ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Ansiklopedisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=476)
-   -   Savaş Sonrası Dönemde Sinema (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=99686)

Şengül Şirin 12-24-2009 10:39 PM

Savaş Sonrası Dönemde Sinema
 
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1261682960

ABD.
1950'lerde ABD'nin önemli filmleri arasında George Stevens'ın Vadiler Aslanı (Shane; 1953) ile Elia Kazan'ın New York'ta yoksul işçi çevrelerinin ve rıhtım gangsterlerinin yaşamını anlatan Rıhtımlar Üzerindeki (On the Waterfront; 1954) ve Vincente Min-nelli'nin Paris'te Bir Amerikalı'sı (An American in Paris; 1951) sayılabilir. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock özellikle banyodaki soluk kesici cinayet sahnesiyle tanınan Sapık (Psycho; 1960) adlı gerilim filmini aynı dönemde çekti. Ne var ki, savaşın sonunda ABD sinemasını köstekleyen, tutucu hükümetin filmlere uyguladığı yoğun sansürle birlikte "Hollywood 10'ları" olarak anılan sekiz senaryo yazarı ve iki yönetmenin kara listeye alınması oldu. Bir ihbar salgını başlamıştı. Pek çok sanatçı ABD'ye karşı yıkıcı etkinliklerde bulunmak ve komünist olmakla suçlandı. Suçlananlar arasında bulunan Charlie Chaplin, büyük bir beğeni kazanan Sahne işıkları'm (Limelight; 1952) yaptığı yıl ülkeyi terk etti.


Yapımcılar izleyiciyi yeniden sinema salonlarına çekebilmek için teknolojik yeniliklerden yararlanmaya çalıştılar. Özel gözlüklerle izlendiğinde üçboyutlu görüntü etkisi yaratan filmler ilk kez o dönemde ortaya çıktı. Bu buluşun beklenen başarıyı sağlayamaması üzerine, sinemaskop adı verilen büyük görüntü uygulamasına geçildi. Görüntünün enini, boyunun 2,5 katı olarak verebilen sinemaskop filmler izleyicileri yeniden salonlara çekmekte başarılı oldu. ABD'de art arda Oklahoma (1955), yeniden çekilen On Emir (The Ten Commandments; 1956) ve Ben Hur (1959) gibi tarihsel ve dinsel konulu filmler, müzikaller, western,\QX çekilmeye başlandı. Bunlar çok sayıda oyuncunun ve gösterişli dekorların kullanıldığı masraflı yapımlardı.

Sinemacıların bu çabalarına karşın, 1950-60 arasında televizyonun hızla yaygınlık kazanması, sinema izleyicisinin önemli ölçüde azalmasına ve büyük film şirketlerinin çökmesine neden oldu. Bu durum sinemacıları büyük bir arayışa yöneltti. 1960'ların sonlarına doğru ABD'de Arthur Penn, Sam Peckinpah, Ro-bert Altman, Dennis Hopper, Stanley Kub-rick gibi yönetmenler Hollywood'un cinsellik, şiddet, milliyetçilik gibi konulardaki kalıplaşmış sinema anlayışının dışına çıkan filmler yaptılar. Yeni, değişik üsluplar ve teknikler kullandılar. Gençliğe yönelik bu filmler sinemaya gençleri kazandırdı. Sydney Pollack'ın 1929 Büyük Dünya Bunalımı'nın insanların üstündeki etkisini çok çarpıcı bir biçimde yansıtan Atları da Vururlar {They Shoot Horses, Don't They?; 1969), Arthur Penn'in Bonnie ve Clyde (1967), Stanley Kubrick'in 2001: Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey; 1968), Sam Peckinpah'ın Kahraman Binbaşı (Majör Dundee; 1965) ile Vahşi Belde (The Wild Bunch; 1969) gibi etkileyici filmleri ekrana geldi.

1970'lerde ve 1980'lerin başlarında son derece etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kullanıldığı heyecan dolu serüven ve bilimkurgu filmleri çekildi. George Lucas'ın Yıldız Savaşları (Star Wars; 1977) ile Steven Spielberg'in insanlara saldıran dev bir köpekbalığının kovalanmasını konu alan gerilim filmi Jaws (1975), Kutsal Hazine Avcıları (Raiders ofthe Lost Ark; 1981) ve dünya dışından bir yaratıkla çocukların kurduğu dostça ilişkiyi anlatan E. T. (E. T. The Extraterrestrial; 1982) adlı filmleri gişe rekorları kırdı ve olumlu eleştiriler aldı. ABD'de o dönemde çekilen filmlerin maliyeti inanılmaz boyutlara ulaştı. Sözgelimi 1987'de bir filmin ortalama maliyeti yaklaşık 18 milyon dolardı. Bu tür filmlerin yanı sıra Robert Altman, Michael Cimino, Francis Ford Coppola, Martin Scorsese ve Milos Forman gibi yönetmenler toplumsal sorunları konu alan filmler çektiler. Bunlardan Altman' in savaş karşıtı komedisi Cephede Eğlence (M A S H; 1970), Cimino'nun Vietnam Savaşı'nı konu alan Avcı (The Deer Hunter; Savaş Oyunu (1966), İngiltere'de televizyon için hazırlanan ve nükleer savaşın tehlikelerini işleyen belgesel bir filmdir.

1978), Scorsese'nin ABD'de şiddete yönelik eğilimi ele alan Taksi Şoförü (Taxi Driver; 1976), Coppola'nın Baba (The Godfather; 1972) ve Kıyamet (Apocalypse No w; 1979), Forman'ın Guguk Kuşu (One Flew Över the Cuckoo's Nest; 1975) adlı filmleri anmaya değer yapıtlardır.

İtalya. Savaştan sonra İtalya'da ülkenin uğradığı yıkımı ve toplumsal sorunları konu alan önemli filmler çekildi. İlk Yeni Gerçekçi film Luchino Visconti'nin Tutku'su (Ossessione; 1942) idi. Ne var ki, faşist İtalyan yönetimince gösterimi engellendiği için, uluslararası izleyici Yeni Gerçekçi sinemayla, İtalya II. Dünya Savaşı'nın sonunda teslim olduktan iki hafta sonra Roma sokaklarında çekilen Roberto Rossellini'nin Roma, Açık Şehir (Roma cittâ aperta; 1945) adlı filmiyle tanıştı. Ardından Visconti'nin Sicilya'nın bir balıkçı köyündeki yaşamı anlatan destansı filmi Yer Sarsılıyor (La Terra trema; 1948) geldi. Vittorio de Sica' nın, bisikleti çalınan bir işçinin hırsızı bulabilmek için oğluyla birlikte başına gelenlerin trajik öyküsü olan Bisiklet Hırsızları (Ladri di biciclette; 1948) gösterildiği yerlerde büyük yankı uyandırdı. Başlangıçta Rossellini ile birlikte çalışan Federico Fellini ilk kez Sonsuz Sokaklar (La strada; 1954) filmiyle adını duyurdu. Daha sonra gerçek ile gerçeküstünün birbirine karıştığı bir dille birbirinden güzel filmler yaptı (bak. Fellini, Federico). Fellini gibi sinema yaşamına Rossellini ile çalışarak başlayan Michelangelo Antonioni önceleri Yeni Gerçekçi belgesel kısa filmler yaptı.

Daha sonra çağdaş kent yaşamının getirdiği yabancılaşmayı vurgulayan Macera (L'awentu-ra; 1959), Gece (la Notte; 1960), Kızıl Çöl (II deserto rosso\ 1964) ve bir kimlik arayışı olan Yolcu (The Passenger; 1974) gibi filmleriyle dünya çapında yankı uyandırdı. İtalya'nın savaştan sonraki ikinci kuşak yönetmenlerinden Ettore Scola Özel Bir Gün (Una giornata par-ticolare; 1977), Ermanno Olmi Nalın Ağacı (L'albero degli zoccoli; 1978) ve Ermiş Ayyaş Destanı (La leggenda delsanto bevitore; 1988) gibi filmlerle Yeni Gerçekçi Akım'ı sürdürdü. Pier Paolo Pasolini ve Bernardo Bertolucci siyaset, tarih ve cinselliğin iç içe geçtiği filmler yaptılar. Bertolucci'nin 1900 (Novecento; 1976) adlı filmi altı saate yarım yüzyıllık İtalyan tarihini sığdıran görkemli bir gösteridir. Gillo Pontecorvo'nun Cezayir Savaşı (La bat-taglia diAlgeri; 1965) ise, kent gerilla savaşını anlatan, belgesel film üslubunda, propaganda amacı gütmeyen etkileyici bir siyasal sinema örneğidir.

Fransa. Fransa'da savaştan sonra sinemaya damgasını vuran en önemli olay Yeni Dalga hareketiydi. Fransa'da işgal sırasında ve savaştan sonra senaryoya dayalı çok iyi filmler yapılmıştı. Fransız sinemasının önde gelen adlarından oyuncu ve yönetmen Jacques Tati, sıradan insanların yaşamını özgün bir mizah anlayışıyla perdeye aktardı. Tati Bayram Günü (Jour de fite; 1947) ve Bay Hulot'un Tatili (les Vacances de Monsieur Hulot; 1953) adlı filmleriyle, Jean Cocteau Güzel ve Hayvan (la Belle et la bete; 1946), Rene Clement Yasak Oyunlar (Jeux interdits; 1952) adlı filmleriyle tanındılar. Gene bu yıllarda sürdürülen belgesel çalışmalar, genç yönetmenlere sinema sanayisi kalıplarının dışına çıkma ve bağımsız çalışma cesareti verdi. Andre Bazin'in 1951'de yayımlamaya başladığı Cahiers du Ci-nema adlı dergide Yeni Dalga Akımı'nın kuramsal tartışmaları yer aldı. Genç yönetmenler film kamerasını bir kalem gibi kullanmayı savunuyordu. Film, yönetmeninin imzasını taşımalı, onun özgün, kişisel anlatım aracı olmalıydı. Bu yönetmenler öyküyü, baştan sona düz bir biçimde anlatmak yerine, daha çok geriye dönüşlere (flash-back) ve düşlere yer vererek aktardılar. Sinemanın ayrı bir sanat dalı olduğu ilk kez bu dönemde tartışma gündemine geldi. Yönetmenler filmlerinde kurgudan çok görüntü düzenine (mizansen) önem verdiler, çekimlerini elde taşınır kameralarla yaptılar.

Claude Chabrol'un senaryosunu yazdığı ve yapımını üstlendiği ilk filmi Yakışıklı Serge (le Beau Serge; 1958) Yeni Dalga Akımı'nın ilk uzun metrajlı filmidir. Bu akımın 1950'lerin sonuna doğru ilk yapıtlarını veren başlıca temsilcileri Serseri Âşıklar (Â bout de souffle; 1959) ile Jean-Luc Godard, Hiroşima, Sevgilim (Hiroshima, mon amour; 1959) ile Alain Resnais, Âşıklar (les Amants; 1958) ile Louis Maile ve Dört Yüz Darbe (les Quatre cents coups; 1959) ile François Truffaut'dur.

1970'lerde Yunan asıllı Fransız yönetmen Costa-Gavras siyasal filmleriyle ilgi çekti. Bunlardan İtiraf (l'Aveu; 1970), Sıkıyönetim (l'Ûtat de siege; 1972) ve Kayıp (Missing; 1982) güncel siyasal olayların karanlıkta kalan yanlarına eğilerek pek çok tartışmaya yol açtı.

İngiltere. Savaş sonrasında İngiltere'de sinema önemli bir gelişme gösterdi. Yönetmen Carol Reed, bir roman uyarlaması olan Ölümden Kuwetli (Odd Man Out; 1947) ve konusu savaş sonrasında Viyana'da geçen Üçüncü Adam (The Third Man; 1949) adlı filmleriyle dikkati çekti. David Lean, İngiliz yazar Charles Dickens'tan 1946'da Büyük Umutlar\ (Great Expectations) ve 1948'de de Oliver Twist'i sinemaya uyarladı. Ünlü sinema ve tiyatro oyuncusu Laurence Olivier, William Shakespeare'den uyarlanan Henry V (1944) ve Hamlet (1948) filmleriyle büyük başarı kazandı. Aynı dönemde adını duyuran bir başka oyuncu da Taçlar ve Kalpler (Kind He-arts and Coronets; 1949) ve Altın Hırsızları (The Lavender Hill Mob; 1951) gibi komedi filmlerinde olağanüstü oyunculuk yeteneğini gösteren Sir Alec Guinness'di. Bu filmlerin senaryoları büyük ölçüde klasik edebiyat yapıtlarına dayanıyordu.

1950'lerin sonlarında ve 1960'larda Frafısız Yeni Dalga filmlerinin etkisiyle İngiltere'de, çalışan insanların günlük yaşamlarını konu alan gerçekçi filmler yaygınlık kazandı. Tony Richardson'ın Öfke (Look Back in Anger; 1958), Jack Clayton'ın Tepedeki Oda (Room at the Top; 1958) ve Karel Reisz'ın Cumartesi Gecesi ve Pazar Sabahı (Saturday Night and Sunday Morning; 1960) adlı filmleri uluslararası düzeyde ün kazandı. Sean Connery'nin James Bond tipini canlandırdığı ünlü casus filmleri de aynı dönemde yapıldı.
İngiltere 1960'larda Avrupa sinema sanayisinin merkezi durumuna geldi. O dönemde art arda birbirinden güzel filmler çekildi. Tony Richardson'ın Henry Fielding'in romanından uyarladığı Tom Jones (1963), John Schlesinger'ın Thomas Hardy'nin romanından uyarladığı Bir Aşk Yetmez (Far From the Madding Crowd; 1967) ile Gece Yarısı Kovboyu (Midnight Cowboy; 1969) ve Lindsay Anderson'ın Eğer (//; 1968) adlı filmleri dönemin unutulmaz yapıtları arasındaydı. Ne var ki, bir süre sonra İngiliz ekonomisinde baş gösteren durgunluk birçok yönetmenin, başta ABD olmak üzere öteki ülkelere göç etmesine yol açtı.

Almanya. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'nın uğradığı yenilgi ve daha önce Nazi-ler'ce sinemaya uygulanan baskılar yüzünden bu ülkede uzun bir süre sinema önemli bir varlık gösteremedi. 1960'larda Genç Alman Sineması adı altında federal hükümetten ödenek alan bağımsız bir yapım ve dağıtım kuruluşu kuruldu. Alman sinemasının önde gelen adlan, savaş yıllarını ya da savaş sonrası toplumu konu alan Maria Braun'un Evliliği (Die Ehe der Maria Braun; 1979), Lola (1981) ve Veronika Voss'un Tutkusu (Die Sehnsucht der Veronica Voss; 1982) gibi filmleriyle Rainer Werner Fassbinder, Berlin Üzerindeki Gökyüzü (Der Himmel über Berlin; 1987) ile Wim Wenders ve Stroszek (1977) gibi doğal ve cana yakın bir mizah içeren filmleriyle Werner Herzog'dur. Volker Schlöndorff ile Alexan-der Kluge, Fransız Yeni Dalga Akımı'ndan büyük ölçüde etkilendiler. Devletin sinema sanayisine destek olması kadın yönetmenleri ve azınlıkları da yüreklendirdi. Devrim mücadelesinin önde gelen kadınlarından Rosa Luxemburg'un yaşamını, kadın yönetmen Margarethe von Trotta sinemaya uyarladı (1986).

Avustralya. 1970'lerden önce varlık gösteremeyen Avustralya sineması, o yıllarda hükümetçe kurulan Avustralya Film Komisyo-nu'nun desteğiyle şaşırtıcı bir gelişme gösterdi. 1985'e kadar, bazıları uluslararası düzeyde basan kazanan yaklaşık 400 film çekildi. 1980'lerin en başarılı filmleri şiddet ve gerilim öğesinin usta bir biçimde kullanıldığı Çılgın Max (Mad Max; 1981) ve Peter Weir'ın I. Dünya Savaşı sırasında biri Çanakkale'de ölen iki arkadaşın öyküsünü anlattığı Gelibolu'dur (Gallipoli; 1981).
SSCB. II. Dünya Savaşı'ndan önce Sovyet sinemasında gözlenen durgunluk savaştan sonra da sürdü. İlgi uyandıran az sayıda filmin arasında Grigori Çukray'ın 1959 yapımı Askerin Türküsü, Sergey Bondarçuk'un görkemli Savaş ve Barış (1966-67) uyarlamasıyla, Niki-ta Mihalkov'un Oblomov'u (1980) vardı. Dünya sinemasını etkilemeyi başaran ve özellikle 1980'lerde adını en çok duyuran yönetmen ise Ândrey Tarkovski oldu. Tarkovski, İvan'ın Çocukluğu (1962), Andrey Rublev (1966), Solaris (1971), Ayna (1974), Nostal-ghia (1983) ve son filmi Kurban'da (1986), derinliği ve simgesel çağnşımlarıyla izleyicilerin üzerinde kalıcı bir etki yaratmaktaki ustalığını gösterdi. SSCB'de 1980'lerin ortalannda, daha önce yasaklanmış filmler de gösterilmeye başlandı. Yönetmen Gleb Pantilov'un, 1976'da çekilmesine karşın ancak 1986'da gösterilebilen Tema adlı filmi geçmişle bir hesaplaşmaydı. Gürcü yönetmen Tengiz Abu-ladze ise Yakarış (1968), Dilek Ağacı (1977) ve Nedamet'ten (1986) oluşan üçlüsünde kendine özgü bir üslupla geçmişteki baskıyı eleştirdi.

Doğu Avrupa. Film sanayisinin devletleşti-rildiği Doğu Avrupa ülkelerinde II. Dünya Savaşı'ndan sonra sinema okulları açıldı. Polonya'da 1953'ten sonra Andrzej Munk Yolcu (1961), Roman Polanski Sudaki Bıçak (1962), Andrzej Wajda Kanal (1956), Küller ve Elmas (1958), Mermer Adam (1977) ve Demir Adam (1981) gibi filmleriyle toplumsal sorun-lan büyük bir duyarlılıkla beyaz perdeye yansıttılar.
Genç kuşak yönetmenlerinden Krzysztof Kieslowski 1988 yapımı 10 Emir'le (Dekalog) evrensel sorunlara parmak bastı. Yeni Dalga' dan ve Polonya sinemasından etkilenen Çekoslovak yönetmenler de duyarlı ve özgün filmler yaptılar. Jânos Kadâr'ın Ana Caddedeki Dükkân'ı (1965) buna örnektir.

Macaristan'da Budapeşte Film Akademisi'nde yetişen Istvân Szâbo'nun Mefisto'su (1981) uluslararası düzeyde basan kazandı. Miklös Jancsö'nun birbirini izleyen Umutsuzlar (1965), Kızıl İlahi (1971) ve Macar Rapsodisi (1978) Macar halkının yüzyılın başından bu yana sevinçlerinin ve acılarının destanıydı.
Yugoslavya'da Emir Kusturica, Çingene çocuklarının başından geçenleri anlattığı Çingeneler Zamanı (1989) ile evrensel boyutlu bir film yarattı.

İspanya ve Yunanistan. Film sanayisinin güçlü olmadığı İspanya'da Luis Bunuel yaratıcı kişiliğiyle sinemada Gerçeküstücülük Akımı'nın ilk örneğini verdi (bak. BunueuI^uis). 1950'lerde yerleştiği Meksika'da da film yapımcılığını sürdürdü ve Meksika sinemasını etkiledi. Madrid'deki Sinema Araştırmaları ve Deneyleri Enstitüsü'nü bitiren Carlos Sau-ra Av (La caza; 1966) ve Kanlı Düğün (Bodas de Sangre; 1981) gibi filmleriyle dikkati çekti.
Yunanlı yönetmen Theo Angelopulos, Kumpanya (1975), Avcılar (1977), Kitera'ya Yolculuk (1984), Arıcı (1986) ve Puslu Manzaralarda şiirsel bir anlatımla Yunan tarihini ve savaş yıllarını irdeledi. Angelopulos bu filmlerde insan ilişkilerini olağanüstü bir duyarlılıkla işlemeyi başardı.

İsveç. Devletçe desteklenen İsveç sineması güçlü değilse de II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaratıcı yönetmen Ingmar Bergman'ın yapıtlarıyla dünya çapında adını duyurdu (bak. Bergman, Ingmar).

Hindistan. Bu ülke dünyanın en çok film çeken sinema Sanayisine sahip olmakla birlikte, filmler genellikle kendi izleyicisine yönelik olduğundan uluslararası düzeyde varlık gösterememiştir. Sinema sanayisinin devlet desteğiyle yürütüldüğü Hindistan'da 16 değişik dilde olmak üzere yılda toplam 700 film çekilir. Hindistan'da televizyon yaygın olmadığından sinema başlıca eğlence aracıdır. Köylerde açık havada film gösterisi yapan gezgin sinemacılar oldukça yaygındır.

Hint sinemasının uluslararası düzeyde adından söz ettiren ünlü yönetmeni Satyacit Ray, filmlerinde köylülerin günlük yaşamını sevecen ve mizah dolu bir yaklaşımla görüntüler. En çok tanınan filmlerinden Pather Pançali (1955) öksüz bir çocuk ile annesinin öyküsüdür.

Japonya. Japon sineması II. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir canlanma dönemine girdi ve önemli yönetmenler yetişti. 1950'lerde Akira Kurosava Rasomon (1950), Yedi Samuray (Şiçinin no samurai; 1954), İngiliz yazar Shakespeare'in Macbeth adlı oyunundan uyarladığı Kanlı Taht (Kumonosu-co; 1957) adlı filmleriyle uluslararası düzeyde ün kazandı. 1960'lardan sonra da başarısını sürdüren Japon sineması 1980'lerde televizyonun rekabeti karşısında durakladı. O dönemde şiddet filmleri yaygınlık kazandı. Yaratıcı yönetmenlerin çoğu ülke dışında olanaklar aramaya başladılar. Bugün Japonya dünyanın en çok film üreten ülkelerinden biri olmakla birlikte, yapımların çoğu televizyon filmidir.

Güney Amerika ve Afrika. 1960'larda ulusal motiflerden yararlanılarak, halkları sömürüye ve baskıya karşı bilinçlendirmeye yönelik, şiirsel başkaldırı filmleri yapıldı. Dansı ve müziği, ülkesinde cunta yönetimi sırasında çekilen acılan dile getirmekte kullanan Arjantinli yönetmen Fernando Ezequiel Solanas'ın Tangolar (Tangos, el exilio de Gardel; 1985) ve Güney (Sur; 1988) adlı filmleri buna örnektir.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.