya değişik bir yaklaşımda bulunmuştur Anlaşılan odur ki, Takiyüddin sinüs kanunuyla uğraşmamıştır Çünkü çalışmalarını tamamen geometrik olarak ele almış ve trigonometriyi işin içine sokmayarak açılar arasında oranlar ya da eşitsizlikler kurmak yoluna gitmiştir Oysa sinüs kanununa giden yol kirişler veya sinüslerden geçmektedir Böyle bir girişimde bulunmadığı için, onun kırılma kanunu dediği şeyi, bir aritmetiksel eşitsizlik olarak nitelendirebiliriz
Takiyüddin’in Elyazmaları
Takiyüddin’in günümüze ulaşan elyazmaları incelendiğinde, içerdikleri bilgilerin o dönem gökbilimi hakkında sağladığı veriler yanında farklı bir önemi olduğu da görülür
Takiyüddin el yazmalarında belirli bir biçim kullanmamıştır Eserlerin hemen hepsi birbirlerinden farklı boyutlardadır Kitaplarda kullanılan süsler de birbirlerinden farklıdırlar Ancak yazmalara önemli yerleri, başlıkları, tablo ve şekilleri belirginleştirmek için farklı renklerden yararlanıldığı gözlenir Başlangıç sayfalarında yazmaların Takiyüddin’e ait olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan açıklamalar, kayıtlar ve imza yer alır Günümüz araştırmacılarını en çok sevindiren de Takiyüddin’in eserlerinin orijinallerinin bir kısmının bugüne ulaşmış olmasıdır
O dönemlerde bilim adamlarının yazdıkları eserlerin kopyaları elle çıkarılmaktaydı Birçok elyazmasının ancak kopyaları günümüze ulaşabilmiştir Orijinal örneklerin kopyalama sırasında meydana gelebilecek hataları içermediği düşünülürse araştırmacılar için ne denli önemli oldukları anlaşılabilir
Takiyüddin’e ait el yazmalarının bir bölümü Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde bulunmaktadır Enstitü’nün UNESCO’yla (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttüğü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarının da içinde bulunduğu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadır Takiyüddin’in diğer eserleri başka kütüphanelerin raflarındadır
Rasathanenin Hazin Sonu
İstanbul Rasathanesi ilginç bir yıkım yaşamasına rağmen, yıkımın nedenine ilişkin fazlaca veri elde edilememiş Ancak, rasathanenin yıkılışında 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve 1578’de baş gösteren veba salgınının nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarını gözlediği yolundaki söylentilerin, şüpheleri artırdığı söyleniyor Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin de bu görüşleri desteklemesi üzerine, padişahın verdiği emirle, Rasathane 1580 yılında Kılıç Ali Paşa’ya yıktırılıyor
Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydınlanmamış birçok nokta vardır Yaygın bir görüş Rasathane’nin, verilen hatt-ı hümayuna dayanarak Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkıldığı biçimindedir Ancak, topa tutma konusunda kişisel anı yazıları dışında günümüze ulaşabilmiş hiçbir yazılı resmi belge yoktur Rasathanenin betimlenen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu da gözönünde tutulursa bu olasılığın tartışmaya açık olduğu söylenebilir
Bunca söylentiye karşın, kesin olarak bilinen İstanbul Rasathanesi’nde nitelikli gözlemler yapıldığı ve bu gözlemlere dayanılarak son derece hassas gözlem katalogları hazırlandığıdır Asıl şanssızlık, Takiyüddin’in arkasından Kepler gibi bir bilim adamının gelmemesi ve yapılmış çalışmaları değerlendirecek bir bilim geleneğinin yerleşmemiş olmasıdır Bunca söylentinin arkasında, rasathanenin yıkılmasının gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasına önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile Şeyhülislam’ın yer aldıkları farklı grupların siyasi çekişmesi olduğu sanılıyor
|