ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Çocuklara Önce İmanı Öğretmek (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=891807)

Prof. Dr. Sinsi 10-10-2012 09:48 PM

Çocuklara Önce İmanı Öğretmek
 
Çocuk gelişme çağına girince, ona iman esaslarını telkin etmek gerekir. Böylece iman ve İslâm'la ilgi kurmuş olur.

Cündüb bin Abdullah -radiyallahu anh- der ki:

"Biz erginlik çağına yaklaşmış bir grup genç Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraberdik. Kur'an'ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da Kur'an'ı öğrendik. Kur'an sayesinde imanımız daha da arttı." (İbn-i mâce: 61)

Önce imanın öğretilmesi, sonra Kur'an-ı kerim ve diğer bilgilerin öğretilmesi talim ve terbiye sisteminde takip edilecek safhaların özünü teşkil etmektedir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz akrabalarından bazı çocuklara konuşmaya başlar başlamaz iman esaslarına giren bazı Âyet-i kerime'leri ezberletmiştir. Çocuklar o safhada henüz temyiz yaşında bile değillerdi. Temyiz yaşında namaz kılmaları emredilmiştir.

Çocuklar müslümanların en kıymetli varlıklarıdır. Çocuk anne-babanın yanında bir emanettir. Çocuğun kalbi tertemizdir, işlenmemiş sâde bir cevherdir. Kendisine verilecek herşeyi kabul edecek durumdadır.

Çocuğa doğru şeyler öğretilir ve iyi alışkanlıklar kazandırılırsa, bu duygu içinde gelişir. Anne-baba da Allah katında mükâfatlarını alırlar. Fakat onları hayvanlar gibi başıboş bırakırlar, kötü alışkanlıklar kazandırırlarsa, onların günahı anne-babanın boynuna olur.

Evlilik ve iyi bir nesil yetiştirmek, şüphesiz büyük bir sorumluluktur. Çocukların anne ve baba üzerinde bir takım hakları bulunmaktadır. Kıyamet gününde her anne-baba bundan dolayı mutlaka hesaba çekilecektir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anası ile babası onu yahudi veya hıristiyan yahud da mecusi yaparlar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 664)

Görüldüğü üzere din duygusu, hakikat aşkı insanlarda fıtrîdir, doğuştan vardır. Her doğan çocuk küfürden sâlim olarak, Allah-u Teâlâ'nın Âdem Aleyhisselâm'ın sulbünden zürriyetlerini çıkararak aldığı söz üzerine, Rabb'ini tanıyacak şekilde doğar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Hadis-i şerif'leriyle çocuklarına dinlerini öğretmeyen, İslâm terbiyesi vermeyen anne ve babaların Allah katında sorumlu olduklarını haber vermişlerdir. Çocukların düzelmesi, onların düzgün davranmalarına bağlıdır. Anne-baba istikametten ayrılırlarsa, çocuklar da ayrılırlar. Bu durumda kendi cezalarını çekecekleri gibi, çocuklarının cezalarını da çekerler.

Çocuğunun terbiyesini vermeyen, onu başıboş bırakan kimse büyük bir vebal altına girmiş olur.

Çocukların çoğunun bozulması anne babaların onları ihmal etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Anne-baba çocuklarına küçüklüğünde gereken âile terbiyesi vermeyince, çocuklar da büyüdüklerinde onlara faydalı olmamaktadırlar.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:

"Ben kullarımın hepsini müslüman olarak yarattım. Amma onlara şeytanlar gelerek kendilerini dinlerinden alıp götürdüler. Benim kendilerine helâl kıldıklarımı onlara haram ettiler, benim hakkımda delil indirmediğim bir şeyi bana şerik koşmalarını emrettiler." (Müslim: 2865)

Çocuk tevhid ve marifet fıtratı üzere doğar. Bir çocuk kendi yaratılışı ve karakteri ile başbaşa bırakılırsa, kendiliğinden iman yolunu seçeceği şüphesizdir.

Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, hakkı haksızlıktan ayırabilecek bir istidatta yaratılan insan, o büyük iman hakikatini de bulabilecek kabiliyettedir.

Çünkü güzelde, iyide, hak ve hakikatte hep O vardır ve yaratılışın gayesi de zaten O'dur. Hem O'nu arama, O'nu bulma ve O'nda özleşme gayesiyle yaratılalım, O'nun ahlâkına aynadar olma vasıfları ile donatılalım, hem de O'nu bulma kabiliyetinden yoksun olalım! Bu mümkün müdür?

Kardeşlerimizin birinin henüz iki buçuk yaşlarındaki kızı küçük Hatice bakın vücut nimetini ihsan edeni nasıl arıyor? Bilmek ve bulmak isteyip soruyor:

? Anneciğim şu elimi kim verdi?

? Kızım, Hazret-i Allah verdi.

? Peki anneciğim ayağımı kim verdi?

? Kızım, Hazret-i Allah verdi.

"Gözümü kim verdi, kulağımı kim verdi?" diye sual devam ediyor. Annesi kızının bütün suallerine: "Hazret-i Allah verdi." deyince, küçük Hatice her gezdiği yerde: "Anne, Hazret-i Allah çocuklara el-ayak, göz-kulak vermiş!.." deyip, bununla şükrünü yapmış oluyor ve Hazret-i Allah'ı zikretmiş oluyor. Oluyor da nice yaşlı, yaşlanmış, akıllıyım diye geçinen kimseler var, kendilerini görmüyor, göremiyorlar. Derinlemesine bir muhasebenin içerisine giremiyor, nefsini tanımıyor, sahibini de tanımıyorlar. Üstelik ıssız yerde de değil, kutuplarda da değil...

Bir ev sahibi düşünün. Misafirine sayılamayacak kadar ihsanda bulunsun, onu sayısız nimetlerle donatsın. Misafir de kalkıp: "Ben ev sahibini tanımıyorum." desin ve ev sahibinden beni kimse haberdar etmedi desin, sonra da mesuliyetten kurtulsun. Bu olacak iş midir?

Bir köpek kendine ekmek veren, su veren ve himaye eden tablacı hükmündeki ev sahibini tanısın da, aklı başında olan insanoğlu kendisine sayısız ihsanda bulunan, kendisinin ve âlemlerin Rabb'i olan yaratıcısını tanımasın! Elbette mesuliyetten kurtulamayacaktır.

Bunun içindir ki çocuğa kendini yoktan yaratan, nimetlerle donatan, mülkünde bulundurup çeşitli nimetlerle rızıklandıran Yaratıcı'yı, onun anlayacağı dil ile duyurmak gerekiyor.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.