![]() |
Naz Etme Kahve!
Naz Etme Kahve!
Tarihe mâl olmuş bir bilmece geçmişten bugüne şöyle seslenir: Ol nedir kim bir güzel esmer civân Râhat-ı rûh u hayât-efzâ-yı cân Anın için meyleyip erbâb-ı dil Iyş u nûş eyler anınla her zaman Ruhun rahatı, ömre ömür katan ve bundan dolayı gönül ehlinin her daim ona meylettiği esmer güzeli kimdir diye sorduğumuzda elbette kahve diyeceğiz. Nitekim bu olayın tiryakileri de bilirler ki, rengiyle ve şekliyle güzel olduğu gibi kokusu ile de ayrı bir cazibeye sahiptir kahve. Biz bu yazımızda tahmin edilenin aksine kahvenin genel tarihini değil, tarihimizde kahve için söylenen bir şiiri sizlerle paylaşacağız. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Şu kadarını söylemek gerekirse Türk milleti bu kara kuru nesne ile tam manasıyla 16. asırda tanışmış bulundu. Kesin bir tarih hakkında kronikler ittifak etmiyorsa da, eğer bir sene tayin etmek gerekirse bunun 1500’lü yılların ortası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Osmanlı halkı Yemen bölgesinden ithal olan bu siyah tohumu önce uzaktan seyretti, seyretti; fakat bir müddet sonra ona öyle ısındı ki, hakkında münakaşalara, ihtilaflara ve hatta kavgalara bile tutuştular. Bunun sebebi açıktı… El-cevab: ? http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Kahve Aşkı Bu lezzetli, hoş kokulu –tabi kimine göre de acı ve tatsız- olan içeceğin acaba dinî çerçeveden bakıldığında içilmesi münasip miydi? Çünkü daha önceki yüzyıllarda İslam diyarında buna benzer bir şey ne görülmüş ne de içilmişti! Derhal âlimlere, müftülere ve hatta şeyhülislamlara müracaat edilmiş ve kahve için nasıl bir hüküm verileceği merakla beklenmeye başlanmıştı. Netice olumluydu ve “el-cevab: Caizdür” fetvası söz konusu tedirginliği giderip tiryakilerin gönlüne su serpti. Bu saatten sonra bir müddet sükûnet sağlandı ise de daha sonra kahve aleyhtarı olanlar durumu abartarak yeniden ortalığı velveleye verdiler. O kadar ki, mesele dönemin Şeyhülislamı Bostanzade Mehmed Efendi’ye kadar çıktı. Zamanın şairlerinden bir tanesi bu fetva istenen konuyu şiire büründürerek, büyük âlime 24 mısralık bir manzume sundu. Tabi hazret bundan geri kalır mı… O da 104 mısradan oluşan bir cevap hazırladı ki, kahve içilmesinin dinen hiçbir mahzuru olmadığını şiirsel bir dille ispatladı. Eğer kısmet olursa bir başka yazıda bu suali ve cevabı ele almaya çalışalım, şimdilik konumuzu fazla dağıtmayalım. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Kahvehaneler Daha sonra İstanbul’ un muhtelif semtlerinde meclisler kurulmaya başlandı ve haşmet-meab kahve huzurunda ilmi ve edebî topluluklar teşekkül etti. Binaenaleyh bu noktada söz konusu meclisleri zamanımızdaki vakit öldürülen, beyhude nefes tüketilen kahvehaneler ile karıştırmayalım. Nitekim o dönemde kahvenin birleştirici unsurundan istifade edilerek, bu mekanlarda ilim ehli yahut ilme hasret kişiler toplanır, kimi zaman kitaplar okunur, kimi zaman da edebi münazaralar tertip edilirdi. Kahve eşliğinde sohbetler husule gelir, haller gönüller sorulur ve bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı bizzatihi müşahede edilirdi. Uzatma Kahve! http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Sözü fazla uzatmadan yukarıda okuyucularımıza vaad ettiğimiz şiiri arz edelim. Bu şiir bir halk şairinin dilindendir. Yazarı Âşık Zülalî’dir ve 19. yüzyılda yaşamıştır. Dönemine göre dili gayet anlaşılır olduğundan herhangi bir izahata da mahal bırakmamaktadır. Şiirden anlıyoruz ki Âşık Zülali de bir kahve mübtelasıdır ve hatta bundan öte ismi gibi bir kahve âşığıdır: Hayat suyu musun ey sâdık vefâ? Gel yetiş derdime, naz etme kahve! Hazm eder, verirsin mideye safâ Meziyetin çoktur, uzatma kahve! … Yemen’den gelirsin yolların uzun Her nere gidersen karadır yüzün Gâhi tatlı, gâhi acıdır özün Bu hâlin kimseye belletme kahve! … Kendin siyah amma fincanların kar! Kimseye yok, sana olan itibar Aman! Eksik olma kıyamet kopar! Sakın tiryakiyi incitme kahve! … Şekerle pişince sever Zülali Nezaketle uzar dost yâran eli Buyursunlar, yağar yağmur misâli Sen de mağrur olup, naz etme kahve! ... Efendim, son olarak kahve ile tütünün birbirinden ayıramayanlar için eskilerin bir sözünü de söyleyelim, tâ ki “kahve-tütün” müptelaları daha sonra “Niçin muhteşem ikilinin arasına ayrılık sokup, onları beraber anmadın!” deyip şikayette bulunmasınlar. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Bunun misli gibi bir başka benzetme yoluna gidilerek çay için de benzer deyişler söylenmişse de şu an itibariyle başına tâcını kondurduğumuz esmer güzelini incitmeyelim ve iyisi mi bir fincan kahve ile nâz u niyâzı ber-taraf edelim! |
Naz Etme Kahve!
Kahve Tutkusu
Karacaoğlan kahveyi “ağalar beyler içerler” diye tanımlarken, Köroğlu üç huyuyla tanınırdı: Birincisi, biri yerinden kalkarsa yerine oturur; ikincisi, yemekte önce pilav yer ve sonuncusu; kahveyi kaynar kaynar içer ve bir dikişte bitirirdi. Ülkemizde kahve uzun zaman pahalı bir keyif maddesi olarak tanındı. Bu durum Anadolu’da ve genel olarak Ortadoğu’da, özellikle kırsal kesim kahvehanelerinde belki hiç kahve pişirilmemiş olmasıyla da belgelenir (Emiroğlu, 2001:342). Günümüzde mutfak kültürümüzde önemli bir yeri olan Türk kahvesi, yemeklerden sonra yapılan keyif, koyu sohbetlerin bahanesi, uykusuz gecelerimizin dostu ve özel günlerin vazgeçilmez içeceği olmuştur. Atasözlerine, manilere ve türkülere konu olmuştur Türk kahvesi: 'Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var', 'Gönül ne kahve ister ne kahvehane / gönül sohbet ister, kahve bahane'... Anadolu’da evlenmek üzere olan genç kızlar istenmeye gelindiğinde, kızların kahveyi yapmakta ve taşımakta olan ustalığına bakılır. Bu yüzden, eskiden beri hayırlı bir iş için gelinen evlerde Türk kahvesi ikram edilir. Uzun tarihi içinde pek çok insanda tiryakilik yapan kahve, ünlüler arasında da tutkunluk yaratan bir lezzet olmuştur. Ünlü Fransız yazar Honoré de Balzac, kahve tutkunları arasında ön sıralardadır. Kahve tutkunlarından biri de ünlü besteci J. S. Bach'dı. Kahveye olan tiryakiliğini notalara döken Bach, 'Kahvenin Öyküsü' adını verdiği bestesinde, kahvenin “şaraptan lezzetli, öpücükten zevkli” olduğunu söylüyor: "Ah, kahve ne tatlı / binlerce öpücükten daha tatlı / muscat şarabından daha yumuşak..." Dünyaca ünlü kahve tutkunları arasında Madame de Pompadour, Alexandre Dumas, Andre Gide, Moliére, Pierre Loti, Victor Hugo, Balzac sayılabilir. Türkiye'de ünlü ressam Ali Rıza Bey, karakalemlerinde kahveyi resmetmiştir. Ünlü komedi yazarı Moliére, Türk elçisi Süleyman Ağa'nın Paris'e tanıttığı kahveyi ilk tadanlardandır. Türk dostu olarak bilinen Pierre Loti ise hâlen Eyüp'te bulunan kahvehanenin ismi olmuştur. Pierre Loti, deniz subayı olarak İstanbul'da bulunduğu ilk yıllarda Eyüp tepesinde Haliç'in güzel manzarasını seyrettiği için kahvehaneye Pierre Loti'nin ismi verilmiştir (Topalakçı, 2011). Bugün İstanbul’da, önünde uzun kuyrukların oluşturulduğu Eminönü'ndeki tanınmış kahve dükkânını kuran Kurukahveci Mehmet Efendi, Türk Kahvesini ilk kez kavurup öğüterek Türk toplumuna sunan kişi olarak bilinir. “Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları” adıyla 1871'de kurulan ve modern ortamlarda toptan Türk Kahvesi üreten tesisler, kahveyi ilk defa depolarda kavurup, geniş çapta üretime geçmiş ve bu lezzeti teknolojik gelişmelere paralel olarak dünyaya taşımıştır. Bu kuruluş bugün Kurukahveci Mehmet Efendi'nin torunları tarafından yaşatılmaktadır. Kahvenin popüler hale gelmesi, aslında bizim için geleneksel bir içeceğin kahvehanelere ve bugün “cafe”lere taşınmasıyla olmuştur. Kahvehaneler, yalnızca çay ya da kahve içilen yerler olmanın çok ötesinde, özellikle sosyalleşme mekanı olarak değerlendirilmelidir. Uzun soluklu tarihi içinde, ülkemizde kahvehanelerin “özellikle saygın ve itibarlı insanların bulunmaması gereken bir mekan olarak devlet tarafından etiketlendiği”ni belirten Özkoçak, kahvehanelerin uzun zaman şehirde her türlü asayişi bozan ve cinsel ahlaksızlıkları tetikleyen yerler olarak kabul edildiğini vurgulamaktadır. Kahvehaneler, özellikle Osmanlı döneminde halkı kışkırtan dedikoduların üretildiği ve devletin eleştirildiği yerler olarak algılanmıştır (Özkoçak, 2009:23-25). |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.