![]() |
Kürt Sorunu'nda Arayışlar: Bir Şematik Çerçeve
Kürt Sorunu'nda Arayışlar: Bir Şematik Çerçeve Gerçek şu ki, egemenlik sistemi, Kürt Sorunu karşısında eziliyor, artık eski usüllerle yönetemiyor. Bu durumda da, bunalımlarda kıvranıyor, yeni yöntem arayışları içinde çırpınıp duruyor. Ve, dehşetli korkuyor. Çaresizlik batağıdır yüreklere korku salan... Haluk GERGER Psikolojik Savaş Aygıtı’nın sultası altında, toplumla oynanıyor. Şoven-militarist eğilimlerle gerginliği tırmandıran, bir seferberlik havası yaratan ve kapsamlı sınır ötesi harakatı gündemin başına taşıyan kampanyaya tanık olduk önce. Ardından, Bush-Erdoğan görüşmesini izleyen günlerde, bir sükunet ortamı yaratıldı. Şimdi, bu satırları yazarken (16 Aralık Pazar), televizyonlar Kandil Dağı’na yönelik hava harekatını duyurmaktalar. Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, bunun özünde bir psikolojik savaş operasyonu olduğunu itiraf ediyor CNN-Türk’te; “Böylece PKK’nin morali bozulur, Türk halkının morali yükselir” diyor. Kandil Dağı’nın bu kez “moral” doğuracağı umut ediliyor. Görünürdeki manzara şöyle: Sanki, toplumla istediği gibi oynayabilen, onu şekillendirebilen, çeşitli plan ve taktikleriyle duruma hakim bir “devlet gücü” var karşımızda. Halk ise, ya çaresiz izleyiciye, ya kışkırtmaların basit piyonuna, ya da “ordulaşmış millet” olarak, iradesinin çelikleşmiş ifadesi zor aygıtının kumandasına hakim olduğu yanılsamasına kapılmış kendini bilmez şaşkınlar güruhuna indirgenmiş gibi. Oysa, işler hiç de göründüğü gibi değil. Psikolojik savaş operasyonlarının oluşturduğu görüntünün ardındaki öz çok farklı. Gerçek şu ki, egemenlik sistemi, Kürt Sorunu karşısında eziliyor, artık eski usüllerle yönetemiyor. Bu durumda da, bunalımlarda kıvranıyor, yeni yöntem arayışları içinde çırpınıp duruyor. Ve, dehşetli korkuyor. Çaresizlik batağıdır yüreklere korku salan... İçinde yaşadığımız ortamın başka özellikleri de var. Burjuvazi, beynelmilel sermayenin spekülatif hareketleriyle ancak ayakta duran ekonominin büyük krizinin olup olmayacağını değil, ne zaman gerçekleşeceğini tartışıyor. Küreselleşmeyle eklemlenme çabalarındaki en büyük kabus olan “rekabet gücü”nün yıkıma uğradığı konusunda feryatlar yükseliyor TÜSIAD çevrelerinden. Hedef belli; maliyetler, yani ücretler, işçi hakları, emeğin hak talepleri. Ekonomik istikrarsızlık beklentisiyle politik istikrarın pamuk ipliği arasındaki ilişkiyi en iyi onlar biliyorlar. Kürt düğümüne indirilecek kılıcın, öteki keskin yanıyla da emeği vuracağının hesaplarını yapıyor, bir taşla iki kuş vurmanın kurnazlığına oynuyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin, emperyalizme ilişkin “işbirlikçilik tekeli,” Kafkaslardan Balkanlara, oradan Ortadoğu’ya, kırılmış durumda. Yani, emperyalist dayanak zemini oldukça kırılganlaşmış durumda. En azından, artık eskisi gibi, neredeyse otomatik değil, şantaja o denli açık değil, başka işbirlikçi rakiplerce biçimlenebiliyor. İncirlik artık tek değil; “Türki Cumhuriyetler”den Lübnan’a, Irak’a, yenileri de geliyor ardarda. Türkiye kapitalizminin temel dayanağı ve aynı zamanda “Aşil topuğu” kanıyor, en azından dehşetli acıyor... Gördüğümüz panik ataklar boşuna değil... Kandil’i bilmem ama, Korku, başka dağları fena sarmış durumda... Böylesi bunalımlı durumlarda, egemenlerin, yönetici ve egemen sınıfların ve ittifak ilişkilerinin, homojen bir bütünlüğü koruyabileceğini sanmak, aymazlıktır. Bunu, “zalimlerin aralarında fark yoktur, burjuvazi tek ve bütündür, hakimdir” diye keskin bir sol söylemle yapmak, ülkede salgın “çocukluk hastalığı”nın ateşli hezeyanları olduğu kadar, psikolojik savaşın kafa karıştırıcılığıdır da. Bugün Türkiye’de, bunalım dönemlerinde kaçınılmaz olduğu gibi, sistem içinde, kurumların taraflarca paylaşıldığı koşullar altında, yıkıcı bir iktidar mücadelesi de yaşanıyor. Klikler ya da bloklar arasındaki bu iktidar mücadelesinde “Kürt Sorunu’nda seçilecek yöntem” elbette önemli bir yer tutuyor. Kürt Sorunu’nda alınacak tavır, aynı zamanda, tarafların birbirlerine karşı kullandıkları bir koz, yani mücadele aracına da dönüşmüş durumda. Egemenlik sistemi içinde bugün iki yöntem belirginleşmiş, iki damar ortaya çıkmış durumdadır. Karmaşık ve bazen kesişen müttefiklik ilişkilerinden oluşan bu blokları kapsayıcı biçimde tanımlayacak kavramsal isimler bulmak zor ve çok da gerekli değil. Türkiye Solu’nun pek hevesli olduğu ideolojik tartışma ve kargaşa yaratma huyunu dikkate alarak ve bu arada bu bulanıklıkta avlanmak isteyenleri caydırmak için, biz “Blok 1” ve “Blok 2” diye renksiz ve “nötr” biçimde adlandıracağız bunları. Yöntemlerden, sözkonusu blokların genel anatomisi zaten belirginleşecektir. Ama önce, tarafların ortaklıklarını saptamak gerekmekte. Yöntemlerde farklılık ya da aralarındaki iktidar mücadelesi, bunların temel stratejik hedeflerde, kıvançta ve tasada, düzenin sahipliğinde ve hizmetinde olmada “tek ve bir” olduğu gerçeğinin üstünü örtmemeli elbette. Her ikisi de, 1 Tasfiyecidir, özünde asimilasyoncudur; 2 Türkçü hegemonya yanlısıdır, bu manada ırkçı-şovendir; 3 Dolaylı ya da dolaysız, şiddet yanlısıdır, özünde militaristtir; 4 Tekli değil, iki’li hedeflere sahiptir- PKK’ye de, K. Irak’taki “Oluşum”a da yönelmeyi amaçlamaktadır; 5 Emperyalizme sığınarak, onun desteğiyle amaçlarına ulaşmayı düşünmektedir, emperyalizmden beslenmektedir, bölgede ona hizmete hazırdır. Şimdi, gerçekleşme imkanlarına ve olası sonuçlarına girmeksizin, önerilen yöntemlerin/hedeflerin irdelenmesine geçebiliriz. Türkiye’de, Kürt Sorunu’nu, en azından 40-50 yıllık bir nefes alma süresi yaratabilmek için, acilen açık şiddetin, çıplak kaba kuvvetin içerde ve dışarda sistematik tatbikiyle karşılamayı gerekli gördüğünü yüksek sesle dile getiren bir damarın varlığı biliniyor. 1. Blok’ta yer alan odaklara göre, içinde bulunulan aşamada, artık coğrafi konumundan bağımsız olarak, bütün “Kürt varlığı” T.C.’nin bekası bakımından ölümcül bir tehdide dönüşmüştür. Hatta, Güney Kürdistan’daki devletleşmeye yönelmiş özerk-federe oluşum, öncelikli tehdittir. Güney’e karşı kapsamlı bir kara-hava harekatıyla “Oluşum”u tarumar etmekten işgalle geniş bir tampon alan oluşturmaya; askeri baskı ve emperyalist destekle Güney’i, Irak ve Türk silahlı kuvvetlerinin vesayeti altında güdük bir eyalete-vilayete indirgemekten Türkmen alanlara verilecek askeri destekle, Kerkük’ün kopartılmasıyla ve doğrudan Türk üsleriyle bölmeye; Musul’a almaktan Barzani’yi Imralı’ya getirmeye kadar uzanan pek çok düş bu gönüllerde yatmaktadır ve hepsinde şiddete, askeri güçe stratejik rol biçilmektedir. Bu savaşın, bir iç bastırma harekatıyla birlikte yürütülmesi planı, iç savaşı da bu blokun gündemine sokmaktadır kuşkusuz. Sıkıyönetimden savaş haline uzayacak yeni iç kargaşanın iktidar mücadelesinde de bu bloka büyük avantajlar sağlayacağı herhalde hesaplara dahil edilmektedir blok karargahlarında. Blok, özellikle orta sınıfları da içeren aktif bir toplumsal dayanağı inşa edebilmiş görünmektedir. Dışarda kalmış unsurların, 2. Blok’un da neredeyse tamamının, ciddi bir hamle karşısında aynı hatta Kürtlere karşı saf tutacağını beklemek çok yanlış değildir. Nitekim son kabarmada pek çok “çözüm yanlısı,” hatta “Kürt dostu” liberalin tavrı bu konuda çok öğretici olmuştur. Hükümetin ise, bu konuda, iktidar mücadelesine ve olası bedellerin kendisine yükletilmesine ilişkin kaygıları hariç, ilkesel itirazlarının olacağı herhalde söylenemez. Olsa bile, Türkiye sisteminin güç ilişkileri içinde fazla şansı da yoktur. Ayrıca, Türkiye gerçeginde, yüreği de, demokratik iradesi de, sınıfsal-ideolojik belkemiği de zaten mevcut değildir. Bu çevrenin Kürt Sorunu’na ilişkin özde bir demokratik–insani farklılığından da söz edemeyiz elbette. Ne var ki, bu yöntemin sahiplerinin emperyalizmin icazetini henüz koparamadığı anlaşılmaktadır. Bush-Erdoğan görüşmesinden çıkan sonuç karşısında burada bir geriye çekiliş sözkonusu gibi görünmektedir. 2. Blok’a gelince; herşeyden önce burada şiddetin kullanımının farklı aktörler arasında dağıtılması, tedricen yayılması, tırmanmasının denetim altında tutulması ve zamanla geri plana çekilmesi düşüncesi hakimdir. Bu yöntem sahiperinin gönlünde önemli yeri Güney işgal etmektedir. Herşeyden önce bunlar, Güney’e, PKK’ye karşı, bir tetikçilik rolü öngörmekte ve böylece şiddet yükünün onlarca paylaşılmasını ummaktadırlar. Bu plana göre, Güney’deki Kürt bölgesi kuşatılmış bir uyduya dönüştürülecek, ABD’nin egemenliğinde ve Türkiye’nin gözetiminde kuşatılmış, dış dünya ile bağları denetim altına alınmış bir yarı-sömürge statüsüne indirgenecektir zaman içinde. Bölge, Türkiye’nin, deterjandan çikolataya, beyaz eşyadan kara paraya, Türkiye’nin pazarı, enerji kaynağı olarak düşünülmekte ve bu arada Ortadoğu’da Arap olmayan bir eksenin, Israil-Türkiye merkezli emperyalist işbirlikçiliğinin bir unusuru yapılmak istenmektedir. Kuzey ise, palazlandırılacak yeni borsacı-komisyoncu-acenta-tüccar erbabınca Güney’e karşı, Türk usülü kapitalist modernleşmenin baskı aracı, kopya edilecek örneği, ideolojik taşıyıcısı rolünü üstlenecek, bir tür AB çıpası olacaktır. Kuzey’e ayrıca, Türkiye kapitalizminin ucuz işgücü deposu, rezerv işgücü kaynağı, ucuz erbaş üreticisi rolü de biçilmekte. Türkiye kapitalizminin metropollerdeki ve belki Güney’deki kirli işlerini yapacak lümpen proletaryanın da buradan devşirilmek istendiği pekala düşünülebilir. 1950’lerde olduğu gibi, bölge hassasiyetlerinin lobisi gibi çalışacak siyaset sınıfının da çeşitli partilerce paylaşılması ve “Güneydoğu oy deposu”nun yeniden tesisi de plan dahilinde görülmekte. AKP’nin son seçim başarısı bu konuda iştahları kabartmış görünüyor. Emperyalizmin desteğini şimdilik bu Blok kotarmış gibi görünüyor. Evet, Kürt Sorunu karşısında liberal “yeni Osmancılık” ve solculuk da emperyalizmle elele bu türden planlarda boy gösteriyorlar birlikte. Planlar, daha doğrusu ham hayaller, “çılgın Türkler”in düşleri bunlar. Egemenlik sistemi içindeki manzara bana böyle görünüyor... Tabii bu manzaraya, emperyalizme bel bağlamış ve liberalizmle gözlerine mil çekilmiş Kürtleri, Kürdistan’daki bunlara tekabül eden yeni sınıfsal pozisyonları da eklemek gerek çünkü onlar da sonuçta bir biçimde egemenlik sistemi içinde yerlerini alıyorlar. 1. Blok’un örgütlediği televizyon programlarında tasfiyeciliğin teorisini yapan Kürt liberaller, aslında, trajik bir biçimde, kendi kişiliklerinde, Türk 1. ve 2. bloklarının özdeki aynılığını, “bölünmez bütünlüğü”nü de simgeliyorlar. Güney’de “milliyetçilik,” emperyalizm ile, Kuzey’de de “liberalizm” Türkiye Düzeni ile bağları kuran ve sınıfsal temellerinin derinliği ölçüsünde de maddi güce dönüşen ideolojiler olmaktalar. Güney’de (yurtseverlik değil) feodal-burjuva “ilkel milliyetçilik” doğrudan, Kuzey’de ise liberalizm Türkiye kapitalizmi dolayımıyla, emperyalizmle bütünleşiyorlar ve Kürt halkını, haklarını, geleceğini tehlikeye atıyorlar. Oysa, Güney’de, bataktaki emperyalizme kul-köle olmadan, uzun yılların özverili mücadelesinin kazanımlarını korumak, Kuzey’de de, tecrit yanlışına düşmeksizin, devrimci damardan kopmamak, mümkün. İşte bu noktada her parçadaki Kürt yığınlara bakmak gerekiyor: Onlar, müthiş mücadele deneyimleriyle, özgüce dayanan gelenekleriyle, sol yandaki cevherleriyle ve en önemlisi sınıfsal içgüdüleriyle ve belki de yaşaması zorunlu düşkırıklıklarıyla, yenilgilerle, ihanetlerle, emperyalizmi de, liberalizmi de yaşayarak öğreniyorlar. Onlar öğrendikçe, ufuklar da dizginlerinden, önyargılardan, varolan egemenlik ilişkilerinden, hurafelerden, kısacası zincilerden boşalıyor, özgürleşiyor, alabildiğine genişliyor... Geleceği, bu planların ve onların sahiplerinin yönetebileceğini, denetleyebileceğini hiç sanmıyorum. Onların bugün tek gücü, halk-muhalefet cephesindeki politik-ideolojik-örgütsel boşluk çerçevesi içinde işlerini yürütme imkanına sahip olmalarıdır. Yine de, bugün onlar kendi irade ve yazgılarına dahi sahip değillerdir ve sadece emperyalizmle Kürt halkının belirleme şansına sahip olduğu koşullarda bu iki gücün insiyatifine karşı hastalıklı tepkiler vererek günü kurtarmaya çabalamaktadırlar. Onlar ham hayallerle, çılgın düşlerle ya da sinsi hesaplarla uğraşırken çözümü de hayatın kendisi gösteriyor. Türküyle Kürdüyle, devrimci sosyalistlerin sağlam durma zamanı tam da bu zamanlardır... |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.