Prof. Dr. Sinsi
|
Anksiyete (Kaygı) Bozuklukları
SOSYAL FOBİ
Tanım ve Klinik: Başkaları tarafından zayıf, kaçık ve sıkıntılı olmakla yargılanma korkusu nedeniyle, toplumsal etkinliklerde bulunmaktan sürekli kaçınma ya da bu tür ortamlara ancak aşırı sıkıntı duyarak katlanabilme halidir Kişi korkusunun aşırı ve anlamsız olduğunu bilmesine karşın toplumsal bir eylemde bulunacağı hemen her zaman sıkıntı yaşar ve bu sıkıntı panik atak şiddetine kadar ulaşabilir Sosyal fobisi olan hastalar toplum önünde konuşma, yazma, yeme, içme, ortak tuvaletleri kullanma gibi çeşitli faaliyetlerden kaçınırlar, ellerinin ve seslerinin titrediğinin fark edileceği endişesiyle toplumdan uzak dururlar Kaçınmanın mümkün olmadığı hallerde ancak aşırı bir sıkıntı duyarak bu duruma katlanabilirler Kaçınma davranışı gelip geçici olmayıp, günlük işlerini, kişiler arası ve mesleki işlevselliğini bozacak kadar şiddetli ve süreklidir Korkular bazen küçük topluluklara katılma, üstleriyle konuşma, partilere katılma, karşı cinsle çıkma gibi birçok toplumsal etkinliği kapsayacak şekilde yaygın, sadece bir etkinlikle sınırlı ya da performans anksiyetesi şeklinde kendisini gösterebilir
Sosyal fobisi olanlarda genellikle eleştirilmeye, olumsuz değerlendirilmeye ya da reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık, haklarını savunmada güçlük ve benlik saygısında düşüklük ve aşağılık duygusu gibi belirtiler vardır Başkalarınca dolaylı olarak değerlendirilecekleri sınav gibi durumlardan da kaçınırlar Korkulan ortamlarda soğuk ve nemli el, ses titremesi, kızarma gibi anksiyetenin gözlenebilir belirtileri ortaya çıkar ve oluşan anksiyete kişinin performansını bozar Ağır olgular okuldan atılabilir, iş bulamaz, evlenemez, karşı cinsten biri ile çıkamaz, aile ortamından uzaklaşamaz
Epidemiyoloji
Sosyal fobinin görülme sıklığı bakımından cinsiyetler arasında belirgin fark bulunmamaktadır Yaşam boyu görülme prevelansı ile ilgili rakamlar % 3’le 13 arasında değişmektedir Yapılan çalışmalarda, toplumun % 20’sinde toplum önünde bir eylem gerçekleştirme konusunda çekingenlik olmasına karşın, sosyal fobi tanısı konacak şiddetteki olguların oranının ancak % 2 civarında olduğu bulunmuştur
Seyir
Başlangıç yaşı 13 ile 19 yaş arasındadır Stresli ve küçük düşürücü bir olaydan sonra aniden başlayabileceği gibi başlangıç sinsi bir seyir de izleyebilir Sıklıkla yaşam boyu dalgalı bir seyir gösterir
Ayırıcı Tanı
Agorafobi ile birlikte panik bozukluğu, panik bozukluğu olmadan agorafobi, çekingen kişilik bozukluğu gibi ruhsal bozukluklardan ayrılması gerekmektedir Hem panik atakları, hem de toplumsal kaçınması olanlarda ayırıcı tanı zor olabilir Agorafobi ile birlikte olan panik bozukluğunda öncelikle nedensiz panik atakları, sonrasında da panik atak oluşturacağından korkulan durumlardan kaçınma davranışı vardır Panik bozukluğundaki kaçınma davranışı toplumsal etkinlikleri de içerebilir, ancak toplumsal olmayan durumlardan da korku duyulur Sosyal fobide ise beklenmeden ortaya çıkan panik atakları yoktur ve kaçınma davranışı başka insanların gözünün önünde olma olasılığı ile sınırlıdır Fobik bozukluklarda güvenilen bir kişi ile birlikte olma rahatlık verirken, sosyal fobide bu durum bir yarar sağlamaz Bazen iki tanı birlikte konabilir
Çekingen kişilik bozukluğu ile sosyal fobinin bir çok ortak belirtisi bulunmaktadır Yaygın sosyal fobisi olanlarda çekingen kişilik bozukluğu tanısı da düşünülmelidir
Tanımadık insanların olduğu toplumsal durumlarda performans anksiyetesi, sahne korkusu ve utangaçlık sık görülür Kaçınma davranışı işlevselliği bozmadıkça sosyal fobi tanısı konmamalıdır
Tedavi
Sosyal fobinin tedavisinde hem farmakolojik hem de psikoterapödik yaklaşımlar etkili olmaktadır Bazı olgularda bu iki yaklaşımın birlikte uygulanması tedavinin etkinliğini artırmaktadır Araştırmalar, özellikle yaygın fobisi olanlarda MAO inhibitörlerinin en etkili ilaç olduğunu göstermektedir Üzerinde çok çalışma yapılmamış olmasına karşın alprazolam, klonazepam ve SSRI grubu antidepresanlar da tedavide etkili ilaçlardır Doz depresyonda kullanılan düzeyde olmalıdır Etki genellikle 4-6 haftada ortaya çıkmaktadır Bazı araştırıcılar buspiron ve trisiklik antidepresanların etkili olmadığını ileri sürmektedir
Psikoterapödik yaklaşımlardan en etkili olan bilişsel-davranışcı tedavi kombinasyonlarıdır Yanlış düşünceler gözden geçirilmeli, seanslar halinde hastayı korku duyulan ortamlarla yüzleştirerek duyarsızlaşma eksersizleri yaptırılmalı ve tüm bunlar ev aaaaleri ile desteklenmelidir
Performans anksiyetesi şeklinde olan sosyal fobilerde, korku duyulan ortama girmeden kısa bir süre önce atenolol (50-100 mg ) ya da propranolol (20-40 mg ) uygulamasının faydalı olduğu ileri sürülmektedir
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK
Tanım ve Klinik
İstenmeden, yineleyici şekilde zihne gelen ve rahatsızlık verici düşünce, dürtü ya da düşlemlere obsesyon denmektedir Obsesyonların oluşturduğu anksiyeteyi azaltmak amacıyla yapılan yineleyici davranış ya da zihinsel eylemlere ise kompulsiyon adı verilmektedir Obsesif-kompulsif bozukluğun başlıca özelliği, zamanın boşa harcanmasına neden olacak derecede ağır olan ya da belirgin düzeyde sıkıntı oluşturan ve işlevselliği bozan obsesyon ve kompulsiyonların olmasıdır
En sık görülen obsesyonlar şunlardır
Bulaşma Obsesyonları: Temas ile hastalık bulaşacağı ya da kirlenileceği düşüncesindeki aşırılık
Kuşku Obsesyonları: Kapıyı kilitleyip kilitlemediği, tüpü kapatıp kapatmadığı, bir eylemi yerine getirip getirmediği konusunda aşırı tereddüt yaşama
Simetri Obsesyonları: Eşyaların düzensiz ya da simetrik olmamasından aşırı sıkıntı duyma hali
Agresif ya da Korkunç Dürtüler: Çocuğunu yaralama, ibadet ederken küfür etme isteği gibi zihni sürekli meşgul eden düşünceler
Cinsel Düşler: Tekrar tekrar aaaaagrafik görüntülerin görülmesi, çocuğuna cinsel saldırıda bulunacağı gibi endişelerin olması
Obsesif-kompulsif bozuklukta kişi, zihnini sürekli meşgul eden düşüncelerin aşırı, anlamsız ve saçma olduğunun farkında olmakla birlikte, bu farkındalık değişkenlik gösterebilir Bazen kişi düşüncelerin saçmalığı konusunda kararsızlık yaşayabilir ya da düşüncelerin saçmalığını kabullenmekle birlikte, iş eyleme döküldüğünde mantıksal yorumlar dile getirebilir Bazen de düşüncelerin verdiği sıkıntıya karşı koyamayan kişi, obsedan düşüncelere önem vermemeye, baskılamaya ve gizlemeye ya da başka bir düşünce ve eylemle bu düşünceleri etkisizleştirmeye çalışır (kompulsiyon) ve bunu yaşamı içerisinde fark edilmeyecek bir hale dönüştürür Obsesif kompulsif bozukluğun tipik olanlarında, kişi herhangi bir şeye her temastan sonra defalarca elini yıkar, eve geldiğinde tüm elbiselerini dezenfekte etmeye çalışır, sokağa çıkarken defalarca kapıyı kilitleyip kilitlemediğini kontrol eder En sık görülen kompulsiyonlar yıkama ve temizlenme, sayma, kontrol etme, sıraya koyma tarzındaki kompulsiyonlardır Obsesyon ve kompulsiyonlar kişinin dikkatini bir yere yoğunlaştırmasına engel olarak bilişsel etkinliklerinde yetersizliğe ve işlevsellikte bozulmaya yol açar
Obsesif-kompulsif bozuklukta uyku düzensizliği, hipokondriak uğraşlar, suçluluk duygusu, alkol ve madde kullanımı gibi çeşitli belirtiler klinik tabloya eşlik edebilir Obsesif-kompulsif bozukluğu olanlarda major depresyon, diğer anksiyete bozuklukları, yeme bozukluğu, Tourette bozukluğu, obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu gibi ruhsal bozuklukların görülme riski toplum normallerinin üzerindedir
Kültüre özgü obsedan özellikler ya da günlük olayların zihni aşırı meşgul etmesi obsesif-kompulsif bozukluk olarak değerlendirilmemelidir
Epidemiyoloji
Genellikle ergenlik ve genç erişkinlik yaşlarında başlar Kadınlarda başlama yaşı 20-29 iken, erkeklerde başlangıç daha genç yaşlarda olmaktadır (6-15 yaş) Belirtiler yavaş ortaya çıkarsa da bazı olgularda aniden ortaya çıkabilir Bir yıllık prevalansının % 1 5-2, yaşam boyu prevalansının ise % 2 5 dolayında olduğu düşünülmektedir Seyir
Genellikle kronik dalgalı bir seyir gösterir % 5 olguda ara dönemlerde hiç bulgu olmayabilir % 15 olgu ise mesleki ve toplumsal işlevsellikte ilerleyen bir yıkım gösterir Stresli durumlar hastalık belirtilerinin alevlenmesine yol açabilmektedir
Ayırıcı Tanı
Genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu, madde kullanımının yol açtığı anksiyete bozukluğu, vücud dismorfik bozukluğu, özgül fobi, sosyal fobi, trikotilomani, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, hipokondriazis, şizofreni, yeme bozuklukları, patolojik kumar, obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken ruhsal bozukluklardır Tedavi
Obsesif-kompulsif bozukluğun etiyolojisinde biyolojik faktörlerin rol oynadığı konusundaki yeni buluşlar ve psikoanalizin yetersiz kalışı, tedavinin büyük oranda farmakolojik ve bilişsel-davranışcı yaklaşımlara yönelmesine yol açmıştır
Tüm antidepresanlar faydalı bulunmakla birlikte, tedaviye klomipramin ya da SSRI grubu bir antidepresanla başlamak en kabul gören tedavi yaklaşımıdır Klomipraminin başlangıç dozu 25-50 mg /gün olmalı ve günlük 25 mg lık artışlarla 250-300 mg /gün dozunu geçmemek kaydı ile hastanın tolere edebileceği en yüksek doza kadar çıkılmalıdır Tedaviye cevap 4-6 haftada, hatta maksimum iyilik hali 8-12 haftada oluşacağından, bu süre tamamlanmadan tedavi sonlandırılmamalıdır Fluoksetin (20-80 mg /gün), fluoksamin (100-200 mg /gün), sertralin (50-200 mg /gün), paroksetin (20-80 mg /gün) obsesif-kompulsif bozukluk tedavisinde kullanılabilecek SSRI grubu antidepresanlardır Bu tedavilerden yarar görmeyen olgularda, tedaviye lityum, nöroleptik, buspiron eklenebilir ya da MAO inhibitörleri denenebilir Buna rağmen düzelmeyenlerde iki ya da üçlü SSRI kombinasyonları, EKT hatta cerrahi yaklaşımlar düşünülebilir
Araştırmalar bilişsel-davranışcı yaklaşımların en az farmakolojik yaklaşımlar kadar etkili olduğunu, bu tür tedavilerle hastalığın tekrarlama riskinin daha düşük bulunduğunu göstermektedir Temel davranışçı yaklaşımlar, üzerine gitme ve desensitizasyondur POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU
Tanım ve Klinik
Posttravmatik stres bozukluğunun başlıca özelliği, trafik kazası, çatışma, tecavüz, yangın gibi herkesi korkutan, kişinin fizik bütünlüğünü tehdit eden ya da ölüm tehlikesi oluşturan bir olaydan sonra özgül bir takım semptomların gelişmesidir Benzer bir olayla karşılaşan ya da sadece şahit olan kişi, olaydan aşırı korktuğunu, çaresizlik ya da dehşet duygusu yaşadığını belirtir Olayın şiddetli ve kişiye yakın olması, hastalık belirtilerinin gelişme riskini artırmaktadır Böyle bir olayla karşılaşan kişide posttravmatik stres bozukluğu gelişir ise, 3 grup belirti ortaya çıkar
1) Olayın tekrar tekrar yaşanması: Kişi travmatik olayı sürekli olarak anımsadığından ya da olayın yeniden yaşandığı konusunun olduğu rüyalar gördüğünden yakınır Bazen kişi hallusinasyonların, illüzyonların ya da flashbacklerin olduğu, birkaç saniye ya da saat sürebilen, dışardan bakıldığında olayı yeniden yaşıyormuş izlenimi veren disosiyatif nöbetler geçirebilir Kişi olayı ya da olayın bir yönünü çağrıştıran durumlarla karşılaştığında yoğun sıkıntı duyar ya da fizyolojik tepkiler gösterir
2) Travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan kaçınma ve daha önceki yaşantıya kıyasla genel bir tepkisizlik hali: Kişi travma ile ilgili konuşmalardan, etkinliklerden ve kişilerden kaçınmak için çaba gösterir Kişinin dış dünyaya tepki verme düzeyinde genel bir azalma olur ve insanlardan uzaklaşma, dostluk, sevecenlik, cinsellik gibi durumlara karşı bir ilgisizlik hali ortaya çıkar Hasta artık bir geleceği kalmadığı duygusunu yaşayabilir
3) Aşırı uyarılmışlık belirtileri: Travma öncesine göre kişi gergin ve sıkıntılıdır Uykuya dalma ve sürdürme güçlüğü, hipervijilans, aşırı irkilme tepkisi, irritabilite, öfke patlamaları, dikkati toplayamama ve iş veriminin düşmesi gibi belirtiler olabilir
Postravmatik stres bozukluğu hastaları başkaları yaşamıyorken, kendilerinin yaşamalarının suçluluğunu duyabilir Travmayı çağrıştıran olaylardan kaçınma nedeniyle aile içi, mesleki ve toplumsal ilişkiler bozulabilir İşe yaramazlık, utanç, üzüntü, öfke gibi duygular yaşanabilir, kendine zarar verici davranışlar görülebilir Hastalar toplumdan uzaklaşabilir ya da kişilik değişiklikleri gösterebilirler
Epidemiyoloji
Travmayla karşılaşan kişilerde posttravmatik stres bozukluğu gelişme riski % 3-58 arasında değişmektedir Yaşam boyu hastalığa yakalanma riski ile ilgili araştırmalarda ulaşılan oran % 1-14 arasında değişen rakamlar ortaya koymaktadır
Seyir
Hastalığın genel seyri travmadan hemen sonra akut stres bozukluğu belirtileri ortaya çıkması ve bu belirtilerin devam ederek posttravmatik stres bozukluğuna dönüşmesi şeklinde olmakla birlikte, hastalık olaydan aylar sonra da başlayabilir Olguların yaklaşık yarısı 3 aydan uzun sürer ve 3 aydan uzun devam eden olgular kronik olarak nitelendirilir Travmanın şiddeti, süresi ve kişinin travmaya yakınlığı hastalık gelişme riskini belirleyen en önemli faktörlerdir Toplumsal desteğin zayıf oluşu, daha önceden psikiyatrik bozuklukların bulunması, kişilik bozukluğunun varlığı gibi faktörler de hastalık gelişme riskini artırmaktadır
Ayırıcı Tanı
Travmanın yaşamı tehdit eder boyutta olmadığı ya da stres sonrası ortaya çıkan belirtilerin posttravmatik stres bozukluğu tanısını karşılamadığı durumlarda uyum bozukluğu tanısı konmalıdır
Travma sonrasındaki ilk 4 haftada ortaya çıkan ve bir ay içerisinde düzelen olgularda tanı akut stres bozukluğu olmalıdır
Obsesif kompulsif bozuklukta da sürekli zihni meşgul eden düşünceler olmasına karşın, bu düşünceler yaşanan bir olaydan bağımsızdır
Bir çıkar nedeniyle belirtiler istemli olarak ortaya konuyor ise tanı simulasyon olmalıdır
Tedavi
Travma yaşayan bir hastaya en doğru yaklaşım, destekleyici, olayı tartışmayı teşvik edici ve sıkıntı ile başa çıkma konusunda eğitici girişimlerdir Hastanın olayı inkar etmesi engellenmeye çalışılmalı, hastanın olayla ilgili duygularını dile getirmesi için teşvik edici yaklaşımlar benimsenmeli ve bu durumdan kurtulmak için gelecekte yapılacakların planı hasta ile birlikte gerçekleştirilmelidir Bireysel psikoterapödik yaklaşımlarla birlikte, aile ya da arkadaş desteği gibi çevresel faktörlerden de yararlanılmalıdır Diğer bir deyişle tüm kriz durumlarında olduğu gibi destekleyici, eğitici, baş etme gücünü artırıcı ve olayın kabullenilmesini sağlayıcı girişimlerde bulunulmalıdır Tüm bunlara rağmen hastalık belirtileri oluşur ise, olayla yüzleştirme ve stresle başa çıkma teknikleri devreye girmelidir Yüzleştirme hastanın durumuna göre sistemik duyarsızlaştırmada olduğu gibi hafiften şiddetliye doğru kademeli olarak ya da doğrudan olayın üzerine gitme şeklinde olabilir Stresle başa çıkmak için gevşeme eksersizleri ve bilişsel yaklaşımlar faydalı olabilmektedir Ayrıca aile ve grup tedavilerinin de denenmesinde fayda vardır
Travma yaşamış bir kişiye başlangıçta sedatif ve hipnotik ilaçlar uygulanabilir Posttravmatik stres bozukluğu gelişen olgularda imipramin ve amitriplinin faydalı olduğu bildirilmektedir Doz depresyondaki düzeyde tutulmalı (75-300 mg /gün), etkinliğin ortaya çıkmasını test etmek için minimum 8 hafta ilaç kullanılmalı ve yarar gören olgularda tedaviye bir yıl kadar devam edilmelidir Ayrıca SSRI grubu antidepresanların, MAO inhibitörlerinin, antikonvülzan ilaçların (karbamazepin, valproate), propranolun da etkili olduğu iddia edilmektedir Alprazolamın da etkili olabileceği bildirilmekte ise de, uzun süre tedavi gerekebileceğinden bağımlılık riski nedeniyle uygulanması önerilmemektedir Akut ajitasyon ve agresyon durumları dışında antipsikotiklerin kullanılması önerilmemektedir
AKUT STRES BOZUKLUĞU
Akut stes bozukluğunun başlıca özelliği, aşırı travmatik bir stres kaynağı ile karşılaştıktan sonraki bir ay içerisinde bu hastalığa özgü bir anksiyetenin, dissosiatif ve diğer semptomların gelişmesidir Akut stres bozukluğunun semptomları travma sırasında ya da travmadan hemen sonra yaşanır, en az 2 gün, en çok 4 hafta sürer Travmadan sonraki ilk 4 haftadan sonra ortaya çıkan olgularda tanı kriterlerini karşılıyor ise tanı posttravmatik stres bozukluğu olarak değiştirilmelidir Süre dışında, dissosiatif belirtilerin de bir miktar daha fazla olmasıyla Postravmatik stres bozukluğundan ayrılmaktadır Öznel uyuşukluk, dalgınlık, genel bir tepkisizlik hali, çevrede olup bitenlerin farkında olmama, derealizasyon, depersonalizasyon, dissosiatif amnezi gibi dissosiatif belirtilerden en az üçü ya da daha fazlası tanı için gereklidir Kişi travmatik olayı göz önüne gelen görüntüler, rüyalar, illüzyonlar ya da flashback epizodları yoluyla tekrar tekrar yaşar ve travma ile ilgili anıları uyandıran uyaranlardan kaçınır Akut stres bozukluğu tanısı koymak için klinik açıdan belirgin bir sıkıntının ortaya çıkması ve mesleki ya da işlevselliğin diğer alanlarında bozulmalar oluşması gerekmektedir Tedavi posttravmatik stres bozukluğunda bahsedilen esaslar doğrultusunda yürütülmelidir
YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU
Tanım ve Klinik
Yaygın anksiyete bozukluğunun başlıca özelliği, hemen her gün ortaya çıkan, birçok olay ve etkinlik hakkında aşırı anksiyete ve üzüntü duymaktır Yaşanan endişenin yoğunluğu, olayın gerçekleşebilme olasılığına oranla süre ya da görülme sıklığı bakımından umulandan çok fazladır Kişi üzücü ve endişelendirici düşüncelere engel olamaz ve bu nedenle günlük faaliyetlerindeki verimlilik azalır Yaygın anksiyete bozukluğu hastaları, işlerinde ortaya çıkabilecek sorumluluklar, parasal sorunlar, aile bireylerinin sağlıkları, çocuklarının başına gelebilecek kazalar ya da arabanın tamiri, günlük ev işleri, randevularına geç kalma gibi sıradan olaylar karşısında aşırı üzüntü ve endişe duyarlar Yaygın anksiyete bozukluğunda endişe duyulan konular değişkenlik gösterebilir
Hastalarda soğuk nemli eller, ağız kuruluğu, terleme, bulantı, diyare, yutma güçlüğü, boğazda yumru hissi gibi anksiyetenin somatik bulguları ile birlikte, kolay yorulma, aşırı heyecan, konsantrasyon güçlüğü, irritabilite, kas gerginliği, uyku düzensizliği gibi belirtiler de bulunur Kas gerginliğine bağlı olarak titreme, seğirme, kaslarda ağrı ve sızı ortaya çıkabilir
Epidemiyoloji
Kadınlarda erkeklere oranla 2 kat fazla görülmektedir Bir yıllık prevalansı % 3, yaşam boyu görülme riski % 5 civarındadır
Seyir
Yaygın anksiyete bozukluğu olan bir çok kişi, kendisini bütün yaşamı boyunca anksiyöz ve sinirli hissettiğinden söz eder Tedaviye başvuran hastalardan alınan bilgiler, bu hastalığın genellikle çocukluk ve ergenlikte başladığına işaret etmekte ise de, 20 yaş sonrasında da ortaya çıkabilir Stresli durumlarda alevlenen, kronik, dalgalı bir seyir gösteren yaygın anksiyete bozukluğu tanısı koymak için belirtilerin en az 6 aydır devam ediyor olması gerekmektedir
Ayırıcı Tanı
Yaygın anksiyete bozukluğu tek başına bir hastalık olarak kendini gösterebilirse de, sıklıkla panik bozukluğu, sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk, hipokondriazis, anoreksiya nervoza gibi diğer hastalıklara ek olarak bulunur Her bir hastalığın kendi semptomları doğrultusunda yaşanan anksiyete dışında yaygın anksiyete bozukluğu kriterleri de karşılanıyor ise, ek tanı olarak düşünülmelidir Günlük olaylar karşısında yaşanan normal anksiyeteden ayırt etmek güç olabilir Normal anksiyete kontrol altında tutulup, ertelenebilirken, yaygın anksiyete bozukluğunda kişi endişelerini kontrol edemediğinden yakınır ve işlevselliği bozulmuştur Hastalık durumunda kişinin endişe duyduğu bir çok alan olmasıyla da normal anksiyeteden ayrılmaktadır
Tedavi
Yaygın anksiyete bozukluğunun en etkili tedavisi psikoterapödik ve farmakolojik tedavinin birlikte uygulanmasıyla gerçekleştirilebilir
Benzodiazepinler ve buspiron tedavi değeri en yüksek ilaçlardır Benzodiazepinler sadece sıkıntı hissedilen durumlarda geçici (etkisi çabuk başlayan benzodiazepinler tercih edilmelidir) ya da psikososyal tedavilerin etkisini göstermesi için geçen sınırlı sürede sürekli uygulanabilir Sürekli kullanımda, orta etkili benzodiazepinler tercih edilmeli, düşük doz ile başlanarak gerekirse doz yükseltilmeli, 2-6 haftalık tedaviden sonra 1-2 hafta içerisinde doz azaltılarak tedavi sonlandırılmalıdır Benzodiazepinlerin bağımlılık, yoksunluk ve sedasyon etkisi kullanımlarını sınırlayan dezavantajlarıdır Yaygın anksiyete bozukluğu olanların % 70-75’i tedaviden fayda gördüğü ve kendiliğinden tedaviye uzun süreler devam edebileceği için, hastalar bağımlılık konusunda uyarılmalıdır
Buspiron yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisinde ilk tercih edilecek ilaç olabilir Bağımlılık yapma potansiyeli olmadığından uzun süre kullanılabilme avantajı sağlamaktadır Etkisinin 2-4 hafta içinde ortaya çıkması en önemli eksikliğidir 20-30 mg /gün dozunda yeterli etkiyi gösterebilmekle birlikte, dirençli olgularda dozu 30-60 mg /güne kadar artırmak gerekebilir Daha önce benzodiazepin kullanan ve düzelme göstermeyen olgularda yarar sağlamadığı iddia edilmektedir
Bu tedavilerden yararlanmayanlarda trisiklik antidepresanlar ya da b blokerler kullanılabilir Dirençli hastalarda benzodiazepin + buspiron, Benzodiazepin + trisiklik antidepresan, buspiron + trisiklik antidepresan gibi kombinasyonlar denenebilir
GENEL TİBBİ BİR DURUMA BAĞLI ANKSİYETE BOZUKLUĞU
Genel tıbbi bir duruma bağlı anksiyete bozukluğunun başlıca özelliği, genel tıbbi durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı, klinik açıdan belirgin anksiyete semptomlarının olmasıdır Anksiyete bozukluğu düşündürecek belirtilere neden olan birçok tıbbi hastalık vardır (Tablo-III) Genel tıbbi duruma bağlı gelişen anksiyete, tüm anksiyete bozukluklarını taklit edebilmekle birlikte, sıklıkla yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak, ya da obsesif-kompulsif bozukluk şeklinde klinik görünüm verir En sık panik, en nadir de fobik belirtiler ortaya çıkar Hipertiroidizm, hipotiroidizm, hipoparatiroidizm, vitamin B12 yetersizliği durumlarında sıklıkla yaygın anksiyete belirtileri de tabloya eşlik eder Graves hastalarının 2/3’ünde yaygın anksiyete bozukluğu belirtileri görülmektedir Feokromositoma epizodik anksiyete atakları tarzında klinik görünüm verebilir Beynin belirli bazı lezyonlarında, ensefalit geçirmiş olanlarda, sydenham koresi ve multiple sklerozda obsesif-kompulsif bozukluk belirtileri ortaya çıkabilmektedir Kalp transplantasyonu bekleyen hastaların % 83’ünde, parkinson ve KOAH olanların % 25’inde panik bozukluğuna benzer belirtiler tespit edilmiştir Epilepsi, kronik ağrı, primer bilier siroz olgularında da panik ataklar ortaya çıkabilmektedir Tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu tanısını koymak için, klinik olarak belirgin anksiyete belirtilerinin olması, altta yatan tıbbi durumun klinik ve laboratuar bulgularla kesin olarak ortaya konması ve tıbbi durumun anksiyete belirtileri oluşturabileceğine dair literatür bilgilerinin bulunması gerekmektedir Genel tıbbi durumun başlaması ile anksiyete semptomlarının da başlaması ve tıbbi durum iyileşince anksiyete semptomlarının da düzelmesi, tıbbi öyküde fonksiyonel anksiyete bozukluğunun olmayışı, geç yaşta başlaması ve anksiyete semptomlarının atipik özellikler taşıması anksiyete belirtilerinin tıbbi hastalığa bağlı olduğunun önemli ipuçlarıdır Primer anksiyete bulguları genellikle 35 yaştan önce başladığından, bu yaşı geçmiş olanlarda ilk kez ortaya çıkan anksiyete bulguları var ise tıbbi hastalıklar araştırılmalıdır Her tıbbi hastalık tanısı alanda yaşanabilen normal anksiyete ve anksiyete ile seyreden uyum bozukluğua yırıcı tanıda göz önünde bulundurulmalıdır
Tedavide en etkili yaklaşım altta yatan tıbbi durumun düzeltilmesidir Tıbbi durumun düzelmesine rağmen anksiyete belirtileri devam ederse, primer anksiyete bozukluklarında izlenen tedavi yöntemlerine başvurulmalıdır
Tablo-III Anksiyete Bozuklu Oluşturan Tıbbi Hastalıklar
SOLUNUM SİSTEMİ
KOAH, astım pulmoner ödem, pulmoner emboli,
SİSTEMİK BOZUKLUKLAR
Kardivaskuler bozukluklara, kardiak aritmilere, pulmoner yetmezlik ya da anemiye bağlı hipoksik durumlar,
ENDOKRİN
Hipofiz, tiroid paratiroid, adrenal bezlerin disfonksiyonları, feokromositoma,
İnflamatuar hastalıklar
Lupus eritamatozus, romatoid artrit, poliarteritis nodoza, temporal arterit,
YETMEZLİK DURUMLARI
Vitamin B12 yetersizliği, pellegra,
NÖROLOJİK BozukluklaR
Serebral sifiliz, tümör, travma ve postkonküzyon sendromu, serebrovaskuler hastalıklar, subarahnoid kanama, ensefalit, multiple skleroz, Wilson hastalığı, Huntington hastalığı, migren, epilepsi
DİĞER BOZUKLUKLAR
Hipoglisemi, karsinoid sendrom, sistemik malign hastalıklar, premenstrual sendrom, kronik enfeksiyon ve ateşli hastalıklar, porfiria, infeksiyöz mononükleozis, posthepatit sendromu, üremi,
MADDE KULLANIMININ YOL AÇTIĞI ANKSİYETE BOZUKLUĞU
Madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğunun başlıca özelliği, kullanılan bir maddenin ki bu bir ilaç ya da toksin olabilir, doğrudan yol açtığı yargısına varılan anksiyete belirtilerinin olmasıdır Madde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan anksiyete, panik atak, fobi, obsesyon ya da kompulsiyon şeklinde klinik görünüm verir Tablo-III’de entoksikasyon ya da yoksunluk durumlarında anksiyete oluşturan maddeler sıralanmaktadır
Ortaya çıkan belirtilerin primer anksiyete bozukluklarının tüm kriterlerini karşılaması beklenmemelidir Madde kullanımına ya da yoksunluğuna bağlı olarak bir miktar anksiyete görülmesi normaldir Beklenenden daha fazla düzeyde anksiyetenin ortaya çıkması, işlevsellikte önemli bozulmalara yol açması ve kullanılan maddenin böyle bir etki oluşturduğunun daha önceki araştırmalarla bilinmesi gibi şartların karşılandığı durumlarda, madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu tanısı konmalıdır Primer anksiyete bozuklukları ile madde kullanım bozukluğunun bir arada olma olasılığı da mevcuttur Anksiyetenin sadece madde kullanımı ya da yoksunluğu durumu ile sınırlı olması, bazı maddelerin uzun etkili olmasından dolayı, madde kullanımına ara verdikten sonraki 4 hafta içerisinde ortaya çıkmaması ya da 4 haftadan uzun sürmemesi, geç yaşlarda ortaya çıkması, belirtilerin gerçek vertigo, denge, bilinç ve barsak denetim bozukluğu gibi atipik özellikler taşıması madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu lehine değerlendirilmelidir Anksiyete belirtilerinin madde kullanımına ara verdikten sonra 4 haftadan uzun sürmesi, kullanılan maddenin oluşturması beklenenden daha şiddetli olması, anksiyete bozukluğu öyküsünün olması ise primer anksiyete bozukluğuna işaret eden bulgulardır
Bazen genel tıbbi durum nedeniyle ilaç kullanıldığı durumlarda da anksiyete belirtileri ortaya çıkabilir Kullanılan ilaçların anksiyete oluşturduğu yönünde bilgi yok ise tanı tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu olmalıdır
BAŞKA TÜRLÜ ADLANDIRILAMAYAN ANKSİYETE BOZUKLUĞU
Anksiyete belirtilerinin hakim olduğu ancak özgül bir anksiyete bozukluğuna ya da uyum bozukluğu kriterlerini karşılamayan durumlarda kullanılan bir tanıdır Anksiyete ve depresyonun klinik açıdan önemli belirtileri olmasına karşın ne özgül bir anksiyete bozukluğunun ne de bir duygudurum bozukluğunun tanı ölçütlerini karşılamayan hastalıklar, kekeleme, parkinson hastalığı, vücut dismorfik bozukluğu gibi genel bir tıbbi durum ya da hastalığın etkileriyle ilişkili sosyal fobik belirtiler gösterenler, klinisyenin bir anksiyete bozukluğu olduğu kanısına vardığı ancak organik bir etiyoloji olduğu konusunda şüphe taşıyan olgularda başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğu tanısı kullanılmaktadır
|