ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Sinop Tarihi Pontus Dönemi Ve Sinopun Başkent Olduğu Yıllar (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=874709)

Prof. Dr. Sinsi 10-06-2012 11:49 PM

Sinop Tarihi Pontus Dönemi Ve Sinopun Başkent Olduğu Yıllar
 
Pontoslular Rum Değildi.

Son yıllarda Pontos konusu yeniden Türkiye gündemine getirilmeye çalışılıyor. Bu konuda bölgemizin ve özellikle de Sinop'un zengin ve çok renkli bir geçmişi vardır. Pontus Tarihinde Sinop'un yeri çok ama çok önemlidir.

Pontus konusunda bilinenleri Bekir Başoğlu'nun "Sinop İli Tarihi", Celal Özdemir'in " Amasya Kalesi ve Kral Kaya Mezarları", Sümer Atasoy'un "Amisos Karadeniz Kıyısında Antik Bir Kent", antik çağ coğrafyacısı Amasyalı Strabon'un "Geographika" isimli eserleri ile Yurt Ansiklopedisinin Sinop'la ilgili fasikülünden özetleyerek size aktarıyoruz.

Pontus denince akıllara "Trabzon Rum İmparatorluğu" gelir. Ama hikaye böyle başlamamıştır.

M.Ö. 334 de Pers Ordusu başında bulunan III.Darius, İskender'in ordusuna Biga Çayı kıyısındaki savaşta yenilir. Buradan şunu anlıyoruz ki o zamanlar Anadolu"da önemli bir Pers varlığı vardır.

İskender'in M.Ö. 323 yılında ölümü ile Anadolu toprakları generalleri arasında paylaşılır. Generaller arasındaki rekabet ve geçimsizlik uzun süren karışıklıklara ve huzursuzluklara neden olur. Anadolu'nun yerli halkı Pers yöneticilerin huzurlu ortamını özler. İşte böyle bir ortamda öldürülen Pont Şatrabı II. Ariantes'in kaçak oğlu I. Mithridates isyan ederek Paflagonya'ya gelir. Ilgaz dağı eteklerinde küçük bir kent olan Kimitia kentini(?) M.Ö. 302 de ele geçirir. Halkın gönlünü kazanarak topraklarını genişleterek Pontus devletini kurar.



Devletin adı Doğu Karadeniz bölgesinde kurulduğu için Pontos olur. Pontus coğrafi bir bölgenin adıdır. Anadolu'nun kuzey ve kuzey doğusu, bir başka ifade ile Kızılırmak (Halys) ile Kırım (Kolkhis) bölgesi antik çağda Pontus olarak adlandırılmıştır Toprakları batıda Amastris (Amasra), doğuda Thermedon (Terme), güneyde Zela'ya (Zile) kadar genişler ve Amaseia'yı (Amasya) başkent yapar.

Pontosluların Arması Ay-yıldızdı



Bu arada az bilinen bir bilgi daha verelim; Pontuslu' ların arması resimde görüldüğü gibi ay-yıldızdı. Bu resim Amasya Müzesinde çekilmiştir. Çeşitli Pontos paralarında ay-yıldız simgesi daima bulunur.

Pontus yöneticileri Pers kökenli idiler. "Ahura Mazda" dininin bir uzantısı sayılan " Mitra" inancını taşıyorlardı. Bu yüzden Pontus krallarından altısı "Mithridates" adını taşımaktadır. Bu, dinde " ışık verici ve Mitra'nın armağanı" anlamına gelmektedir. I. Mithridates kurucu anlamına gelen "Ktistes" lakabını almıştır. Ktistes Paphlagonia'ya ilerleyerek M.Ö. 281 de Pontos'u yunanlı Selevkosların hakimiyetinden kurtarır.



Pontusluların Sinop ile ilk ilgileri II. Mithridates Ariobarzan zamanında olmuştur. II.Mithridates Galat, Grek ve yerli halktan oluşan paralı ordusu ile Amisos'u (Samsun) almış, fakat Rodosluların savunması karşısında Sinop'u alamamıştır. Rodosluların savunması kadar, Sinop kalesinin savunmaya uygunluğu da bu konuda etkili olmuştur.

Sinop Başkent Oluyor



II.Mithridates'in ölümü üzerine Pontus tahtına M.Ö. 185 yılında I. Pharnakes oturmuştur. Yeni kral, dedesinin kuşatıp alamadığı bir Milet kolonisi olan Sinop'u M.Ö. 183 yılında ele geçirir. Egemenlik alanını genişletmek istedi ise de Anadolu'da Roma baskısı artmakta olduğundan. Ele geçirdiği bir kısım yerleri Romalılara bırakarak geri çekilir. Başkentini de daha güvenli ve daha kolay savunulabilir olduğu için Amasya'dan Sinop'a taşır.

Pontuslu'lar Sinop'a egemen olunca deniz yolu ile zengin yörelerle ticaret yaparak; yapılan ticaretten vergi alarak kısa zamanda zenginleşirler. Bir yandan Sinop'un imarı ile uğraşırken öte yandan Amasya'yı da ihmal etmezler.



Gerek Pharnakes zamanı ve gerekse onun yerine gelen IV. İle V. Mithridates zamanlarında Roma baskısı artar. Anadolu'daki diğer krallıklar ya Romalılar tarafından yutulur ya da etki altına alınırlar. V. Mithridates Yunanlı bir Prensesle evlenir. Yunanlı tarihçiler Pontos tarihini buradan başlatırlar. Yunan kültürünün Pontos sarayına girdiğini Pontos'un Yunan kültürlü bir devlet olduğunu ileri sürerler.

İşte Sinop tarihinin romanlara konu olacak kadar renkli olan bölümü, bu tarihlerde başlar.

Kralı Öldüren Soydan Bir Hırslı Kraliçe

V. Mithridates Euergetes yaşlanmıştır. M.Ö. 120 yılında yaşlı kral Sinop sarayında düzenlediği bir davet esnasında karısı Kraliçe Laodike tarafından zehirlenerek ölür. Söylentilere göre Kraliçe Laodike bu suikastı Anadolu'da etki alanlarını genişletmek isteyen Romalılar özendirmesi sonucu yapmıştır. Yunan asıllı Seleukos Kralının kızı olan Laodike hakkında ' Pont kraliçesi Laodike saltanat hırsı ile kocalarını, oğullarını öldüren bir soydandı' bilgileri de vardır. Başka kaynaklarda ise Pontus Devletinin yavaş yavaş genişleyip etkisini artırmasından endişe eden Romalılar kiralık katillere kralı öldürttükleri yazılıdır.

Kralın öldürüldüğü gece hemen bir vasiyetname çıkar ortaya. Düzmece olduğu ileri sürülen bu vasiyetnameye göre krallığı ikisinin de adı Mithridates olan iki oğluna bıraktığı yazılıdır. Büyük oğul Eupator, küçük oğul Hrestos'un yaşları küçük olduğundan Kraliçe Laodike krallığı oğulları adına yönetmeye başlar.

Roma baskısına tümü ile boyun eğen Kraliçe Laodike M.Ö.116'da Frigya'yı Romalılara bırakır. Kraliçe Stefane gölü kıyısına kendi adını taşıyan "Laodikeia" kentini kurar. Bu kent şimdi Ladik adı ile bilinmektedir..

Bu arada Kraliçe Laodike kendini iktidara öyle kaptırmıştır ki, tamamen serbest kalmak için oğullarını dahi öldürmeyi planlamaktadır. Bu durumdan endişe eden 14 yaşındaki büyük oğul Mithridates Eupator avlanmak üzere Sinop sarayından çıkar ve Paryadros ormanlarının içine dalar ve geri dönmez. Strabon Paryadros dağlarının Pontos'un doğusuna düştüğünü bildirmektedir



"Pontos'un doğu tarafını meydana getiren Paryadros Dağı da vardır. Şimdi bütün dağlarda yaşayan insanlar tamamıyla vahşidir. Fakat Heptakomet'ler daha kötüdür. Bazıları ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar. Bu kulelere Mosyn dendiğinden, antik devirde bu insanlar Mosynek'ler olarak adlandırılmışlardır. Bunlar vahşi hayvan eti ve ceviz yiyerek yaşarlar ve kulelerden atlayarak yolculara saldırırlar. Heptakometler, Pompeius'un ordusu dağlık ülkeden geçerken, üç Roma bölüğünü imha etmiştir. Bunlar ağaç sürgünlerinden elde edilen deli balı kaselerle yol kenarlarına bıraktılar ve askerler bunları yiyip bilinçlerini kaybedince, onlara saldırarak kolayca kendilerini saf dışı ettiler. Bu vahşilerin bir kısmına da Byzeres denir."

Taht varisi olan büyük oğlunun öldüğünden emin olan Kraliçe Laodike rahatlar ve kendini sarayda zevk ve sefa alemlerine bırakır.



Yaşasın Yeni Kral - Mithridates Eupator

Sinop sarayındaki Laodike Romalıların elinde ve isteklerine uygun bir kraliçe idi. Krallık giderek güç kaybediyordu. Kraliçe ve yaranlarının eğlence düşkünlüğü, halkı bıktırmıştı.

Bir gün öldüğü sanılan büyük oğul Mithridates Eupator adamları ile Sinop surları önünde göründü. Eupatorun gelişi halk ve askerler üzerinde büyük bir heyecan yarattı. Halk yeni kralı çoşku ile karşıladı. Ayaklanan askerler ve halkın önüne düşen Eupator devleti ele geçirdi. Annesi ile kardeşini tutuklatıp hapse gönderdi.

Bir süre sonra annesi de kardeşi de peş peşe öldüler. Öldürüldü diyenler de var.
Resimde Eupator'un adına bastırdığı sikke görülmektedir. Sikkenin bir yüzünde kendi profili işlenmiş diğer yüzünde ise adı ve Pontus arması olan ay yıldız görülmektedir.

Sinop'un En Parlak Yılları

Mithridates Eupator'un M.Ö. 116 da kral olması ile Sinop'un tarihteki en parlak günleri başlıyordu. Paryadros dağlarında zor koşullar altında yaşamayı başaran, insanları yönetmeyi öğrenen genç kral, babasının dağılan adamlarını toplar, askerlerinin sayısını artırır, donanmayı güçlendirir.

Ordusu çeşitli halklardan oluşmaktadır. Kendisi 22 dil bilmekte ve ordusu içindeki askerlere kendi dillerinde emirler verebilmektedir. Liderlik özellikleri yüksek, ve son derece dirayetli bir komutandır.

M.Ö. 111'de Pers geleneklerine göre kız kardeşi Laodike ile evlenir.

Karadeniz'in kuzeyinde Kırım kıyılarında bulunan Grek kolonileri İskit saldırılarına karşı koyamaz olmuşlardı. Kendilerini koruması için Eupator'dan yardım istediler. Eupator Sinoplu Asklopiodor'un oğlu Diyafant'ı ordunun başına geçirerek yola çıkardı. Pontus ordusu bütün Karadeniz kıyılarını ele geçirerek burayı bir Pontus gölü haline getirdi. Karadeniz kıyısındaki şehirler kendi istekleri ile yönetimlerini Pontus'a bıraktılar. Başkent devletin bir kenarında iken şimdi merkezde yer alır olmuştu.

Bundan sonra Eupator gözünü Anadolu topraklarına dikti. Devletini doğal olarak güneye doğru genişletmesi gerekiyordu. Bundan sonrasını Bekir Başoğlu'nun kitabındaki bir dipnottan öğrenelim. Şemsettin Günaltay'ın Yakın Şark Tarihi isimli kitaptan alınan bu çok ilginç dip notu bende aynen alıyorum.

'Mitrhridates Evpator, Kırım'ın kati fethinden sonra, yani takriben M.Ö. 106 veya 105 tarihinde zabtetmeyi tasavvur ettiği Anadolu'da birkaç adamını yanına alarak gizlice bir seyahata çıkmış, hiçbir yerde üzerinde şüphe çekmeksizin Kapadokya, Galatya, Roma'nın Asya eyaleti, Bitinya ve Paflagonya taraflarını dolaşmıştı. Gezdiği yerlerde halk içine girerek, bu memleketin iç durumlarını, siyasi vaziyetlerini, askeri kudretlerini iyice öğrenmiş, yapacağı siyasi teşebbüs ve entrikaların, askeri fetih planlarının esaslarını hazırlamıştı. Kralın bu seyahatı uzun sürdüğünden Sinop'ta öldüğü şayiası çıkmış, herkes buna inanmıştı. Kral dostları denilen gözdeler bu şayiadan faydalanarak kraliçe Laodike'yi baştan çıkarmışlardı. Laodike aynı zamanda kardeşi olan kocasına ihanet mahsulü olarak üçüncü olduğu tahmin edilen bir de çocuk doğurmuştu. Kraliçe, Sinop saraylarında gözdeleri ile zevk ve sefa içinde kocasının hatırasını bile unuttuğu bir sırada öldüğüne hükmedilen Mitridat, birden bire paytaht kapılarında göründü. Saray adamları perişanlıklarını kralın avdeti münasebetiyle izhar ettikleri çılgınca şadımanı ile örttüler. (...) Laodike kocasını zehirlemeye teşebbüs etti. Cariyeleri önledi. Mitridat ihanetini örtmek için cinayete teşebbüs eden karısını ve cürüm ortakları ile beraber yok etti."

Mithridates Eupator kendisine İskender'i örnek alıyor ve Küçük Asya'yı tek bir devlet yönetiminde birleştirmek istiyordu. Bu yüzden eninde sonunda Romalılarla karşı karşıya geleceğini biliyordu. Balkanlarda oturan Kelt ve Trak halklarından paralı askerler alarak ordusunu güçlendiriyordu. M.Ö. 106'da Bithynia Kralı ile anlaşarak, Phaflagonya topraklarına saldırır, ve aralarında paylaşırlar. Sonra da Kapadokya'ya saldırarak yağmalar. Küçük krallıklar Pontus genişlemesinden korkarak bu durumu Roma'ya şikayet ederler. Roma baskısı üzerine Kapadokya'dan geri çekilir.
Anadolu'da oturan halklarının Roma'ya karşı olan ateşli kinlerini bilen Eupator bu ortamdan yararlanmak ister. Tarihe ' Mithridates Savaşları' olarak geçen ve Romalılara karşı Anadolu'nun bağımsızlık hareketini başlatır. M.Ö. 93'de damadı Tigranes ile ittifak yapar. 92 yılında da beraber Kapadokya'ya saldırır ve burayı yağmalar. 91 yılında Bithynia'ya müdahale ederek, yanında bulunan Bithynia prensi Socrates'i kral yaptı.

M.Ö. 88 de yeniden Kapadokya'ya saldırarak Kral Ariobarzanes'i tahtından indirdi. Sonra Bithynia Kralı Nikomedes'e saldırarak onu yener.Boyabat yakınlarında geçen bu savaşı, Tarihçi Semsettin Günaltay'ın anlattığı şekilde verelim. " Bitinya ordusu bir yıl önce yaptığı gibi sahile doğru ilerlemeyerek sahil ile Olgassiz (Ilgaz)dağları arasındaki merkezi Paflagonya yolunu tutmuştu. Bitinya ordusu Belleos (Timonitide)vadisine giden Boyabat boğazını aşarak ovaya inmeye başladıkları sırada Pont fırkaları ile karşılaştılar. Sonraki savaşlar üzerine derin tesirler yapan ilk büyük boğuşma burada oldu.



Pont ordusu, Prens Ariarathes'in on bin süvarisi ile kırk bin hafif piyadeden mürekkepti ve iki kardeş yanı Arkhelaos ile Neoptolem komutası altında bulunuyordu. Bitinya ordusu sayıca Pont ordusundan üstündü. Fakat süvarisi daha azdı.
Savaş başladı. Mitridat'ın komutanları vaziyetin anahtarı saydıkları bir tepeyi işgal için kuvvet gönderdiler. Fakat adetçe az olan bu kuvvet Bitinya kıtaları tarafından püskürtüldü. Bu ilk başarı ile cesaretleri artan Bitinyalılar Ariarathes süvarileri ile Pont ordusunun sol kanadı üzerine yüklenerek her ikisini de bozdular. Küçük kuvvetlerle yardıma gelen Neoptolem'i mağlup ettiler. Pont ordusu az kalsın çevrilerek imha edilecekti. Fakat sağ kanada komuta eden Arkhealos'un kuvvetleri savaşa girmemişti. Arkhelaos kardeşinin bozulan birliklerini takibe koyulan Bitinyalıların arkasını çevirdi. Birden bire (Persler tarafından icat edildiği sanılan) tırpanlı harp arabalarını meydana sürdü. Bitinyalılarca bilinmeyen bu silahın sadece görülmesi Bitinyalıları şaşırttı. Öldürücü faaliyetleri ise üzerlerinde bir yıldırım tesiri yaptı. Şaşkınlığı paniğe çevirdi. Durumdan faydalanan Neoptolem kaçmakta olan askerlerini toplamaya ve geriye doğru hücuma çevirmeğe muvaffak oldu. Önden ve arkadan hücuma uğrayan Bitinyalılar için hayatlarını pahalı satmaktan başka çare kalmamıştı. Fakat boğuşma sonunda Nikomedes III'ün piyade ordusu tamamen yok edildi. Karargahı ile hazineleri ve bütün mühimmatı galiplerin eline geçti. Bir kısım süvarileri ile savaş alanından kaçabilen Kral Nikomedes, Manius Akillius'a felaket haberini bizzat götürdü. (M.Ö. 88 ilkbaharı)

Yazıda sözü edilen Boyabat Boğazı olsa olsa Koçak köyünün bulunduğu boğaz olmalıdır.



Bu olayları ve bölgeyi bir de Amasyalı Strabondan dinleyelim. " Bundan başka, Pontos Eyaleti'nin Halys Irmağı'nın dışındaki kısmı kaldı, yani Sinopis yakınındaki Olgassys dağı etrafındaki ülkeyi kastediyorum. Olgassys dağı olağanüstü yüksek ve tırmanması zordur. Bu dağın her yerine kurulmuş olan tapınaklar Paphlagonia'lıların elindedir. Etraftaki Blaene ve Domanitis oldukça verimli topraklardır.İkincisinin içinden Amnias Irmağı geçer. Bithynialı Nikomedes'in kuvvetlerini Mithridates Eupator burada tamamen yok etti. Fakat bunu şahsen değil generalleri vasıtası ile yaptı. Nikomedes birkaç kişi ile birlikte anavatanına güvenle kaçıp oradan da deniz yoluyla İtalya'ya gitmesine rağmen, Mithridates işin peşini bırakmadı ve ilk hücumda yalnız Bithynia'yı almakla kalmayıp Karia ve Lykia'ya kadar Asia'yı eline geçirdi. Ve burada yapılmış olan iskan olan Pompeipolis, kent olarak ilan edildi."

Tariflerden anlaşıldığına göre Boyabat yöresine " Domanitide" denmektedir. Boyabat'ın güneyinde bulunan Döme Dağı'nın adı da buradan gelmiş olabilir. Domanitidae içinden geçen Amnias Irmağı da Gökırmak'tır. Pompeipolis ise şimdi Taşköprü yakınında olan antik şehirdir.

Bu arada Pontus'un başka bir ordusu, Anadolu'nun güneyini, Pamfilya (Antalya), Lidya ve Karya bölgelerini ele geçirmiştir. Pontus orduları Roma birliklerini yakaladığı yerde yener. Romalılar binlerce ölü ve yaralı vererek kaçmaktadırlar. Mithridat Midilli adasına geçer. Midilli halk buraya sığınan Akilius'u yakalayarak Mithridates teslim ettiler.

Anadolu'da kasaba kasaba dolaştırılan general Akilius sonrada boğazına altın dökülerek öldürüldü.

Pontus Kralı Eupator kısa zamanda Kuzey Karadeniz'i ve Anadolu'nun tamamını ele geçirerek İmparatorluk düzeyine çıkar. Başkenti Sinop'tan alarak Efes'e taşır. Bir başka iddiaya göre Efes'e değil, Bergama'ya taşınır.

Pontus İmparatoru Eupator'un karşısına çıkacak güç yoktur Anadolu'da. Pontus orduları Avrupa yakasına geçer Atina ve Pire'yi de ele geçirir. Bütün bu olanlar Roma'da korku ve heyecan yaratır
Kısa bir süre sonra Roma iç işlerini düzene sokar. M.Ö. 86 yılında bir dizi deniz savaşı ve Romalı General Sulla ile yapılan kara savaşlarında yenilerek çekilmek zorunda kalır. Bu arada Anadolu'da yer yer isyanlar çıkmaya başlamıştır. Durumu iyi görmeyen Eupator 85 yılında Sulla'nın isteklerini kabul ederek "Dardanos Barışını" yapar. Ordusunu elinde kalan gemileri alarak Çanakkale'den yola çıkıp İstanbul boğazını geçerek Sinop'a döner. Sinop yeniden başkent olmuştur.

Anadolu'yu ele geçiren Sulla Valiliğe Mora'lı komutan Murena'yı atayarak Roma'ya döndü.

Mithridat'ın gözünden düşen komutan Arkhelaos bir gece karısı ve çocuklarını alarak gizlice Sinop'tan kaçtı ve Mürena'ya sığındı. Onu Mithridates'e karşı kışkırtmaya başladı. Mithridates'in askeri yeteneklerini küçümseyen ve onu yeneceğini düşünen Murena M.Ö. 83'de Kapadokya'dan hareket ederek Pontus topraklarını yağmalar Ardından Sinop üzerine yürür. Bundan sonrası konusunda karışıklık var. Bir görüşe göre Mürena Halys'i (Kızılırmak) geçti ve birkaç gün sonra bir ırmağın kıyısında Pontus ordusu ile karşılaştı. Diğer görüşe göre bu ırmak Kızılırmak'tı. Önceki görüş doğru ise karşılaştıkları ırmak Amnias yani Gökırmak'tır.



Murena komutasındaki Roma ordusu, Cordios komutasındaki Pontus ordusu bir ırmağın iki yanında karşı karşıya gelir. İki tarafta birbirine saldırmaya cesaret edemiyordu. Bu esnada Mithridates Eupator destek kuvvetleri ile çıkageldi. Kralın gelişi ile maneviyatı yükselen Pontus ordusu karşıya geçerek Romalıları perişan etti. Romalılar dağlık patikalardan Frigya'ya doğru kaçtılar. M.Ö. 82'de olan bu savaştan sonra bütün Kapadokya eyaleti bir kere daha Roma garnizonlarından temizlendi. Anadolu'da yeniden Pontus ay-yıldızı parlamaya başlamıştı.

M.Ö. 74 yılında Bithynia Kralı Nikomedes ölmeden önce ülkesini bir vasiyetname ile Romalılara bırakınca Roma bu eyaleti işgale kalkar. Nikomedes'in oğlu bu durumu kabul etmeyip Eupator'dan yardım ister.

Mithrides 120 bin yaya, 16 bin atlı ve 100 tırpanlı savaş arabası ile bir yandan Kapadokya'yı korurken bir kol da Gökırmak vadisinden ve Paflagonya'dan geçerek Galatya'yı almak üzere yola çıktı. Roma'nın müttefiki olan Galat prensi Dieotaros'un ordusu Pontuslular karşısında yenildi. Pontus ordusu kısa zamanda Kadıköy önlerine geldiler. 400 parçadan oluşan Sinop donanması da Marmara'ya geçerek Roma donanmasını yendi. Deniz üstünlüğü de Pontusluların eline geçmişti. Bütün Karadeniz, Marmara, Ege ve bütün Anadolu Sinop'tan yönetiliyordu.
General Lukullus Mithridates'in karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu. Bir yandan bir karşılaşmadan kaçınırken bir yandan da ordusunu derleyip toparlamaya ve bir fırsat yakalamaya çalışıyordu.

Mithridates Eupator Anadolu'da zaferden zafere koşmaktadır. Karşısına çıkacak güç yoktur. Fakat kuşattığı Erdek adasında ummadığı bir direnişle karşılaşır. Bu tarihten sonra ona hep yar olan bahtı ters dönmeye başlar. Bu esnada çıkan bir fırtına bazı gemilerini batırır. Lukullus'un beklediği fırsat doğmuştur. General Lukullus'da ikmal yollarını keser. Pontus ordusu zor durumdadır. Bir anda güçlü konumdan zayıf duruma düşmüşlerdir. Eupator kalan askerlerini gemilere bindirerek Sinop'un yolunu tutar. Bu olaylar M.Ö. 72 yılında olmuştur.

Sinop'a dönen Eupator hemen Amissos'a (Samsun) geçerek savaş hazırlıklarına başlayarak, Romalıları Kapadokia'da karşılamaya hazırlanır. Ama Lucullus atak bir hareketle Pontus topraklarına girer kısa zamanda Samsun önlerine gelir ve Samsun'u kuşatır. Şehir uzun süre bu kuşatmaya dayanır.

Eupator Samsun'dan Amasya kalesine gelir. Buradan Eupatoria Şehrine geçer, oradan da savaş hazırlığı için Niksar'a gelir. Burada savaş hazırlığına başlar.

71 yılında Samsun Roma güçlerinin eline geçer. Roma askerleri şehri yakar yıkar ve yağmalarlar. Lukullus Samsun'dan sonra Amasya'ya yönelir ve yolu üzerindeki antik Neoclaudiopolis (Vezirköprü), Laodikea (Ladik) ve Phazemon kentlerini alarak 71 yılı ilkbaharında Amasya önlerine gelerek şehri kuşatır.

Amasya direnişe hazırlanırken bir ihanet bütün direnişi boşa çıkardır.Ünlü coğrafyacı Strobon'un dedesi Lukullus ile gizlice anlaşarak. Eupator'a ihanet eder ve 15 pontus garnizonunu ayaklandırarak Roma saflarına geçirtir. Strabon bunun bir intikam işi olduğunu yazmaktadır.

Direnmenin anlamsızlığını gören komutan tahrip edilmemesi şartı ile Amasya'yı savaşmadan Romalılara teslim eder.

Amasya'yı kolaylıkla ele geçiren Lukullus Phanoria (Taşova) ovasında bulunan Eupatoria kentini (Kalekale) ve kalesini kuşatır. Civara yerleştirilmiş öncü Pontus birlikleri onu oyalamaktadır. Bunun üzerine Niksar ovasında savaş hazırlıklarını tamamlamakta olan Eupator üzerine yürümeye karar verir.

Eupator burada 40.000 yaya 14.000 süvari ile beklemektedir. Roma süvarileri ana birliklerin gelmesini beklemeden Pontus birliklerine saldırırlar fakat yenilirler. Lukullus akşam karanlığında dar bir yamaca sıkıştırılır. Zor durumda kalan Lukullus Pontus ordusundaki Yunanlı nöbetçileri elde ederek birliklerinin bir kısmını gece karanlığında Pontus Karargahının arkasına aktarır. Durumu fark eden Mithrydates Eupator karargahın yerini sabah olmadan değiştirmek ister. Fakat bu harekat Pontus askerleri arasında yanlış anlaşılır. Kralın kendilerini bırakarak kaçtığını düşünürler ve bir kargaşa kopar. Panik ve isyan başlar. Kralın tüm hazinesi askerleri tarafından yağma edilir. Önce Gaziura (Turhal) kentine, sonra da kaçarak damadı Tigranes'e sığınır.

Romalılar kendilerini yıllardır uğraştıran kendileri için bir baş belası olan Mithrydates Eupator'un hesabını kesin olarak görmek için peşine düşer ve Tigranes'ten isterler. Önce annesinin sonra kız kardeşi ve karısının daha sonra da çocuklarının ihanetini gören Kral'a damadı Tigranes ihanet etmez ve onu Romalılara teslim etmez.

Damadı ile birlikte hareket ederek Kapadokya Krallığına saldırırlar buraları talan ederler. M.Ö. 70 yılında Tigranes güney seferinde iken Lukullus ani bir saldırı ile Başkent Tigranakerte'ye saldırır şehirdekileri kılıçtan geçirir. 69 yılında Tigranes Lukullus ile bir defa daha savaşır ve kaybeder.

Ortamın Pontus devletini yeniden kurmaya uygun olduğunu düşünen Eupator yanında küçük bir ordu ile Pontus'a gelir. Lukullus'un burada bıraktığı yardımcı kuvvetler komutanı Fabius ile savaşa tutuşur ve onu yener. Sonra diğer birlik komutanları Sornatius ve Triarus üzerine hareket eder. Triarus Lukullus'un dönmesini beklemeden savaşa girer yenilir. Komutan kaçarak kurtulmuş, askerlerinin tamamı kılıçtan geçirilmiştir.

Eupator yeniden güçlenmeye başlamıştır. Daha önce Mithrydates sorununu hallettiğini Roma'ya bildirmişti. Pontus'a yeni siyasi düzenleme yapmak için gelen Romalı heyet durumun hiç de bildirildiği gibi olmadığın görür ve Lukullus'u görevden alarak yerine 67 yılında Pompeius'u atar
Gnaeus Pompeius "Büyük" lakabı ile tanınır. Roma'nın yetiştirdiği en büyük komutanlardan biri olarak kabul edilir.

Pompeius gelir gelmez Pontus bölgesine dalarak intikam savaşlarını başlatır. Pontus'un eski başkenti Amasya'yı kuşatır. Şehrin dış surlarını ve yukarı kale kısmının surlarını neredeyse tamamen yıkar. Şehir halkının büyük bölümünü kılıçtan geçirir. Şüphesiz Büyük lakabı kolay kazanılmıyor.

Part Kralı ve Tigranes ile anlaşma yaparak Eupator'u yalnız bırakır.

Güçlü bir ordu ile Eupator'un karşısına çıkar. Sivas'ın Şuşehri Yeşilyayla denilen yerinde yaptıkları meydan savaşında Eupator büyük bir yenilgiye uğrar.

Tigranes'e sığınmak isterse de kabul edilmez. Kırım'da Bosphoros Krallığına kral yaptığı oğlu II. Farnakes'in yanına gider. II. Farnakes babasının Krallığa el koyacağı şüphesi ve Romalıların desteği ile ayaklanma çıkartır. Ayaklanan birliklerin başına geçer.

Eupator tarihte bir çok silah ve savaş hilesini ilk kullanan bir savaş dahisidir. İlk kimyasal silahı Eupator kullanmıştır diyen tarihçiler vardır. Eupator toksikolojik çalışmalar yapmıştır. Zehirleme ve zehirden kurtarma deneylerini domuzlar üzerinde yapmıştır. Babası zehirlenerek öldürülmüş, kendiside zehirlenmek istenmiş fakat cariyelerin yardımı ile kurtulmuştur. Zehirlenmeye önlem olarak kendisini zehire alıştırdığı söylenmektedir.

Kral yaptığı oğlunun kendisine karşı harekete geçtiğini görerek derin bir üzüntüye kapılır. Hayatı mücadele içinde geçen bu büyük komutan dirayetli bir devlet adamı bir zehir uzmanı olan VI. Mithrydates Eupator fırtınalı hayatını zehirle sona erdirmek ister. Fakat ölemez. Yanında bulunan sadık bir adamından kendisini öldürmesini ister. Adamı görevini yapar.

Böylece Sinop da başlayan maceralı hayat ve Sinop'un karşı kıyısında Kırım'da son bulur.

Farnakes babasının cesedini tahnit ettirir ve Pompeius'a gönderir. Pompeius bu büyük insanın cenazesini Krala yakışır bir törenle defneder.

Son bir bilgi daha verelim.

VI. Mithrydates Eupator kendisine uzun yıllar başkentlik yapan Sinop'a gömülmüştür.


Prof. Dr. Sinsi 10-06-2012 11:49 PM

Sinop Tarihi Pontus Dönemi Ve Sinopun Başkent Olduğu Yıllar
 
Sisler İçerisinde Bir Halk... Kaşkalılar

Yöremizde yaşadığı bilinen en eski halk Kaşkalı'lardır. Bizim Kaşkalı diyeceğimiz bu halka kimi kaynaklarda"Gaşka" kimi kitaplarda da"Gasgas'lar" ismi verilmektedir.

Bize göre doğru isimlendirme"Kaşkalı'lar" olmalıdır. Konu ile en yeni araştırmaları yapanlar Hitit tabletlerinden başka bir kaynak bulamamışlardır. Eğer Hitit tabletleri okunamasaydı, biz bu bölgede Kaşkalı'ların yaşamış olduklarını dahi bilemeyecektik. Kaşka adı Hitit kaynaklarında geçmektedir. Kaşkalı'lar kendilerine ne derdi onu da bilemiyoruz. Niye Gasgas veya Gaşka demiyoruz? Hititler konusunda araştırma yapan ve bu konuda en yetkin kişilerden Hititolog Ahmet Ünal yazdığı " Hititler Çağında Anadolu " isimli kitabında " Kaşkalı" adını tercih etmiş. Kuşkusuz en yeni tablet okumalarının sonucu olarak bu adı kullanmış kitabında. Şu an için Kaşkalılar konusunda en yeni ve güvenilir kaynak Ahmet Ünal'ın bu kitabı.

Hakkında çok az bilginin bulunduğu bu halk Erzurum ile Kastamonu arasında ki alanda yaşamış. Yani Anadolu'nun kuzeyini yurt olarak tutmuşlar.

Daha geniş açıklamaya girişmeden, özet bir bilgi olsun diye Yurt Ansiklopedisinin bu konu ile ilgili bölümünü aynen aşağıya alıyorum.

" Sinop İlinin Yazılı Tarih dönemleri, Hitit İmparatorluk Dönemi'nde, Hitit Devleti topraklarının kuzeyinde yaşayan Kaşka halkının tarihi ile başlamaktadır. İÖ XIV. yy'da güneyde Merzifon ve Amasya ile sınırlanan Sinop-Ordu bölgesinde, Hitit Devletini uzun yüzyıllar boyunca uğraştıran Kaşkalar (Gaşkalar) yaşıyordu. Yarı göçebe ve saldırgan bir topluluk olan Kaşkalar bu özellikleri ile ülke sınırlarını sürekli değiştirmiş. Hitit devletini yeni sınır ayarlamalarına zorlamışlardı.

Hitit yazılı kaynaklarının belirttiğine göre, bu bölge ile Hitit ülkesi arasında zaman zaman Hitit zaman zaman da Kaşka egemenliğini tanıyan ve varlıklarını korumayabilme çabasında olan bir takım kentler ya da ülkeler vardı. Bunlardan biride Arauanna'ydı Kimi bilim adamlarının Sinop çevresinde olduğunu belirttikleri bu ülkenin kesin konumu henüz saptanamamıştır. Hitit yazılı kaynaklarında, Hitit Kralı Şuppiluliuma'nın (İÖ 1375-1335) Mitanni ülkesinde olmasından yararlanan Arauanna Kenti halkının Hitit ülkesine saldırdığı, ancak Şuppiluliuma'nın oğlu II. Murşil'in bu saldırıyı püskürttüğü anlatılmaktadır. Şimdilik Arauanna ile ilgili eldeki tek veri budur.

Hitit devleti'nin İÖ 1200'lerde yıkılması ile birlikte, Kaşka ve Arauanna ülkesine ilişkin bilgiler de sona ermektedir."

Ahmet Ünal'ın "Hititler Devrinde Anadolu" isimli kitabının ikinci cildinde bulunan Kaşkalılar ile ilgili bölüm şu cümleyle başlıyor. " Kaşkalılar Eski Yakın Doğu tarihinde kendi tarih ve kültürleriyle ilgili olarak kendi yazılı belgelerini bırakmayan talihsiz kavimlerden biridir ve onlar düşman halkların töhmeti altındadırlar." Bu yüzden Kaşkalılar hakkında yazılanlar, söylenenler hep olumsuzdur. Oların barbar oldukları, vahşi oldukları, saldırgan oldukları gibi olumsuz nitelemelerle tanınmaktadırlar.

İnternetten elime geçen bir yazıda ise Kaşkalılar'dan " Kaşka Türkleri" olarak bahsediliyor. Kaşkalılar'ın Türk olduklarına yada olmadıklarına dair bilgiye ulaşmanın bu gün için mümkün olmadığına göre böyle bir iddiaya katılmamız doğru olmaz. Ancak tarihlerini düşmanlarının kaynaklardan öğrenebildiğimiz Kaşkalılar'ın geçmişini Çinli,Avrupalı ve Araplar'dan öğrenen Türklerle kader benzerlikleri bulunduğunu kesindir.

Hitit metinlerinde Kaşkalılar saldırmaktadırlar, yağmalamakta, öldürmekte ve hatta yakıp yıkmaktadırlar diye geçmektedir. Bunlara ilaveten "barbar", "domuz çobanları" ve " kundakçılar" aşağılamalarını da saymamız gerekir. Yakıp yıkma, öldürme ve yağma suçsa bu suçları Hititler de işlemektedirler. Hititler mevsimsel olarak komşu devletlere, şehirlere saldırmakta, onların şehirlerini yakıp yıkmakta, yağmalamakta, kadın ve erkeklerini köle olarak kullanmak yada satmak için esir etmektedirler. Hitit metinlerinde bu eylemler kahramanlık ve başarı hikayeleri olarak geçmektedir. Aynı suçları işleyen iki halk ayrı ayrı değerlendiriliyor. Hititler böyle yazmakta ve değerlendirmekte kendi açılarından haklı sayılabilir. Ama günümüz tarihçilerin bu düşman hükümlere katılmaları ve bunları kitaplarına geçirmelerinin bilimlerin objektif ve tarafsız olma ilkeleri ile bağdaşmaz. Üzülerek belirtmeliyiz ki Hititlerin iyi ve uygar, Kaşkalılar'ın barbar ve kötü oldukları önyargıları tamamen yerleşmiş gibidir. Bu önyargıların yerleşmiş olmasından Alman Hititologların titizlikle gizledikleri ırkçı eğilimlerinden kaynaklandığını ve diğer araştırmacıları da etkilemiş olmalarını düşünüyoruz.

Kaşkalılar'ın yaşadıkları alan Devrez çayından, yukarı Kızılırmak, Bayburt çevresine kadar olan Kuzey Anadolu bölgesi olduğu düşünülmektedir. Buraların yerleşik bir halkı mı, yoksa başka bir yerden göç ederek buraları yurt olarak tutundular mı bilinmiyor. Kimi yazılarda Kaşkalılar'ın Sümerlerin son zamanlarında kuzey Irakta bulundukları sonradan buralara göç ettiklerini ileri sürülmektedir.

Eski metinlerde dağların, ırmakların ve bugün harabeleri bile bilinmeyen şehirlerin 3000 yıldan daha önceki isimleri geçmekte. Buraların nereleri oldukları araştırmacıların tahminlerine, yorumlarına yada önyargılarına kalmaktadır. Bu yüzden kesin bilgilere ulaşıldığını söylemek çok zaman mümkün olmuyor. Ahmet Ünal kitabında " Bu şekilde Kaşkalılar'la ilgili hemen hiçbir şey bilinmezken, araştırmacılar onların dilleri, kökenleri ve akrabalık ilişkileri konusunda dahi ipe sapa gelmez bir sürü görüşler ileri sürdüler, daha doğrusu tahminde bulundular. Hatta bir araştırmacı pek fazla ileri giderek onların Çerkezlerle akraba olduğunu bile yazdı, ama tüm bunları kanıtlamak ve dolayısı ile ciddiye almak mümkün değildir " diyor.

Kökenleri konusunda ise Prof Dr. Ahmet Ünal " Büyük bir olasılıkla genişçe bir alanda yaşayan Kaşkalılar tek bir kavimden oluşmuyorlardı ve Hititler tüm bu bölgede oturan insanlara kaba taslak Kaşkalı damgasını vurmuşlardı" ve "onların yerli Anadolu halklarında olmaları, hatta Hattiler'le akraba olmaları bile gayet mümkündür" diyor.

Hititler konusunda bir hayli araştırma yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Hititlere karşı özellikle Almanların ilgisi çok büyüktür. Almanlar Hint-Avrupa soyundan kabul edilen Hititleri ataları saymaktadırlar. Bu yüzden Hitit tarihini daha eski devirlere taşımak, Hitit medeniyetini daha yüksek ve daha parlak gösterme çabası içindedirler. Birinci dünya savaşı sırasında Anadolu'nun çeşitli yerlerinde ki Hitit yerleşimlerini gelişi güzel kazılarla kazarak on binlerce tablet ele geçirmişler ve bunları Almanya'ya götürmüşler. Kırık dökük olanlar burada bırakmışlardır. Bu gün Hititoloji konusunda çalışma yapmak isteyenler Almanya'ya gitmek zorundadırlar. Kaşkalılar konusunda araştırma var mıdır? Sorusunun cevabı; Kaşkalılar hakkında araştırma yoktur. Benim bulabildiğim tek ciddiye alınır kaynak Sayın Ahmet Ünal'ın tamamlandığında dört cilt olacak olan "Hititler Devrinde Anadolu" isimli eserinin ikinci cildinde bulunan "Kaşkalılar'ın Tarihi" isimli bölümdür.

Peki niçin Kaşkalılar hakkında araştırma yapılmıyor ? Kuşkusuz böyle araştırmaların arkasında bir devlet desteği gerekir. Anlaşılan Kaşkalılar bu konuda sponsor bulamamışlar. Ama düşmanları Hititlerin bu gün yaşayan akrabaları ve onların müttefiklerinin devam eden düşmanlıklarını bulmuşlardır.

Bir topluluğun yaşadığı coğrafya tarıma uygunsa, tarımla uğraşır ve yerleşik bir hayat sürer. Eğer bu coğrafya hayvancılığa uygunsa burada yaşayan halk da hayvancılık yapar ve göçebe bir hayat sürer. Kaşka halkı hayvancılıkla geçindiği için göçebe bir hayatı tercih etmiştir. Göçebe hayat süren kavimler yaşadıkları yerlere yüzyıllara dayanacak kalıcı eserler bırakamazlar. Yine Kaşka toplumunun tek bir devlet altında toplanmadıklarını görüyoruz. Ya dağınık kabileler halinde yaşıyorlardı yada gevşek bir federasyon halinde yaşıyorlardı. Böyle bir hayat tarzı da göçebelik ve hayvancılık yapıyor olmanın sonucudur. Güçlü bir devlet hayatı olmadan anıtsal eserler, tapınaklar, meydana getirmek kolay olmamaktadır. Gene kayıtlarda geçen Sinop civarında aranan (belki de Boyabat çevresindedir)Arauanna kentinin bulunamamasının sebebi bir göçebe kenti olmasından da olabilir.

Hitit kaynaklarında Kaşkalılar'ın tek bir lider veya kraldan yoksun oldukları anlatılır. Bunun bir istisnası II. Murşili yıllıklarında şöyle anlatılmaktadır. " Buna ilaveten Pihhuniya Kaşka usulü hüküm sürmüyordu. (Diğer) Kaşka (kabilelerinde) tek bir kral yokken , bu Pihhuniya birden bire tek bir kral olarak hüküm sürmeye başladı. Ben kral onun üzerine doğru yürüdüm ve ona haber yolladım ve dedim ki " Alıp Kaşka ülkesine götürmüş olduğun benim tebaalarımı geri ver " Pihhuniya bana şöyle yanıt verdi: " Sana hiçbir şey vermem ben! Eğer bana karşı savaşmaya gelecek olursan, sana direnmeyeceğim, (hayır) senin ülkene gireceğim ve senin toprakların içinde seninle savaşacağım ." Pihhuniya bana bunları bildirince ve tebaalarımı geri vermeyince, ona karşı savaşa çıktım. Ülkesine saldırdım. Efendim Arinna'nın Güneş Tanrıçası, beyim muzaffer Fırtına Tanrısı, Mezzula ve diğer tanrılar benim önümde yürüdüler. Tüm Tipiya ülkesini yendim ve yaktım. Pihhuniya'yı tutsak aldım ve onu Hattuşa'ya getirdim."

Ahmet Ünal Kaşkalılar konusunda bilinmezlikleri anlatırken şöyle diyor. " Arkeoloji bilimi şimdiye kadar Kaşkalılar'ın maddi kalıntılarının izlerini bulmayı başaramadı. Buna gerekçe olarak da kısmen günümüzde olduğu gibi Kaşkalılar'ın da kolayca yok olabilen ve iz bırakmayan ağaç mimari kullanmış oldukları bahane olarak gösterildi, ama bu yeterli bir delil değildir. Mimariden başka küçük buluntuların da neler olduğu ve nerede kaldığı hiç sorulmadı ."

" Şimdiye kadarki açıklamalarımızdan Kaşkalılar'ın Anadolu'da ne zamandan beri var oldukları sorusunu Hitit belgelerine dayanarak belirlemenin imkanının olmadığı sonucu çoktan çıkarılmış olmalıdır. Zaten bu belgeler dayanarak Hitit varlığının bile ne kadar geriye gittiğini tespit etmek olanaksızdır. Kaşkalılar'ın eski Hitit çağı belgelerinde var olup olmadıkları sorusuna maalesef hayır cevabı vermek gerekecektir. Bundan dolayı bazı araştırmacılar mekanik olarak Kaşkalılar'ın ortaya çıkışlarını çok sonralara, mesela M.Ö. 14. yüzyıla koyarlar. Bu araştırmacılar M.Ö. 13. yüzyıla tarihlenen ve geriye dönük olarak Kaşka tarihiyle bilgi veren kayıtların otantik olmadığını öne sürecek kadar titizlik gösterirler. İşlerine geldiğinde, özellikle Hintavrupa kökenli kavimlerin eskiliği konularında çok daha cömert davranan mesnetsiz kayıtlara bakarak bir hipotezler öne sürebilen bu araştırmacılara karşı, Eski Hitit çağında Kaşkalılar'ın pekala Anadolu'da var oldukları kabul edilebilir."

Belki bir gün bir yerde bazı buluntular bunacak. Bu buluntular bir türlü bulunamayan Kaşkalılar'a ait de olabilir.Bu saye de Anadolu'nun tarihini daha iyi bilebileceğiz. Arkeolojik olarak pek bir çalışma yapılmayan bölgemizde böyle buluntuların bulunması olasılığı var. Ancak bu buluntuları definecilerin değil gerçek arkeologların bulması gerekiyor. Bu konuda yüzeysel bilgiye sahip bir kişi olarak Kaşkalılar'a ait olabileceklerinden kuşkulandığım bazı ören yerleri gördüm. Buralarda yapılacak çalışmalar bize ilginç bilgiler kazandırabilir.

Prof. Dr. Sinsi 10-06-2012 11:49 PM

Sinop Tarihi Pontus Dönemi Ve Sinopun Başkent Olduğu Yıllar
 
Osmanlı Döneminde Sinop

Osmanlı yönetimi altında Sinop, bir süre barış içinde yaşadı. Ancak patlak veren Celali ve Suhte ayaklanmaları sırasında büyük sıkıntılar çekti. 1558'de Kanuni'nin oğulları Selim ile Beyazid arasında çıkan saltanat kavgasından sonra, Anadolu'da karışıklıklar giderek arttı. İran'a sığınan Beyazid'in geri dönmesi kaygısıyla Rumeli askerinin Amasya Tokat arasında bekletilmesine karşın, yöredeki olaylarda azalma olmadı. Sinop, Bafra ve Ladik'te suhteler halkın mal, can ve namusuna saldırılıyordu. Devlet görevlilerinden ve halktan bazı kişiler de, suhtelere yardımcı oluyorlardı. Kastamonu Sancak beyi Süleyman Bey de İstanbul'a gönderdiği mektupta Boyabat, Sinop, Durağan kadılıklarından zekat, sadaka ve benzeri adlarla zorla para toplayan suhtelerden ve rüşvet karşılığı bunlara yardım eden hazine tahsildarlarından yakınıyordu.

Boyabatlı Söylemez ve Kara Hüseyin

1567-1568'de olayların daha da artmış olduğu, Sinop kadısının İstanbul'a gönderdiği mektuptan anlaşılmaktadır.Bolu'da soygunlar düzenleyen iki suhte topluluğu, devlet güçlerinin giriştiği harekat sonucu Sinop'a çekildiler. Sinop'ta eylemleri yakınma konusu olunca devlet, Bursa sancak beyine suhteleri cezalandırma görevi verdi. 200 kadar sipahi seferden alıkonarak suhteler üzerine gönderildi. Ancak sipahiler suhtelerle çarpışmaya yanaşmadılar. Boyabatlı Söylemez ve Kara Hüseyin adındaki suhtelerin başkanlığında hareket eden gruplar, yöredeki tüm kasabaları haraca bağladıkları gibi, Sinop kadısının yolunu kesip bir adamını da öldürdüler. Bu sırada sancakbeyinin sefere çağrılması, yörede bulunan zengin kimselerin başka bölgelere göç etmeye başlamasına neden oldu.

Batan Geminin Malları

1568'de Sinop ve yöresinde büyük olaylar çıktı. Kefe'den çok sayıda kürk ve binlerce tulum yağ yüklü bir gemi Sinop'ta kayalara bindirdi ve gemi içindeki mallar bu sırada Sinop pazarına gelmiş olan halk ve il erlerince yağmalandı. Devlet yağma edilen malların toplatılması ve suçluların cezalandırılması için yöre kadılıklarının tümüne araştırıcı kurullar gönderdi. Baskı ve işkenceler sonunda eşyaların büyük bir bölümü ele geçirildi, çok sayıda kişi de tutuklandı. Suhteler yağmacılık suçuyla yakalananların yanında yer alarak araştırıcı kurulların karşılarına çıktılar. Çatışmalar sırasında, suhteler tutuklananların tümünü serbest bıraktılar. Sinop'ta zeamet sahiplerinden Mümin, yağ ve kürk teftişi yaparken Çeltekoğlu adında ki suhte elebaşını ile çatıştı. Suhteler Sinop kadısının evine saldırdıklarında yöre halkı güvenlik güçlerine hiç yardımcı olmadığı gibi bazı olaylarda açıkça suhteleri destekledi.

Devlet 1568'de suhtelerin Sinop'u basmaları durumunda Canik ve Amasya sancak beylerinin yardıma koşmalarını emretti. Olaylar sürüyordu. Yöreyi haraca bağlayan Mehmet ve İbrahim adındaki suhte elebaşıları yakalanarak Sinop Kalesi'ne hapsedilmişler, ancak hisar erlerinden Hızır Bali tutukluları geceleyin gizlice salıvermişti. Mehmet ve İbrahim'de yörede soygunları sürdürdüler. Suhteler kışın ulaşılması güç dağlık yerlerde saklanıyor, baharla birlikte soyguna başlıyorlardı.

1601'de Celali elebaşılarından Yularkastı, Sinop'u haraca bağladı.

Kazakların Sinop Baskını

1614'te Kazaklar Sinop'a saldırdılar. Kaleyi ele geçirip kenti yaktıktan sonra, kadın ve çocukları tutsak alarak çekildiler. Ancak Karadeniz Muhafızı İbrahim Paşa, baskınla Kazaklar'ı bozguna uğrattı. Bu durum İstanbul'da duyulunca I. Ahmet, olayı kendinden saklayan Sadrazam Nasuh Paşa'yı önce görevden aldı, sonra da idam ettirdi. Sinop Kalesi Komutanının bir daha kaleden uzaklaşmaması emredildi. Sinop üzerine yönelik Kazak saldırıları ancak IV. Murat döneminde sona erdi.

Açıklamalar

Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe lügatinde suhte kelimesi 1. yanmış, tutuşmuş, yanık, 2. softa, medrese talebesi , anlamlarını taşıyor..

Burada bahsi geçen ve suhte diye adlandırılan kişiler medrese öğrencisi ile haydut arası bir hayat süren kişiler olsa gerek. Medreseye sözüm ona din eğitimine gelmişler ama medresede ki talebeleri kendilerine bağlayarak bir çete kurmuşlar. Sonrada etrafa korku salarak zekat, sadaka adı altında haraç toplamaya başlamışlar. Hali vakti yerinde olanlara gidip " Efendi hani bize zekat vermeyecek misin" yada " Efendi açız bize bir sadaka ver bakalım " gibi tehdit içeren laflarla etrafı haraca keserler. İşleri azıtıp düpedüz soygun, adam kaldırma, fidye isteme gibi işlere başlamışlar.

Yukarıda ki satırlardan öğrendiğimize göre devlet görevlilerinin içinde bunlara yardımcı ve destekçi çıkanlar da olmaktadır.Osmanlı devleti seferler, iç ve dış karışıklıklar nedeni ile bunlarla yeteri kadar baş edememiş. Varlıklı olanlar canlarını ve mallarını korumak için yöreyi terk etmeye başlamışlar. Yöre halkı ise çaresizlikten, yoksulluktan bu eşkıyaya boyun eğmiş ve ondan yana olmuş veya ondan yana görünmüşlerdir..


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.