ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Sorularla İslamiyet (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=620)
-   -   Ticarette Kar Oranı (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=895124)

Prof. Dr. Sinsi 10-11-2012 09:03 PM

Ticarette Kar Oranı
 

Ticarette Kar Oranı
Hakkında Ticarette Kar Oranı




Soru
Bizim bir Nalburiye dukani var ve benim sorum su: Tuccarliklta ne kadar kazanmak lazim, eger o dukkanin isçisi var ise ve kira ödersek. Ne kadar kazanmak lazim.

Islam dini belli bir kar orani getirmemistir. Kari belirleyen piyasa sartlaridir. Bir mal piyasada ne kadar ise üç asagi bes yukari bir fiyata satilabilir. Müsteriyi aldatacak kadar fahis bir fiyatla mali satmak ise caiz degildir.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bugday satan bir adama rastladi. Saticiya:

Nasil satiyorsun? diye sordu.

Adam da kendince anlatti. O esnada Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e:

Elini onun (bugdayin) içine daldir!” diye vahy (isaret) edildi.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de elini daldirdi ve bugdayin islak oldugunu gördü. Bunun üzerine

“–Insanlarin görmesi için islak olani üst tarafina koysaydin ya! Aldatan bizden degildir.” (Müslim, Iman, 164) buyurdu.

Hadîs-i serîfte ifade edildigi üzere Islâm iktisâdî sistemi, ticâretin temelini dogruluk ve dürüstlükle ferd ve cemiyete hizmet anlayisi üzerine kurmustur.

Malin, üreticiden tüketiciye intikâli demek olan ve sermâye kadar gayreti de gerektiren üstelik kâra kadar zarâra da dönüsmek ihtimâli bulunan ticârî faâliyet, malin, fâidesini artirdigi cihetle helâl kilinmis, hattâ tesvîk edilmistir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mübârek lisânindan “Kazancin onda dokuzunun ticârette oldugu...” husûsunun ifâde edilmis bulunmasi düsünülürse, bu tesvîkin derecesi daha kolay anlasilabilir. Diger taraftan Islâm inancinin dayandigi bes temel amelî esâsin hac ve zekât gibi en ehemmiyetli iki tanesi, zengin olan mü’mine mahsustur ki, bunlar da ayni zamanda mesrû yoldan zengin olmanin tesviki mâhiyetindedir. Hadîs-i serîfte ifade buyurulan “Veren el alan elden üstündür.” seklinde verici olmaya yönlendiren hüküm de, bu istikamette degerlendirilebilir.

Bununla beraber mal ve serveti elde etmenin en önemli vasitasi olan ticarette “Her ümmetin bir fitnesi vardir. Benim ümmetimin fitnesi maldir.” hadîs-i serîfi akildan çikarilmamalidir.

Zîrâ ticâretteki para kazanma ihtirâsi, nefsin zebûnu oldugu korkunç handikaplardan biridir. Muhteris kimse, bir testiye benzer; karni dolsa da agzi kapanmaz. Halbuki bir testiye deryâlar bosaltmaya kalksan, istiâbindan fazla ne alabilir? Yine muhteris, bir ocak, soba veya mangal gibidir ki, ona odun ve kömür gibi yakacaklar yigildikça, isbâ hâline gelip sönmez; bilakis alev ve harâreti artar. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, muhteris insani söyle ifade buyurur:

“Âdemoglunun iki dere dolusu mali olsa bir üçüncüsünü ister. Ademoglunun içini/karnini topraktan baska bir sey dolduramaz.” (Buhârî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116)

Bu düskünlügü dolayisiyla insanoglunun ticarette yaptigi hile ve düzenbazliklarin haddi hesabi yoktur. Bu yüzden nice kavimler batmistir. Yine de bu dünyâ akillanmayan nice gaflet yolculariyla doludur. Sinirsiz zenginlikleri dolayisiyla infak, zekat ve muhtelif hayr u hasenat ile fakir, garip, kimsesiz, dul, yetim ve muhtaçlari gözetecekleri yerde onlarin haklarini bir vampir istahiyla gaspedenler tarih boyu hiç eksik olmamistir...

Dînin mevzûu rûhtur. Bedense, rûha yüktür. Dîn, bedene seâdet ve rahatlik getirmek dâvâsinda degildir. Bilâkis rûhu bedene hâkim kilmak dâvâsindadir. Ticaret, bir merhaleden sonra hirslarimiza gem vurmak olmali ki, haddi asip dünyâ ve âhiret bedbahti olmayalim... Tüccar vurguncu, kontrol organlari hirsiz ve rüsvetçilerle dolu bir cemiyet bünyesinde huzur aramak bir hayal olur...

Cenâb-i Hakk, Kur’ân-i Kerîm’de kiyâmete kadar gelecek ümmetlere ibret olmasi için Suayb -aleyhisselâm-’in kavmi olan Medyen ve Eyke halklarinin helâkinin, ticaret ahlâklarinin son derecede bozulmus olmasi sebebiyle oldugunu bildirmektedir. Onun için ticârette sahtekârlik yapilip harâm yenmesi, zayiflarin ezilmesi, bir kavmin helâkine sebeb olacak kadar agir bir cürümdür. Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Altin ve gümüs paranin, kibir ve gurur tasiyan elbisenin kulu olan helak olsun!.. Çikar düskünü (muhteris) kisiye (diledigi) verilirse memnun olur, verilmez ise razi olmaz (ilâhî taksim ve takdire isyan eder).” (Buhârî, Rikak,10; Cihad, 70; Ibn Mâce, Zühd, 8.)

Hazret-i Ömer -radiyallâhü anh-, bir kimse methedildigi zaman, methedene, üç seyi yâni:

“–Hiç sen onunla; komsuluk, yolculuk, veya ticâret yaptin mi?” diye sordu.

Muhâtabi üçünü de yapmadigini söyleyince:

“–Zannedersem, sen onun câmîde Kur’ân okurken basini salladigini gördün!” dedi.

Adamin da:

“–Evet, yâ Ömer! Benim gördügüm öyle idi.” ifâdesi üzerine Ömer -radiyallâhü anh-:

“–O zaman medihte bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda degildir.” buyurdu.

Burada Hazret-i Ömer -radiyallâhü anh-’in verdigi ölçü, zâhire aldanmamak, kisinin fiiline ve beserî münâsebetlerine göre kanâat sâhibi olmak îcâb ettigidir. Menfaatinden imtihân verip geçer not almamis olanin tezkiyesinin tehlikesine isârettir.

Görüldügü gibi ticâret, ferdin iç dünyâsini disariya yansitir. Yâni ferdin iç âlemi nasilsa ticareti de öyledir. Onun için Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i serîfinde:

“Allâh, sizin namazlariniza, oruçlariniza degil, para münâsebetlerinize bakar” buyurmustur.

Islâm’a göre; alici ve satici, bir mal alirken onu kasden yermemeli, satarken de degerinden üstün gösterecek ifâdeler kullanmamalidir. Muhâtabin zaafindan istifâde ederek fiyatlarda teâmülün (fiyat standardinin) üzerine çikmamalidir. Gabn-i fâhis’e (kandirmaya) girmemeli, karaborsa, fâizcilik, tarti ve ölçüde hîle yapmamali, yemîn etmekten kaçinmali, toplumun zarârina olan harâm mallari alip satmamalidir.

Ticâretin kâidelerini Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ne güzel koymustur:

“Alis-veriste vukû bulan lüzumsuz sözler ve yemînler olur. Ise seytan ve günâh karisir. Ticâretinizi sadaka ile karistiriniz (temizleyiniz)!”

“Tüccârlar kiyâmet günü fâcirler olacaklardir. Ancak dürüst ve dogrulukta bulunanlar müstesnâ...”

Malinin degerini bilmeyen bir saticiya malinin degerini bildirmek îcâb eder. Onun bilgisizlik, tecrübesizlik ve safligindan istifâdeye kalkismak, gabindir (kandirmadir). Gönlünde Allâh korkusu ve O’nun rizasini kazanma gâyesi olanlar, bu hususta son derecede titiz ve hassas olurlar. Imâm-i A’zam Hazretleri, kendisine satin almasi için ipekli bir elbiselik getiren kadina malinin fiyatini sormustu. Kadin:

“–Yüz dirhemdir, yâ Imâm!” deyince itiraz etti:

“–Hayir, bu daha fazla eder...” buyurdu.

Kadin saskinlikla yüz dirhem artirdi. Imâm-i A’zam yine kabul etmedi. Kadin yüz dirhem daha artirdi, sonra yüz dirhem daha.. Imâm-i A’zam:

“–Hayir, bu dörtyüz dirhemden de fazla eder.” deyince kadincagiz:

“–Yâ Imâm! Siz benimle alay mi ediyorsunuz?” demekten kendini alamadi.

Bunun üzerine Imâm, kadinin, malin gerçek fiyatini ögrenmesi için isten anlayan birini çagirtti. Gelen kisi, elbiseligin fiyatini bes yüz dirhem olarak belirledi ve Imâm-i A’zam onu bu fiyattan satin aldi.

Zîrâ o biliyordu ki, dogruluktan ayrilmak, mallarin ayip ve kusurlarini saklamak, bilhassa ölçü ve tartiya dikkat etmemek, insani çok hazîn neticelere dûçâr eder.

Osmanli toplumu da bu ahlâk içinde yogrulmus ve böylece cemiyet huzur ve seâdetini ehl-i küfrü dahî hayran birakacak bir derecede temin etmistir. Fatih’in Istanbul’u fethinden sonra iki papazin Osmanli esnafini tedkik için dolasirken yasadiklari su hâdise bu hâli ne güzel aksettirir. Papazlar, sabâhin erken sâatinde bir bakkala giderek bir seyler almak istediler. Bakkal onlara:

“–Ben siftah yaptim. Siftah yapmayan komsumdan alin!” dedi.

Bunun üzerine diger bakkala gittiler. O da ayni sekilde:

“–Ben siftah yaptim. Siftah yapmayan komsumdan alin!” dedi.

Böylece papazlar diger dükkana gittiler. Aldiklari cevap hep ayni oldu. Nihayet ilk bakkaldan alis-veris yaptilar.

Ecdâdimiz iste böylesine digergâm ve fedâkâr kilici bir ahlâk zemininde yetismislerdi. Islâm ahlâkindan ibaret olan bu zeminde hep birbirini düsünmek vardir. Hele hîlekârlik, bir müslüman için agir bir cürümdür. Bir müslüman yalan söyleyemez, aldatamaz. Aldanmak ise, bir ahmaklik alâmetidir. O da bir müslümana yakismaz. Insanliga rehber peygamberler “sidk” dogruluk ve “fetânet” akillilik ile muttasiftirlar. Onlarin izinden giden bir müslüman da, akilli ve uyanik olmaga mecbûrdur. Cenâb-i Hakk, aldatanlara karsi aldanmamak hususunda îkâz sadedinde:

“Allâh’in geçiminize dayanak olarak hayatin esasi kildigi mallarinizi akli ermezlere vermeyin.” (Nisâ, 4-5) buyurmustur.

Aldatanlara gelince, onlar su hadîs-i serîfte anlatilanlara muhataptirlar. Rasûlullah’in -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Üç kisi vardir ki, kiyâmet günü Allâh onlarla konusmayacak, onlara bakmayacak ve onlari temize çikarmayacaktir. Onlar için aci bir azap da vardir.” ifadelerini üç defa tekrarladigini isiten Ebû Zerr -radiyallâhü anh-:

“–Adlari batsin, umduklarina ermesinler ve hüsrâna ugrasinlar, kimlerdir onlar yâ Rasûlallah!” diye sordu.

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Elbisesini (kibir ve gururundan dolayi kurula kurula) sürüyen, verdigini basa kakan ve yalan yeminle malini pazarlayan!” buyurdu. (Müslim, Îmân, 171)

Diger taraftan Islâm iktisâd nizâminda iddihâr, yâni karaborsacilik yapmak için mali depolayip pahâlanmasini beklemek de mezmûmdur. Toplumun maddî istismâridir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, iddihâr yapanlara bedduâ eder. Buyurmuslardir ki:

“Mali piyasaya süren kazanmis, pahaliya satmak için bekleten ise, Allâh’in lânetine ugramistir.”

Islâm, ticâret ile ilgili kâidelerini, asil onun kazanilma ve sarf edilme faâliyetlerinde gösterir:

Kur’ân-i Kerîm, iki tarafin kalb hosnutlugu ile cereyan etmesi gereken ticârî faâliyetin disindaki muâmeleleri, harâm saymakta ve:

“Aralarinizda bâtil yoluyla mallarinizi yemeyin!..” buyurmaktadir.

Âyet-i kerîme söyledir:

“Ey îmân edenler! Karsilikli rizâya dayanan ticâret olmasi hâli müstesnâ, mallarinizi, bâtil (haksiz ve harâm yollar) ile aranizda (alip vererek) yemeyin! Ve kendinizi öldürmeyin! Allâh size karsi pek merhametlidir.” (en-Nisâ. 29)

“Nefislerinizi öldürmeyiniz!” ifâdesi, mühim ince bir mânâ ihtivâ eder. Burada, rûhî hayâti mahvedip cehennem ehli olmaktan sakindiran bir îkâz vardir. Diger taraftan kavga ve cinâyetlerin bir kisminin da, haksiz yere mal yeme ve kazanma ihtirâsina dayandigi hakîkatine dikkat çekilir. Bu tehlikelerden korunmak ise, Islâm’in tâyin ettigi ticâret kâideleri içinde kalmakla olur. Bilhassa faizden kaçinmak, bu hususta en önemli mes’eledir.

Fâiz, risk ve gayret dâhil olmadigi için sermayenin kullanilisindaki bir istismâr tezâhürüdür. Sadece zenginin daha çok güçlenmesine, muhtâcin da daha çok ezilmesine vesîle olur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in fâiz hakkinda çok korkutucu hadîs-i serîfleri vardir. Vedâ Hutbesi’nde Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“Fâizin her çesidi ayaklarimin altindadir!” buyurarak, her türlü fâizi harâm kilmistir.

Âyet-i kerîmeler de, bu husûsdaki ilâhî tehdîdi söyle ifâde etmektedirler:

“Fâiz yiyenler, (kabirlerinden) seytan çarpmis (kimselerin cinnet nöbetinden kalktigi) gibi kalkarlar. Bu hâl, onlarin: Alim-satim, tipki fâiz gibidir!” demeleri yüzündendir. Halbuki Allâh, alim-satimi helâl, fâizi harâm kilmistir. Bundan sonra kime Rabbinden bir ögüt gelir de fâizden vazgeçerse, geçmiste olan kendisinindir ve artik onun isi Allâh’a kalmistir. Kim tekrâr fâize dönerse, iste onlar cehennemliktir, orada devamli kalirlar.”

“(Fâizi harâm kilan) Allâh, fâiz (karisan mal) i tüketir (onun bereketini giderir), sadakalari (verilmis mallari) ise bereketlendirir. (Onlar vesîlesiyle müstakbel belâyi def eder.) AIlâh, küfürde ve günâhda isrâr eden hiç kimseyi sevmez!..” (el-Bakara, 275-276)

Bilhassa fâiz sebebiyle kahr-i ilâhînin tecellî edecegini bildiren su âyetteki tehdîd çok müthistir:

“Ey îmân edenler! AIlâh’dan korkun! Eger gerçekten inaniyorsaniz, mevcûd fâiz alacaklarinizi terkedin!”

“Sâyet (fâiz hakkinda söylenenleri) yapmazsaniz, Allãh ve Rasûlü tarafindan (fâizcilere karsi) açilan harbden haberiniz olsun! Eger tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksizlik etmis, ne de haksizliga ugramis olursunuz...” (el-Bakara, 278-279)

Kim kâinâtin Hâlik’i ve kâinâtin kendisi serefine yaratilmis olan Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ile harb eder de gâlib çikabilir?

Eger bir mü’min fâizle istigâl ederse, ya malini veya îmânini kaybeder. Fâsikin ise, böyle yanlis yollara gittiginde müstehak oldugu cezâya istihkâk kesbetsin diye mali ziyâdelesir. Yâni o yol ona kârli kilinir. Çünkü Cenâb-i Hakk, ihmâl etmez, imhâl eder (mühlet verir). Böyleleri, mâruz kalacaklari cezâ ânina kadar bir mühlete nâil olmus olurlar. Âyetteki ilâhî tehdîde çok dikkat etmek îcâb eder. Aksi hâlde durum çok vahimdir. Câbir radiyallâhu anh diyor ki:

“Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- fâiz yiyene, yedirene, kâtibine ve sâhitlerine lânet etti ve:

"Onlar müsâvidirler..." buyurdu.” (Müslim, Müsâkât, 106)

Ebû Hanîfe’nin hâli ne güzeldir. O büyük imâm, fâize benzer bir durum olmasin diye alacaklisinin agacinin gölgesinden dahî istifâde etmemistir.

Fâiz yasaginin elbette birçok sebep ve hikmetleri vardir. Bunlarin basinda issizligi artirmasi, sun’î fiyat artisina yol açmasi, yardimlasma, dayanisma, sevgi, merhamet ve sefkat gibi insânî ve ahlâkî vasiflari zayiflatmasi, bencilligi körükleyip para ve nüfuz kazanma hirsini kamçilamasi gibi hususlar gelir.

Bu sebepler muvacehesinde faizi yasaklayan Islâm, buna mukâbil karz-i hasen denilen imkân nisbetinde Allâh için borç vermeyi tesvik etmis ve darda olan bir kimseye verilen borcu sadakadan daha efdal saymistir.

Bütün bu ahvâle ragmen namuslu is yapan, dogru, dürüst ve güvenilir esnaf ve tüccar, sayi bakimindan her zaman azinlikta kalmaktadir. Belki de bunun için Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, dürüst tâcirlere büyük mükâfat bildirir. Hadîs-i serîfte buyurulur:

“Dogru tâcir, kiyâmet günü Ars’in gölgesindedir.”

“Dogru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, nebîler, siddîklar ve sehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû, 4)

Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle mesgul oldugundan ticârî islerini vekili vasitasiyla yürütür, kendisi de yapilan ticaretin helâl dairesi içinde olup olmadigini kontrol ederdi. Bu hususta o derece hassasti ki, bir defasinda ortagi Hafs bin Abdurrahman’i kumas satmaya göndermis ve ona:

“–Ey Hafs! Malda su su özürler var. Onun için bunu müsteriye söyle ve su kadar ucuza sat!” demisti.

Hafs da, mali Imâm’in belirttigi fiyata satmis, ancak ondaki özrü müsteriye söylemeyi unutmustu. Durumu ögrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs’a:

“–Kumasi alan müsteriyi taniyor musun?” diye sordu.

Hafs’in, müsteriyi tanimadigini belirtmesi üzerine Imâm, malin tamamini sadaka olarak dagitti. Zîrâ o, her hâliyle Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in, Hazret-i Amr’a buyurdugu:

“Ey Amr, sâlih kisi için sâlih mal ne güzeldir!” (Ahmed b. Hanbel, IV, 197, 202) hakîkatini yasamakta ve helâl ile harâm hususunda takvâ ölçüleriyle hareket etmekteydi. Çünkü helâl ve harama dikkat, bizlere emanet edilen malin temizligi ve âhirette hesâbinin verilebilmesi açisindan en zarûrî bir mecburiyettir.

Helâl lokma için ticarete haram karistirmama hususunun ehemmiyet ve bereketini merhum pederim Mûsâ Efendi su hâdise ile anlatirdi:

“Müslüman olmus ermeni bir komsumuz vardi. Birgün kendisine hidâyete eris sebebini sordugumda sunlari söyledi:

"- Acibadem'de tarla komsum Rebî Molla'nin ticaretteki güzel ahlâki vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâtti. Bir aksam vakti bize geldi ve :

"- Buyurun, bu süt sizin!" dedi.

Sasirdim:

"- Nasil olur? Ben sizden süt istemedim ki!" dedim.

O hassas zarif insan:

"- Ben farkinda olmadan hayvanlarimdan birinin sizin bahçeye girip otladigini gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrica o hayvanin tahavvülat devresi (yedigi otlarin vücudundan tamamen izalesi) bitene kadar sütünü size getirecegim...” dedi.

Ben:

“–Lâfi mi olur komsu? Yedigi ot degil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî:

“–Yok yok öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkiniz!..” deyip hayvanin tahavvülat devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.

Iste o mübârek insanin bu davranisi beni ziyâdesiyle etkiledi. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldirdi ve hidâyet günesi içime dogdu. Kendi kendime:

“–Böyle yüce ahlâkli bir insanin dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarîf, hak-sinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetistiren dînin dogrulugundan süphe edilemez!” dedim ve kelime-i sehâdet getirip müslüman oldum.»”

Bu güzelliklerin yaninda hadîs-i serîfte buyurulan:

“Insanlara öyle bir zaman gelir ki, kisi mali helâlden mi, haramdan mi aldigina hiç aldirmaz.” (Buhârî, Büyû, 7, 23) seklindeki gafletlerin de yasanmasi, ne kadar hazîn durumlardir.

Oysa dînin koydugu kâidelerin ihlâlinden dogan cezâlar, ferdî oldugu ve çogu âhirete âid bulundugu halde harâm mal edinmekten dogan belâ onun kazanilmasinda bir dahli olmayan gelecek nesillere de sâmildir. Üstelik insanlardan bunun acisi, âhirete kalmayip mutlaka çikar. Halk, bu nükteyi sezerek onu: "Dedesi koruk yemis, torununun disi kamasmis!" seklinde darb-i mesel hâline getirmistir. Haram servetten miras alanlarin ekseriyâ dogru yolda yürüyemedigi bir gerçektir. Çünkü parada bir sir vardir; o, geldigi yoldan gider. Geldigi yol harâm olan bir mirasçiyi o mal, arkasina takarak kötü yollara sürükler. Böyle bir mal yilana benzer. Yilan nasil çiktigi delikten girerse, malin sarf mahalli de kazancin vasfina baglidir.

Îmân ve takvâ istikametinde kullanilmayan bir malin fiska ve küfre müncer olacagi âyet-i kerîmede Mûsâ -aleyhisselâm-’in dilinden ne güzel ifade buyurulur:

“Mûsâ: "Rabbimiz! Dogrusu sen Firavun'a ve erkânina ziynetler ve dünyâ hayatinda mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan sasirmalari için mi? Rabbimiz! Mallarini yok et, kalblerini sik; çünkü onlar can yakici azâbi görmedikçe inanmazlar..." dedi.” (Yûnus, 88)

Ne gariptir ki, kimileri, dürüst ticaret yapinca kazancin hâsil olamayacagi yönünde temâyüller göstermektedir. Bunlar, bir gaflet lakirdisi, hakîkat körlügü ve ilâhî taksimat programini inkârdir. Bu hataya düsenlere göre malini defalarca Allâh ve Rasûlü yolunda sifirlayan ve hiçbir zaman dürüst ticaretten ayrilmayan Hazret-i Ebûbekir -radiyallâhü anh-’in ashabin en fakirleri arasinda yer almasi gerekirdi. Ancak tarihen de sabittir ki, o devamli sahâbenin en zenginlerinden olmustur. Kaç defa Allâh ve Rasûlü için her seyini infâk etmesine ragmen nice ilâhî bereketlere nâiliyetle tekrar servet ve mal sahibi olmustur.

Bu itibarla bizler, mali mesrû yollardan kazanmakla mükellefiz ve mesrû yerlere sarfetmeye de mecbûruz. Ârif bir tüccâr, dünyâ ticâretini devâm ettirirken daha büyük olan âhiret kazancini ihmâl etmeyecek, ebedî seâdeti düsünüp ilâhî yoldan ayrilmayacaktir. Asagidaki âyet-i kerîme, böylelerinin kalbî hayâtini ne güzel aksettirir:

“(Öyle hakîkî er kisiler vardir ki) onlar, ne ticâret ne de alis-verisin, kendilerini zikrullahdan, namaz kilmaktan ve zekât vermekten alikoyamadigi kimselerdir. Onlar, kalblerin ve gözlerin allak bullak oldugu bir günden korkarlar.” (en-Nûr, 37)

Bu sekilde ticâret ehli olanlar, bir baska âyet-i kerîmede buyurulan “ticâreten len- tebûr” (aslâ zarara ugramayan bir kazanç) sirrini yasayanlar, yâni gerçek ticâretten nasîb alanlardir. Nitekim gerçek ticâreti, Allah Teâlâ söyle ifâde buyurur:

“Allâh’in kitâbini okuyanlar, namazi kilanlar ve kendilerine verdigimiz riziktan (Allâh için) gizli ve âsikâr sarfedenler, aslâ zarâra ugramayacak bir kazanç (ticârten len-tebûr) umabilirler.”

“Çünkü Allâh, onlarin mükâfatlarini tam öder ve lutfundan onlara fazlasini verir. Süphesiz O, çok bagislayan, sükrün karsiligini bol bol verendir.” (Fâtir, 29-30)

Cenâb-i Hakk, bizleri bu âyet-i kerîmelerin sirri içinde yasatsin! Gönül gözü ile ilâhî kitabi okuyabilmeyi, mi’râca yükseltecek bir husû ile yapilabilen secdeleri, helâlinden kazanip isrâf etmeden harcamayi ve verdigi nîmetleri yolunda infâk etmeyi nasîb buyursun!

Yâ Rabbî! Ticaret ehli kardeslerimizi, hadîs-i serîfte buyurulan “elinden dilinden mü’minlerin istifade ettigi” kullarindan eyleyip vatan ve milletimiz için hayirli kimseler eyle!.. Her iki cihanda da rahmet ve berekete vesile olacak amel-i sâlihlere müyesser kil!
Selam ve dua ile...



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.