![]() |
Rönesans Mimarisi
14 Eklenti(ler)
Rönesans Mimarisi Ortaçağ sanat dünyası içinde tohumu atılan ve çeşitli ekenlerle büyüyen yeni dünya görüşü, birden ortaya çıkmamış sosyal, ekonomik, bilimsel ve teknik gelişmeleri içeren olayların sonucunda oluşmuştu. Ayrıca dönemin düşünce yapısı sanata etki eden önemli unsurdu. Sanat hareketleri de bu toplumsal gelişime paralel olarak belirip, gelişmiştir.
Yeni dünya görüşünün bir özelliği, insanın kendi dünyevi güçlerini anlamasıdır. Bilindiği gibi ortaçağda halk, sanatçılar, bilim ve din adamları kilisenin inancına paralel bir tanrı görüşüne sahipti. Ancak daha gotik dönemde bile ortaçağda kilise ile aynı görüşü paylaşmayan insanların ortaya çıktığını biliyoruz. İşte bu farklılaşma dinin insanın akıl terazisinde ölçülüp değerlendirildiğini göstermektedir. Bu hareket gittikçe büyümüş ve insanın kendi eleştirisine de önem vermesi ile sonuçlanmıştı. Bu eleştiri ortaçağ anlayışını da yargılayacak ve dinin Rönesans çağında zayıflamasına neden olacaktı. Başta Hıristiyanlığı eleştiren bazı felsefe okullarının ve bazı filozof kralların ortaya çıkması ile ve diğer etkiler ile din kurumu dünyevi ilişkilerinden gittikçe uzaklaşmıştır. Bunun mimaride yansıması olarak daha erken zamanlarda Gotik dönemde Roman kilisesinde tanrıyı temsil eden apsid tarafındaki kulelerin, kralı temsil eden batı tarafındaki kulelerden daha alçak yapılarak belirdiğine tanık olunmuştu. http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403762 Bramante, Roma Monterio'da St.Pietro Kilisesi 1502 Bu yeni görüşleri yansıtan biçimlemeler, insanın kendi yorum ve düşüncelerine dogmalardan daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Bu yeni görüş ortaçağın gotik katedrali karşısında, Rönesans’ın merkezi planlı yapısıyla da biçimlenmiş olmaktadır. Bu farkı en iyi 1400 yıllarında Regensburg’da yapılan ve tanrıya doğru sonsuzluğa yükselir şekilde inşa edilmek istenen Dom ile yüzyıl sonra 1502 de mimar Bramante tarafından Roma’da yapılan St.Pietro Kilisesi arasında görülür. St. Pietro kilisesinin kubbesi bir yarım küre iken ön cephesinde yarım daire planlara yer veriliyordu. Çember ve küre antikçağda mutluluk sembolü olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Ortaçağ dogmalarının yerini yeni çağda bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal, mülk alıyordu. Ortaçağda eserinin altına imza atamayan sanatçı, bu çağda artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını atacaktı. Rönesans’ta Mimari Geç Gotik, Orta Avrupa’da 15. Yüzyılda eserlerini vermeye başladığında İtalya’da Floransa’da erken Rönesans’ın ürünleri görülmeye başlamıştı. İtalyanlar Gotiği bir barbar sanatı olarak kabul ettikleri için önce Floransa’da bir karşı sanat hareketi başlamış ve Roma 1500’li yıllardan başlayarak bu yeni anlayışı en üst düzeye çıkarmıştı. Rönesans mimarisinin kurucusu olarak Florensa’lı Flippo Bruneleschi kabul edilir. Kırk yaşına kadar heykelci olan sanatçının ilk eseri Floransa Domudur. Burada kaburgalı kubbe yapısında Gotik etkisi görülür. Sanatçının 1421 de yaptığı St. Lorenzo kilisesinde Gotik etki tamamen kaybolmuştur. Bu kilise daha sonra Michelangelo’nun yapacağı Medici ailesinin mezar kilisesi için de bir örnek teşkil edecektir. Bruneleschi ilk eserlerinde Roman ve ilk Hıristiyanlık eserlerinden yararlanarak biçimlendirmişti. Daha sonra ise antik kaynaklara yönelmişti. Bu hareketin ikinci temsilcisi Leon Battista Alberti idi. Şair, kompozitör, hukukçu ve sporcu olan sanatçı, Bologna üniversitesini bitirip papaz olmuştu. Ancak sanat, matematik, felsefe ve yapı sanatı üzerine yazılar yazmıştı. Mimar Alberti, Hıristiyan kutsal yapısı ile Roman yapısını birleştirme yolunu tutmuştu. Bu sentezini Rimini’de S.Fransesco kilisesinde uygulamak istemiş ancak eser yarım kalmıştı. Alberti’nin bir diğer yapısı da Mantua’da ki S.Andrea kilisesi idi. Bu yapı uzun bir salon ve iki yanda birbirlerinden ayrılmış şapelle nişlerin yer aldığı bölmelerden ibaretti. Rönesans’ta tekrardan görmeye başladığımız merkezi yapı heyecanını Bizans’tan alıyordu. Gotik sanata olan düşmanlık Bizans sanatına yakınlık sağlıyordu. Çapraz geminin kesiştiği yeri de bir kubbe kapatıyordu. Uzun salonu ise taştan bir tonoz örtüyordu. Bu yapı Gotik’den ayrılıyordu. Gotik’te her yöneliş derine ve yukarı doğru hareket halinde olduğu halde, burada mekan hareketi, yerinde duran bir etkide idi. Gotik’te duvarlar, ayaklar, ve tonozlar silme ve kaburgalarla hareket eden ve bir yöne yönelen etki içersinde düzenlenmişlerdi. Rönesans, kaburgayı ve kaburgalı haç tonozu, dinamik etkileri nedeniyle ret ediyordu. Bunun yerine klasik tonoz ile kubbeyi ele alıyordu. Çünkü bu unsurlarda hareket özelliği bulunmuyordu. Çatı örtüsü için eski Roma’nın saray ve hamamları örnek alınmıştı. Buradaki formlar Rönesans sanatçısına daha ağır başlı sakin ve ölçülü geliyordu. Bu yapılarda insan yeniden ana ölçü birimi olmuştur. Ve bu şekilde sanatçı, gotikte mantıklı olmayan oranlar ve dini düşünce ile ilişkisini tamamen keser. Leon Battista Alberti, San Andrea kilisesi, Mantua 1472 Bu klasik anlayışta Floransa dışında yalnız Alberti yapılar inşa eder. Kuzey İtalya’da 16. Yüzyıla kadar karışık bir üslup hakim olur. Bu karışık üslup geç Gotik ile antik unsurları birleştirmeye çalışır. Yukarı İtalya’da klasik üsluba dönüş, bir fresk ressamı olan Donato Bramante ile başlar (1444-1514) Milano’da Santa Maria Grazia kilisesini yapan sanatçı daha sonra merkezi planlı yapıların en güzel örneği olan St. Pietro klisesini gerçekleştirmişti. Bramante’nin daha sonraki görevi Papaların Avignon’dan dönmesini takiben yaşadıkları yer olan Vatikan’ın yeniden düzenlenmesi idi. Rönesan’ın dini ve sivil yapıları aynı unsur ve özellikleri göstermektedir. Sivil mimarinin en önemli sonucu Plazzo yani sarayların kazanılması idi. Yeniçağ, kral ve prensler için şato yerine sarayları uygun görüyordu. Bu yapılarda toplum içinde kendini kabul ettirmiş, tüccar, bankacı zihniyeti olan kral oturuyor, kudreti ve hümanist kültürü ile çevresindekilerden üstün olduğu kabul ediliyordu. Plazzo’da Helenistik sütunları ile avlu önemli bir unsurdu .Muhteşem bir temsil gücü olması gereken yapının, özellikle cephesi gösterişli idi. Konsollu frizler ve rustik tarzı yer yer heroik etki yaratıyordu. Sivil mimari alanında, klasik üslupta en çok eser veren sanatçılar Venedik okulundan Jacopo Sansovino (1486-1570) ve Vicenza'lı Andrea Paladio’dur (1518-1580). Mimar Paladio, Sasovino’ya nazaran daha klasik üsluba yakın olup Vicenza’da bir bazilika, bir tiyatro, bir saray inşa ederek yeni mimarinin temellerini atarken bu şehri de bir sanat merkezi haline getiriyordu. Bir çok büyük yapıyı gerçekleştiren Paladio, Kuzey İtalya’da sayıları 20 kadar olan villa yapmıştır. Paladio eserlerindeki tutarlılık ve sadelikten kaynaklanan başarısı nedeniyle ileri dönemlerde yapıtlarından en çok esinlenen mimar olacaktır. Rönesans yapı anlayışının kısa bir zaman içinde son bulması ve bizzat klasik dönem sanatçılarından Michelangelo tarafından Barok’a yöneltilmesi dikkat çekicidir. Rönesans mimarisi 16. Yüzyıla gelindiğinde yerini Barok mimariye bırakmıştır. Bu dönemden sonra Avrupa’da yapılarda görülen Rönesans etkisi bir süslemeden öteye gitmemiştir. Rönesans Mimarisinden Bazı Örnekler: http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403762 Sistine Şapeli'nin içi http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403673 Santa Maria del Fiero Dom'u http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403762 Pazzi Şapel(içten görünüm) http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403673 San Lorenzo Kilisesi http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258403673 Santa Maria delle Grazie Kaynak:Sanattarihi.org |
Cevap : Rönesans Mimarisi
3 Eklenti(ler)
MICHELANGELO The Sistine Chapel'in tavanlarını 4.5 sene boyunca yattığı yerden resmetmiştir....Her bölüm incilden bir konuyu tasvir eder... Boş kalan tavanın süslenmesi işi de 1508de II. Julius tarafından Michelangeloya verilir.Michelangelo, 48 metre uzunluğunda ve 13 metre genişliğinde olan bu tavanı, tam dört buçuk yıl, yukarıya kadar tırmanıp sırtüstü yatarak 343 figürle, tek başına süslemiştir. Onun Giovanni da Psitoiaya yazdığı sone, bu halini şöyle anlatır: Resim yapmak için yukarıya bakmaktan Ensem tutuldu. Fırçamdan düşen damlalar, Çehremde, alaca renkli, Muhteşem bir mozaik yarattı. Michelangelo, zaman zaman aşağı inip, yaptıklarını uzaktan kontrol etmek zorunda kalıyordu. Sistina kilisesinin tavanı çok büyüktü. Seyircilerin, resimleri aşağıdan iyi görmeleri için onların büyük olması gerekiyordu. Bir insanın, ayaklarının nerede olacağını bilmeden başını yapmak gerçekten güç bir şeydi. Sanatçı bu güçlüğü eşsiz bir ustalıkla yenmiştir. 1512 yılının eylülünde tamamlanan muazzam tavan resimlerini, kiliseye girenler, hayretle, hayranlıkla seyredebildi. Dünyanın yaradılışını ve insanoğlunun kara alın yazısını anlatan bu resimler, dördü büyük, beşi küçük olmak üzere dokuz levhadan ibarettir. Bu levhalarda şu eşsiz şaheserlerle karşılaşıyoruz: İlk Günah, Havvanın Yaratılışı, Ademin Yaratılışı, Tufan, Tanrı Sular Üzerinde, Unutulmaz Peygamberler Serisi, Zekeriya, Üzeyr, Yoel, Danyal, Yeremias, Yunus. Sonra sihirbazlar. Bütün bu figürler heykel gibidirler. Duvardan ayrılmış görünürler; hava ve ışıkla çevrelenmişlerdir. Hepsinin kudretli adaleleri, hepsinin harikulade bu- anatomi ve perspektif ilmini gerektiren duruşları vardır. Pietà (Michelangelo)- San Pietro Katedrali http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1258404605 Pietà, kucağında ölü İsa Mesih'i tutan Meryem Ana heykelidir. Fransız Piskopos Jean Bilheres, Pietà’yı 1498'de, San Pietro'daki mezarı için sipariş etmiştir. O dönemde, İtalya topraklarında Meryem Ana ve İsa'nın bir arada tasvir edildiği mermer yapıtlar alışılmış değildi. Belki de bu yüzden sanatçıyla işveren arasındaki yazılı anlaşma, eserin tam olarak nasıl görünmesi gerektiğini detaylarıyla belirtir. Buna göre heykel, "bir esvaba sarılmış olan Meryem Ana'nın kollarında yatan İsa'nın naaşını" betimlemeliydi. Heykelde yeni olan Meryem'in gencecik yüzüdür, çünkü o zamana kadar Meryem Ana heykellerde genellikle yaşlı bir kadın olarak tasvir edilirdi. Michelangelo'nun konuyla ilgili olarak, Meryem'in bakireliği ve saflığı sayesinde gençliğini muhafaza ettiğini söylediği aktarılır. Heykel, İsa'nın çarmıhtan indirildiği anı canlandırır. Hıristiyan inancına uygun olarak, Tanrı'nın oğlunun cansız bedeni artık annesinin kollarında yatmaktadır. Meryem, İsa'nın bedenini sağ eliyle güçlü bir biçimde kavrarken, sol eliyle de naaşı izleyiciye sunmakta ve herkesi İsa'ya saygıya davet etmektedir. Meryem bunu yaparken gözlerini yere indirmiştir, böylelikle müminlerin yüzlerine doğrudan bakmak istemediğini gösterir. Michelangelo heykel grubunun en zorlu problemini, yani dik oturan Madonna figürüyle kucağında boylu boyunca yatan İsa'yı kapalı grup halinde işleme görevini çok ustaca çözmüştür: İsa'nın bedeni, hemen hemen tamamıyla Meryem'in dış hatlarının içinde kalacak şekilde yatmaktadır. Michelangelo böylece yalnız son derece şık bir kompozisyon oluşturmakla kalmamış, anneyle oğul arasındaki yakın bağı da vurgulamıştır. Heykelin içerdiği zıtlıklar da çarpıcılığını artırır: Meryem'in elleri hem naaşa sıkı sıkıya kenetlenmiştir, hem de onu bir bakıma özgür bırakmakta, daha doğrusu ölüyü izleyiciye göstermektedir. İsa'nın neredeyse tümüyle çıplak, güzel hatlı bedeni Meryem'in ağır kıvrımlarla dökümlenen elbisesinin üzerine uzanmıştır. Meryem'in atıl vücudu toprakla bütünleşmiş izlenimi verirken, Mesih sadece sağ ayağının ucuyla yere değer. Pietà'nın Michelangelo'nun kendisi için taşıdığı büyük anlam, onun sanatçının imzaladığı yegane eser olmasından bellidir. Michelangelo imzasını, Meryem'in kıyafetini bir arada tutan kuşağın üstüne yontmuştu. Heykel bugün, saldırıya karşı cam bir muhafazayla korunduğu San Pietro Katedrali'nde özel bir yerde duruyor. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.