ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Bir Tutam Hikaye (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=456)
-   -   Örnek Kaynana (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=894409)

Prof. Dr. Sinsi 10-11-2012 10:19 PM

Örnek Kaynana
 
[Bu hikâye, 1980 yılından önceki anarşi döneminde yazılmıştır. O gözle okunursa olaylar kolay anlaşılır.]

Saliha Hanım, gelin olalı henüz bir hafta olmuştu. Kaynanası yaptığı her işe karışıyor, hep suç araştırıyordu. Beyi, işinden eve gelince, Saliha Hanım, utandığı için karşılamamıştı. Hemen kaynanası:

? Kız ne duruyorsun, dedi; oğlanı karşılasana!

Başka bir gün de, Saliha Hanım, beyini karşılamaya gidince, kaynanası:

? Ne o kız, dedi, o kadar göresin mi geldi?

Saliha Hanım, evi erken süpürse de, geç süpürse de, kaynanası çıkışıyordu. Herhangi bir kusur işlese asla affedilmiyordu. Ama aynı kusuru kızı işlese, ona bir şey denmiyordu. Çamaşır yıkarken, dikkatsizliği yüzünden yarım kilo deterjanın hepsini kaynar suyun içine dökmüştü. Bunu gören kaynana bağırmaya başladı:

? İnsafsız kız, dedi. Birkaç çamaşır için ilâcın hepsi dökülür mü? Zavallı yavrum akşama kadar hayvan gibi çalışsın, gelin hanım da oğlumun kazandığını yere döksün. Olmaz, buna dayanamam, kimse dayanamaz. Düşmanın malı bile olsa böyle yapılmaz.

Saliha, yalvarır şekilde:

? Anne, dedi, özür dilerim, kasten bilerek yapmadım, elimden kaydı.

? Tabii bilmeden yaptın. Ne zahmetle kazanıldığını bilseydin elbette yapmazdın. Kendi evinizde hiç böyle bir şey yaptın mı? Yapmazsın elbette.

? Anne affet, bir daha yapmam.

? Ne ise bu seferlik affediyorum. Kalbini kırmadığıma şükret! Bir daha yaparsan gözünün yaşına bakmam ha!

Aksilik bu ya, aynı gün pişirdiği yemeği biraz yakmıştı. Yemeğin üstünü aldı. Yanık altta kaldığı için üstte yanık kokusu gelmiyordu. Akşam yemek yendi. Kimse yanık kokusunun farkında değildi. Yemekten sonra kaynana mutfağa gidince tencerenin dibindeki yanığı görmüştü. Ne düşünmüşse, geline çıkışmamıştı. Ertesi gün, Saliha Hanım, yine bir aksilik olmasın diye yemeği dikkatle pişirdi. Hiç yakmadı; ama akşam kocası yemekten bir kaşık alınca:

? Saliha dedi. Yemekten yanık kokusu geliyor.

Saliha da baktı. Hakikaten yemekte yanık kokusu vardı. (Evet, yanık kokusu geliyor) demek zorunda kaldı. Kaynana dedi ki:

? Oğlum, kusura bakma, daha cahildir. Evimize yeni alışmaktadır. Bir daha dikkat eder. Olur, böyle şeyler. Biz, yeni gelinken, az mı yemek yakmıştık.

Kaynana, gelini övücü çok şeyler söyledi. Oğlu da, kaynanayla gelin iyi geçindiği için memnun oldu. Gelin sofrayı kaldırınca, dünkü yanık yemeğin yok olduğunu gördü. Bugünkünün içine karıştırılmış olduğunu anladı. Ama gözüyle görmediği için kaynanası mı, yoksa görümcesi mi koymuştu bilemiyordu. Birkaç gün sonra yemeğin tuzunu biraz kaçırmıştı. Kaynanayla görümce fazla yemeden sofradan çekildiler. Saliha, ertesi günü yemeğe hiç tuz koymadı. Sofrada konabilirdi. Herkes birer kaşık aldıktan sonra yüzlerini ekşitmişlerdi. Saliha da merak ederek bir kaşık da o aldı. Ne görsün? Yemek tuzdan, biberden yenmez haldeydi. Bunu kim yapmıştı? Kendisinden ne istiyorlardı? Kocasına yemeğe hiç tuz koymadığını söylemişse de, inandırıcı olmamıştı.

Kaynana, gelinini anne ve babasını ziyaret etmek üzere bir günlüğüne Şişli'ye göndermişti. Kendileri Fatih'te oturuyorlardı. Gelin ertesi gün gelecekti. Gelin babasının evine gidince, kaynanayla görümce, evi dağıttılar. Her tarafı düzeltilecek, süpürülecek hale getirdiler. Oğlan akşam eve gelince, annesi:

? Oğlum, dedi gelin hanım, ben babamın evine gideceğim dedi. Ben de git dedim. Evi bu hâle koyup gitti. Bacınla düzeltip süpürecektik. Ama senin bir kere görmeni istedik. Evlâdım, bu gelinden çektiğimizi bir Allah bilir, bir de biz.

Salih düşünüyor, bir şeye karar veremiyordu.

Olaylar böyle cereyan ederken, görümce evlenmek üzeredir. Kına gecesinde kadınlar oynuyor, mâniler söyleniyordu. Sarışın bir gelin oynamaya çıktı. Hem oynuyor, hem de türkü söylüyordu:

İstemem başka bir dert

Kaynana derdim var benim

Buruşuk suratı sert

Kaynana derdim var benim

Yaşlı kadınlara dönerek size söylüyorum der gibi şöyle devam ediyordu:

Vahşi, hödük kaynana

Dişleri gedik kaynana

Oğlun neler getirdi

Sensiz yedik kaynana

Seyirci kadınlardan alkış gelince daha da coşarak türküye devam etti:

İstersen aş, kaynana

Kazanda piş kaynana

Doktor çare bulmasın

Dertlere düş kaynana

Ah şu kediyi tutsam

Etinden sucuk yapsam

Görümcem haspa ile

Kaynanama yuttursam

Alkış tufanı kopuyor. Genç kızlar, (İsteriz, isteriz) diye tempo tutuyorlardı. Yaşlı kadının birisi, bu türkülere canı çok sıkılmış olmalı ki, (Yeter kızım, biraz da biz oynayalım) dedi. Herkes, yaşlı teyzeye bakıyordu. Hem oynuyor, hem de o da türkü söylüyordu:

Oğlum, hanımın çok has

Su vermiyor bir tas

Kahrı çekilmez oldu

Tutuyorum her gün yas

Gelin vurunca taşı

Yandı annenin başı

Bu gelinin zulmünden

Dinmez gözümün yaşı

Kıymetli paşa oğlum

Binlerce yaşa oğlum

Gelin canıma yetti

Çabuk gel, boşa oğlum

Birkaç, kaynananın alkışı duyuldu ise de, gelinler hemen hücuma geçerek (Yeter kes) dediler. Vakit çok ilerlediği için, misafirler dağıldı.

Evli bir gelin, evlenmemiş yaşlı kızlara laf atarak şunları söylüyordu:

On beşine giren bir kız

Yeni açmış güle benzer

On altıda pek kararsız

Hızlı esen yele benzer

On yedide deli dolu

Hiç düşünmez sağı solu

Bilmez nere gider yolu

Boz bulanık sele benzer

On sekizde ağrır başı

İlerliyor artık yaşı

Bekler hayat arkadaşı

Bir günü bir yıla benzer

On dokuzda kalır naçar

Dertlerini kime açar

Aylar yıllar gelip geçer

Geçilmeyen yola benzer

Yirmisinde olgunlaşır

Huzursuzdur dalgınlaşır

Belki diye ümit taşır

Gurbetteki kula benzer

Bu türkü, haklı olarak genç kızların tepkisine yol açtı. Hep birlikte gelini protesto ettiler.

Prof. Dr. Sinsi 10-11-2012 10:19 PM

Örnek Kaynana
 
Saliha, görümceden kurtulmuştu. Bu arada, eve bir gelin daha gelmişti. Saliha, işleri yeni gelen gelinle yapacağı için, rahatlayacağını düşünüyordu. Kaynanası daha çok mu yaşayacaktı? Bilemiyordu. Ne olursa olsun, sıkıntılara metanetle sabretmesini becerebiliyordu. Elektriği söndürmeyi başkası unutsa bile, Saliha kendi üzerine alıyor, (Bir daha unutmam anne) diyordu.

Komşular, kaynananın geçimsizliğini biliyorlardı. Bir gün, bu komşulardan biri gelerek, Saliha’nın yarasını deşmek istedi. Kendi kaynanasının geçimsizliklerini anlattı. Ağzının payını verdiğini bildirdi. Saliha, bu kadına dedi ki:
— Sizin kaynananız kötü olabilir. Ama benimki kötü değildir. Ben bu eve kavga etmeye, kaynanamın ağzının payını vermeye gelmedim. Büyüklerime hürmetim çoktur. Ben kaynanamı severim. O ne söylerse, benim iyiliğim için söyler.

— Yoo, kızım yanlış anladın beni. Ben kendi kaynanamın huysuzluğunu söylemek istiyordum.

— Sizin kaynananızın huysuzluğu beni ne ilgilendirir? Hem gıybet ediyorsun.

— Ne münasebet, ben olanları söylüyorum.

— Zaten olanları söylemek gıybettir. Olmayanı söylemek ise iftiradır. Gıybet de iftira da büyük günahtır.

* * *
Yeni gelen gelin, yani Saliha’nın eltisi Pakize, hiç uysal görünmüyordu. Kaynanasının verdiği işleri istemeyerek, mırın kırın ederek yapıyordu.

Saliha, birlikte görülmesi gereken işleri bile, tek başına kalkıp yapıyordu. Evi o süpürüyor, bulaşıkları o yıkıyor, yemeği o pişiriyordu. Kaynana, bu durum karşısında iki gelinini çağırarak dedi ki:
— İşlerimiz müşterektir. Mesela bulaşık mı yıkanacak, bir gün Saliha, bir gün Pakize.

Saliha hemen atıldı:
— Peki anne, dedi. Bugün ben başlayayım.

Her gün o başlıyordu. Nedense hiç Pakize’ye sıra gelmiyordu. Kaynana bu işten hiç memnun değildi. Pakize’yi çağırdı:
— Kızım şu işi yap, dedi.

Pakize sert karşılık verdi:
— Yapacağım işi senden öğrenecek değilim.

— Kendi işini kendin yap kızım. Sen bu eve niçin geldin?

— Kaynanama hizmetçi olmak için gelmedim.

Saliha, hemen atıldı:
— Anne ben yaparım. Tartışmaya gerek yok.

Görülmesi gereken işleri gördü. Kaynanası olmadığı bir zaman, Pakize’ye bir abla nasihati vermek istedi.

— Kardeşim, bak, dedi. Bugün az kalsın kaynananla kavga ediyordun.

— Ederim n’olacak? Gerekirse dayak da atarım.

— Geçimsizlik her kişinin kârıdır. İyi geçinmek, er kişinin kârıdır. Kimse bize geçimsiz demesin! O bizim annemiz, bize ne söylese haklıdır. Bizim iyiliğimiz için söyler.

— O benim annem değil, kaynanam.

— İyilik istiyorsan, anne diyeceksin, onu anne bileceksin.

— Anne falan bilmem. Kendimi onun kölesi yapmam. Sonra sana ne oluyor? Benim işime karışma! Sen de bu evde iş yapmayacaksın. Anne dediğin karı yapsın işleri. Eğer bir iş yapmaya kalk, eşek sudan gelinceye kadar sana dayak atarım.

Saliha’dan biraz daha iri vücutlu olduğu için onu haklayacağını zannediyordu. Saliha, oradan ayrılıp, iş yapmaya koyulunca, Pakize arkadan iki tekme vurup, Saliha’nın saçını çekmeye başladı. Saliha, Pakize’nin midesine bir yumruk vurdu. Pakize âdeta nakavt olmuştu. Sesi soluğu kesilmişti. Pakize ayılınca, Saliha dedi ki:
— Pakize seni affettim. Sakın bir daha böyle bir şey yapayım deme! Seni doğduğuna pişman ederim.

Pakize, gücü yetmeyeceğini iyice anlamıştı. Ama mağlubiyetini hazmedemiyordu. Bir fırsatını bulsa, başına taş atacaktı.

İki gelinin kavgası üzerine evleri ayırmaya karar vermişlerdi. Tam bu sırada, Saliha’nın kocası, İstanbul-Ankara yolunda geçirdiği bir trafik kazasında öldü. Saliha genç yaşında, hamile olarak dul kaldı. Kocasından kendine düşen bir evde, yalnız olarak yaşamaya başladı. Dikiş dikerek geçimini sağlamaya çalışıyordu.

Sonra, Saliha’nın bir oğlu dünyaya geldi. Adını Salih koydular. Salih, ölen babasının adıydı. Annesi Salih’e çok itina göstererek bakıyordu. Mümkün mertebe çocuğuna abdestsiz süt vermiyordu. Hep besmele ile süt veriyordu. Besmeleyle yatırıyor, besmeleyle kaldırıyordu. Biricik çocuğuna helâl süt vermek için çok gayret gösteriyordu.

Pakize ise dövüşerek, çekişerek, kaynanasıyla geçinip gidiyorlardı. Pakize, kendisi gibi olan gelinlerle, kaynanalarını çekiştirip duruyorlardı. Kaynanasından şikâyet ediyordu:
— Kaynanam üç yıldan beri bizde oturuyor. Tahammülüm kalmadı.

Komşu gelin tavsiyede bulundu:
— Kendisine söyle, evi terk etsin!

— Nasıl söyleyebilirim, ev kaynanamın.

Komşu kadın:
— Eltim, kaynanamın kaza geçirdiğini söyledi. Ben de ne oldu diye sordum. Duvardaki saat az daha başına düşüyormuş. Eltime, (O saati ben bilirim her zaman geç kalır) dedim.

Diğer kadınlar gülüşmeye başladılar. Pakize dedi ki:
— Pastacıların gelini, kaynanasını o kadar çok seviyormuş ki, bileziklerini satmış. Kaynanasına hac parası olarak vermiş.

Helvacıların gelini söze karıştı:
— Siz işin iç yüzünü bilmiyorsunuz. Kaynanası devamlı, (Kâbe’yi görmeden Allah canımı almasın) diyormuş. Gelin de, kaynanasının duası kabul olursa, diye bileziklerini hediye etmiş. Ümit dünyası!

Pakize anlamıştı:
— Demek kaynanasının ölmesi için bileziklerini vermiş öyle mi?

Tekrar gülüşmeler duyuldu.

Pakize konuşmaya başladı:
— Zülfiye ablanın sütçü beygiri, kaynanasını teperek öldürmüş. Ama kadıncağızın cenazesine epey gelin gitmiş. Sebebi ne olabilir ki?

Helvacıların gelini söze karıştı:
— Ben biliyorum. Zülfiye ablayı kandırıp beygiri satın almak istedikleri için gelmişler. Onların ki de ümit dünyası işte!

Yine gülüşmeler duyuldu.

Pakize yine konuşmaya başladı:
— Kaynanamın yüzünden kocamla kavga ettim. Annemin yanına dönmekle onu tehdit ettim.

Helvacıların gelini söz aldı:
— Nasıl, ayaklarına kapanmadı mı?

— Ne gezer, çıkarıp bilet paramı verdi.

Helvacıların gelini söze başladı:
— Bugün çok üzüntülüyüm.

— Hayrola neyin var?

— Kaynanam benimle bir hafta konuşmayacağına karar verdi.

— İyi ya, sevinmen lazımken niye üzülüyorsun?

— Bugün konuşma müddetinin son günü de ondan.

Pakize söze karıştı:
— Kaynanam doktora gitti. Dili yaraymış da.

— Doktor ne demiş?

— Dilin paslanmış demiş. Kaynanam da, (İki gündür gelinimle kavga etmiyorum, ondan mı oldu acaba?) demiş.

Yine gülüşmeler...

Helvacıların kızı, anlatmaya başladı:
— Kaynanam ağır hastaydı. Bir bayan doktora götürdüm. Doktor hanım, (Hastanız ağır) dedi. (Aman doktor hanım, hastamızı kendi kaynananız gibi tedavi etmenizi rica ediyorum) dedim. Doktor hanım gülmeye başladı. Tedavinin fayda vermeyeceğini söyledi. Ama çok geçmeden turp gibi iyi oldu. Öldürmeyen Allah öldürmüyor.

Pakize anlatmaya başladı:
— Geçen gün bizim üçüncü elti, kaynanamı dövüyordu. Kocam bana, niye müdahale etmediğimi sordu. Ben de, (Eltimin yardıma ihtiyacı yoktu. Evire çevire dövüyordu) dedim. Bizimki bana darıldı.

[Dinimizde uğursuzluk olmadığı halde, bilhassa kadınlar, çeşitli şeylerde uğursuzluk ararlar.] Pakize’nin de o anda gözü seğirdi.
— Acaba dedi, fena bir haber mi alacağım?

— Kötüye yorma, belki kaynananın ölüm haberini alırsın, dediler.

— Allah saklasın?

— Ne o kaynananı çok mu seviyorsun?

— Sevdiğimden değil, sevincimden yüreğime iner diye korkuyorum.

Helvacıların gelininin yüzünde duman lekeleri vardı.

Sebebini sordular. Dedi ki:
— Kaynanam bir aydır bizde misafirdi. Yolcu ettim de, ondan oldu.

— Kaynananın yolcu edilmesiyle, siyah is lekelerinin ne ilgisi vardır?

— Kaynanam trene binince lokomotife sarılıp dakikalarca öptüm de ondan…

Pakize, tekrar söz aldı:
— Geçen gün, kitap okuyordum. Önce kaynanam geldi. Elinde süpürge, evi süpürmeye başladı. Ardından kocam geldi. (Anne, bu işler gençlerin işidir, sen yaşlısın, ver de ben süpüreyim) dedi. Annesi, (Aman oğlum, sen hem şirkette çalış, hem de eve gelince dinlenme, hiç olur mu?) diyerek, bana laf duyurmaya çalışıyorlardı. Öfkelenerek, (Çok uzattın kaynana. Bir gün sen süpürürsün, bir gün de oğlun süpürür. Olur biter. Fazla konuşmayın okuduğumu şaşırıyorum) diye cevap verdim.

Helvacıların kızı, Pakize’ye dedi ki:

— Sen her zaman lokantanın önündeki köpeğe ekmek veriyorsun. Sebebi nedir?

— Geçen sene kaynanamı ısırmıştı da... Şu dünyada kaynana derdi çekmemiş gelin var mı acaba?

— Elbette var. Havva validemiz.

Tam bu sırada, kapının zili çalındı. Gelen Pakize’nin kaynanası idi. Kaynanalarının aleyhindeki konuşmayı kestiler. Hoş geldin dediler. Sonra da şöyle sordular:
— Teyze, kızının geçimi nasıl? Küçük oğlunu da evlendirmişsin. Onun durumu nasıl?

Pakize’nin kaynanası anlatmaya başladı.
— Kızım, iyi bir kocaya düştü. Kocası, kahvaltısına varıncaya kadar bütün hizmetlerini görüyor. Küçük oğlumun şansı iyi çıkmadı. Küçük gelinim, hiç bir işle meşgul olmuyor. Bütün işleri oğlum yapıyor.

Çok geçmeden dağıldılar.

Prof. Dr. Sinsi 10-11-2012 10:19 PM

Örnek Kaynana
 
Salih 12 yaşına girmiş, ilkokulun beşinci sınıfına gitmektedir. Dersleri oldukça iyidir; ama öğretmeni, her derste dini hafife alıcı konuşmalar yapmaktadır. Yine bir gün dedi ki:

? Çocuklar, görülmeyen şeye inanmak ilme, fenne aykırıdır. Görülmeyen şey için, vardır denilemez. Onun için, görülmeyen şeyin var olduğunu söyleyenlere inanmayın!

Salih, öğretmenin bu sözlerle Allahü teâlâyı inkâr ettiğini anladı; ama annesinin nasihatini düşündü. Annesi, (Oğlum, her söylediğin doğru olmalı; ama her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Arkadaşının veya öğretmeninin hatası olabilir. Sakın münakaşa etme! Fitneye sebep olma! Köprüyü geçene kadar sabredenler, başarmıştır) demişti. Ne yapması gerekirdi?

Düşündü, bir karara varamadı. (Öğretmenim, senin aklını göremiyorum. O halde sende akıl yok) dese, hiç olmazdı. Ne demesi gerekirdi? Birden aklına bir şey geldi:

? Öğretmenim dedi.

? Söyle Salih!

? Öğretmenim, görülmeyen şey gerçekten yok mudur?

? Elbette yoktur. Şüphen mi var yoksa?

? Ama nasıl olur öğretmenim? Ben bir insanın ruhunu ve aklını göremiyorum. Ben bunları göremediğim için o kimsenin ruhsuz ve akılsız mı olması gerekir?

Salih, daha çok şeyler söyleyecekti; ama öğretmeni, (Tamam) diyerek konuşmayı kesip şöyle bir soru sordu:

? Salih, acaba bu yıl sınıfını geçebilecek misin?

? Derslerim iyi olduğuna göre...

? Onu sınavlar bilir.

Bir süre sonra öğretmen hastalandı. Yıl sonuna kadar derslere gelemedi. Sınavı diğer öğretmenler yaptığı için, Salih ilkokuldan mezun oldu. Öğretmeni hasta olmasaydı, belki biraz zor mezun olurdu.

Salih, yaz tatilinde Türkiye gazetesi satmaya başladı. Vapurdan çıkanlara, gazete diye bağırıyordu. Bu arada, Türkiye gazetesi hakkında yazılan bir şiiri de okuyordu:

Eşi dostu hemen uyar

Gel Türkiye Okuyalım

Kıymetini bilmez ağyar

Gel Türkiye Okuyalım

Zaman akıp gider iken

Evde sohbet eder iken

Dağda davar güder iken

Gel Türkiye Okuyalım

Gerçekleri görmek için,

İlme değer vermek için,

Sapıklığı yermek için

Gel Türkiye Okuyalım

Son verelim cehalete

Dur diyelim rezalete

Koşmalıyız fazilete

Gel Türkiye Okuyalım

Dinde verir nakle değer

Soylu fikir, doğru haber,

Çoluk çocuk hep beraber,

Gel Türkiye Okuyalım

Gösterelim biraz gayret

Etmeliyiz hakka davet

Demeliyiz hemen evet

Gel Türkiye Okuyalım

Köyden köye, ilden ile

Duyuralım dilden dile

Dolaşmalı elden ele

Gel Türkiye Okuyalım

Nurlanmalı bütün yüzler

Yayılmalı güzel sözler

Kapanmadan gören gözler

Gel Türkiye Okuyalım

İbret ile bakmak için

Selamete çıkmak için

Bir meşale yakmak için

Gel Türkiye Okuyalım

Köyden köye, ilden ile

Duyuralım dilden dile

Dolaştırıp elden ele

Gel Türkiye Okuyalım

Büyük nimet bu devirde

Şifa olur birçok derde

İnmemişken göze perde

Gel Türkiye Okuyalım

Gazetelerin hepsini satmadan dönmek istemediği için, eve hep geç geliyordu. Annesi ise, her gün merakla pencere önünde bekler, uykuları kaçardı.

Salih, geç kaldığı günler, (Ana gibi yâr olmaz) ilâhîsini okuyarak gelirdi:

Bebeğini avutur,

Ninni ile uyutur,

Kahır çeker unutur,

Beşik sallar uyumaz,

Ana gibi yâr olmaz.

Bakmaz öyle her lafa,

Evlâttan görse cefa,

Eksilmez onda vefa.

Kırılan kalp sarılmaz,

Ana gibi yâr olmaz.

Sitem etmez, gücenmez,

Hakkı çoktur, ödenmez,

Ona öf bile denmez.

Et tırnaktan ayrılmaz,

Ana gibi yâr olmaz.

Anneye çok hürmet var,

Rızasında Cennet var,

Ayağını öp yalvar!

İyiliği sayılmaz,

Ana gibi yâr olmaz.

Salih, gazete satmağa devam ederken TÜM-YIKIM isimli illegal bir örgütün militanlarıyla karşılaştı. Örgüt lideri, Salih'in gözü açık bir çocuk olduğunu anladı. Örgüte hizmet etmesi için cazip tekliflerde bulundu. Maksatlarının fakirlere yardım olduğunu söyledi. İtimadını kazanmak için Salih'in cebine yüz lira koydu. Yarın yine aynı yerde buluşmak üzere evlerine gönderdi.

Salih, bu militanları, az bir hizmete karşılık dolgun bir ücret verdikleri için, iyi, kalbili ve yardımsever insanlar olduklarını zannetti. Daha faydalı olabilmek için geceleri örgüt evinde yattı.

Salih, annesinin meraklanacağını bildiği için, ona bir mektup yazdı. Bir iki hafta gelemeyeceğini, emin bir yerde bulunduğunu ve merak etmemesini bildirdi.

Örgüt lideri, Salih'e bin lira verdi. Devrim gazetesini satmaya gönderdi. Arkasından da iki küçük militan göndererek, bin lirayı çalmalarını, bu mümkün olmazsa zorlamalarını söyledi. İki küçük militan, gazete almak bahanesiyle Salih'in yanına yaklaştılar. Paralarının bozuk olmadığını, parayı bozarak birer gazete vermesini söylediler. Salih cüzdanını çıkarınca küçük boylusu, para dolu cüzdanı alıp kaçtı. Diğeri de Salih'i tutarak arkadaşının kaçmasını sağladı.

Salih, olayı anlatmak için karakola giderken örgüt lideriyle karşılaştı. Durumu anlattı. Örgüt lideri polise gitmesine mani oldu. Bin lira daha vererek gazete satmasına devam etmesini söyledi.

Ertesi günü, gazetelerde şöyle bir acıklı haber çıktı:

?Sahildeki trafik kazasında 12?13 yaşlarında bir çocuk feci şekilde ezilerek tanınmaz hale gelmiştir. Üzerinde çıkan kimlikten Salih oğlu Salih Öksüz olduğu anlaşılmıştır.?

Bu haberi bütün gazeteler yazdığı gibi, radyo da söylemişti. Birkaç gündür meraktan gözlerine uyku girmeyen, hastalığı artan annesi haberi duyunca düşüp bayıldı. Komşu kadınlar su dökerek ayıltmaya çalıştılarsa da ayıltamadılar. Haseki Hastanesine kaldırdılar. Gerekli müdahalelerden sonra bir ara gözleri açılır gibi olduysa da hastalığı sebebiyle kendine gelemedi, (Salih, evlâdım) diye sayıklamaya başladı.

Doktorlar, kadının zayıf ve hasta olduğunu, oğlunun ölüm haberini duymasıyla büyük bir şok geçirdiğini, Allah'tan ümit kesilmez ama durumunun ağır olduğunu söylediler.

Öte taraftan gazetelerdeki trafik kazasını Salih de okudu, önce hayret etti. Sonra olayı anladı. Ölenin kendisinin cüzdanını çarpıp kaçan çocuk olduğunu, parayı alıp kaçarken arabanın altında kaldığını anladı. Cüzdanında kendi kimliği bulunduğu için haberdeki yanlışlığı fark etti.

Salih, örgüt liderine gazetedeki haberi gösterdi. Annesinin de okumuş olma ihtimaline karşı, evlerine gitmek için izin istedi. Örgüt lideri bu akşam da yatıp yarın gitmesini söyledi. Gece Salih'in cebindeki bütün paraları aldı. Sabah olunca Salih parasını bulamadı. Örgüt liderine durumu bildirdi. O da başka bir yerde düşürmüş olabileceğini söyledi. Salih, parayı gece yatarken yastığının altına koyduğunu söylemesi üzerine, (Bizi hırsızlıkla mı suçluyorsun?) diyerek feci bir dayak attı.

Salih ağlaya ağlaya eve gitti. Annesinin hastanede olduğunu öğrendi. Hastaneye gitti. Annesinin yanına girdi. Kadıncağız gözlerine inanamadı. Sevinçten tekrar bayıldı.

Annesi ayıldıktan sonra Salih'i kucakladı. Salih de bu acı tecrübelerden sonra, annesinin sözünden çıkmayacağına söz verdi.

Prof. Dr. Sinsi 10-11-2012 10:19 PM

Örnek Kaynana
 
Salih, Ahmet Rasim Ortaokulunu, arkasından Vefa Lisesini bitirdikten sonra, İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde okumaya başladı. Anarşinin hüküm sürdüğü bir zamanda okumak kolay değildi. Gençler birkaç gruba ayrılmış. Salih ise, hiç bir gruba dâhil olmamıştı. Öğle ve ikindi namazlarını Beyazıt Camii’nde kılıyordu. Sınıf arkadaşı Erenköylü Ömer’in de ara sıra bu camiye geldiğini görüyordu.

Ömer, Salih’in namaz kıldığını görünce, hemen onu ayarlayıp kendi gruplarına sokmak için ne yapmak gerektiğini düşündü:
— Salih, dedi, bugün bizde çay içip sohbet edebilir miyiz?

— Mümkün, ama eviniz nerede?

— Erenköy’de.

— Çok uzakmış. Bizim ev daha yakın. Fatih’te. Yaya on dakikada varırız.

Ömer ne düşünmüşse, illâ Salih’i evlerine götürmek istiyordu:
— Bizim evde kimse yok. Hepsi memlekete gittiler. Daha rahat konuşuruz. Gece evde kalırız.

— Peki, gidelim ama anneme haber vermem gerekir. Benden başka kimsesi yoktur. Merak eder.

— Peki, haber verip gidelim!

Beraber eve gittiler. Uzun bir sohbetten sonra Salih, saatine baktı. Saat 12’ye doğru geliyordu:
— Yatsıyı gece yarısından önce kılmamız gerekir. Hemen namazlarımızı kılalım!

— Sabaha doğru kılsak ne mahzuru vardır?

— Gece yarısından sonra yatsıyı kılmak tahrimen mekruhtur.

Namazı kıldıktan sonra biraz daha konuşup yattılar.

Sabah kahvaltısından sonra, konuşarak üniversiteye doğru hareket ettiler. Ömer, talebe seçimlerinden bahsetti:
— Hafta sonu seçimler var.

— Seçime kaç grup aday gösteriyor?

— Üç grup.

— Kimler?

— Devrimciler, Liberaller ve İslâmcılar.

— Oyunu hangisine vereceksin?

— Kime vereceğim, tabii ki Müslümanlara?

— Her birinin tahmini sayısı kaçtır?

— Tahminen devrimciler 100, Liberaller 90, İslâmcılar da 20 civarındadır.

— Peki, herkes kendisine oy verirse ne olur?

— Devrimciler kazanır; ama Müslüman, tek oyu da olsa kendi arkadaşlarına vermelidir.

— Kardeşim, kendi arkadaşına oy verince devrimciler kazanıyor. Niye kendi arkadaşına veriyorsun?

— Hak dururken batıla oy verilir mi? Küfre rıza küfür değil mi?

— Küfre rıza küfür düsturunu hiç unutma! Sen kendi arkadaşına oy verince küfür kazanıyor mu?

— Kazanıyor.

— O halde oyunu küfre vermiş olmuyor musun?

— Sonuç oraya varıyor.

— Elbette sonuç önemli... Şöyle bir örnek verelim! Dünyada 50 tane komünist ülke olsa, 45 tane de liberal ülke olsa, 10 tane de Müslüman ülke olsa. Kim kazanırsa dünyayı hep o idare edecek dense, Müslüman nereye oy vermelidir?

— Müslüman elbette kendisine vermeli. Dünyanın Müslüman olmasını istemeyecek mi?

— Evet, isteyecektir; ama istemesiyle oy vermesinin ilgisi nedir? Kendisine oy verince 50 oyla komünistler kazanır. Liberallere verirse liberaller kazanır. İki zarardan hafif olanını tercih etmek gerekir. Kendisine oy verip de komünizmi kazandırmak yerine, liberale verip de komünizmi önlemelidir. Eğer bu haftaki seçimlere bu zihniyetle girilmezse, talebe derneği devrimcilerin eline geçer.

Hafta sonu seçimler oldu. İslâmcılar ayrı bir liste ile seçimlere girdiği için devrimciler az bir oy farkı ile derneği ele geçirdiler. Buna rağmen bölünmenin zararını yine anlayamadılar.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.