![]() |
Felsefe-Değerlerin Değmesi/Ahmet İnam
Değerler neye değmeli? En azından 10 şeye değmelidir. Çok kısa açıklamalar yaparak bu 10 şeyin neler olduğunu söyleyeceğim. Değerlerin yeniden değerlendirilmesinde neleri göz önüne almamız konusunda bir öneride bulunmaktayım. Bunun hepsinin hesabını verebileceğimi düşünüyorum sorgulanırsam. Şimdi, bir defa, değerler yere değmeli. Yerden anladığım şey, yaşadığım, yerel olandır, bize özgü olandır, değerler bize özgü olana değmelidir. Değmiyorsa, o değer değer değildir. Latinlerin öyle bir deyimi var, ayağımın bastığı yer vatanımdır. Böyle bir şey olamaz. Her canlı insanın, bilinçli insanın bir yeri vardır; çünkü, aidiyet duygusu, mensubiyet duygusu, insan olmanın olmazsa olmaz koşullarından biridir. Dolayısıyla değerlerimiz yere değmelidir, metaforik olarak haddini bilmelidir anlamını da taşıyor. İkinci olarak, değerlerimiz ele değmelidir. Avuç içi anlamında kullanmıyorum, yabancı anlamında kullanıyorum. Siz, değerlerinize yabancıları da almak zorundasınız. Çünkü, birinci olarak yer deyince, yere çakılıp kalırsanız o yerin içinde erir gidersiniz ve çok mahallî olursunuz, çok yabancı olursunuz. Öyle değerlerle yaşamanız lazım ki, bu değerler ele değmelidir. Kültür dünyamız çok geniş olmak durumundadır. Bizden olmayanları, bize benzemeyenleri, düşman diye saydığımız insanları da, cümle mahlukatı da içine almak zorundadır. El deyince, isterseniz insan olmayanları da katalım, çünkü biz öyle bir kültürden geliyoruz. Bizim yerimiz, ele değer vermek, başka düşüncelere, farklı düşüncelere, farklı anlayışlara, farklı inançlara değen değerlerle yaşamayı bize öngörüyor. Yoksa, kendimizi, küçücük dünyamız içine sıkıştırıp oradan sağa sola saldırmanın, bu dünyaya layık bir insan olmayı büyük ölçüde engellediğini düşünüyorum. Üçüncü olarak değerler tene değmeli. Belki bazılarınıza tuhaf gelir, bu adam da yine tene takmış diyebilirsiniz; ama, bana çok önemli geliyor. Çünkü insan bedenli bir varlıktır. Ben, ustam Nietzsche'den bunu öğrenmişimdir. İnsan teniyle, bedeniyle yaşıyor. Dördüncü olarak, değerler içe değmelidir. İç dünyamıza, derûni âlemimize değmelidir. Çünkü insan bir bütün varlıksa, teniyle ve içiyle bir varlıktır. Beşinci olarak, değerler yola değmelidir. Yol bir metafordur ve değerlerle yaşamanın bir süreç olduğunu, bir yerden bir yere gidildiğini gösterir, bir bitimsizliği gösterir. Çünkü, benim sınırlı ömrümdeki değer yaşayışım, bir gün bitecektir; ama, yol devam edecektir. Eğer biz bu topraklardaki yaşamın devam etmesini istiyorsak, kendi yerelliğimiz içerisinde ortaya çıkmış değerlerimizle yaşamak istiyorsak, bu kültürü, dünya kültürüne armağan etmek istiyorsak, dünya kültürünü bu kültürle canlandırmak istiyorsak, bunun bitimsiz bir süreç olduğunu unutmamak lazımdır. Yol, hakikaten ömür bittiği zaman da bitmeyen bir şeydir. Kamyonlarda, otobüslerde yazar, ömür biter yol bitmez. Değerlendirme bitmiyor. Tuhaf bir şey söyleyeceğim yine altıncı olarak, yer dedim ya, değerler göğe değmelidir. Çünkü insan sadece yerde yaşayan bir varlık değildir. Ayağı yerde, başı göktedir. Belki Heidegger'in anladığı anlamda, çünkü Heidegger'in bir dörtlüsü vardır, orada yeryüzü ve gökyüzünden söz eder, belki tam onun gibi anlamıyorum; ama, gök bizim umutlarımızı, hayal gücümüzü, aşkın değerlerimizi, yeryüzüne çakılıp kalmadığımızı, bu âlemin, bu dünyanın, bu yeryüzünün dışında, çok farklı âlemler olduğunu simgeler. Hatta fizikçilere bakarsanız sonsuz farklı âlemler vardır. Dolayısıyla, yaşadığımız değerler göğe değmeli. Göğe değmek, zaman zaman uçmak, hesabını bilmemek falandır; ama, bazen de uçmak gerekebilir, çok fazla gerçekçilik adına yere çakılmak da değerlerimizi kokuşturabilir, tatsız tuzsuz hale getirebilir, yaşamdan soyutlayabilir. Yedinci olarak, değerler cana değmelidir arkadaşlar. Can, yolculuk arkadaşlarımıza da bu ad verilebilir, tasavvufi bir anlamı var; , birlikte yürüdüklerimiz veya kendi iç âlemi olan, kendi değerleri olan, sadece tenden ibaret olmayan, ama içi ve teniyle birlikte bu gezegende yaşayan, gökyüzüyle irtibatı olan bir varlık olarak cana deymelidir. Ve, değerlerimiz, ister Hegel anlamında anlayın, isterseniz başka anlamlarda da anlayabilirsiniz, tine değmelidir; Tin dediğimiz nedir ? Maneviyata değmelidir. Maneviyattan anladığım şey, bilim, sanat, inanç düzenleri, din, ideolojiler, insanın yarattığı ve kimi zaman yüksek değerler dediğimiz değerler. Değerlerimiz, tinsel yanını korumalıdır. Dokuzuncu olarak, değerlerimiz, elbette akla değmelidir. Aklın bir ucuna hiç değilse -bakın on yere birden değdirtmeye çalışıyorum- akla değmelidir. Onuncu olarak, bunu açmayı bu yazımda açmayı düşünmüyorum, yokluğa değmelidir. "Yokluk"u, isterseniz nihilist bir şey olarak da anlayın, Nietzsche anlamında. Çünkü, değerlerin yeniden tazelenebilmesi, değerlendirilebilmesi, anlam yokluğu deneyimini yaşamakla olanaklıdır. Onun için yokluktan, boşluğa düşmekten korkmamak gerekir. Dünyanın pılı pırtısına yapışarak, "aman düşmeyeyim, aman bir anlam bulmuşum bunu kaybetmeyeyim" diye kokuşmuş değerler içinde yozlaşmak çok tehlikeli bir şeydir. Çünkü bu, değerler dünyamızda tefessühe yol açar, kokuşmaya yol açar. Çok tehlikeli bir şey. Onun için, yokluk da, bizim sık sık yaşadığımız bir şey olmalı, egzistansiyalist düşünürlerin, zaman zaman Kierkegaard'ın hatırlattığı, çok önemli bir yaşantı. Elbette muallakta kalacağız zaman zaman. Çünkü, yaşam, yaşamak dediğiniz şey, değerlerden daha önce geliyor. Değerler, hayatın kendisine değmeli. Eğer bu değme gerçekleşmeyip, değerler bu kadar somut, canlı, yaşayan şeye değmezse, onların üzerine inşa edilmiş birtakım başka değerleri kendinden menkul, yaşamdan uzak değerlerle yaşamaya bizi götürür ki; yaşadığımız gerçek, kanlı canlı yaşamla, kafamızdaki veya yaşantıladığımız anlamlar ve değerler arasında büyük uçurum meydana gelir. Dolayısıyla, o canlılığı ve tazeliği koruyabilmek gerekiyor. Bunun için de değerlere karşı çok duyarlı olabilmek, onların canlanmasına, diriltilmesine ve sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesine çalışmak lazımdır. İnsan, terlediği zaman kokar. İnsanın ayağı kokar. Ama, insanın ruhu da kokar, insanın değerleri de kokar. Bunun için temizliğe ihtiyaç var, bunun için tazeliğe ihtiyaç var. Çünkü, evrene, kainata baktığınız zaman, bu canlılığı, bu diriliği, bu devingenliği sürekli olarak görüyoruz. İnsan denen varlık, bazen kendi geldiği kökenini, bu kainata ait olduğunu unutabiliyor ve dolayısıyla kainatla kendisi arasına inanılmaz vehimler koyabiliyor, birtakım hüsnü kuruntulara sahip olabiliyor; bu da onu, kainat ile kendisi arasında sahici bir ilişki kurmaktan alakoyuyor, ve uydurulmuş, tamamen havada, yaşantılardan kökünü almayan, derin biçimde bizi sanal bir dünyanın içerisine itebiliyor. Bunlardan kurtulabilmek için değerlerimize sahip çıkmak, değerlerimizle soluk almayı öğrenmek, değerlerimizin değerini bilmek, değerlerimizi ayıklayabilmek, tazeleyebilmek, yenileyebilmek ve dolayısıyla insan gibi insan olmaya yakışan bir dinamizm içerisinde yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Bunu da beceremezsek, zaten, sanıyorum, belki de bu gezegendeki gidiş, serüven de ağır dönüşümlere tanık olabilir. İnsan denen bir canlı türü çıktı zaman içerisinde, o da bir süre sonra kokuştu ve bitti, bir mutasyon geçirdi" denebilir. Fukuyama'nın böyle bir kitabı var, bu teknolojinin ve bu durumun böyle gitmesi sonucunda, genlerle falan filan oynanırsa, sonunda artık insanlık başka bir şeye dönüşecektir gibi kehanette bulunmaktadır. Belki de sonumuz onun dediği gibi olacaktır. Oysa ben, değerlerimizin değerini bilip, değerlerimizin tazelenmesi durumunda güzel bir geleceğe doğru yol alacağımızı umuyorum. Değerlerimizin bir yandan geçmişteki kökleriyle -bir ağaç gibi düşündüğümüzde her değerin bir kökü var ve bir kaynağı var- ilişkiye geçebilmeyi başararak, diğer yandan kökler yeryüzüne ve geçmişe doğru giderken, ağacın dalları ve yapraklarının uzayan kısımlarının da geleceğe yönelik olmasını sağlamamız gerektiğine inanıyorum. Bunu başarabilirsek, o zaman yeryüzünde insan olmaya yakışan bir hayatımız olur diye düşünüyorum. * Ahmet İnam |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.