ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Makaleler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=316)
-   -   Hatıralarında Yahya Kemal|Makaleler-Denemeler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=987137)

Prof. Dr. Sinsi 10-24-2012 09:47 PM

Hatıralarında Yahya Kemal|Makaleler-Denemeler
 

Hatıralarında Yahya Kemal

Mehmet Gümüşkılıç

O devrin ve Üsküp’ün bir âdeti olarak; ilkokula başlayacağı zaman, okul hocaları ve öğrencileri, Kemal’i okula getirmek için ilâhîlerle evine doğru gittiler.

Hatırat; geçmişte meydana gelen hadiseleri günümüze kadar taşıyabilen, tarihin hafızası da diyebileceğimiz edebî bir türdür. Hatıralar, sürükleyici bir üslûpla kaleme alındığında insanları oldukça fazla etkiler.
Yahya Kemal’in hatıralarına baktığımızda, hadiseleri ayrıntılı ve sürükleyici bir şekilde okuyucuya aktardığı görülmektedir. Ona göre hatıra veya hatıra edebiyatı, kıymetli sözler ihtiva etmeli; önemli konulara parmak basmalı, faydalı ve doğru olmalıdır. Hatıra yazmak; kendini övmek, can sıkıcı ayrıntılara girmek, okuyucu karşısında bütün hayat kirlerinden temizlenmek gayesi taşımamalıdır. Hatıra yazarı; fikir, sanat ve tarih dünyasını aydınlatacak acı ve tatlı hadiseleri bütün gerçekleri ile anlatmak gayesinde olmalıdır. Yahya Kemal, hatıra yazmanın herkesin düşüncesinde olduğunu belirterek: “Hatıra yazmak kimin aklına gelmemiştir, edebî türlerden olan hatırat yazmaya kim kendini ehliyetli görmemiştir?” der. İsminden de anlaşılabileceği gibi, edebî türlerin içinde en şahsî olan ve gerçeklerden uzak hususların dile getirilmesine en müsait bulunan hatırattır. Bundan dolayı hatıra yazarken mümkün olduğu kadar doğruları dile getirmek gerekir.
Yahya Kemal, hatıralarını büyük bir titizlikle yazmış ve sonraki nesillerin nazarına sunmuştur. O, hatıralarında genç neslin kendi milletinin tarihine, kültürüne, dinine, örf ve âdetlerine nasıl bakması gerektiğine dair bize bilgiler vermiştir.
Rumeli’de bulunan ülkeler, 14. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmeye başlamıştır. Özelikle I. Murat, II. Murat ve Yıldırım Beyazıt devirlerinde Rumeli toprakları Osmanlılara, katılmıştır. Böylece takriben XX. asrın başlarına kadar bu topraklar, Osmanlı Devleti’nde kaldı. Yani yaklaşık beş- beş buçuk yüzyıl, Osmanlı coğrafyasına dahil olan Rumeli’de çok sayıda Müslüman bulunmaktaydı. Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar 5 asır boyunca bu bölgede kardeşlik içinde yaşadılar. İşte Yahya Kemal, Osmanlı Devleti’nin, Anadolu’dan daha önce fethettiği topraklarda doğup ilk gençlik yıllarına kadar burada hayatını sürdürmüş büyük bir edîbimizdi. Kendisi hatıralarını yazdığı kitabında doğduğu, yetiştiği, büyüdüğü yer ve aile efradı hakkında bilgiler verir. Ayrıca kendi edebî tekâmülünün oluşmasındaki sebepleri ve siyâsî hatıraları anlatır.
Yahya Kemal, baba ve anne sülâlesi bakımından soylu bir aileye mensuptu. Büyük babası Yunus Ref’et Bey, babası ise İbrahim Naci Bey’dir. Şairin bilinen en eski ceddi, III. Mustafa zamanının sancak beylerinden Şehsüvar Paşa’dır. Zaten Cumhuriyet Devrinde aldığı Beyatlı soyadı şeh-süvâr kelimesinin Türkçe kökenli şeklidir. Annesi Nakiye Hanım, şair Leskofçalı Galip’in kardeşi İsmailpaşazâde Dilâver Bey’in kızıdır. Baba tarafı Niş’ten, anne tarafı ise Vranya’dan Üsküp’e gelmişlerdir. Anne ve baba tarafından cedleri ise Şehsüvar Paşa’da birleşmektedir. Bu Şehsüvar Paşa, evlâd-ı fatihânın (ilk Rumeli fatihlerinin) çocuklarındandır.
Yahya Kemal, Müslümanlığın ve Türklüğün kesif bir şekilde hissedildiği bir yerde doğmuştur: Üsküp. 1884 yılında dünyaya gelen Kemal’in çocukluk yılları burada geçmiştir. Büyük vâlidesi Âdile Hanımın konağında çocukluk yıllarını ikmal eden Yahya Kemal’in üzerinde en çok tesir bırakan kişi annesi Nakiye Hanımdır. O, kendi kardeşlerinden ve annesinden oldukça farklı bir mizaca sahipti. Çok hisli ve asabiydi. Vakûr ve haysiyetliydi. Dini bütün bir hanımdı. Namazlarını aksatmamaya çalışırdı. Y. Kemal, babasından ise pek iyi bahsetmemektedir. Babası, annesini oldukça fazla üzerdi. O devirde bazı erkeklerde görülen akşamcılığa babasında da tesadüf edilirdi. Yahya Kemal’in babası, daha sonra Selanik’e gitmeye karar verdi. Bu karar annesini derinden etkiledi ve kadın bu yüzden verem oldu. Selanik, Üsküp’e göre oldukça modern ve serbest fikirli insanların yaşadığı bir yerdi. Burada, Üsküp’teki manevî hayatı bulmak oldukça zordu.
Annesinin dadısı olan ve ‘nene’ dediği Fatma Hanım da Yahya Kemal üzerinde etkili olmuştur. Konağın kâhyalarından Ali Zaim adlı birisiyle evli olan Fatma Hanımın hiç çocuğu olmamıştı. Bütün sevgisini Yahya Kemal’e, onun kardeşi Reşat’a ve kızkardeşi Rukiye’ye vermişti. Fatma Hanım; yüreği sevgi, şefkat, merhamet ve iyilikle dolu bir kadındı. Sinirlenmek, darılmak nedir bilmezdi. Kimseye kötü bir söz söylemezdi. Melek gibi birisiydi.
Yahya Kemal, 1889’da beş yaşındayken Yeni Mektep adlı okula başlarken yapılan törenleri hatırâtında canlı bir şekilde anlatıyor. O devrin ve Üsküp’ün bir âdeti olarak ilkokula başlayacağı zaman, okul hocaları ve öğrencileri, Kemal’i okula getirmek için ilâhîlerle evine doğru gittiler. Eve mahalle eşrafı ve çocuklar da gelmişlerdi. Y. Kemal’i evin bir köşesinde oturan Gani Efendi’nin önünde diz çöktürdüler. Gani Efendi, Kemal için alınan yaldızlı eski usül elifbâ’yı açıp ilk harfleri ona tekrar ettirdi. Sonra ona şekere bulanmış bir parça mürekkep yalattı. Dualar edildikten sonra Kemal’in babası hocaya: “Eti senin kemiği benim.” dedi ve sonra çocuğu hocaya teslim etti. Hoca, evden öğrencilerle beraber çıkıp yine ilahîlerle okula doğru yöneldi. Mahalleden gelen çocuklarla beraber Yeni Mektep’te okuyan çocuklara da külâhlarla şeker ve bir günlük harçlık verildi. Y. Kemal’in evinde misafirlere şerbet ve kahveler dağıtıldı. Yani bir çocuğun okula başlaması törenle oluyordu. Sultan Murat Camisi’nin arkasında olan Yeni Mektep’te ayrıca Y. Kemal okula gidince onun için bütün öğrencilere simit de dağıtılmıştı.
Y. Kemal, ilköğrenimine başladığı Yeni Mektep’in arkasında bulunan Beyan Baba Türbesi’ne Balkanlar Osmanlının elinden çıktıktan sonra gittiğinde düşüncelere dalıp hayıflandı. Hatırâtında Beyan Baba Türbesi’nin mükemmel bir tarzda yapıldığından söz eder. Türbenin içinde iki tane lahit vardır. Bunlardan birisi Sultan Bayezid-ı Velî’nin kızı Beyhan Sultanın, diğeri ise onun kocasınındır. Üsküplüler Beyhan Sultan ismini unutarak buranın adını Beyan Baba Türbesi koymuşlar ve türbede o isimde bir evliyanın bulunduğuna inanıp ziyaret etmişler. Yahya Kemal Üsküp’ten ayrıldıktan otuz dokuz sene sonra (yaklaşık 50-51 yaşlarında) burayı ziyaret ettiğinde çok değişik duygular içerisinde kalmıştır. Türbeyi ziyaret ederken karşısına türbedar olarak Hintli bir fakir çıkmış, Hintliye, türbe kimin, diye sorduğunda yarım yamalak bir Türkçe ile aldığı “Arnavut Babanın.” cevabı üzerine “Bu şahıs belki nerede olduğunu dahi bilmiyor. Zavallı Beyhan Sultan, Sırbistan’ın hâkimiyeti altında bir Üsküp… Bunlar da mı olacaktı. Hey koca Osmanlı…” şeklinde düşüncelere dalmıştı.
Yahya Kemal’in doğup küçük yaşlarını idrak ettiği şehir olan Üsküp’ün muhayyilesindeki yeri bambaşkadır. Şair için Üsküp’te Yıldırım Beyazıt’ın önemi büyüktür. Nitekim Kaybolan Şehir başlıklı şiirinin ilk iki mısrasında bunu belirtiyor: Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyârıdır. / Evlâd-ı Fâtihân onun yadigârıdır. Üsküp bir kere; camileri, hanları, hamamları ve diğer tarihî yerleriyle bizden bir şehirdir. Bu şehrin her taşında, toprağında Müslüman-Türk şehri olduğu yazılıdır. Yahya Kemal; Üsküp’ü fetheden Murâd Hüdavendigâr’ı ve akıncıları çok sever. Buraya özellikle Anadolu’dan birçok Türk’ün getirildiğini ve böylece buranın artık bir İslâm şehri olduğunu bilir ve evlâd-ı fâtihân ‘fatihlerin çocukları’ mefhumunun kendisi üzerinde meydana getirdiği tesirin ölünceye kadar silinemeyeceğini söyler. Y. Kemal; ona ve Anadolu’nun dışında, Rumeli’de yaşayanlara “göçmen” denilmesinden hiç hoşlanmaz. Bu kelimeyi İstanbul, Ankara ve Anadolu’nun diğer şehirlerinde yaşayan vatandaşlarımızın diline dolayanların Slâvların ve Avrupalıların olduğunu dile getirir. Yani 550 senelik bir dönemde, Müslümanlar’ın vatanı olan Rumeli’de bir insanın nasıl göçmen olabileceği bir türlü aklına sığmaz. Bu gibi şeylerin, Sırpların Rumeli’yi kendi vatanları olarak görmelerine bir dayanak teşkil ettiğini söyler. Sırplar ve diğer Avrupa ülkeleri Müslüman Türklerin Rumeli’ye göçmen olarak geldiklerini, buraların onların kendi vatanları olmadığını öne sürerler. Anadolu halkının bu çeşit tabirleri kullanması da onların ekmeklerine yağ sürer. Rumeli, Müslüman Türk’ün anavatanıdır. Anadolu’da birçok Gayrimüslim nüfus yaşarken, Rumeli’deki Gayrimüslim nüfus belki Anadolu’dan daha azdı.
Yahya Kemal, Müslüman bir Türk ailesinde yetişmiştir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, doğduğu yer İslâm’ın tam olarak idrak edildiği bir yerdi. Babası yaşamasa bile annesi Müslümanlığı yaşamaya çalışırdı. Özellikle ezan seslerinin Yahya Kemal üzerindeki tesiri çoktu. Kendisi, Müslüman Türk çocuklarının dinî ve millî terbiyesinde ezan seslerinin çok büyük rolü olduğu düşüncesindeydi. Üsküp camilerinde o muazzez ezan sesleri başladığında, Y. Kemal’in evinde ruhânî bir sessizlik olurdu. O zaman, âdetâ Üsküp sokaklarında manevî bir rüzgâr dolaşır, bütün şehir bir mabet sükûnuyla dolardı. Kendisi Paris’te kaldığı zamanlar bile Üsküp’teki ezan seslerinin bir hatıra gibi kalbine aksettiğini söyler. (Üsküp’e giden birisi olarak biz; bugün de açıktan, minarelerden okunan ezan seslerinin gönlümüzde meydana getirdiği tesire şahidiz. Bunu biz de iliklerimize kadar hissettik.) Annesi Kur’an ve Muhammediyye okurdu. Yazıcızâde Mehmed Efendi’nin bu eserini yüksek sesle ve makamla seslendirirdi. Nakiye Hanım, ayrıca Yunus Emre’nin ilahîlerini de terennüm ederdi. Annesi Y. Kemal’e: “Oğlum, dünyada iki insanı sev: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.s.) ve Sultan Murad Efendimizi.” derdi. Muradlar’ın yeri Rumeliler’in nezdinde çok önemlidir. I. ve II. Murad Rumeliler’in gözünde tek Murad gibi kabul edilmektedir. Onlara büyük tazim gösterilir. Y. Kemal’in annesinin sözleri, ileriki yıllarda şiirlerinde görülen maneviyatın ilk tohumlarını atmıştır.
Üsküp’teki hayatında uşakları Hüseyin’in de etkisi vardır. Leskofça muhacirlerinden olan Hüseyin; Budin, Belgrad ve Leskofça türküleri söyler, Battal Gazi destanı okurdu. Bu türküler ve destan, Yahya Kemal’in ileride yazacağı şiirlerde ve musikîşinaslığında önemli bir rol oynamıştır.
1892 yılında yedi yaşındayken Y. Kemal, Ahmet Eyüp Paşanın açtırdığı ilk modern mekteplerden olan Mekteb-i Edeb’e yazdırılmıştır. Burada 4 sene okumuştur. 1895’te Mekteb-i Edeb’ten çıktıktan sonra Y. Kemal’in Üsküp İdadisi –Ortaokulu-’ne yazıldığını görüyoruz. O sene babası, Üsküp’ten Selanik’e taşınma kararı alınca şairimizin aile felâketleri başladı. Yahya Kemal’i Selanik İdadisi’ne naklettiler. Annesi Nakiye Hanım Üsküp’ü çok sevdiğinden ve Selanik’ten pek hoşlanmadığından, daha önce dûçar olduğu verem hastalığı arttı ve Üsküp’e döndü, 1897 yılında ise vefat etti. Annesinin ölümü Yahya Kemal’in üzerinde derin bir tesir bıraktı. Tahsili de kesintilere uğradı; bir Selanik, bir Üsküp İdadisi’ne gitti, geldi. Annesinin ölümü Yahya Kemal’in ailesinin parçalanmasına sebebiyet verdi. Yahya Kemal’in 1902 yılında İstanbul’a gönderildiğini görüyoruz. O, İstanbul’a gelir gelmez. Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi’ne yazılmak istedi. Fakat buraya kaydolamadı. Bir müddet annesinin akrabalarından İbrahim Bey’in Sarıyer’deki köşkünde kaldı. İbrahim Bey, keyfine düşkün bir adamdı. Dostlarını toplar ve boğaziçi eğlencelerine dalardı. İbrahim Bey’in arkadaşlarından Serezli Şekip Bey adlı alafranga, Avrupa hayranı ve Fransızcayı çok iyi konuşan birisinin telkinleriyle Yahya Kemal’de bir Fransız merakı oluştu. Bunun neticesinde 1903 senesinin Ağustos ayında Memphis vapuruyla Paris’e gitti.
Yahya Kemal’in Paris’teki hayatı iniş çıkışlarla doludur. Paris’e ilk gittiğinde orada Jöntürklerle karşılaştı, yaklaşık 5 yıl onların yanında kaldı ve onlarla görüştü. ‘Genç Türkler’ anlamına gelen Jöntürkler arasında Ahmed Rıza Bey, Sâmî Paşazâde Sezaî Bey, Hoca Kadri Efendi, Prens Sabahaddin Bey ve Abdullah Cevdet’i sayabiliriz. Bunlar yeniliği, Batıcılığı savunuyorlardı. II. Abdulhamid’den nefret ediyorlardı. Y. Kemal, Jöntürklerin aslında bir hiç olduğunu, onların devamı olan İttihat ve Terakkî’nin ise Osmanlı Devleti’ni parçaladığını ve Jöntürk zihniyetinde olan insanların memlekete hiç bir şey getirmediğini söylüyor. Başlangıçta Jöntürklerin etkisiyle Abdulhamid’e düşman olan Y. Kemal, hatasını anlamış ve Abdulhamid’in aslında milletini çok seven birisi olduğunu kabul etmiştir.
Y. Kemal, Meaux Koleji’nde bir sene okuyup Fransızcasını ilerlettikten sonra Ulûm-ı Siyâsiyye Mektebi’ne kaydolmuştur. Burada Fransa’nın en büyük tarihçilerinden olan Albert Sorel, Albert Vandale, Emile Bourgoix ve büyük hukukçulardan Louis Renault’tan dersler almıştır. Albert Sorel ve onun talebelerinden Camille Julian’dan tarih ortasında Fransızlığı arama usüllerini öğrendi. Kendisi de tarih ortasında Türklüğü aramayı düşünmeye başladı. Camille Julian’ın şu cümlesi Yahya Kemal’i çok etkiledi: “Fransız milletini bin yılda Fransa’nın toprağı, meydana getirdi.” Fransa’ya kendi kültürünü pek tanımadan gelen Yahya Kemal’i, aldığı bu dersler derinden etkiledi ve 1071 Malazgirt zaferinden sonraki Selçuklu ve Osmanlı tarihini tetkike başladı. Selçuklu ve Osmanlı ile ilgili birçok kitap okudu. Böylece onda büyük bir tarih şuuru oluşmaya başladı. Selçuklu ve Osmanlı asırlarında Anadolu, Rumeli ve İstanbul’a mimarî olarak verdiğimiz usûl, Türkçenin yeniden tecellîsi, devlet ve medeniyetimizin tesisi, Osmanlı Devleti’ni ortaya çıkaran birçok ırkın, bir sentez hâlinde büyük bir medeniyet oluşturması Yahya Kemal’de büyük bir Osmanlı hayranlığı meydana getirmiştir. Yahya Kemal ırkçı değildir. O, Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve değişik ırklara mensup milletleri bir Türk üstkimliğiyle nazara verir. Türklük, denince Yahya Kemal’in aklına özellikle Müslüman olan ırkların oluşturduğu bir birliktelik gelir. Yahya Kemal’in sıklıkla kullandığı Türk kavramını bu açıdan değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar verecektir. O, tarihin akışını değiştiren Türk soyuna sahip olmasından da hiç bir zaman gocunmaz. İslâmiyet’e tarih boyunca büyük hizmetleri olan Türk milletinin Çanakkale zaferinden ve millî mücadeleden başarılı bir şekilde çıkmasından, İslâm’ın son kalesi olan Anadolu topraklarının kurtulması anlamını çıkarır. ‘Eski Şiirin Rüzgârıyla’ adlı şiir kitabında geçen 26 Ağustos 1922 başlıklı şiirinde bunu ne güzel anlatıyor: Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî / Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî / Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın / Gâlib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.
Yahya Kemal, daima Batılı gibi düşünen kendi kültüründen kopuk, dinî düşünce ve hayattan uzak Jöntürklerle ilgisini kestikten sonra artık kendini tamamen Türk tarihine, diline, kültürüne ve dinine vermiştir. Kemal, tarihte atalarımızın en çok fatihliği üzerinde durur. Şöyle der: “Bizim felsefemiz yoktur. Çünkü ordular felsefe yapmaz, fütûhât yapar. Biz de böyle yapmışız. Biz vatanlar kuran bir milletiz.” Y. Kemal Fransa’daki tarih hocalarının etkisiyle, Türklüğü tarih ortasında ve coğrafyada aramaya koyulur. Camilerimizi, medreselerimizi, kabristanlarımızı birer birer gezer. Tarihî şahsiyetleri de araştırır. Yeni bir sentez yaparak, Türk büyüklerini genç nesle tanıtmaya çalışır.
Yahya Kemâl’in şiir dilinin oluşmasında çeşitli etkenler vardır. Kemal, Paris’e gitmeden önce Recâîzade Ekrem’in, Ziya Paşa’nın, Abdulhak Hamid’in, Mehmed Celâl’in, Tevfik Fikret’in ve Muallim Naci’nin eserlerini okumuştur. Bunların içinde ona en fazla tesiri olan Muallim Naci’dir. O, Fransa’da birçok şairden etkilenmiştir. Kendisi, Gustave Flaubert, Paul Verlaine, Theophile Gautier, Edgar Alan Poe, C. Baudelaire, Paul Verlaine gibi şairlerin şiirlerini okumuştur. Fakat ona en çok, Jose Maria Heredia adlı şair tesir etmiştir. Bu şair, klasik bir sanatkârdı. Şiirlerini ilham ve ihtirastan uzak ve bir kuyumcu inceliğiyle yazmıştır. Yüz kadar sone (iki dörtlü veya iki üçlüden oluşan on dört mısraları bir şiir şekli) ve bir iki uzunca manzume kaleme alan Heredia, Kemal’de derin izler bırakmıştır. Heredia eski Yunan ve Latin şiirini ona sevdirmişti. Yahya Kemal de kendi kültürünün şiir dilini böylece aramaya başladı. O da bizim eski şiirimizdeki güzellikleri incelemeye koyuldu. Eski dille yazan fakat Batı’ya özenen Servet-i Fünûncular’ın dilini sevmedi. Onları taklitçi olarak değerlendirirdi. Eski şiirimizdeki mısra-ı bercestenin öneminin farkına vardı. ‘Geçti Gâlib Dede candan yâhû’ mısrası eski olmakla beraber Türkçeydi. Burada mükemmel bir ifade tarzı vardı. Yahya Kemal, şiirde kelimelerin anlamlı bir şekilde belirli ölçü ve kâfiyelere göre sıralanmasının yeterli olamayacağını, şiirde bir ritmin olması gerektiğini savundu ve bunu yakalamaya çalıştı. Şiirlerinin hemen hemen tamamını aruz vezniyle yazdı. Mehmet Akif Ersoy ile beraber, aruz veznini Türkçeye en iyi uygulayan iki şairden birisi oldu.
İstanbul, Y. Kemal’in üzerinde derin etkiler bırakmıştır. O, İstanbul’un sadece padişahlar ve İstanbullular tarafından bina edildiğine inanmaz. Anadolu’nun dört bir tarafından; yani Konya’dan, Bursa’dan, Edirne’den, Sivas’tan, Tokat’tan ve Üsküp’ten, Hicaz’ dan, Macaristan’dan, Bağdat’tan, Tunus’tan, Trablusgarp ve Cezayir’den İstanbul’a gelen Müslümanların ve onların buradaki ailelerinin el sanatları, musikileri, ev mimarîleri, cami, hamam, kubbe anlayışları ile İstanbul’u şekillendirdiğini ve böylece yeni bir sentezle İstanbul medeniyetinin oluştuğunu söyler. Türkçe konusunda da İstanbul Türkçesinin esas alındığı Türkçeyi savunur ve İstanbul efendileri ile hanımefendilerinin konuştuğu İstanbul Türkçesinde mükemmel bir musikînin olduğunu fark eder. O, ayrıca Türkçeye ‘beyaz lisân’ der.
Yahya Kemal, 1912 yılında İstanbul’a geldikten sonra artık bir İstanbul şairi olarak tanındı. İstanbul’un her köşesini karış karış gezdi ve şiirlerinde İstanbul’a çok önemli bir yer verdi. İstanbul’da kendini entelektüel çevrelere de kabul ettiren Yahya Kemal, hayatı boyunca pek çok yer gezmiştir. Urfa, Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekili olarak birçok kere milletvekli seçilmiş; Varşova, Madrid, Lizbon’da orta elçi sıfatıyla çalışmış, 1947 yılında yeni kurulan Pakistan Devleti’nin ilk büyükelçisi olmuştur. Avrupa’daki birçok ülkeye ve Anadolu’daki pek çok şehre gitmiştir. 1 Kasım 1958 yılında İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayata gözlerini yummuştur.
İnce ayrıntılarla ve doğru olarak anlattığı hatıraları sayesinde biz, Yahya Kemal’in hayat hikâyesini, tarihe bakışını, Türk dili hakkındaki görüşlerini, dinî inançlarını ve şiir hakkında görüşlerini öğreniyoruz.
Şiirleriyle genç nesle tarih şuuru kazandıran ve şiirlerinde musikî notasını andıran ifadeleriyle mazimizi nazara veren Yahya Kemal’in hatıraları, şairimizin yabancı bir ülkede -Fransa’da- kendi özüne nasıl döndüğünü, bunun için hangi merhalelerden geçtiğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

KAYNAKLAR
Banarlı , Nihat Sami, “Yahya Kemal’in Şifâhî Hatıratı”, İstanbul,1960.
Kemal, Yahya, “Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım”, 3. Baskı, İstanbul 1986.
Kemal, Yahya, “Eski Şiirin Rüzgârıyla”, İstanbul, 1962.
Okay, Orhan, “Beyatlı, Yahya Kemal (Ansiklopedi Maddesi)”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt:6, s.35-39, İstanbul 1992.




Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.