Prof. Dr. Sinsi
|
Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek
Keçe, yün, kil ya da pamugun islak ortamda çignenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasiyla elde edilen ve örtü, yaygi, çadir, giysi yapiminda kullanilan kaba kumastir Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir Osmanlilarda Konya, Diyarbakir, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarinda keçecilik, önemli bir yer tutuyordu Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kaliba yün hazirlama, hamamda keçe pisirme gibi yöntemleri ögreniyorlardi Basa Dönüs
Kosum, bir kosum hayvaninin araba, kagni gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere kosulmasini saglayan kayis takimidir Kosumcu, cesitli kosum parçalarini yapan kimsedir Ilk kosum takimlarina M O 4 yy’da Mezopotamya’da rastlanmaktadir Günlük hayatinda ve meydana getirdigi uygarliklarda atin büyük yeri olan Türkler kosum takimlarini Orta Asya’dan beri kullanmaktaydilar Bugün kosumculuk, kosum hayvanlarinin önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmistir Basa Dönüs
Hasir, kurumus bitki saplari ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban dösemesi bazen duvar ve tavan kaplamasi olarak kullanilan bir cins yaygidir Hasirlar, yapildigi sazin incelik, kalinlik ve türüne göre Trablus hasiri, Misir hasiri, Kaba hasir vb adlar alirdi Boyanmis sazlarla hasirlara desenler yapilirdi Osmanlilarda hasircilik, XVII yy’dan baslayarak önemli zanaat kollarindan biri durumuna geldi Istanbul’da Hasircilar Çarsisi adiyla çarsisi bile vardi Günümüzde hasircilik sadece kirsal kesimde belli oranda devam etmektedir Basa Dönüs
Nalbantlik, At, essek, katir gibi binek ve hizmet hayvanlarinin toynaklarina koruma amaciyla nal çakma zanaatina nalbantlik denir Nallar hayvanin toynagina “nal tokmagi”denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakilir Geçmiste ulasim, tasimacilik ve çesitli hizmetlerde hayvanlarin yaygin olarak kullanilmasi nedeniyle, nalbantlik 20 yüzyilin ilk yarisina kadar önemini korudu Osmanli ordusunda nalbant ihtiyacini karsilamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kuruldugu biliniyor Basa Dönüs
Esanscilik, iki kapakli dört tarafi cam bir kutu içine yerlestirilmis küçük siselerde esans satma isidir Esancilar genellikle köy, kasaba ve sehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarinda dolasir; belli ücret karsiliginda bir miktar esansi bir enjektör araciliyla müsterilerin üzerine püskürtürlerdi Esansciligin dev bir sektöre dönüstügü günümüzde, eski tip esanslara ve esanscilara çok çok az rastlanmaktadir Basa Dönüs
Semer = Beygir,katir,esek gibi hayvanlarin sirtina yük baglamak bazende binmek için kullanilan, agaç bir iskeletin sazla doldurulmus “yatak”tan olusan üstlügüdür Semer genellikle agaç, çuval ve sazdan yapilir Yük baglamak ve binek hayvanina rahat binmek için kullanilir Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrilir Ilk kez Araplar ve Iranlilar tarafindan kullanildigi söylenir Türklere de onlardan geçmistir Basa Dönüs
Kasikcilik, Anadolu’da, ilk kasiga, Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmistir (M Ö 7-6 binyil) Kasiklar Anadolu’da yapildiklari malzemeye göre adlandirilir Önce topraktan yapilan kasiklar daha sonra tahtadan ve madenden yapilmaya baslandi Tahta kasiklar daha çok simsir, ardiç, gürgen, mese, armut, karaagaç, gibi agaçlardan, metal kasiklar ,demir, bakir, pirinç, gümüs ve altindan yapilir Anadolu’da kasiklari ile ünlü merkezler arasinda Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye tarakli, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskisehir, Anamur, Silifke özellikle anilabilir Basa Dönüs
Sedefkarlik , sedef üzerinde çalisma, sedef kakma esya yapimidir Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi Sedefkarlik Osmanlilar’da önemli bir meslekti Özellikle 16 yy’da kendine özgü bir üslup kazanmisti Osmanli Sarayinda sedefkarlarin çalistigi özel atölyeler vardi Bunlar, tahtlardan saltanat kayiklarina kadar, padisahlarin pek çok esyasi üzerinde bu ince sanati uygulama imkani buluyorlardi Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlik konusunda Topkapi Sarayi’nda sedef kakmali esyalarin restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadir Basa Dönüs
Hasirdan ya da sazdan örülerek yapilmis kulplu torbaya zembil denir Selçuklular’in ve Osmanlilar’in günlük hayatinda zembil esyalarinin büyük önemi vardi Sanayilesmenin gelismesiyle birlikte zembil esyalarin günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmustur Bugün zembil esyalari, daha çok kentlerin varoslarinda ve kirsal kesimde üretilmekte ve kullanilmaktadir Basa Döns
Urgancilik, urgan yapim ve satis isidir Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir Basa Dönüs
TAS ISÇILIGI, Yerlesik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatinda tasin önemli bir yeri olmustur Selçuklular’dan baslayarak Türkler, tasi sanatkarane bir sekilde islemeye, kemer ve nakis süslemeye büyük önem vermislerdir Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlikla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuslardir Günümüzde hem tasin öneminin azalmasi hem de “sanatkar” bakisin kaybolmasiyla birlikte tas isçiligi de giderek azalmaktadir Basa Dönüs
Cömlekcilik Çömlek,topraktan yapilan ve pisirilerek saglamlastirilan kap, tenceredir Çömlekcilik, Anadolu’da cilalitas devrinden beri bilinmektedir Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, kültepe ve Bogazköy çömlekleriyle ünlüdür Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da çatalhöyük’te ele geçen ve yaklasik 9000 yil önceye ait seramiklerdir 12 yy’da Ortadogu’da islam çanak çömlekçileri sir maddesini kil hamuruyla karistirip saydam yumusak porselen yapimini denemislerdir
Attarlar (Eczanelerden önce onlar vardı)
Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu
Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri â??kökçüâ?� denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün
Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı
İstanbulâ?? da 17 yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gülsucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, 70 dekçi attar, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç bademyağcı dükkanı vardı Ancak 1850â??lerde bu sayılarda düşüş başladı Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu
Ayvazlar (Her biri emre amade)
Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı
İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu Kimi zaman Kürtlerâ??den de ayvazlık yapan oluyordu Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı Ayvaz istihdamı, Osmanlıâ??nın batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı
Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi II Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi
Cezzarlar (Seyyar kasaplar)
Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı
Mallarını satabilmek için de â??semizâ?� ya da â??semiz etlerim varâ?� diye bağırırlardı En çok satışı pazarlarda yaparlardı Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti
Çığırtkanlar (Olmazsa olmazlar)
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı İstanbulâ??da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı
Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu
Kassarlar (Havuzda kuru temizleme)
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline â??çırpmakâ?� kökünden geldi
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline â??çırpmakâ?� kökünden geldi Boyalı şeyleri çırpıp suya vuran anlamına gelir
Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi
Kemankeşler (Geçmişin okçuları)
Ok, Türklerâ?? in savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi Fetihten sonra İstanbulâ??da da bir okmeydanı kuruldu II Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı
Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan â??kabzeâ?� alınması şarttı Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu
Mahyacılar (Sadece Ramazan ve bayramlarda çalışırlardı)
Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbulâ??da gelişmiş bir sanattı
Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında â??dış mahyaâ?�; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de â??iç mahyaâ?� kurarlardı Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi
Sakalar (Günümüzün sucuların yaya hali)
Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi Fakat onlarda çok kalabalık olurdu Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi Bu 19 yüzyılın sonuna kadar devam etti Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı
Ay sonunda da paralarını toplardı Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi
Savatçılar (Modası 150 yıl geçmedi)
Arapça â??karaâ?� anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı
Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı
Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak â??ekme savatâ?�, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de â??sürme savatâ?� yaparlardı I Dünya savaşı öncesinde Vanâ??da 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsunâ??da da bu sanat çok gelişmişti Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupaâ??da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlıâ??da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı
Seleciler (Ruhsatlı dilenciler)
Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16 ve 17 yüzyıl Osmanlısıâ?? nda yedi bin taneydi
Tanzifatçılar (Zamanın çöpçüleri)
Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17 yüzyılda 500 nefer kadardı
Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi
â??Çöp çıkaramâ?� diye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü Ama yine de İstanbulâ??un çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi
|