ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=98128)

Şengül Şirin 11-30-2009 11:57 PM

İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si
 
İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân b. Sâbit’in Hemziyye’si


İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân b. Sâbit’in Hemziyye’si-A Satire Example of the First Period of Islam: The Hamziyyah of Hassân b. Thabit
Hiciv, Câhiliye dönemi şiirinin önemli bir temasıdır. Bazen kişisel garazlardan, çoğu zaman ise kabileler arası rekabetten dolayı, Câhiliye şiirinde hicve başvurulmuştur. Ancak Câhiliye dönemi hicvinin en büyük özelliği, bedenî kusurlardan daha çok, muhatapta insanî erdemlerin (cesaret, vefakarlık, cömertlik vs.) bulunmaması üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu tarz hicvin en parlak dönemi, Medine'ye hicretten itibaren, İslâm'ın tamamen yerleştiği halifeler dönemine kadar olan zaman dilimidir.

Satire was one of the most important themes in the poetry of Jâhiliyya period. Satirical poems were being composed for personal purposes sometimes, but mostly for tribal rivalries. However, we could not find any ode wholly dedicated to satire in this period, instead satire was used to support eulogies. One of the most distinctive characteristics of the satire of this period, is that the satire focused on humanly merits, not on corporal defects. The second decade of Islamic invitation was the most gorgeous period of this classical type of satire in Arabic poetry.

Hiciv Arap şiirinde oldukça önemli bir yer işgal etmektedir. Eskiden beri şiir konusunda eser yazanlar, hicvin Arap şiirinin temel konularından biri olduğu hususunda ittifak halindedirler.
İbn Reşîk el-Kayrevânî (ö. 456/1064), el-'Umde fi mehâsini'ş-şi'r ve âdâbih ve nakdih adlı eserinde şiirin söyleniş amaçlarını sıralarken çeşitli nakillerde bulunmaktadır. Bunlar, kimine göre medih, hiciv, nesîb ve mersiye; kimine göre de, teşvik, korku, coşku ve öfkedir. Teşvik, medhiye ve teşekkür; korku, özür beyânı ve merhamet dileme; coşku, aşk ve tegazzül; öfke ise hiciv ve tehdit şeklinde ortaya çıkar.

İbn Reşîk el-Kayrevânî, er-Rummânî'ye (ö. 384/994) atfen yaptığı tasnifte ise şiirin söyleniş amaçlarını beş olarak tespit etmektedir ki bunlar, medih, nesîb, hiciv, fahr ve vasftır. Şiirlerde yer alan teşbih ve istiareler -bu tasnife göre- son gruba dahil edilmiştir.
Ebû Hilâl el-'Askerî (ö. 400/1009) ise şiirin ana konularını, medih, hiciv, vasf, nesîb, mersiye, fahr şeklinde sıraladıktan sonra, aslında mersiye ve fahrin, methe dahil olduğunu dile getirir. Zira fahr, kişinin kendisini soy-sop, akıl, iffet gibi güzel vasıflarla methetmesi, mersiye ise, yine bu vasıflarla, vefat etmiş olan birisini methetmesi demektir. Bu durumda, el-'Askerî'ye göre ana konular medih, hiciv, nesîb ve vasf olmak üzere dörde düşmektedir.

Arap şiirinin ana konularının sayısını artıranlar olduğu gibi, bu sayıyı mümkün olan en az seviyede tutmaya çalışanlar da vardır. İbn Reşîk el-Kayrevânî'nin, 'Abdussamed b. el-Mu'azzel'den (ö. 240/854) yaptığı nakle göre: "Şiirin tamamı üç cümledir. Fakat herkes bunları gerektiği gibi telif edemez: Övdüğünde 'sen' dersin. Hicvettiğinde 'değilsin' dersin. Mersiyede de 'idin' dersin."

Daha sınırlayıcı bir yaklaşım, Arap şiirinin ana konularının iki başlık altında toparlanabileceğim, bunların da "medh" ve "hicâ/hicv" olduğunu söylemektedir.
Bu bakış açısına göre, -mersiye de dâhil olmak üzere- şiirlerde dile getirilen bütün güzellikler ve övgüler 'medh'i, bütün kötülükler ve yergiler ise 'hicv' i oluşturmaktadır.
Tasnif nasıl yapılırsa yapılsın, hicvin Arap şiirinin ana temalarından biri olduğu konusunda şüpheye yer yoktur. Zira bu temayı destekleyen iç ve dış faktörler Câhiliye dönemi şiirlerinin ortaya çıktığı ortamda fazlasıyla mevcuttur. İç faktörlerden kastımız temel insanî duygulardan "öfke" ve "rekabet" gibi duygulardır ki, hicvin üzerine kurulduğu temellerden biri budur. Övme ve teşekkür ihtiyacı hisseden şair bunu şiirinde methiyeler ile dile getirirken, yermek ve incitmek istediğinde bunu da hicve başvurarak gerçek¬leştirmektedir.

Dış faktörlere gelince: Göçebe hayatının ve kabile düzeninin şartları, kabileler arası şiddetli bir rekabet ve çekişmeyi, bu da zorunlu bir netice olarak hicvi doğurmuştur. Câhiliye dönemi Arap toplumunda, hicvin kılıçtan daha keskin ve etkili olduğu, sahayla ilgili araştırma yapan hemen herkesin sözbirliği ettiği bir husustur.
Kolayca anlaşılabileceği gibi, hicve konu olabilecek hususlar, toplumun sosyal yapısıyla, kültürüyle ve anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. Çünkü yerilmesi gereken "kötü"nün ne olduğu, nasıl ve ne kadar yerilmesi gerektiği, toplumlara ve kültürlere göre değişen bir husustur. Belirli bir toplumda ve belirli bir zaman diliminde hicve konu olabilen bir husus, farklı bir toplumda ve başka bir zaman diliminde yergiye konu teşkil etmeyebilir.

Nitekim Arap şiirinin tarihî gelişimi üzerinde inceleme yapan¬lar, bu değişikliğin İslâm'dan önce, İslâm'ın ilk mücadele yıllarında, İslâm hâkim olduktan sonra ve Emevîler-Abbasîler dönemindeki Arap şiirinde çok kolay bir şekilde izlenebildiği kanaatini taşımaktadırlar. Abbasîler dönemi hariç tutulacak olursa, İslâm davetinin başlamasından hemen önceki dönemle, Emevîler dönemi arasında geçen süre yaklaşık 60-70 yılı kapsayan bir zaman dilimidir. Ancak bu süre zarfında bile, hicvin ana temalarında ciddî eksen kaymaları gözlemlenmektedir: kabile asabiyeti yerini iman-küfür eksenindeki mücadeleye bırakmış, psikolojik savaş unsuru olarak kullanılan hiciv sanatsal bir çabaya dönüşmüş; önceleri belirli şahısları doğrudan hedef alan hiciv, toplum bünyesindekikötülüklere ve çarpıklıklara yönelmiş, hülasa, tema düzeyinde radikal değişiklikler meydana gelmiştir.

Câhiliye dönemi temel alındığında, genelde hicvin, psikolojik bir silah olarak kullanıldığını görüyoruz. Şair, düşmanını hicve¬derken, hareket noktası, içinde yaşadığı toplumun değerleridir. Bir yandan bazı üstün değerlerin, kendisinde, kabilesinde ve taraftarla¬rında bulunduğunu iddia ederken, diğer yandan, karşı tarafın bu meziyetlerden mahrum olduğunu ileri sürmektedir. Şiir, bu dönemde daima şahsî veya toplumsal bir amaca yönelik olarak söylendiğinden, fahriye ve medhiyeler bile içlerinde, rakipler ve düşmanlar için gizli birer hiciv barındırmaktadır.

Bu meyanda, onurlu bir insanda mutlaka bulunması gereken, cesaret, kahramanlık, cömertlik, ahde vefa, akıl gibi unsurların muhatapta bulunmaması hicve konu edilirken, Câhiliye döneminde örnekleri çok az görünse bile bedenle ilgili kusurların da zaman zaman eleştiri konusu yapıldığı görülmektedir. Ancak bedenî kusurlar üzerine kurulan hicvin Câhiliye dönemi için, gerçek manada bir hiciv sayılmadığını İbn Reşîk el-Kayrevânî'nin şu değerlendir¬mesinden rahatlıkla anlayabiliriz: "Hicvin en üst mertebesi, insanda bulunması gereken temel erdemler ve bunların terkiplerinin bulunmadığını dile getirenlerdir. İnsanın bedenî kusurları üzerine kurulu bir hiciv seviyece daha alt bir mertebededir." Bu sebeple, "İslâm öncesi Arap edebiyatında yazılan hicivlerin genelde nezih olduğu söylenebilir."

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, şiirde tabiatı gereği abartı bulunsa bile, hicvedilecek hususların, gerçekle muhak¬kak bir temas noktasının olması gerektiğidir. Tamamen temelsiz iddialara dayalı hicivler etkili olmadığı gibi, hicveden açısından olumsuz birtakım neticeler de doğurabilir. Meselâ, gerçekte cömertliği ile meşhur birinin cimrilikle hicvedilmesi, hicvedileni değil, şairi zor duruma düşürmektedir. Kudâme b. Ca'fer, Nakdu'ş-şi'finde kişinin, çirkinliği, sıskalığı, cimriliği veya fakirliği, soylu bir kabileye mensup olmaması hicve konu edilmesine rağmen, şayet muhatap, aslında yakışıklı, cömert, asil....vs. ise, bunu hicvin etkisini azaltan bir 'kusur' olarak görmekte, bu tarz hicivleri 'haksız bir hiciv' olarak değerlendirmektedir.

Câhiliye dönemi hicvinin başka bir temel özelliği de, hicve konu edilen özelliklerin, 'kamuoyu' tarafından hicve değer özellikler olarak kabul edilmesidir. Bu iki şartın gerçekleşmemesi durumunda, hiciv bir 'bumerang' gibi söyleyenine zarar vermektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi, Kudâme b. Cafer'in, Nakdu'ş-şi'finde, hicvin kusurları bölümünde kaydettiği, Câhiliye döneminin meşhur şairlerinden Semev'el'e (h.ö. 65/560) yapılan hiciv ve onun verdiği cevaptır. Hicveden şair her ne kadar hicvettiği hususların hasmında varlığı konusunda doğru tespitler yapmış olsa da bunların, toplum nezdinde gerçekten hicve değer görüldüğü konusunda isabetli davranamamış, dolayısıyla Semev'el'in cevabı, hiciv değeri açısından daha büyük bir etki uyandırmıştır. Nakdu'ş-şiYde Semev'el'e nisbet edilen şiir şudur:,

Bizi sayımız azdır diye ayıplıyor. Ona dedim ki: Onurlu insanların sayısı zaten az olur!
Bize, sayımızın az, komşumuzun güçlü olması, sayıca kalabalık olanların ise, komşusunun güçsüz olması, zarar verememiştir!?"

Semev'el, hakkındaki iddiayı dile getirip bunu kabul etmediğini ifade ettikten sonra, bu iddianın bir hiciv sebebi olmaktan daha çok, aslında övünç vesilesi olduğunu, -bu arada karşı tarafı da hicve¬derek- şu şekilde dile getirmektedir:
"(Bizim sayımız azdır. Çünkü) biz, öldürmeyi bir ar sebebi olarak görmeyiz, halbuki Âmir ve Selûl oğulları böyle görmektedir.
Ölüm sevgimiz, ecellerimizi bize yaklaştırmaktadır. Halbuki onlarölümü sevmemekte ve ömürleri uzun olmaktadır.
Bizim hiçbirbüyüğümüz yatağında ölmemiştir. Fakat hiçbirinin de kanı yerde kalmamıştır."

Görüldüğü gibi Semev'el, kendilerine yöneltilen sayı azlığı iddiasını kabul etmekte ancak bunun hicve konu olacak bir yönünün bulunmadığını dile getirmektedir. Sayı azlığının, soyların-daki bir problemden kaynaklanmadığını, aksine bunun kahramanlıklarının, ölümden korkmadan savaşa atılmalarının ve cesaretlerinin normal bir sonucu olduğunu söylemekte, diğer yandan da, kendilerini sayı azlığı ile hicvetmeye çalışanların sayılarının çokluğunun, korkaklıklarından kaynaklandığı, savaşmaktan âciz olduklarını, kendilerinden biri öldürüldüğünde -ölüm korkusuyla- ölenin kanının peşine düşemediklerini, oldukça etkili bir şekilde anlatmaktadır.

Hasan Taşdelen
Yard. Doç. Dr., U.Ü. İlahiyat Fakültesi

Şengül Şirin 11-30-2009 11:59 PM

Cevap : İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si
 
Câhiliye dönemi hicvinin iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için, methe konu olabilecek özelliklerinin de bilinmesine ihtiyaç vardır. Medih-hiciv arasındaki bu ilişkiyi Kudâme b. Ca'fer şu şekilde dile getirmektedir: "Hiciv, methin zıddı olduğuna göre, şiirde methe ters düşen unsurlar ne kadar çok zikredilmişse bu şiir o kadar etkili bir hiciv özelliği taşır."
Benzer bir bakış açısını, Câhiliye dönemi şiirindeki hiciv konusuna farklı bir perspektiften yaklaşan çağdaş yazar Îliyyâ Hâvî'de de görmek mümkündür.

O, Fennu'l-hicâ ve tatavvuruhu 'inde'l-'Arab adlı kitabında, hicvin bedevî cahilî ortamlarda bulunduğu ve fahrin bir uzantısı olarak, çoğu kere fahrin yanında zikredildiğini belirttikten sonra şöyle der: Hicvin bu tarzı 'selbî'dir; bu tür hicivlerde, ne hicvedenin kinle dolu kalbi ne de boş ve karanlık gözleri varlık alemine çıkar. Bu yüzden Câhiliye şiirinde, hâlâ bir lokma için mücadele veren bedevî insanın sureti görünür. Halbuki şehrin ürettiği hicivde en büyük gaye, keşfedilmesi yolunda çaba¬layan insanın mücadelesidir. Bu hicivde, insan, hayatının bir gayesi olduğunu anlar; bu hiciv insanı, faydasızlık, önemsizlik ve amaçsızlık hissinden kurtarır.

Buradan hareketle, Kudâme b. Ca'fer'in hiciv hakkındaki yorumlarını tam olarak anlayabilmek için, onun şiirde methe konu olabilecek özelliklere dair yaptığı değerlendirmeye göz atmakta fayda vardır. O, şiirdeki medih konularını dört ana başlık halinde toplamanın mümkün olduğunu dile getirmektedir. Bunlar, akıl, şecaat, adalet ve iffettir. Bu dört başlık altında yer alan konularla medheden isabetli davranmış bunların dışına çıkanlar ise, hatalı davranmış olur.

Şiirde ne kadar medih konusu varsa, ya bu dört maddeden birinin doğrudan konusudur veya bunların birbiriyle terkib edilmelerinden oluşan bir konudur. Ancak, Kudâme'ye göre bu kısım, ancak derin kavrayış sahibi kimselerce fark edilebilir.
Meselâ, akıl başlığı altında, kültür, hayâ, beyan (muradını güzelce ifade edebilme), siyaset, yeterlik, delilini ortaya koyabilme, bilgi, ağırbaşlılık gibi konular bulunmaktadır.
İffet başlığı altında, kanaat, hırslı olmamak, ırzını korumak ve benzeri konular bulunmaktadır.

Şecaat başlığı altında, topraklarını koruma, kabilesini savun¬ma, intikam alma, düşmana amansız saldırı, heybet, rakipleri ile vuruşabilme, ıssız çöllerde korkusuzca yolculuk edebilme vs. bulunmaktadır.

Adalet başlığı altında ise, müsamahalı olma, mağduriyete katlanma, ihsanda bulunma, isteyene verme, konuk ağırlama gibi hususlar bulunmaktadır.
Bu hasletlerin birbiri ile terkibi de altı ana başlık altında incelenebilir:
Akıl ve şecaatin terkibinden, musibetler ve sıkıntılar karşısında tahammüllü olmak; bir tehditle karşı karşıya kalınmışsa bunun takipçisi olmak; akıl ve iffetin terkibinden, dilencilik yapmamak, aza kanaat etmek; şecaat ve cömertliğin terkibinden, itlaf, sözünde durmamak; şecaat ve iffetin terkibinden, kötü söz ve davranışlara tavır almak, mahremiyeti korumak; cömertlik ve iffetin terkibinden, başkalarını kendine tercih etmek hasıl olur.

Kudâme'ye göre, bir insan, yukarıda zikredilen hususların ne kadarından mahrum gösterilebilirse, şiirdeki hiciv de o nispette güçlü olacaktır.
Îliyyâ Hâvî, etkisi açısından çok önemli görmesine rağmen, Kudâme b. Ca'fer'in aksine, hicvi ifade ettiği mana açısından tâli bir konuma oturtmaktadır. Ona göre Câhiliye dönemindeki hicivler, bir taraftan kabilenin düşman kabileye bakışını yansıtırken -ki o, bu tür hicivleri daha çok fahrin bir uzantısı olarak değerlendirmektedir-diğer taraftan, savaş meydanında kaybedilen bir mücadelenin şiir mısralarında kazanılması veya zararlarının azaltılması amacına yöneliktir. Nasıl bir kahraman, kılıcını, hem savunma hem desaldırma maksatlı kullanabiliyorsa, şair de şiirini "çekişmelerde ve düşmana saldırırken tıpkı bir silah gibi" kullanmaktaydı.

Kudâme b. Ca'fer'le Îliyyâ Hâvî arasındaki ifade farklılığı ortadadır. Bu durum, ilkinin meseleye -yaşadığı dönem itibariyle-klâsik yöntemlerle yaklaşmasından ve değerlendirmelerini buna göre yapmasından, ikincinin de konuyu daha modern bir perspektifle ele almaya gayret etmesinden kaynaklanmaktadır. Kudâme, klâsik bir bakış açısıyla değerlendirerek, hicvi sadece temaları bakımından işlemiş ve bunların şiire dökülme kuralları üzerinde durmuş, değerlendirmesini buna göre yapmıştır. Îliyyâ Hâvî'nin bakış açısı ise daha modern bir görünüm sergilemektedir. O, şiirin gelişim evreleri açısından meseleye bakmış, hicvin fahre yardımcı bir tema olmaktan çıkarak, başlı başına bir sanata dönüşerek müstakil hale gelmesini göz önünde bulundurmuştur.

Bu açıdan yapılan bir değerlendirmede tabiidir ki, Câhiliye döneminde şiirin bir parçası olarak ve bir amaç için üretilmiş olan hiciv, daha sonra sanat hâline gelen ve sanat icra etmiş olmak için üretilen hicvin ilk ve ibtidai halkası olarak görülecektir.
Emevîler döneminde gelişimine devam eden hiciv, yavaş yavaş müstakil bir şiir sanatı hâline dönüşmeye başlamıştır. Bu dönemde özellikle şairlerin birbirlerini karşılıklı olarak hicvetmeleri 'nekaîz" (müfredi 'nakîza') olarak anılmaya başlamıştır. Abbasîler döneminde ise, bir değişim daha geçiren hiciv, bir taraftan daha fazla sosyal konuların hicvine yönelirken diğer taraftan da sanat açısından zirveye tırmanmıştır.

Câhiliye döneminde şiirlerinde hicve yer veren şairler olarak, İmru'u'l-Kays (ö. m. 545?) ve Subey' b. 'Avf (ö. ?), Umeyye b. Halef el-Huzâ'î (ö. 2/624) ile Hassân b. Sâbit (ö. 54/674), yine Hassân b. Sâbit ile Yezîd b. Tu'me (ö. ?), Hassân b. Sâbit ile Ebû Sufyân b. el-Hâris (ö. 31/651-52), Te'ebbata Şerran (ö. m. 540) ile Hâcir el-Esedî (ö.?), el-Burc b. Hallâs (ö.?) ile el-Husayn b. el-Humâm el-Murrî (ö. 612), Ebû Zu'eyb el-Huzelî (ö. 28/648-49) ile Hâlid b. Zuheyr (ö.?) zikredilebilir. Ancak, Îliyyâ Hâvî'ye göre, -daha önce de işaret edildiği gibi- bütün bu şairlerin ortaya koydukları örnekler, hicvin emekleme dönemini ifade etmekte ve şiirin diğer temaları arasında kendine güç belâ yer bulabilmektedir.
Özetlemek gerekirse, Câhiliye şiirinin genel dinamikleri başlıca şu çatışmalardan doğmaktadır:

1) Fertle, kabile ve toplum arasındaki sürtüşmeler.
2) Fert ve devlet arasındaki sürtüşmeler (Arapların Câhiliye
döneminde bugün anladığımız mânâda bir devlet söz konusu değildi.
Burada kastedilen, Arapların etrafındaki devletlerdir. Arap şairleri,
şiirlerinde bu devletlerin krallarını hicvetmişlerdir).
3) Kabileler arasındaki sürtüşme ve savaşlar.
4) Fertler arası sürtüşme rekabetler.
Câhiliye dönemi hicvi, sanat açısından değerlendirildiğinde şunlar söylenebilir:
1) Câhiliye dönemi şiirlerinde hiciv kasidenin, gazel, atlâl, şarap, vs. gibi bölümlerinden birisidir. Müstakil hiciv kasideleri yazılmamıştır. Daha çok, yukarıda değinildiği gibi yardımcı bir unsur olarak kullanılmıştır.
2) Şiir, vasıf (betim), gazel, medih gibi bir amaç veya başlı başına bir sanat olarak telakki edilmeyip, bunun yerine, kendini savunma veya karşı tarafın yaptığı işi dile dolayarak ondan intikam alma şeklinde moral bir değere dayandırılmıştır.
3) Karşı taraf, küfürlü sözlerle değil, bulunması gerektiği halde bulunmayan (kahramanlık, vefakârlık, asalet gibi) niteliklerle hicve konu edilmiştir.
4) Çoğunlukla karşılıklı atışmalar şeklinde cereyan etmiştir. Taraflardan biri, hicvedilmesi durumunda buna cevap vermiş, ama aynı zamanda verdiği cevapla da karşı tarafı taşlamıştır. Karşı taraf da buna göre savunmasını yapmıştır.
5) Câhiliye şairleri, kendi komplekslerini, fiziksel kusurlarını hicve konu yapmamışlardır. Câhiliye şairlerinin hicivlerinde, onların gerçek ruh hallerine ait izler bulamayız.

Şengül Şirin 12-01-2009 12:00 AM

Cevap : İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si
 
Hassân b. Sâbit'in Hemziyye'si

İslâm'ın ilk dönemlerinde, Müslümanlar ile müşrikler arasında yaşanan ve zaman zaman silahlı karşılaşmalara dönüşen durum, hicvin canlanması için çok uygun bir ortam sağlamıştır. Bir taraftan maddî mücadele yürütülürken, diğer taraftan buna yardımcı olmak üzere psikolojik savaş stratejileri yürütülmüştür ki bunun en çarpıcı örneğini de hiciv teşkil etmektedir. Yapılan savaşlarda yenen tarafın bu zaferini şiirine yansıtması, yenilen tarafından da buna cevap vermeye çalışması, oldukça canlı bir ortam oluşturmuştur. Meselâ,hicretle beraber, Medine'de Evs ve Hazrec kabileleri arasında bu kabilelerin şairlerinin şiirlerine de yansıyan sürtüşme, sönme nokta¬sına gelmiş, fakat bu sefer Mekke müşriklerinin sözcülüğünü yapan, 'Abdullah b. ez-Ziba'râ (ö. m. 636?), Dirâr b. el-Hattâb (ö. m. 633) gibi şairlere cevap vermeye yönelmiştir. Bu konuda öne çıkan iki

Medineli şair Hassân b. Sâbit ve Kâ'b b. Mâlik'tir (ö. 50/670).
Aşağıda metnini ve tercümesini verdiğimiz, Hassân b. Sâbit'e ait 'Hemziyye' unvanlı kaside, İslâm'ın ilk dönemine ait bir hiciv örneğidir. Bu dönemi kendinden önceki ve sonraki dönemlere göre ayrıcalıklı kılan şey, Câhiliye dönemi tarzındaki hicvin en parlak dönemini temsil ediyor olmasıdır. Zira, bu dönemde hicvetmek için gereken motivasyon yeni davetle beraber zirveye ulaşmıştı. Putpe¬restlerle Müslümanlar arasındaki şiddetli ve zaman zaman savaşa dönüşen mücadele, benzer şiddette -psikolojik bir harp stratejisi olduğu düşünülen- şiire ait sahada da yaşanıyordu. Bununla birlikte bu dönem, yepyeni bir inanç ve değerler sisteminin şiir vasıtasıyla tanıtılması noktasında, hicvin muhtevası bakımından da bir yenilik anlamı taşıyordu. Bu yüzden, Kahtân Reşîd et-Temîmî'nin şu değerlendirmesi oldukça yerinde görünmektedir:

"Her ne kadar İslâm; şarap, gazel ve eğlence gibi şiirin bazı konularının geri plana itilmesine yol açmışsa da, başka bazı bakımlardan hicvin güçlenip gelişmesinde de etkili olmuştur. Zira, İslâm'ın ilk dönemlerinde, Câhiliye ruhu hala ideal ve değerleriyle insanlar üzerinde etkisini devam ettiriyordu. Dolayısıyla Câhiliye dönemi hicvi, dinî hicivde de kendini güçlü bir şekilde hissettirmiştir. İslâm'ın zuhurundan sonra soy, asalet, kabile ırkçılığı, korkaklık ve teslimiyetçiliğin yerilmesi gibi konular zayıflamamıştır. Bununla birlikte hiciv üslubunda, İslâmî etki, sadeliğiyle, anlaşılırlığıyla, bazı Kur'anî mefhumları kullanmasıyla ve zaman zaman Kur'anî tarzda münakaşa ve delillendirmeye başvurmasıyla açık bir şekilde görünüyordu."
İslâm'ın topluma tamamen hakim olmasından sonra ise, bu tür hicivde bir gerileme yaşandığı, bunun yerini siyasi hicvin aldığını da ifade etmek gerekir.
Hassân b. Sâbit 'Hemziyye' kasidesini, Hz. Peygamberi hicvet¬miş bulunan Ebû Sufyân b. el-Hâris'e cevaben -ki o sırada henüz Müslüman değildi- Mekke'nin fethinden hemen önce söylemiştir. Kaside, kafiyeleri hemze ile bittiği için 'hemziyye' adını almıştır.

Bu şiirin başındaki (ilk on beyit) şarap tasvirinin yapıldığı bölümle ilgili olarak, Hassân b. Sâbit'in bunları Câhiliye döneminde yazdığı, kalan kısmını ise İslâmî dönemde tamamladığı şeklinde yorumlar vardır. Bu yorumların sebebi İslâm'ın şarap içmeyi kesin olarak yasaklamasıdır. Böyle bir yasak ortada iken şarap içmeye özendirici özellik taşıyan tasvirlerin dile getirilmesinin mümkün olmadığını düşünenler, kasidenin bu bölümünün Câhiliye döneminde söylenmiş olması gerektiği kanaatini taşımaktadırlar. Ancak, şiirin rivayeti konusunda herhangi bir problem olmadığını varsaydığımızda, bu tür yorumların çok da kabul edilebilir olmadığını söylememiz gerekir. Zira Câhiliye döneminde yarım bırakılmış bir kasidenin, İslâmî dönemde tamamlanmak zorunluluğunun bulunmasını anlamak mümkün değildir. İslâmî dönemde de yeni bir kasideye yeni bir giriş yapılması pekala mümkündür.

Hassân b. Sâbit'in divanını şerh eden Berkûkî'ye göre de, kasidenin bu bölümü Hassân b. Sâbit tarafından, henüz Müslüman olmadan söylenen kısmıdır. Kasidenin geri kalan kısmı ise, Müslü¬man olduktan sonra tamamlanmıştır. Yine Berkûkî'nin kaydettiğine göre, Hassân b. Sâbit şarap içen bazı gençleri şiddetle azarladığında ona, "Bize bu izni veren sensin, bizim içki içmeyi bırakmamıza senin 'İçeriz de aslanlara dönüşürüz...' demen engel olmuştur' dedikle¬rinde, şöyle cevap vermiştir: "Bunlar benim Câhiliye döneminde söylediğim şeylerdir. Ben, vallâhi, Müslüman olduktan sonra ağzıma hiç içki koymadım."

Yine kasidenin başındaki bu kısmın önceden yazılmış olması gerektiğini söyleyenler, ikinci bir delil olarak, bu bölümünün kasidenin diğer bölümüyle hiçbir manevi irtibatının olmadığını ileri sürmektedir. Bu yüzden bu bölümün Hassân b. Sâbit'e nispetinin şüphe taşıdığını dile getirenler de vardır.

İhsân en-Nass ise, kasidenin bu şekliyle, bir bütünlük taşıdığını, ilk bölümün kaldırılması durumunda, kasidenin şeklîbütünlüğünün bozulacağını dile getirerek, bu kısmın da Hassân b. Sâbit'e ait olması gerektiğini ifade eder. Bununla birlikte, kasidenin ilk bölümünün Câhiliye döneminde söylenmiş olduğu düşünülse bile, Hassân b. Sâbit'i İslâmî dönemdeki bir kasidesi için böyle bir giriş bölümünün güzel bir tercih olmadığı kanaatini taşımaktadır. Bu durumda söylenebilecek tek şey, buradaki ifadelerin İslâm öncesi gençlik günleri anılarını tazelemek olduğudur. Yoksa İslâm dönemindeki yaşantısı değildir.

Esasen Câhiliye dönemi şiirlerinde kasideye, sevgilinin anlatımı, şarap, kalıntılar vs. zikredilerek giriş yapılması, şairin ustalığını ve şiir söyleme sanatında söz sahibi olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Zira, bu konular Arap şiirinde oldukça fazla işlenen konulardır. Bu yüzden yeni ve orijinal ifadeler bulabilmek, muhatapların dikkatini çekebilmek ve etkileyebilmek için, ustalık sergilenmesi gerekmektedir. Şiirin bu bölümünü asıl konuya geçiş yapılması için bir tür 'ısınma faaliyeti' olarak değerlendirmek mümkündür. Bu sebeple, ustalık sergilenmesi gereken bu bölümde, kişinin kendi düşüncelerinden daha çok sanatını konuşturması ve ustalığını sergilemesi gerekmektedir. Böyle bir bakış açısı, 'Hemziyye'de giriş kısmında, kasidenin geri kalan kısmı arasında irtibat bulunmadığını söyleyenler için de makul bir cevap olabilir. Yine böyle bir değerlendirme, Câhiliye şiirinin şeklî yapısı göz önünde bulundurulduğunda Müslüman bir şairden, şarap ve kadın tasvirine dair ifadeler işitilmesini de belli bir mantıkî çerçeveye oturtmaktadır. Yani bu kısımdaki temel amaç, şairin kendi duygu ve düşüncelerini dile getirmekten daha çok, sanat ve ustalığını gösterme amacına yöneliktir. Bu yüzden, giriş kısmında dile getirilen hususların gerçekliğinin sorgulanmasının çok da önemli olmadığını belirtmekte fayda vardır. __________________

Şengül Şirin 12-01-2009 12:01 AM

Cevap : İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si
 
Hassân b. Sâbit'in Hemziyye'si:

Zâtu'l-Esâbi'deki izler kayboldu. el-Civâ'dan ta Azrâ'ya kadar olan mevkilerdeki evler de bomboş.
Oralarda artık cömert insanlar yok. Rüzgarlarve yağmurlar, onların izini silmekte.
Zâtu'l-Esâbi' ve Civâ', Şam'ın (Dımaşk) hemen dışında olan iki yerleşim birimidir. 'Azrâ' ise Şam'a bir konaklık uzaklıktadır. Buralar Gassânîler döneminde, idarenin başında olan Benû Cefne'nin yerleşim birimlerindendir. Câhiliye döneminde buralara gelmiş ve bu idarecilerle tanışıp yardımlarını görmüş olan Hassân b. Sâbit, o eski günlerin anısına kasidesine bu şekilde başlamaktadır.

İkinci beyitte geçen 'Benu'l-Hashâs' hakkında Berkûkî, el-Hashâs b. Mâlik'in oğullarının bu isimle yâd edildiğini naklettikten sonra şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: "Bununla birlikte bence Hassân (r.a.) hâlâ, Gassanî krallarından ve onların cömertliğinden bahsetmektedir. Zira İbn Fâris (ö. 395/1004) 'hashâs'ın, 'açlığı cömertliği ile gideren insan' olduğunu söylemiştir. Bu durumda 'benu'l-hashâs' cömert insanlar manasına gelmektedir."
Halbuki oraları şenlendirenler vardı, otlaklarında da, develer ve koyunlar.

Her neyse bırakalım (bu eski anıları), gece çöktüğünde beni kim uykusuz bırakan bir hayalden kurtarabilir?
Kişiyi kulu kölesi yapan (sevgilim) Şa'sâ'nın hayalidir bu. Ki ona tutulanın gönlü bir türlü bu dertten kurtulamıyor.
Sevgilimin ağzı, içine bal ve su karıştırılmış, yıllanmış değerli Beyt Râs (Ürdünde bir yer adı) şarabı,

Veya olgunlaşıp dalını aşağıya doğru eğmiş taze elma gibi (tatlı ve güzel kokuludur.)

Birgün çeşit çeşit içkilerden laf açılacak olursa, bunların hepsi bir yana güzel şarap bir yanadır.
Eğer aramızda kavga veya ağız dalaşı olur da kınanacak bir şeyler yaparsak, suçu ona atıveririz.

İçeriz, içeriz de bizi krallara ve vuruşmanın korkutamayacağı aslanlara dönüştürüverir.

Atsız kalalım, şayet siz onları Kedâ'da (Mekke'deki en yüksek tepe) buluşmak üzere tozu dumana katarak koşarken görmezseniz.

Ve (süvarilerinin emirlerini duymak istercesine) başlarını sağa sola kıvırarak, gemlerini çekiştirirken (görmezseniz). Üstlerinde de (kana) susamış mızraklar vardır.

Bu beytin birinci bölümü, Berkûkî'nin divanında, AJC'VI JUIJJ ¿JI.IT> <- Safkanlarımız birbirini geçmek için ha bire yarışırlar. Kadınlar -geri çevirmek için- başörtüleriyle onlara vurur.

Şayet, başımızdan savuşup giderseniz umremizi yaparız. Böylece, fetih gerçekleşmiş ve perde açılmış olur. (Hazret-i Peygamber'in rüyasının tevili gerçekleşmiş olur).

Aksi takdirde, bekleyin vuruşmanın olacağı günü ki, Allah o günde dilediğine yardımcı olacaktır.
Hem de Allah'ın elçisi Cebrail bizim aramızdadır. Rûhu'l-Kuds'un (Cebrail'in) asla bir dengi yoktur (sizin aranızda).

Allah şöyle buyurdu: "Ben gerçeği dile getiren bir kulu elçi yaptım. İmtihanların (musibetlerin) faydası olsa....!"
Ben ona tanıklık ettim. Kalkın siz de onu doğrulayın! Dediniz ki: Ne kalkarız ne de böyle bir şeyi aklımızdan geçiririz.
Allah buyurdu ki: Ben bir orduyu harekete geçirdim. Onlar Ensâr'dır, onların tek derdi düşmanla buluşmaktır.
Biz Ensâr her gün Me'ad Kabilesi (Kureyş) ile sövüşür veya vuruşur ya da yerişiriz.
Bizi hicvedenleri, beyitlerimizle gemleriz. (Savaş kızışıp da) akan kanlar birbirine karıştığı zaman, kılıç sallamasını da biliriz.
Bak! Ebû Sufyân b. el-Hâris'e benim şöyle dediğimi naklet: -ki sen Ey Ebû Sufyân, kof, ödlek bir hiçsin-
"Kılıçlarımız seni ve 'Abduddâr'i bir köleye dönüştürmüş de onların kadınları efendileri hâline gelmişti."
Sen Muhammed'i (s.a.v.) hicvettin, ben de sana cevabını yapıştırdım. Allah katında bunun bir mükâfatı vardır.
Onu hicvetmeye mi yelteniyorsun, dengi olmadığın halde. Hanginiz kötü ise, iyi olana feda olsun!
(Kötü olan tabii ki sensin. Çünkü sen) Mübarek, iyi, hanif, Allah'ın risaletini emanet ettiği, tabiatı vefâkârlık olan bir insana dil uzattın.
Aynı mıdır, sizden Allah Resulüne dil uzatan kişi ile, onu metheden ve yardımcısı olanlar!
Babam, ceddim ve şerefim, Muhammed'in (s.a.v.) şerefini size karşı korumak için bir kalkandır.
Beyitte geçen u^je kelimesi farklı manalara gelebilmektedir. el-Beğavî (ö.510/1117), Şerhu's-sunne'sinde ( ^Sjlc ^^Ijcîj ^Slljiîj jli al J^) hadisini açıklarken kelimenin taşıdığı manalar hakkında derli toplu malumat vermektedir. Buna göre ''ırd' kelimesi insanın toplum içinde yücetilmesine veya alçaltılmasına sebep olan hususların tamamıdır. Bunlar, kişinin sadece kendisinde olabileceği gibi sadece soyunda da bulunabilir. Yani kişi atalarının yapıp ettikleriyle övüle-bilir veya yerilebilir. el-Beğavî, İbn Kuteybe (ö. 276/889) dışında dilcilerin çoğunluğunun bu kanaatte olduğunu ifade etmektedir.

İbn Kuteybe, bazı hadisleri delil olarak kullanmak suretiyle bu kelimenin sadece 'nefs/kişinin zatı veya bedeni' manasına geldiğini iddia etmekte ve yukarıda zikredilen beyti de buna göre yorumla¬maktadır. Nitekim Berkûkî de, ''ırd' kelimesine el-Beğavî'ye atfen verdiğimiz manaların tamamını İbnul-Esîr'den (ö. 606/1210) naklet¬tikten sonra, tercihini 'ırd' kelimesinin bu beyitte 'nefs' manasına geldiğini söyleyerek dile getirmektedir. O, bununla birlikte, beyittegeçen 'ırd' kelimesine 'kişiye atalarından miras kalan iyi veya kötü nam/şeref/namus' manasının verilmesinin de mümkün olduğunu, bu takdirde beyitte 'husustan sonra umûm' yapılmış olacağını ifade etmektedir.

Halbuki, el-Beğavî, İbn Kuteybe'nin kendisine delil olarak kullandığı hadisleri teker teker ele alarak, bu hadislerde geçen 'ırd/a'râd' kelimelerinin 'nefs' manasına gelmediğini zikrettikten sonra, yukarıdaki beyitte geçen (çr^jc) ifadesinin 'nefsim' manasıyla değil, 'bana iyi veya kötü nam bırakmış bütün seleflerim' manasıyla değerlendirilmesinin daha uygun olacağını ifade etmiştir. O halde, bu manaya en uygun Türkçe karşılık 'şeref' veya 'namus' olarak görünmektedir. Beyitte geçen jc) ifadesine 'nefsim' veya 'bedenim' manası verilmesi durumunda, hemen öncesindeki 'babam' ve 'ceddim' ile mana irtibatının zayıfladığını düşündüğümüz için, bu ifadeyi 'şerefim' şeklinde Türçe'ye çevirmeyi daha uygun bulduk.
Eğer Lu'ey oğulları Cuzeyme'lileri yakalarsa, (bilinsin ki) onların katledilmesi yüreğimizi soğutur.
Çünkü onlar, bize karşı cephe alan kişilerdir. Bu yüzden tırnaklarımızda hâlâ kanları var.
el-Hâris b. Ebî Dırar'ın anlaşması ve Kurayza'nın anlaşması (anlaşmayı ihlal ettikleri için) artık hükümsüzdür.
Dilim, kusursuz keskin bir kılıçtır. Denizime gelince, onu da (içine daldırılan) kovalar bulandıramaz. __________________

Şengül Şirin 12-01-2009 12:02 AM

Cevap : İslâm’ın İlk Dönemine Ait Bir Hiciv Örneği: Hassân B. Sâbit’in Hemziyye’si
 
Sonuç

Câhiliye döneminde, daha sonraki dönemlerde incelip sanat hâline dönüşmüş ve Abbasîler döneminde zirveye ulaşmış olan edebî hiciv örnekleri görülmez. Zira bu dönemde, şiirlerde yer alan hicivleramaç değil araçtır, genellikle, fahrin bir uzantısı olarak görülür. Halbuki daha sonraki dönemlerde şair hicvi bir sanat olarak icra etmeye başlamıştır.

Bu yüzden Câhiliye dönemi şiirlerinde, gazel, şarap, vasf, fahr ana temalar olarak görülürken, hiciv bunların arasına sıkıştırılmış, tâli öneme sahip bir unsur olarak ortaya çıkar. Îliyyâ Hâvî, bunun sebebi olarak, Câhiliye dönemi şairinin enaniyetini görür. Câhiliye dönemi şairi öncelikli olarak kendine bakar. Başkalarına bakmayı gerektiren hiciv, bu yüzden, onda, ancak, yine kendini savunmak ve hak aramak amacına matuf olarak vardır. Bu sebeple, 'fahr' ve 'vasf' şiirlere o kadar hâkimdir ki, neredeyse hicve yer kalmamaktadır. Bu durum aynı zamanda, Câhiliye dönemine ait hicivlerin daha sonra bir sanat olarak ortaya çıkan hicivden niçin daha geri durumda kabul edildiğini de izah etmektedir.

Hiciv (nekâiz), Emevîler döneminde özellikle el-Ahtal (ö. 92/710-711), Farazdak (ö. 114/732) ve Cerîrle (ö. 114/732) farklı bir yöne doğru gelişmeye başlamış, Abbasîler döneminde ise İbnu'r-Rûmî (ö. 286/896), Mutenebbî (ö. 354/965), el-Ma'arrî (ö. 449/1057) gibi parlak şairler aracılığıyla olgunluğa erişmiştir.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.