Prof. Dr. Sinsi
|
Plansız Sanayileşmenin Ekosistem Üzerindeki Etkileri Ve Çözümü
Plansız Sanayileşmenin Ekosistem Üzerindeki Etkileri ve Çözümü
Toplumun artan ihtiyaçlarını karşılamak için sanayileşmek gereklidir Çağdaş uygarlık düzeyini yakalayabilmek için tüm toplumların sanayileşmeleri şarttır Sanayi tesisleri pahalı yatırımlardır Sanayi tesislerinin, daha ekonomik üretim yapması ve daha az çevre kirliliğine neden olması için belirli bir bölgede toplanmaları gerekir Bu şekilde ihtiyaçları daha kolay sağlanır Bu bölgede meydana gelecek sorunlara, toplu olarak daha kolay çözümler bulunabilir
Sanayi tesisleri, toplumun ihtiyaçlarına göre planlanmadan ve gelişi güzel yerlere kurulursa daha büyük sorunlara yol açar Sanayi kuruluşlarının sıvı, katı, ve gaz halindeki artıkları çevre kirliliğine neden olur Sıvı atıklar su kaynaklarına dökülerek biyolojik yaşamı ve tarımı olumsuz etkiler Su ekosistemi ortamlarına zarar verir
Kimyasal karakterli katı atıklar ise toprağı kirleterek biyolojik dengenin bozulmasına sebep olur Katı atıkların atıldıkları çöplük alanlara yağan yağmurlar,buradaki maddeleri çözerek toprağın derinliklerine sızarlar Böylece, yer altı su kaynaklarının kirliliğine yol açar
Sanayi tesislerinin bacalarından çıkan kükürt dioksit,karbon dioksit ,karbon monoksit azot oksit ve metan gibi gaz atıklar ise havayı kirletir Bu zehirli ve zararlı gazlar,atmosfer içinde birikerek yeryüzündeki ısının uzaya yayılmasını engeller Bu durum, Dünya’nın ısınmasını sağlar Bu olaya sera etkisi adı verilir Sera etkisi olayı,ekolojik dengeyi bozarak iklimin değişmesine neden olur Ayrıca,kükürt dioksit gazı atmosferdeki su buharıyla birleşerek sülfürik asitleri meydana getirir oluşan sülfürik asitler yağışlarla yeryüzüne düşer Asit yağmurları;ormanlara,doğal bitki örtüsüne,su ve karada yaşayan canlılara zararlar verir Kısacası doğal dengeyi bozar Ulaşım amacıyla yapılan yol ve liman çalışmaları da çevre tahribatına neden olmaktadır
Bugün gerek ABD’de, gerekse Avrupa Birliği bünyesinde çok ciddi yaptırımlarla donatılmış çevre yasaları bulunurken, gelişmiş ülkelerden kaynaklı ya da bu ülkelerden yayılan “potansiyel kirlilik” nasıl açıklanabilir?
Herhalde, bu sorunun yanıtını kalkınma paradigmalarında aramak gerekmektedir Bu noktada kapitalizmin “varoluş ve işleyiş” yasası gereği, hem insanı hem doğayı sömürüp tüketmek gibi bir işlevi olduğu gözardı edilemez Örneğin, dünyada yılda 1 milyon tondan fazla zehirli madde doğaya atılmaktadır Resmi kayıtlara göre, yalnızca ABD’de kimya sektöründe 700 bin ton, çevreyi kirletici zehirli maddenin oluştuğu bilinmektedir Yine ozon tabakasını etkileyen CFC (kloro-floro-karbonların) ve halonların üretimine sınırlama getirilememektedir Bu nedenle, CFC’lerin denetlenmemesi sonucunda ozon tabakasındaki incelmenin artacağı ve dünya üzerindeki yaşamın büyük ölçüde tehlikeye gireceği tahmin edilmektedir
Öte yandan, 1992 Rio Zirvesi’nin (Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı) önemli anlaşmalarından birisi olan “Küresel Isınma (İklim Değişikliği) Anlaşması”, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler tarafından imzalanmamış ve bu konudaki tartışmalar, ülkelerin yükümlülükleri gibi konular uluslararası çevre hukukunun önemli bir sorun alanı olarak ortada durmaktadır
Rio süreci ve Kyoto Protokolü ile birlikte, iklim değişikliğine yol açan gazların yayımının sınırlanması doğrultusunda gelişmiş ülkelerin karbondioksit yayımı miktarlarını, ülkelerin 1990 yılı karbondioksit yayımı seviyesinde tutmaları yönünde bir ilke kararı benimsenmiştir Bu anlaşmanın ABD ve gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından imzalanmaması, uzun yıllar askıda bırakılması ise aslında siyasal bir tercih olarak yorumlanmalıdır Gelişmiş ülkelerin bilinen ikiyüzlü politikaları, ekolojik sorunlar karşısındaki çelişkileri tam da bu süreçte su yüzüne çıkmıştır Böylece, yıllarca dünyanın bütün varlıklarını sanayileşme ve kalkınma uğruna tüketen bugünün sanayileşmiş ülkeleri (geri kalmış ülkelere çevreyi koruyarak kalkınmayı, daha doğrusu “kalkınmamayı” öğütlerken) ekolojik sorunların çözümü için herhangi bir kaynak aktarımına, önlem almaya yanaşmamakta “kararlı” bir tavır sergilemişlerdir!
Oysa ki, CFC, karbondioksit ve metan gibi gazlar, atmosferde oluşturdukları tabaka ile güneş ışınlarını tutarak, küresel ısınmaya ve sera etkisine neden olmaktadırlar Böylece, buzulların erimesi ile birlikte denizlerin yükselmesi, deniz ekolojisinin bozulması, seller ve erozyon gibi olaylar yaşanmaktadır-yaşanacaktır
Bir diğer yandan, ozon tabakasının incelmesi sonucunda yeryüzüne atmosfer süzgecinden geçmeden ulaşan güneş ışınları söz konusudur Bu durum ise insanlar için başta cilt sağlığı problemleri olmak üzere geri dönüşü olmayan yeni bir felaketler dizisinin habercisi olmaktadır…
Sanayileşme ve küresel kalkınma tezlerinin artık ne anlama geldiği bilinmektedir Gelişmiş kapitalist ülkelerin tüm dünya toplamının yüzde 95’ine karşılık gelen zararlı atık üretimi, 1970’li yıllardan bu yana büyük artışlar göstermiştir Örneğin, ABD’nin 1970’li yıllarda 25 milyon ton olan zararlı atık üretimi, 2000 yılı itibarıyla 500 milyon tona ulaşmıştır Yine 2000 yılı verileri ile AB’nin ve OECD’ye bağlı ülkelerin yıllık zararlı atık üretimi ise, toplam olarak 40 milyon ton olmuştur Bu kapsamda yukarıda sıralanan resmi verilerin dışında, bu verilere yansımayan zararlı atık miktarı ve bunların ülkeler arasında taşınması ise başlı başına önemli bir çevre sorunu olarak ortada durmaktadır Küresel kalkınma ve çevre, acaba ateşle-barut gibi iki kavram mıdır? Ya da bir başka ifade ile küreselleşmenin yarattığı savaş, açlık, sömürü sürecinin bir boyutu da ekolojik sorunlar olarak mı ortaya çıkmaktadır?
Yazının devamı aşağıdaki mesajdadır 
|