![]() |
Mevlevilik Ve Mevlana Celaleddin Rumi
Hayatı
Mevlâna (1207-1273) Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı. Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti. 1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti. Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi. Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" Hz. Mevlâna Mevlana'nın Eserleri Mesnevi Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi. Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir. Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre, Mevlâna, Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, oturuken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş. Çelebi Hüsameddin de yazarmış. Mesnevi'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25618 dir. Mesnevi'nin Vezni: Fâ i lâ tün - fâ i lâ tün - fâ i lün 'dür. Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır. Dîvân-ı Kebir Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir. "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir. Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur. Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40.000'i aşmaktadır. Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir. Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir. Mektûbât Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, ben deniz"gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır. Fîhi Mâ Fih Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir. Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır. Eser 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir. Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir. Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır: 1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı 2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış 3. İnanç'daki kudret 4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları 5. Bilginin değeri 6. Gaflete dalış 7. Aklın önemi Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir. Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır. |
Mevlevilik Ve Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlana ve Mevlevilik
Mevlevilik; tamamen sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir müessesedir. Hazreti Mevlâna, yaradana gönül veren, bütün dünyadaki yaratıkları yaradandan ötürü sevmeyi ve bizlere sevgiden söz etmeyi öğreten bir aşk piridir. Denizi bir testiye dökersen ne kadar alır? Bir günün kısmetini İşte deniz nasıl testiye kabın genişliği kadar sığarsa Mevlâna da kelime kalıplarına ve bizim idrakimize, istidadımız nisbetinde sığar. Zaten Mevlâna en kuvvetli, en üstün idrakin de ötesindedir. Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş bir insan olasındiye seslenir. Kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak; yani Allah’a tam bir gönül bağlamak Allah’a giden en kısa yoldur. Gönlünü Hakk’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmamıştır. Onun her zerresinden işleyen Allah’tır. Böylece o kişi nefsine uyup başkasına zarar verecek kötü işlerde bulunmaz. Allah ahlakına bürünmüştür. Hz. Muhammed ve Hz. Mevlâna bize bu vasıflarıyla örnek olmuşlardır. Mevlâna cihana sığmayan hudutsuz bir varlıktır. Güzeli, doğruyu, iyiyi, aşkı, hakikati arayanlara müjdeler veren lâhudî sestir. Zulmette kalanlara teselli sunan Rahmani sedadır. Ayrılıktan inleyenlere şifa bahşeden devalı nefestir. İnsana insanı öğretendir. Her şeyin insanda olduğunu ve tüm evrenin insanın emrine verildiğini öğretendir. Mevlâna büyük bir Hak aşığıdır. Aşkın efendisidir. Aşkta yok olmuştur. Bizzat aşktır. Aşkın ne olduğunu soranlara; "Benim gibi ol da bil, ister nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamiyle bilemezsin." buyurur. İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir ve sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneştir. Onun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve Birliktir. O, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşid olan insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden ve ikilikten kurtarmış ve temizlemiştir. O, hiçbir şeyi inkar etmez, ama her şeyi birleştirir, bütünleştirir ve sevdirir. O kimseyi ayrı görmez; Çünkü O, herşeyin Allah’ın zuhur ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu gönlüne ve insan aklına hâl olarak yansıtır. Mevlâna, aziz ve yüce bir üstattır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve herşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber’in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir. İnsan yaratılmışların en şereflisidir düsturuyla; her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlâna sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür. Sema Gösterisi Ölüm gününü Hakka vuslat; "Dügün Günü" sayan büyük Mevlâna'dan sonra, oglu Sultan Veled ve yakinlari tarafindan, Mevlâna'nin fikir yapisi ve düsünceleri üzerine (Mevlevî Tarikati) kurulmus ve bu edep erkân yolunu izleyenlere (Mevlevî) denilmisti. Mevlevî kelimesi Mevlâna'ya nispeti ifâde etmekle beraber, Kur'an-i Kerîm'deki (Nereye dönersen Allah'in likâsini görürsün) anlaminda olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir. Mukabele denilen Semâ gösterisi, Mevlevî Dergâhi'nda, semahânelerde Mutlak Kemâl ve Hakka Vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatina kadar tesbit edilmis usûl ve erkânla yapilir. Semahânelerde neyzen, kudümzen, âyinhan ve naat hanlar gibi musikî erkâninin bulundugu ve siralarina göre yerini aldigi mutrib'in önünde sema meydani , onun da tam karsisinda seyh postu vardir. Post'un ucundan semâhâne girisi ortasina kadar uzandigi farz edilen mevhum çizgiye (hatt-i istiva) denir. Bu, gerçege ulasan, Vahdet'e giden en kisa yoldur. Bu çizgi aslâ çignenilmez. Seyh ise, bütün ilâhi sifatlara mazhar olan ve postun-da Mevlâna'yi temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi'yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdir ve kirmizi renklidir. Mutrib erkâni, semâzen ler ve seyh efendi yerlerine oturduktan sonra, mukabelede ilkin Naathan tarafin-dan (Na'at-i Serif) okunur. Bestekâr Itri'nin besteledigi Na'at'i Mevlâna, Hazret-i Peygamber'e en içli seslenislerle bir övgü olup (Yâa Hazret-i Mevlâna, Hak dost....) diye baslar. Sonra ney taksimine geçilir, Ney, asil vatani olan kamisliga özlemini dile getirir. Ney, insan-i kâmil'in sembolüdür ve yanik, içli sesiyle Hakk'a vuslatin özlemini çeker. Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) baslar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere semâhâne ortasinda seyh, dergâh erkâni ve Semazenlerle üç devir olan bu merasim, karsilikli görüsmek, yâni bas kesmekle veya cemal cemale niyâz etmekle, mutlak varligin kemâl zuhurunu dogrulamaktadir. Semâ'zenlerin basindaki külâh, mezar tasina, sirtindaki hirkasi mezarina, tennûresi de kefenine isarettir. Onlar dünyadan soyunmus, gayb âleminin ask pervaneleridir. Esasen, semahânenin sagi görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mânâ âlemi... Semazenler mânâ âleminin mânâ erleridir. Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye, seyh'in reh-berligi ve irsâdiyle, ebedi hayata yönelmeye isarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yâkin) yâni Hakk'i ilimle bil-meye, ikinci devir, (aynel yâkin) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkin) yâni Hakk'la bir olmaya delâlet eder. Seyh birinci devri tamamlarken, kidemce en geri ve en genç, nevniyaz denilen semazenle karsi karsiyadir. Birbirine bas keser ve böylece tevazuu en belig sekilde ifade ederler. Bu karsilikli görüsme aynca birbirinin gönül kiblesine secdeye varistir. Üçüncü devir sonunda, seyh postuna geçer, semazenler de yerlerini alirlar. Devr-i Veledi'den sonra gösteri baslar. Semazenler usulünce hirkalarini çikarir yâni dünyevi gâilelerden soyunur, mezarlarindan siynlirlar. Bu sira seyh postun önüne dogru yürür, bas keser ve herkes ona uyar. Semazen basi ilerleyerek seyhin sag elini öper, seyh de onun sikkesini... Bu sema'a destur, yâni izin almaktir. Bundan sonra birer birer semazenler seyhle görüsür ve sema'a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sag eli dua eder gibi yukariya, sol eli asagiya açiktir. Bu Hakk'tan alir, halka saçariz, hiç bir sey'i kendimize mal etmeyiz, görünüste var olan, vasitalik eden bir suretten baska bir sey degiliz.) anlamina gelmektedir. Bir baska ifadesiyle de (Göge agariz, yere yagariz, varligimiz Hakk'in rahmetinde yok olmustur) demektir. Semazenler hem kendi etrafinda döner, hem de meydani devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yildizlarin ve dünyanin, günesin câzibesiyle hem kendi etrafinda, hem de günesin etrafinda devrettikleri gibi... Sema, bütün âlemlerin günesi Tanri'nin huzurunda bir devri âlem'dir. Esasen sema; gerçek varliga ulastiran, insani kendin-den geçiren bir cezbe vasitasi, kendinden geçen kisinin can sarhoslugudur. Mevlânamiz'in ifadesiyle (ask'a kavusmak, bulusmak sultanligi için, perdeleri kaldirip içeriye girmek devleti için, can elbisesidir. ) Semânin birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hakk'in büyüklügünü ve yüceligini idrâktir. Bundan sonrasi (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmdan âsiklar, süphelerden kurtulur. Tanri'nin birligine imân eder. ikinci selâm Vahdet'i Tanri birligini görüs hâline getirmedir. Üçüncüsünde âsiklar, görüslerini bilis ve olus mertebesine ulastirirlar. Bu devrede âsiklar, kendilerini, mutlak varligin kemal duraginda yitirmis, yok ol-muslardir. Son dördüncü devrede Vahdet duraginda ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler. Semazen basi semâ'i idare eder. Semâzenler onun ayak ve bas isaretlerine göre durumlarini ayarlarlar. Semâ'nin üçüncü selâminda seyh de sem'â girer. Hatt-î istivâ'nin ortasinda sema eden seyh, süphesiz burada Mevlâna'yi temsil etmektedir. Seyh, semâ'dan sonra yavas yavas ilerler, posta varmasiyla semâ da sona erer. SEMÂ Türk tarihinin, ananesinin, inançlarinin bir parçasi olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamiyle olusmus ve gelismistir. Kemâle dogru manevî bir yolculugu (Miraci), bir gidis-gelisi, temsil eder. Semâ 7 bulümdür. Her bölümün ayri bir manâsi vardir... Semâ'yi ilmî yönden tetkik ettigimizde, sunu görürüz: Var olmanin temel sarti dönmektir. Varliklar arasindaki müsterek benzerlik , en ufak zerreden en uzak yildizlara kadar her birinin bünye-sini teskil eden atomlarindaki elektron ve protonlarin dönmesidir. Her seyin döndügü gibi, insanoglu da bünyesini teskil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanin dönmesiyle, topraktan gelip topraga dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve suursuz olarak döner. Ancak insani öbür varliklardan farkli ve üstün kilan sey aklidir. Iste, dönen SEMAZEN varliklarin müsterek hareketine, semâiyla beraber akli da istirak ettinr... SEMÂ, kulun hakikâte yönelip, akilla - askla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk'ta yok olusu ve olgunluga ermis, kâmil bir insan olarak tekrar kulluguna dönüsüdür. Bütün varliga, bütün yaratilanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüsüdür... Semâzen hirkasini çikarmakla, manen, ebedî âleme, hakîkate dogar, orada yol alir.. Basindaki sikkesi (nefsinin mezar tasi), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarini çapraz bagliyarak, görünüste BIR rakamini temsil eden, böylece Allah'in birligini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kollan açik, sag eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktigi sol eli yere dönüktür. Hakk'tan aldigi ihsani, halka saçmasidir. Sagdan sola kalbin etrafinda dönerek, bütün insanlari, bütün yaratilmislari, bütün kalbiyle sevgi ve askla kucaklayisidir. Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayri bir manasi vardir. A) Birinci bölüm :Ilahi aski temsil eden Peygamber efendimizi metheden bir "na't" ile baslar. Buna "Na't-i Serif" denilir. Peygamberimizi methetmek, ondan evvelki bütün peygamberleri ve hepsini yaratan Allah'i methetmek demektir. B) Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vurus Allah'in (C.C.) kainati yaratisindaki "kün=ol" emrini temsil eder. C) 3 ncü bölümde ise her seye can veren "Nefesi" nefhayi Ilahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur. D) 4 ncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu Semazenlerin bir birine üç kere selam vererek, bir pesrevle dairevi yürüyüsüdür. Sekilde gizli ruhun ruha selamidir. E) Sema töreni 4 selamdir. Semazen üstündeki siyah hirkayi çikararak, sembolik olarak, hakikate dogar, kollarini bagliyarak bir rakamini temsil eder böylece Allah'in birligine sahadet eder. Seyh Efendi elini öperek sema'ya girme izni alir, Sema'ya baslar 1 nci Selâm, insanin, bilgiyle hakikâte dogarak, Yüce Yaradan'ini ve kendi kullugunu idrâkidir... 2 nci Selâm, insanin yaratilistaki nizami, azameti müsahede ederek, Allâh'in kudreti karsisinda hayranlik duymasidir... 3 ncü Selâm, insanin hayranlik ve minnet duygusunun ask'a dönüsmesiyle, aklin "ask"a kurban olusudur. Bu tam teslimiyettir, Allah'a vuslattir, Sevgilide yok olustur! Bu dizim'de en yüksek mertebe olan "Nirvana"dir, Islâmiyetteki "Fenâfillah"tir. Ancak Islâmiyette en yüksek mertebe kulluk mertebesidir. 4 ncü Selâm ise, insanin manevî yolculugunu tamam-layip, kaderine razi olarak, yaratilistaki vazifesine, kulluguna dönüsüdür. Bu Selâma Seyh Efendi ve Semâzen basi da istirak ederler. Bu noktada Semâzen, Amene'r Resûlü'deki (K.Ker. Bakara 2. âyet 285.) Allah'a, Meleklerine, Kitaplarina, Peygamberlerine... imân etmis olmanin nes'esi içindedir. Ilâhî emirlerin ve yaratilis sebeplerinin zevki ve idraki içindedir... Benligini, egosunu maglup etmis Peygamber Efendimizin, "ölmeden önce Ölünüz" ve Kur. Kerim Fecr s/27, son âyetlerindeki, "Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O'ndan hosnut, 0 da senden hosnut olarak, Rabbine dön! Has kullarim zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!" emirlerine uymus ve nes'esine gark olmustur... F - Semâ töreninin 6 nci bölümünde bilhassa "Mesrik de Allâh'indir, magrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah'in yüzü oradadir. Çünkü Allâh Vasi'dir, Alîm'dir" (Bakara s.2 115 nci) âyet'inin okundugu Kur. Kerîm tilâvetiyle devam eder. - 7 nci bölümde Semâ töreni, bütün peygamberlerin, sehitlerimizin ve bütün inananlarin ruhlari için okunan bir fâtiha ve devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur... Dede'ler ve Dervis''ler, Semâ Mukabelesinden sonra, kimseyle konusmadan, tefekkür (meditasyon) için, sessizce hücrelerine çekilirler... |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.