![]() |
Azrail (As) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor?
Azrail (as) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor? Hakkında Azrail (as) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor? Azrail (as) Bir Tane Oldugu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü Insanin Ruhunu Nasıl Kabzediyor? Bu soruda da yine, beserî ölçü ve kistaslarin insani yaniltmis oldugunu görüyoruz. Melegin insana benzetilmesi bir yanlislik oldugu gibi, “nomen”i “fenomen”de görmek, ruhun fonksiyonunu cesette aramak da birer yanlisliktir. Buna binâen, sualin ortaya çikmasina sebebiyet veren anlayis inhiraflarini, terminolojik hatalari izah etmeden soruyu cevaplandirmak, muvafik olmayacaktir. Evvelâ inhiraf noktalari bilinmeli, sonra soruya cevap verilmelidir. Melek, tâbi bulundugu âlem itibariyla; hilkat ve mahiyeti, mükellefiyet ve vazifeleriyle tamamen farkli bir varliktir. Onu, kendi âlemine bakmadan, mahiyet ve vazifesini düsünmeden tahlil etmek, hakkinda hükümler vermek, elbette ki hatali olacaktir. Bu itibarla, evvelâ onun bu yönleriyle taninmasinda zarûret oldugu kanaatindeyiz. Melek, Arapça’da kuvvet demek olan “melk”den veya elçilik mânâsina gelen “mel’ek” kökünden türetilmistir. Birincisi itibariyla çok kuvvetli, belki ayn-i kuvvet mânâsina; ikincisi itibariyla da emr-i ilâhînin âhize ve nâkilesi (alici-verici) olarak elçilik mânâsina gelir. Bu üstün vasiflar Cenâb-i Hakk’in yarattigi umum meleklerde bulunur. Bilhassa, vahyi getirmekle vazifelendirilenlerde, bulunmasinda zarûret vardir. Bu üstün varliklar, hayat’a memâta nezâret edenlerden alin da, ars-i ilâhi hamelesi ve Hak divaninin gözü hayret dolu vazifelilerine kadar, genis bir sahada, Allah’in icraâtina nezâret ve temasâ ile mükelleftirler. Makro-âlemden mikro-âleme kadar, bütün degisme ve tahavvüller; bütün terekküp ve çözülmeler hep bu kuvvet ve elçilik temsilcisi meleklerin nezâretinde oldugu gibi, Allah’in “kelâm” sifatindan besere gelen tesriî emirler de, yine bu emin ve güçlü varliklar tarafindan temsil edilmektedir. Âlemsümûl cazibe ve dâfia kanunlarindan, elektronlarin çekirdek etrafindaki muntazam hareketlerine kadar, bu agir ve ince islere nezâret, ne müthis bir kuvvet istemekte ve ne emin elçilige vâbestedir!.. Melekler, o kadar esya ve hâdiselerin içindedirler ki, onlarsiz ne bir yagmur damlasi, ne de bir gök gürültüsü düsünmek mümkün degildir. Iste seriat-i fitriyede (kâinatta cereyan eden kanunlar) bu suurlu kuvvetler her seyi elinde tutan Hakk’in, sonsuz kuvvetinin -kâbiliyet ve istîdatlarina göre- onlardaki tecellîsinden ibaret oldugu gibi, bu büyük ve muhtesem tecellînin nokta-i mihrâkiyesi olan, en degerli varlik insanoglunun, hareket ve davranislarini düzenlemek üzere, ilâhî âlemden esip esip gelen vahiy ve ilham meltemleri de, yine vahiy ve ilham Sahibi’nin onlardaki tecellîsinden baska bir sey degildir. Bu itibarla, Yaratanla yaratik arasinda vasita olan ve Yaratici’nin muhtesem kudretine dayanarak, atomlardan nebülozlara kadar genis bir sahada, melekûtî güç ve kuvvetin nezâret ve tasarrufunun vazifelileri olan melekleri besere benzetmek ve beser için zarûri olan bir kisim kayitlari onlar için de vârit görmek, bir düsünce inhirafi ve bir cehâlet ifadesidir. Evet; eger melek de, insanlar gibi sirtinda maddî bir ceset tasiyip çözülme ve dagilmaya mâruz kalsa ve her canli gibi zaman tarafindan asindirilsaydi, onun hakkinda verecegimiz hükümlerde, insani, bir ölçü, bir mikyas kabul etmek mümkün olurdu. Hâlbuki, büyük bir farklilik var; hem de iki sinifin birbirine kiyas edilmesini imkânsiz kilacak kadar var!.. Melekler, yaratilis itibariyla da insandan farklidirlar. Bu farklilik, onlarin çok genis bir sahadaki mükellefiyetleriyle alâkali bulunmaktadir. Yaratilislarindaki bu duruluk ve nurluluk, onlari daha nüfuzlu ve daha seyyâl kilmaktadir. Bir anda pek çok ruha aksetme, pek çok göz tarafindan görülme ve birken çokluk cilvesiyle tezâhür etme gibi hususiyetlere mâlik bulunan melâike, Hz. Âise’nin (ra) naklettigi bir hadîse göre, nurdan yaradilmislardir. (1) Bu itibarla da, nurun hususiyetlerine mazhardirlar. Günes gibi parlak cisimlerin, bir tek sey olmalariyla beraber, her seffaf cisimde aksiyle görüldügü, her göz bebegine bir anda girebildigi gibi, varliklari “nur”dan olan melekler dahi, ayni anda pek çok ruha birden aksedebilir, binlercesi ile bir anda muâmelede bulunabilirler. Kaldi ki, mahiyetleri lâtif olan melekler, günes gibi maddî ve kesif seylerden de çok farklidirlar. Onlarin, degisik sekil ve suret almalari kâbil oldugu gibi, bir anda degisik sekillerde görünmeleri de kâbildir. Öteden beri dindarlar arasinda, simdi ise yayginlasmis sekliyle sosyete mahfillerinde, bu temessül keyfiyeti, o kadar bilinen bir mevzû haline gelmistir ki, erbâbinca, tecrübeye dayali neticeler kadar kat’îdir. Allah’in günü, gazete ve mecmua haberlerinde, herhangi bir insan dublesi ve bir perisprinin, cismin bulundugu yerden çok uzaklarda bulunmasi ve bulundugu yerlerde iktidar ve tasarruf izhar etmesinden bahsedilmektedir ki; meselenin asli ne olursa olsun, ruh gibi lâtif varliklarin cisme nispetle daha seyyâl, daha aktif ve daha muktedir oldugunu göstermektedir. Bu madde ötesi seyyâliyet ve cevvâliyet cismin ragmina ikinci varligin daha aktif oldugunu gösterdigi gibi, ruh’a nispetle daha cevvâl olan melâike’nin tabiat kanunlarinin üstündeki fonksiyonuna isaret etmektedir. Melâike ve ruhlarin temessülleri öteden beri bilinen seylerdir. Basta nebîler olarak pek çok gönül erbâbi bu mevzûdaki müsâhedelerini anlatmis ve avamdan pek çok kimseyi de buna sâhit göstermislerdir. Cebraîl’in (as) degisik suretlerde görünmesi ve hangi hâdise münasebetiyle gelmisse, o hâdiseye göre sekil almasi; meselâ, vahiy esnasinda elçilik vazifesine uygun bir sekilde; muhârebe sirasinda da bir muhârip suretinde zuhûr etmesi gibi durumlar, hep temessüle misal olabilecek seylerdir. Melegin temessülü hem çok, hem de umum melekler için vâkidir. Cibril (as) Hazreti Dihye (ra) (2) suretinde göründügü gibi, ismini bilemedigimiz bir baska melek de “Uhud” harbinin en hareketli âninda, Mus’âb b. Umeyr sekline girerek, Resulûllah’in (sav) önünde aksama kadar harbeder. (3) Kezâ, pek çok melekler, Zübeyr b. Avvam suretinde, Bedir harbine istirak ederek mü’minlerin kuvve-i mâneviyelerini takviyeye medâr olurlar. (4) Hak dostlarinin, buna benzer sekilde, gayp âleminin erleriyle temaslari sayilmayacak kadar çoktur. Hele, rüyalar vasitasiyla umum halka tezâhürü, meselemize, inkâra meydan birakmayacak sekilde kuvvet kazandirmaktadir. Hemen hemen herkes, bildigi, tanidigi ve kendisiyle yakindan alâkadar görünen bir ruh’un, rüyâlar vasitasiyla kendisine yol gösterdigine, isik tuttuguna sâhit olmustur. Ne var ki, bir kisim kimseler rüyalarin ancak bir kismi için bahis mevzuu olan, “suuralti” meselesini tamim ederek bu isin de anlasilmaz hale getirilmesine çalismaktadirlar: veyl olsun cehâlete! Bu meselenin tamamini, melâike, temessül ve ruhlarla alâkali hususlarin tafsilen anlatildigi yerlere havale ederek, netice olarak diyebiliriz ki; her varlik aynalarda misaliyle göründügü gibi, melek de kendisine ayna olabilecek her yerde görünebilir, hem de maddî ve kesif cisimler gibi, sadece sekil olarak degil, ayniyla ve bütün fonksiyonlariyla görünebilir... Bu hususta onun bir fert olmasinin hiçbir zarari yoktur. Bulundugu yerden bir sua gibi aksederek, istedigi yere elini uzatabilir ve istenilen tasarrufta bulunabilir. Ona, ne mesafelerin uzakligi, ne de münasebet kurdugu sahislarin çoklugu mânî olamaz. Günesin bir tek sey olmasina ragmen, kendisine bagrini açan aynalarin kabiliyetlerine göre, her yerde görülüp hissedilmesi ve tesirine sâhit olunmasi gibi, tamamen nur ve nurâni olan melekler, evveliyetle her yerde görünebilir ve icraatta bulunabilirler… Hayat üfleyebilir ve ruhlari kabzedebilirler. |
Azrail (As) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor?
Misyonerler, Hiristiyan ruhânîleri ve Kur’ân hizmetkârlari çok dikkat etmeliydiler. Çünkü Kuzeyden çikan dinsizlik cereyani, Islâmla Isevîligin hücumuna karsi kendini müdafaa etmek için Müslümanlarla misyonerlerin ittifakini bozmaya çalisiyordu. Bu cereyan, Islâmin halki kollamasi, zekâti farz, fâizi haram kilmasi ve zulümden sakindirmasi gibi esaslarini kullanarak Müslümanlari aldatip onlara bir imtiyaz verip kendi tarafina çekebilirdi.(74) Ikinci Cihan Savasinin bir cephesinde dinsizlik rejimi komünizm vardi. Bir tarafta da Hiristiyan devletleri. Bediüzzaman bu yönüyle harbi degerlendirirken, “... Çünkü bu cihan harbinde iki hükümet küre-i arzin hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme dâvâsinda bulunmalari içinde iki muazzam dinin musalaha ve sulh mahkemesine barismak dâvâsi açilarak ve dinsizligin dehsetli cereyani da semavî dinlerle mücahede-i azîmesi (büyük mücahedesi) basladi.”(75) Durum nazikti. Düsman ise büyük ve dehsetli. Ihtilâf edenler ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar az kuvvetle alt edilebilirlerdi. “Deccalâne” cereyan ise is basindaydi. Buna karsi Hiristiyanlarla Müslümanlarin ittifak içerisinde olmalari gerekmekteydi. Söyle diyordu Bediüzzaman: “Ehemmiyetli bir endise ve bir tesellî kalbime geliyor ki: Bu genis bogusmalarin neticesinde eski Harb-i Umumîden çikan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadi, menbai olan Avrupa’da Deccalâne bir vahset dogurmasidir. Bu endiseyi tesellîye medar; âlem-i Islâmin tam intibahiyla Yeni Dünyanin, Hiristiyanin hakiki dinini düstûr-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i Islâmla ittifak etmesi ve Incil, Kur’ân’la ittihad edip tâbi olmasi, o dehsetli gelecek iki cereyana karsi semavî bir muâvenetle dayanip insaallah galebe eder.”(76) Bu Deccalâne cereyan komünizmden baska birsey degildi. Dünya kurulalidan bu yana “Din afyondur” zirvasini esas alip bütün dinlere, mukaddeslere böylesine savas açan ikinci bir sistem görülmemisti. Nemrutlara, Firavunlara, Seddatlara tas çikartan bu sistem, önüne geleni yutarak gelismis, kuvvet bulmus, dünyanin önemli bir kismini istilâ etmisti. Böyle bir zamanda ne hak din mensuplari olan Müslümanlar ve ne de Hiristiyanlar tek baslarina karsi koyabilecek güce sahip degillerdi. Müslüman-Hiristiyan ittifakindan baska yol olamazdi. Eskiden Hiristiyan devletleri Ittihad-i Islâma taraftar degillerdi, fakat komünistlik ve anarsistlik çiktigi için hem Amerika, hem de Avrupa devletleri ittihad-i Islâma da taraftar olmaya mecburdular.(77) söyler. Ittihad-i Islâmin tesekkül etmesi demek ise Hz. Mehdî’nin sahs-i mânevîsinin üç önemli vazifesi îman, hayat ve seriatten ibaret olan üçüncüsü vazifesinin gerçeklesmesi demekti. Çünkü Hz. Mehdî’nin üçüncü vazifesi, hilafet-i Islâmiyeyi ittihad-i Islâma binâ ederek, Isevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i Islâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlara fedâkârlarla tatbik edilebilirdi.(78) 13 Aralik 1992’de papalik 627 sayfalik bir kitap yayinladi. Bütün kiliselere dagitilan bu kitaptan sadece Fransa’da 200 bin adet satildi. Kitapta Hiristiyanlik Islâmiyet dogrultusunda yorumlaniyor. Fatiha Sûresinin de yer aldigi bu kitapta söyle deniliyor: “Insanlar, diger insanlarin yaptiklari kànunlara degil, Ilâhî kanunlara itaat etmelidirler.” Tevhid inancinin tüttügü eserde teslis ise söyle ele aliniyor: “Teslis akidesini tek Allah inancina göre izah etmek imkâni kalmamistir. Hazreti Isa, sadece Allah’in kendisine teblig ettiklerini nakleden bir peygamberdir.” 1967’den bu yana papalik “Dinler Arasi Diyalog Konseyi Baskani” sifatiyla Müslümanlarin Ramazan bayramlarini tebrik ediyor. 1992 yilinda yayinladigi teblig söyleydi: “Aziz Müslüman hemsireler ve kardesler! Sizlerin oruç ve namaza bagliliginiza saygi duyan biz Isevîler, Allah’in bir nimeti olan baris ve huzura kavusmak için birlikte çalismayi arzu ediyoruz. Sizler mü’min ve Müslümanlar olarak farz olan Ramazan orucunu tutmanin verdigi yüksek duyguyla gâyet iyi biliyor ve idrak ediyorsunuz ki, gerçek huzur ve barisin temini Allah’tan gelen bir yardim ve nur olmadikça mümkün degildir. O Allah ki, huzur, saadet ve barisin yegâne Rabbidir. Cenab-i Allah’a duâ ederiz ki, bizlere Müslümanlar ve Isevîler olarak karsilikli yardimlasma ve diyalog ile huzur ve barisi temin etmek için zorluklara dayanacak bir güç ve kuvvet ihsan etsin.” 1996 yilinda Dinlerarasi Diyalog Papalik Danisma Kurulu Baskani Kardinal Francis Arinze ise, Ramazan Bayrami münasebetiyle Islâm dünyasina yönelik mesajinda, hem Müslümanlarin bayramlarini tebrik ediyor, hem de Müslümanlar ile Hiristiyanlar arasindaki iliskilerin gelistirmesi, birbirlerine tahammülden öte daha ileri ve derin bir seviyeye varmasi gerektiginden söz ediyordu. Papa Jean Paul’ün “Biz Hiristiyan ve Müslümanlar, genellikle birbirimizi yanlis anlamis ve geçmiste bazan birbirimize karsi gelmis ve hatta polemik ve savaslarla kendimizi tüketmisizdir” seklindeki sözlerini nakleden Arinze, “Hafizalarimizi geçmisin olumsuz kalintilarindan kurtarma ve istikbale bakma vakti gelmistir. Kim digerini üzmüsse, buna pisman olarak af dilemelidir. Karsilikli olarak birbirimizi affetmeliyiz” diyordu.(79) Hz. Isa icraatini perdeler arkasinda yürütüyor sanki. Demek ki gelmis. Tabii ki imtihan sirri geregi herkes onu taniyamiyor. Onu ancak ona çok yakin olanlar taniyabilecek. Dipnotlar --------------------------------------------------------- 1. Luka Incili, 23. 2. Matta, 26:14-16. 3. Elmalili, Hak Dini Kur'an Dili, 3:1517-1518. 4. Al-i Imran Sûresi, 54-55. 5. Nisa Sûresi, 157-158. 6. Canan, A.g.e., 14:74. 7. Said Havva, A.g.e., 9:336. 8. A.g.e., s. 420. 9. Ibni Mâce, 10:338. 10. Müslim, 2:58. 11. Siddik Hasan Han, es-Seyyid Muhammed Siddik el-Kannucî, el-Izaa (Kahire: 1407/1986), s. 114; Said Havva, A.g.e., 9:335-336, 446. 12. Said Havva, A.g.e., 9:445. 13. Kittânî, A.g.e., s. 147. 14. Ibni Mâce, 10:338. 15. et-Teftazanî, Mes’ûd bin Ömer bin Abdillah, Serhu'l-Makasid (Istanbul: 1277), Hatime: 8; 2:307. 16. Zuhruf Sûresi, 61. 17. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 39. 18. Buharî, Büyû: 102; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-Iman: 242; Ebû Davud, Melahim: 14. 19. Buharî, Mezalim: 31; Büyu’: 102; Müslim, Îman: 242-243; Ibni Mâce, Fiten: 33. 20. Müsned, 3:387; el-Fikhü'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Serhi Terc., s. 284. 21. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 34. 22. el-Heytemî, A.g.e., s. 68. 23. Imam-i Rabbanî, Mektûbât, 2:1309. 24. Ibni Mâce, 10:338. 25. Sârânî, Muhtasaru Tezkiretü'l-Kurtubî Terc., s. 500. 26. Said Havva, A.g.e., 9:338. 27. Sahih-i Buharî Terc. 1:83 (H. 1406, 5:208); el-Fethu’l-Kebîr, 2:143. 28. Buharî, Kitabü'l-Enbiya (Babü nüzûl-i Isâ): 60, 4:324; Müslim, 2:56. 29. Ibni Hacer, el-Feth, 6:491. 30. Müslim, Îman: 247; Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman, el-Havî li’l-Fetâvâ, I-II (Beyrut: 1983), 2:83. 31. el-Heytemî, A.g.e., s. 64. 32. el-Fikhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Serhi Terc., s. 284. 33. Suâlar, s. 507. 34. Nursî, Mektûbât, s. 13. 35. Ibni Mâce, 10:323. 36. Müsned, 2: 437; 6:75. 37. Müsned, 2:482-483. 38. Müslim, Kitabü'l-Iman: 243. 39. Buharî, Büyû: 102; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-Iman: 242; Ebû Davud, Melahim: 14. 40. Canan, A.g.e., (Istanbul: Feza Gazetecilik A.S., 1996), 14:73. 41. Müsned, 2:437; Muh. Tezkiretü'l-Kurtubî, s. 498. 42. Müslim, Kitabü'l-Iman: 243. 43. Abdullah bin Mes'ûd, Tefsîru Ibni Mes'ûd, s. 243. 44. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 34. 45. Kittânî, A.g.e., s. 145. 46. Kitabü’l-Bürhan, s. 105. 47. Müsned, 6:125, 435; Müslim, Fiten: 110. 48. Müsned, 3:368; 4:216-217. 49. Saritoprak, A.g.e., s. 128. * Lüd, Kudüs'e 68 km uzaklikta on bes bin nüfuslu bir kasabadir. 50. Müslim, Fiten: 110; Tirmizî, Fiten: 59, 62; Ibni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:66; 6:455-456. 51. Ibni Kesir, Nihayetü'l-Bidaye, 1:158. 52. Nursî, Suâlar, s. 506-507. 53. Nisa Sûresi, 61. 54. el-Fikhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Serhi Terc., s. 284. 55. Mehmet Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, 3-4: 1109. 56. Mektûbât, s. 54. 57. Nursî, Mektûbât, s. 413. 58. Nursî, Suâlar, s. 581. 59. Nursî, Emirdag Lâhikasi, 2:71. 60. Ibni Mace, Fiten: 33. 61. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 82. 62. el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr, 4:275. 63. Müslim, Kitabü'l-Iman: 243. 64. Tirmizî, 4:93; Ibni Mâce, 10:340. 65. Nursî, Sözler, s. 723. 66. Nursî, Kastamonu Lahikasi, s. 111. 67. Âl-i Imran Sûresi, 64. 68. Nursî, Ihlas Risaleleri, s. 24. 69. Tac Tercümesi, H. 960; Ibni Mâce, H. 4089. 70. Ibni Mâce, H. 4090. 71. Nursî, Kastamonu Lâhikasi, 53-54. 72. Nursî, Emirdag Lâhikasi, 1:206. 73. Nursî, Ihlas Risaleleri, s. 24; Lem’alar, s. 151. 74. Nursî, Emirdag Lâhikasi, s. 159. 75. Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 191. 76. Nursî, Emirdag Lâhikasi, 1:53. 77. A.g.e., 2:54. 78. Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 11. 79. 17 Subat 1996, Yeni Asya. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.