ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Şiir Cenneti (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=315)
-   -   Ahmet Altan (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=888052)

Prof. Dr. Sinsi 10-09-2012 07:21 PM

Ahmet Altan
 
Kırkıncı Oda / Ahmet Altan

Ne kadarınız gerçek sizin,

kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki

kilitler altında sakladığınız gerçek

duygularınızla,

gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor

hayatınıza,

söylenmeyen neler var kuytularda,

hani kendinizden bile sakladığınız,

bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla

yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da

ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz

içinizde...???

Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?

Sevip de söyleyemediğiniz,

özleyip de açıklayamadığınız

ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize

gömdüğünüz oluyor mu,

korkaklıklar var mı,

kalleşlikler var mı,

yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi

bekliyor...???

Göründüğünüz insan mısınız siz,

yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur

içinizde

ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi

taşıyorsunuz?

Derununuzda neler saklıyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,

yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,

gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı

saklıyorsunuz,

açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,

günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp

Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?

Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz

yoksa...???

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi

duygularınızla düşüncelerinizi denklere

sarıp da içlerinizde bir yerlere mi

yerleştirdiniz,

bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz

aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve

denklerinizi

hiç açmayacağınızı bilerek...

Bir gün çıldırsanız da

bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça

söyleseniz,

neler duyacağız sizlerden,

gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,

yoksa korkaklığın altında,

bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi

büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,

öfkeleriniz, isyanlarınız?

Aşklarınız yok mu?

Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?

Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,

kendinize şaşar mısınız,

hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler

var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,

dile getirilmeyen özlemler,

söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,

hangi boşvermişlikler,

hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz

kendinizden?

Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı

turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,

şimşeklerle boşanan yağmur başladığında

şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,

ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz

kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,

bu kadar gerçeği o odada saklayıp,

hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir

sarsıntı yaratıyor?

yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de

ıssız gece,

sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,

korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,

kırkıncı odanız size de mi kapalı,

kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,

hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,

kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek

istemiyor musunuz,

bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,

bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,

kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız

kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,

yüksek sesle eleştirip de

içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,

kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi

korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde

gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu

yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?

Neler var kırkıncı odada?

Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,

kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı

yaşıyorsunuz?

Niye yapıyorsunuz bunu?

Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede

belki...

Belki de hiç açmazsınız,

kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,

kendinizden sıkılarak...

Prof. Dr. Sinsi 10-09-2012 07:21 PM

Ahmet Altan
 
Duracaksın

Acı,

ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,

öfke,

kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,

keder,

yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,

duracaksın,

durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine

bakacaksın,

sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan

alaycı kargaların sesini

dinleyeceksin,

çiçeklerini koklayıp derin bir soluk

alacaksın.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın

bir zaman, ?dinlenin biraz? diyeceksin.

Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün

istiridyeleri açarak,

bir sevinç arayacaksın.

Hayaller kuracaksın.

Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.

Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.

Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.

Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan

tenleri.

Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına

gülenleri.

Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını,

sevdalarını, sevişmelerini,

özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine,

hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları

sıkıca kucaklayacaksın.

Ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında,

tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.

Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.

Belki bir mektup alacaksın.

Sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana.

Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde

kaybolduğunda,

tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.

Gözcünün ?kara göründü? diye bağırdığını hayal

edeceksin.

Kara, hiç görünmese bile,

hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini

bileceksin,

çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu

hedefle mana kazandığını anlayacaksın.

Her şeyini kaybetsen de hayallerini

kaybetmeyeceksin.

Neyi aradığını hiç unutmayacaksın.

Sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini

o kadar kavrayacaksın.

Yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar

çok düşünürsen

öfken o kadar keskinleşecek.

Karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.

Geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı

bir uçurum koyduklarında,

nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce,

geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.

Sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.

Bir çiçek iliştireceksin yakana.

Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.

En azgın, en ihtiraslı sevişmelerini...

En çılgın hayallerini...

En çağıltılı kahkahalarını...

Acı,

ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,

öfke,

kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,

keder,

yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,

duracaksın,

durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine

bakacaksın,

sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı

kargaların sesini dinleyeceksin,

çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın

bir zaman,

"dinlenin biraz" diyeceksin.

Onları, şefkatle dinlendireceksin.

Çünkü onlara yine ihtiyacın olacak.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.