Konu
:
Doğruluk Ve Entersübjektivite
Yalnız Mesajı Göster
Doğruluk Ve Entersübjektivite
09-06-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Doğruluk Ve Entersübjektivite
Doğruluğu belli bir frekansı ifade eden herhangi bir anlaşmaya indirgemek bilimin yapılabilirliği açısından önemli ve olumlu sonuçlara yol açacaktır
Doğruluğu şu ya da bu ölçüde bir frekansı ifade eden anlaşmaya indirgemek
doğruluğu bir entersübjektivite olarak tanımlamak anlamına gelmektedir
Doğruluğun ölçütü
buna
göre herhangi bir test edilebilirliğin ötesinde
şu ya da bu sayıda insanın bir önermeyi “doğru” kabul etmesi olacaktır
Böylece
doğruluk ile gerçekliğin temsili gereksinmesi arasında
dilden kaynaklanan gerilimin aşılabilmesi söz konusu olabilecektir
Doğruluğu
bir entersübjektiviteye indirgemek
değinildiği gibi bazı olumlu sonuçları gündeme getirecektir
Bunların başında
bilimin fetişleşmesinin önlenmesi gelecektir
Her anlamlı önermenin şu ya da bu ölçüde bilgi verdiği ve bu önermelerin doğruluğunun sonuç olarak bir entersübjektivite düşüncesine dayandırılması bilginin fetişleştirilmesine son verecek
bilgi bir baskı aracı olma özelliğini ciddi ölçüde yitirecektir
Aynı zamanda bu yaklaşım ile bilim adamlarının ayrıcalıklı konumlarının da marjinalleşeceği akla gelmektedir ve bu da olumlu bir gelişme olarak nitelenebilecektir
Bilginin ve bilimin tabusal olmaktan çıkması gerçekten önemli bir gelişme olarak değerlendirilmelidir
Bilginin doğruluğunun bir entersübjektivite olarak nitelenmesi
bilginin ortadan kalkması anlamına gelmeyecektir
Doğruluk bir entersübjektivite olsa bile
bilgi doğru kabul edildiği sürece o doğruluğun gereği yapılmak durumundadır
Burada asıl üzerinde durulmak istenen sorun dilsel doğruluk ve entersübjektivitedir
Bununla beraber
entersübjektivite kavramı yeni değildir ve klasik felsefe içinde ele alınmış olduğundan
çok kısa da olsa Hegel’in ve Husserl’in bu kavramla ilgili çözümlemelerine göz atmak yararlı olacaktır
Hegel
insanın bilinç özelliklerini tartışırken tanınma arzusunun çok belirleyici bir konumda olduğunu ileri sürmektedir
Bilincin bu özelliği
diyalektik gelişmeyi sağlayan dinamik süreç olarak ele alınmakta ve tanınma arzusu ( selfconsciousness) bilincin kendi kendinin farkına varmasını sağlamaktadır
Yani
Hegel’e göre bilinç ancak başkalarının bilinci tarafından tanımlanınca kendi kendinin farkına varacaktır
Buna göre
bilincin kendi farkına varması bir entersübjektivitedir –öz saygınlık
gurur
onur ve benzeri bilinç öğeleri başkaları tarafından tanınmanın çıktıları olarak değerlendirilebilmektedirHegel
bilincin kendisinin farkına varmasının tarihsel bir süreç (toplumsal
ekonomik ve politik koşulların zaman içindeki konumları anlamında) içinde oluşacağını düşünmektedir; böylece
entersübjektivite toplumsal ve politik bir yapılanmanın türevi olmaktadır
Bu çözümlemesini Hegel
ünlü “esir ve sahibi arasındaki ilişkiler” örneği ile açıklamaktadır
Bu tür bir ilişki
Hegel’e göre iki taraf için de son derece olumsuz bir ilişki türüdür; örneğin ayrıcalıklı gibi gözüken “esir sahibi” kişinin
bu ilişki içinde kendi bilincinin farkına varması mümkün olmayacaktır
Daha somut bir ifade ile
esir sahibi kişi
sahip olduğu esir açısından ne saygın
ne gururlu ne de onurlu bir kişi değildir; çünkü kendi bilincinin farkına ancak karşısındaki kölesinin bilinci ile ulaşabilmektedir
Fenomonolojik felsefenin kurucusu Husserl de entersübjektivite kavramı üzerinde önemle durmaktadır
Husserl tıpkı Descartes gibi
metodolojik olarak kesinlikle bilemediği herşeyden kuşku duymaktadır ve bu kuşkuculuk
onu kaçınılmaz olarak
kendi düşüncesinin dışında bir gerçek dünya olup olmadığını sorgulamaya götürmüştür
Husserl’in kesinlikle emin olduğu tek bilgi
düşünebilmesidir
Bu durumda düşünür için temel sorunlardan biri
insanın bilincinde ifadesini bulan objelerin nasıl bir “bilinçsel fenomen” haline geldiğini ortaya koymak olmuştur
Husserl
bilincin deneyleri dışında kalan gerçek bir dünyanın kuşku götürür olduğunu kabul etmektedir ama bunun sonunda da solipsizme düşme tehlikesi içinde olduğunun farkındadır
Solipsizm
düşünsel açıdan bir çıkmaz olduğu kadar etik açıdan da son derece olumsuz sonuçlara yol açan bir “tuzak” sayılmaktadır
Eğer solipsizmde öngörüldüğü gibi
bir insan sadece benim bilinç içeriklerim var başka bir şey yok deme noktasına gelmişse
burada artık başkalarına karşı da hiçbir sorumluluğu ya da mecburiyeti yoktur değerlendirmesi söz konusu olacaktır
Bu da her şeyden önce
ciddi bir etik sorunu olarak değerlendirilebilecektir
Husserl
solipsizme düşmemek için diğer bilinçler ya da egolar üzerinde durmuş ve böylece entersübjektivite kavramına ulaşmıştır
Husserl’e göre
insanın kendi dışındaki diğer kişilerin bilinçlerini ya da bir başka deyişle sübjektiviteleri tanıması etik bir ilişki kurmanın önkoşuludur
Başka süjeler
insanın bilincine indirgenip objeleştirilemezler; bu tür bir ele alış etik dışı olacaktır
Böylece Husserl
süjelerin bilinçlerinden oluşan bir perspektivite öngörmektedir; nesnelliği de sağlayan bu farklı sübjektivitelerin
birarada ve ilişki içinde olmalarıdır
Böylece Husserl
nesnelliği bir entersübjektivite üzerine oturtmuş olmaktadır
Nesnellik ve nesnelliğin özelliği olan rasyonalite
bilinçlerin ara kesitinde yer almakta; bireylerarası ikna ve karar verme ile ortaya çıkmaktadır
Acaba dildeki anlam
bu çözümleme uyarınca kesin olarak bireysel bilince indirgenebilir mi? bu soruya “evet” yanıtı vermek mümkün gözükmemektedir
Eğer anlamlandırma salt bireysel bilince indirgenebiliyorsa bireysel dillerden
sadece bir bireye özgü bir dilden söz etmek mümkün olacaktır
Ama bireye özgü bir dil yoktur
olamaz
Dil
hem bireyin bilincini yansıtan ama aynı zamanda bireyler arasında iletişime olanak sağlayan bir süreçtir
Öyleyse dildeki anlamlandırmalar toplumsal ilişkilerden kaynaklanmakta ve bir entersübjektiviteyi yansıtmaktadır
Anlamlandırma
insanlar tarafından paylaşılan bir şeydir ve buna göre insanlar arasındaki bir anlaşmayı (konvansiyon) yansıtmaktadır
Bir başka değişle bilincin ve dilin kaynağı benliğin dışındadır –toplumdur
toplumsal ilişkilerdir
ortamdır ya da bilinen ifadesi ile tarihseldir
İnsanın konuşurken yaptığı anlamlandırmalar
salt onun bilincine bağlı değildir; onun içinde yer aldığı etkileşimlerden kaynaklanan bir entersübjektiviteye dayanmaktadır
Örneğin dil felsefecisi Martin Buber’in ifade ettiği gibi
entersübjektivite iki y ada daha çok sayıda süje arasında ortaya çıkan etkileşimdir ve bu etkileşim süreci süjelerden herhangi birinin bilincine indirgenemez
Süjeler arası bir arakesit ya da ara dünya söz konusu olmaktadır
Nick Crosley
yukarıda değinilen İntersubjektivity adlı çalışmasında “insanın sübjektivitesinin dış dünyadan (yani materyal dünyadan) bağımsız olmadığına “işaret etmekte ve iç dünyanın dünyasal praksislerden (bir sanatın
bilimin ya da becerinin uygulama kalıbı anlamında) ve duyulardan oluşan bir entersübjektivite olduğunun altını çizmektedir
Ayrıca
psikolojinin bulguları doğrultusunda her bireyin ya da bir başka deyişle insanın sübjektivitesinin değişime açık olduğu ve bu değişimin bireyin içinde yer aldığı etkileşim ağının belirlediği söylenebilmektedir
Bu çerçeve içinde
her türlü insan eyleminin
özellikle dili kullanmasının bir toplumsal kurumlaşma içinde oluşacağı ileri sürülebilecektir
Dilin kullanılması yani anlamlandırma ve anlamlandırma ile yansıyan insan düşüncesi
konuşma
sözcük
işaret vb
şeyler ile ortaya konmaktadır
Merleau-Ponty
Wittgenstein ve Mead gibi düşünürler için dil entersübjektiviteyi belirleyen temel öğedir
Örneğin Merleau –Ponty
düşünme ile dili özdeş saymakta ve dilde ifadesini bulmayan bir objenin o insan için belirsiz olduğunu öne sürmektedir
Wittgenstein da
özellikle olgunluk dönemi çalışmalarında
anlam sorununun çetinliğinin altını çizdikten sonra anlamı
sözcüğün kendisi ve kullanım biçiminin belirlediğini söylemektedir
Wittgenstein
bu oluşumu dil oyunu kavramı ile ifade etmektedir
Düşünüre göre anlamın belirlenmesi için mutlaka dil oyununun oynanması gerekmektedir
Yani anlamlandırma
bireyler arasında oynanan ve süreklilik gösteren bir oyun olarak nitelenmektedir
Özel dilin
yani tek bir kişinin konuşup
izlediği dilin olanaklılığı üzerinde duran Wittgenstein
toplumdan izole olmuş bir birey tarafından belirlenmiş ve hiçbir zaman değişmeyecek ve paylaşılmayacak bir anlamın söz konusu olamayacağını düşünmektedir
Bu
toplumdan kopuk bireye özgü bir dilin olmayacağı demektir ve buna göre de dilde anlam ya da anlamlandırma bir entersübjektiviteden başka bir şey olamayacaktır
Kuşkusuz burada
dilde metafor gibi salt bireyin özgürlüğünü yansıtan bir oluşumun da bir entersübjektivite olup olmadığını tartışmak gerekmektedir
Wittgenstein
metaforların da dil oyunları içinde kaldığını öngörmektedir
Metafor yapmada kullanılan
sözcüklerin içeriği
sözlendirilmesi ve kullanılma amacı metaforu yani dil oyununu belirlemekte ve bu oyun
her oyun gibi başkaları ile oynanmaktadır
Yani
herşeyden önce metaforun yapılabilmesi için bir paylaşma durumunun söz konusu olması gerekmektedir
Kısaca özetlemek gerekirse
Wittgenstein’a göre dilde anlam bir entersübjektiviteden başka bir şey değildir
Dildeki anlam ve anlamlandırmayı entersübjektiviteye indirgemek
bilim felsefesi ya da epistemoloji alanında önemli sayılabilecek sonuçlara yol açmaktadır
Kuramsal önermelerin doğruluğunun bir olasılık frekansını yansıtacak bir biçimde ele alınması ile anlamlandırmanın entersübjektivite üzerine oturtulması birbirlerini tamamlamaktadır
Bilimsel önermelerin doğruluğunun bir entersübjektivite olarak kabulü
yukarıda da değinildiği gibi bilgiye gereksinimi ve bilginin işlevini ortadan kaldırmamaktadır
İnsanın
yadsınamayacak
en göze çarpan temel özelliklerinden biri düşünme ve sorgulama yeteneğidir
İnsan
buna göre doğası gereği
sürekli sorgulamakta; kendisine doğrunun temsili olarak verilen ve dilde ifadesini bulan önermeleri kritik etmekte; sürekli olarak yeni bilgilere ulaşıp
yeni kuramsal önermeleri ortaya atmaktadır
Bir başka deyişle
insanoğlu ebedi ve değişmez gerçekleri dile getirmek yerine (bu metafiziğin işlevidir) bilimi açık uçlu bir süreç olarak gerçekleştirmektedir
Olasılık ilkesi
doğruluğun bir entersübjektivite olarak kabulü ve çok değerli mantık ile bilim
yapılabilir açık uçlu bir süreç haline dönüşmektedir
Zaten yukarıda da değinildiği üzere
en gelişmiş bilim dalı olan fiziğin özellikle küçükler alanı ve Quantum ile ilgili bulguları bilimi böyle bir temele oturtmaktadır
Soruna böyle yaklaşılması ile postmodern söylemin bilimin yapılamazlığını önesüren kritiği büyük ölçüde geçersiz kalmaktadır
Aslında bu özellik
yani kuramın bir entersübjektiviteyi yansıtacak biçimde değişebilirliği bilim ile ideolojiyi
kurgusal olarak birbirinden ayıran temel ölçüt olarak ele alınabilmektedir
Bir başka deyişle
bilim ya da kuram kurgusal bir söylem öğesi olarak ele alınabilecektir
Bu kurgu içinde önermelerin anlam ve doğruluğu bir olasılığı yansıtan entersübjektivite üzerinde oturtulabilecektir
Doğruluk ve Entersübjektivite
Gencay Şaylan –Postmodernizm
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul