ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Bir Tutam Hikaye (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=456)
-   -   Klasik Hikayeler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=84594)

TiFus 06-26-2009 09:04 AM

Klasik Hikayeler
 
Ispartaya Üniversiteye

Ispartaya üniversiteye kayıt olmaya geldiğimde nereden bilebilirdim böyle birini bulacağımı,kadere inanmayan birine kadere inandıracak bi kızı,hemde böyle bi kızı ve tekrar hemde bu kadar kirlenmiş bi hayatta,yalan aşkların,sahte gülüşlerin cirit attıgı bi dünyada nereden bilebilirdim meltemimiulacağımı,gerçekten hiç beklemiyodum okul hayatında böyle bi aşk yaşayacağımı,ama oldu şimdi çok mutluyum,,, aşk sarhoşuyum,ve onu bu hayattaki herşeyden çok seviyorum

TiFus 06-26-2009 09:04 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Yarım Saat Olmuştu

Yarım saat olmuştu. Hemşire geldi. ?Bir misafirimiz daha var ama görmek ister misin?.? Kız gözlerini hemşireye dikti. ?Deden geldi.? Dedi. Kız başını salladı ve yüzü güldü. Kapıya koştu. Dedesi elinde paketlerle kapıda bekliyordu. Boynuna atıldı. Kız 18 yaşındaydı nerdeyse. Bir çocuk gibiydi. Ne zamandan beri çocuk gibi sevilmemişti. Dedesi koltuğa oturdu. ?Nasılmış benim güzelim? Kusura bakma yavrucuğum, işler yüzünden seni ihmal ettim. Affet beni.? Dedi. Kız dedesinin boynuna atıldı. Çoktan affetmişti. Dedesi saçlarını okşadı. Hemşire uzaktan izliyordu onları. Sonra doktor geldi. Üzerinde önlüğü yoktu. Tam çıkıyormuş, bir uğrayayım demiş dedesinin geldiğini öğrenince. Hemşireyi dışarı çağırdı ve ona bu akşam kızı serbest bırakmak istediğini söyledi. ?Dedesiyle hasret gidersin.? Dede konuşuyor, kız dinliyordu. Ufak tefekti zaten, hala çocuktu onun gözünde. Bir çocuk gibi seviyordu onu. Doktor veda edip gitti. Hemşire yalnız bırakmadı bütün akşam boyu.Dedesinin gitme vakti gelince kız ağlamaya başladı. Neden ağlıyorsun deyince kız hemen bir kağıt kalem getirdi. Bu sırada hemşire ve dede konuşuyorlardı. Kız şu satırları yazdı: ?Dedeciğim, bugün kendimi bir gemide gördüm. Beyaz tülbent vardı. Yanımda birileri vardı. Ama tanıyamadım. Ağladım. Doktora da bir şey demedim. Seni çok özlüyorum. Herkesi çok özlüyorum. Ne olur beni bırakma.? Dedesine verdi, dedesi okumaya başladı. Tam üç yıldan beri bu hastanedeydi kız. İlk defa yazı yazmıştı. Hemşire çok şaşırdı ve buna bir gelişme gözüyle baktı. Ya yakında? Dedesi ikna etmeye çalıştı kızı ama kız bırakmadı ellerini. ?Yavrucuğum ben hiç bırakır mıyım seni? Bundan sonra daha sık geleceğim. Tamam mı güzelim?? dedi. Kız başını salladı. Yaşlı adam onu öptü, vedalaşıp odadan çıktı. Hemşire de çıkması gerektiğini söyledi ve çıktı. Kız bu sefer mutluydu sanki. Aynaya geçip saçlarını düzeltti. Hemşire dedenin arkasından gitti hemen. Kızın yazdığı kağıdı aldı ve ?İlk defa yazdı.? Dedi. Dedesi iyi akşamlar dileyip gitti. Sabah kahvaltıdan sonra doktor gelip ona da yazmasını söyledi. Yazdıklarını okuduğunu, artık ona da yazmasını istediğini söyledi. Kendi iyiliği için olduğunu da anlattı. Kız yazdı yazdı. Doktor konuştu. Okudu, yorum yaptı, kız başıyla yanıt verdi ve öğle vakti gelince yemek yediler. Bir hafta öyle geçti. Kız anlattı, doktor dinledi. Ama sürekli yazdı. Tek çaresiydi. Hem doktorun hem de kızın çünkü yaşadıkları? Bir yaz günüydü.Bundan dört yıl önce.Babası annesiyle birlikte tatile çıkmışlardı. Tek kızlarını dedesine emanet etmişlerdi. Dedesi de yalnız yaşıyordu. Arada sırada seyahatlere çıkardı. Bu sefer esmer kızla beraber kalmışlardı. Gemiyle gezi çok hoşlarına giderdi anne babasının. O yüzden yine gemiyi tercih ettiler ve Akdeniz?e doğru açıldılar. Dede ve torun onları limandan yolcu ettiler. Herkesin yüzü gülüyordu. Çok konuşmazdı mavi gözlü kız. Anlatacakları vardı fakat çok değil. Dersleri iyiydi ama çok fazla konuşmazdı yinede. En çok dedesiyle konuşurdu. O gün limanda da en çok onunla konuşmuştu. El salladılar anne babasına. Annesinin boynunda beyaz iğne oyalı bir tülbent vardı. Çok güzel görünüyordu. Gemiyi yolcu ettiler. Evlerine döndüler. Zaman geçti annesiyle konuştu kız telefonda. Sesi bir tuhafı sanki. Ya da kız öyle hatırladı. Kapattı telefonu. Birkaç saat geçmedi ki haber düştü ajanslara. ?Akdeniz açıklarında bir yolcu gemisine yerleştirilen saatli bombalar büyük patlama yaptı. Gemideki Türk yolcuların güvenliği hakkında bilgi yok. Geminin adı?? Bir çığlık attı kız. Hiçbir zaman atmadığı bir çığlıktı bu. Dedesinin boynuna atladı ve ağlamaya başladı. Dedesi ?Belki bir şey olmamıştır? diyordu sürekli. Kızı koltuğa bıraktı. Telefona sarıldı ama bir sonuç elde edemiyordu zavallı adam. Sonunda oturup beklemeye başladı. Kız ağlıyordu sürekli. Telefon çaldı. Yaşlı adam titreyerek açtı ve o anda haber geldi. Cenaze işlemleri için sonra arayacaklarını bildirdiler. O sırada amcası telefon etti ve son durumu öğrendiğini söyledi. Hemen yola koyuldu. Cenazeleri amca halletti. Kız ağlıyordu. Dedesi ona sahip çıkmaya çalışsa da onunda hali kalmamıştı. Güzel kız, son bir kez anne ve babasını görmek istedi, istemeyerek de olsa mecbur kalındı. Kız son kez onları yüzüne baktığında tanıyamamıştı. Yüzleri, vücutları yanıktı. Annesinin de tek kolu yokmuş gelen cenazede. O anda çığlık atmak istedi kız. Ama atamadı. O günden beri atamadı. Kendi de istemedi bir daha ne konuşmayı ne de çığlık atmayı. Dedesiyle beraber birkaç ay yurtdışında kaldılar. Üç yıldan beri bu hastanenin siyah saçlı, mavi gözlü, güzel kızı. Dedesi de gelir görmeye arada bir. Ama o konuşacaktır. Kendini gördüğünden beri o gemide, konuşacaktır, ama mutlaka konuşacaktır

TiFus 06-26-2009 09:05 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Bir Zavallı Daha

Evet arkadaslar nerde kalmistik ha hatirladim dunyaya bir zavalli daha geldi ,diyorduk.Kim bu zavalli diye hepiniz cok merak ediyorsunuz, degil mi? söyleyeyim biz zavalli insanlar evet eveet biz zavalli insanlar nesli tukenen pandalar degil iziz zavalli olan neden mi? - Anlatayayim! Söyleyin bana sizin,arkadaslarinizin veya ailenizin? -Sizin yerinize ben anlatayim;kavgala,kavgalar sonucu ölen veya yaralanan insanlara bakma dikkatinizini cekerim sadece bakmak hangimiz ustu basian icersinde olan bir adami arabamizin o tertemiz koltuklarina aliyoruz,ya da aliyorum.Icinize bir suphe dustu dimi?Hangimiz diye ? ben söyleyeyim hic birimiz ne siz ne ben ! söyleyin bana bu durumda zavalli olan nesli tukenen pandalar mi yoksa biz insanlar mi?her gecen gun dunyaya bir zavalli bir kac zavalli daha doguyor bence dogmuyor öluyor ama neyse ... bu hikayenin sonu gelmez zaten siz hikayenin sonunu gayet iyi bilyorsunuz sadece ben ufak bir örnek verdim.

TiFus 06-26-2009 09:06 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Uzun Zaman Önce Dünya

Uzun zaman önce; dünya yaratılmadan, insanlar, dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken, Saflık, ortaya bir fikir atmış: "Neden saklambaç oynamıyoruz?" Hepsi, bu fikri beğenmis ve hemen çılgın Çılgınlık, bağırmış: "Ben ebe olmak ve saymak istiyorum, Ben ebe olmak istiyorum!" Başka hiç kimse, Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış, 1, 2, 3 ....Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.Şefkat, Ayın boynuzuna asılmış;İhanet, çöp yığınının içine girmiş;Sevgi, bulutların arasına kıvrılmış;Yalan, bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş, çünkü gölün dibine saklanmış;Tutku, dünyanın merkezine gitmiş;Para hırsı, bir çuvalın içine girerken, çuvalı yırtmış.Çılgınlık, saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82..... Aşkın dışında, bütün iyi huylar ve kötü huylar, o ana kadar zaten saklanmış. Aşk, kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Bu, bizi şaşırtmamalı; çünkü hepimiz, Aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz.Çılgınlık, 95, 96, 97... ye gelmiş ve 100e vardığı anda, Aşk sıçrayıp, güllerin arasına girmiş ve saklanmış.Çılgınlık bağırmış "Sağım solum sobedir, geliyorum!", ve arkasını döndüğünde, ilk önce Tembelliği görmüş, o ayaktaymış, çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra Şefkati, ayın boynuzunda görmüş, ve İhaneti çöplerin arasında; Sevgiyi, bulutların arasında; Yalanı, gölün dibinde, ve Tutkuyu, dünyanın merkezinde, hepsini birer birer bulmuş, sadece biri hariç.Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı huyu bulamamış, derken Haset, bulunamadığı için haset duyarak, Çılgınlığın kulağına fısıldamış: "Aşkı bulamıyorsun, O, güllerin arasında saklanıyor."Çılgınlık, çatal seklinde tahta bir sopa almış, güllerin arasına çılgınca saplamış, saplamış, saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış, parmaklarının arasından, iki sicim gibi kan akıyormuş, gözlerinden. Çılgınlık, Aşkı bulmak için heyecandan, Aşkın gözlerini, çatal sopa ile kör etmiş. "Ne yaptım ben? Ne yaptım ben? diye bağırmış. "Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?"Aşk cevap vermiş, "Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen, benim kılavuzum olabilirsin."Ve o günden beri, Aşkın gözü kördür ve her zaman Çılgınlık yanındadır...

TiFus 06-26-2009 09:06 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Bütün Gerçekler

Sana butun gercekleri anlatacagim. Nasil ve neden bu duruma dösecegimi anlatacagim. Istersen en bastan baslayayim. Bilitorum lafi uzatip seni sikmayacagim. Önce sevgisiz bir cocukluk yasadim yani hep kendimi birilerine kanitlamak pesinde kostum. Bir de baktim ki yine denizde yolunu kaybetmis bir tekne gibi basibos bir sekilde dolasiyordum. Sonra is aradim bir de baktim ki universite okumadan bir is yok universitede okudum. Asil sorun bundan sonra basladi. Is beklentin git tikce artmis ama kisa sure önce yasanan ekonomik kriz herseyi altust etmsiti. Yine kendimi denizde bir sandal gibi hissetmeye basladim. Beni taniyorsun icki icmem, sigara kullanmam, kari kiz ayagimda yoktur. Ve hata bir cok pismanliklarim da var mesela hic arabayi kullanmadim. Gercek anlamda sevecegim bir esle karsilasmadim. Yani yas 30a geldigi halde bos bir hayat yasadim. Benim en kötu özelligimi biliyorsun cok fazla hayal kurar calisma zamani gelince de hep bir mazaret bulur calismayi erteldim. Aslinda gercek anlamda bir arkadas cevremin olduguda söylenemez. Nedense kiminle biraz ahbap olsan hep sonunda bir tartisma olur ve kuserim. Biliyorum bu hikayeleri sana binlerce kere anlattim. Bir cok kerelerde yazamaya calistigim halde insan en zor kendine beynine laf geciriyor. Is arayislarimda bir cok basarisiz gelisme yasadim. Tanidigim herkesle aram biraz limoni. su anda zamani israf ediyorum. Iyi bir topcu olamacagim kesin

TiFus 06-26-2009 09:07 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Keloğlan Zenginler Ülkesinde

Zaman zaman icinde, zaman saman icinde, saman duman icinde, yaman bir Keloglan yasarmis. Bu Keloglan cok caliskanmis. cok calisir, cok kazanirim umuduyla köyunden ayrilmis, sehre calismaya gitmis. Gunler, haftalar, aylar birbirini kovalamis, fakat Keloglan istedigini bir turlu elde edememis. sehirde is varmis var olmasina da buldugu isler surekli olmazmis. Bes gun calisir, uc gun bos gezer, bir hafta calisir, on gun bos gezer is ararmis. calistigi gunler biraz para arttirirmis, bos gezdigi gunlerde bu para ile gecinirmis. Sonucta sifira elde var sifir. Ne uzar ne kisalirmis. Istermis ki, devamli calisacagi bir isi olsun, para biriktirsin. söyle kocaman bahceli bir evi olsun. Evin icine yeni esyalar alsin, giyinsin, kusansin. Bayram gunlerinde bile hep ayni elbiseyi giymek zorunda kalmasin. ulkesinde hangi sehre gitse bu durumun degismeyecegini dusunmus. cocuklugundan beri bolluk ve refah ulkesi diye adini sikca duydugu Zenginler ulkesi?ne gitmek uzere yollara dusmus. Gunlerce, haftalarca yol yurumus. Sonunda Zenginler ulkesi?ne varmis. Ugradigi ilk köyun girisinde evinin kapisi önune kurdugu cardak altinda oturan bir adama rastlamis. Keloglan adama uzun yoldan geldigini, calismak istedigini, is aradigini söylemis. Adam, Keloglan?a dik dik bakmis ve sinirli bir sekilde sormus: ? Is bulup da ne yapacaksin? ? Keloglan: ? calisip para kazanirim ? demis. Adam otururken birden dizlerinin uzerinde dogruluvermis. Öncekinden daha da sinirli bir sekilde: ? Parayi ne yapacaksin? ? diye sormus. Adamin son sözune Keloglan cok bozulmus. söyle bir yutkunmus. O anda aklina geleni söylese kavgaya neden olacagini dusunup vazgecmis. Sakin bir sekilde: ? Kazandigim para ile temiz elbiseler alirim. Bag-bahce alirim. Ev alirim. Yeni esyalar alirim. Mal sahibi olurum. Para ile baska ne yapilir ki? ? demis. Keloglan?in cevabina adam kahkahalarla gulmus. ? Sen cok yasa emi Keloglan ? demis. ? Yillar var ki, ne agladim ne guldum. Sen beni guldurdun, ben de seni guldureyim. Bak Keloglan, bizim ulkeye Zenginler ulkesi derler. Bu ulkede para kullanilmaz. Zaten her ihtiyacin karsilanir. Burada her sey pek boldur Dere akar paldir kuldur Elma, armut daldan duser cardak altinda uyunur. Giysilerim temiz urba Dert ve keder yoktur burada Ekmek, yemek bedavadir Iste lokantamiz surada. Karsidaki evde oturan komsu sehre tasindi. Orada sen otur istersen. Satin alma yok, kira yok. Her ay yeni elbise, ayakkabi dagitiliyor. Gunde uc ögun köy lokantasinda bedava yemek veriliyor. Bahcede meyve agaclari, ceviz agaclari pek boldur. Ye, ic, yat, keyfine bak. ? Keloglan o gun eve yerlesmis. Durup dururken ev-bark sahibi oluvermis. Adamin cardaginin karsisina kendi de bir cardak kurmus. Aksama kadar yan gelmis yatmis. Aksam yemegine komsusuyla beraber gitmisler. Sofrada yok yokmus. Etli yemekler, kavurmalar, tatlilar, pilavlar, hosaflar cesit cesitmis. Keloglan simdiye kadar böyle bir sofra görmemis. Aksirincaya, tiksirincaya kadar yemis, icmis. Sofra basinda bayginliklar, fenaliklar gecirmis. Keloglan?i zorla sofradan uzaklastirmislar. Evine getirip yatagina yatirmislar. Keloglan o gece sabaha kadar uyumus. Sabah kahvaltisina yine komsusuyla beraber gitmisler. Balli-börekli, pastali-cörekli kahvalti yapmislar. Sonra evlerine gelip cardak altinda oturmuslar. Öglen oldu haydi yemege, aksam oldu haydi yemege, sonra yatip uyumaya, bu böyle tekduze sekilde aylarca surmus. Keloglan gun gectikce kilo almis, sisman bir oglan olmus. Keloglan adi unutulmus. Köydekiler kendisini sismanoglan diye cagirmaya baslamislar. Bir gece evinde uyurken ruya icinde ruya görmus. Her cesit yiyecek ve icecegin bulundugu buyuk bir sofrada kendisini yemek yerken göruyormus. Yemis icmis, yemis icmis, ictikce sismis, sistikce sismis, sonunda boom diye patlamis ve yerlere yayilmis. Bu durumu acima duygusu ile seyreden Keloglan?mis. sismanoglan?a dogru cok sert bir hareketle hizla dönmus. Kaslarini catmis: ? Iste gördun sismanoglan. Ruya icinde gördugun ruya bitti. simdi ben senin asil ruyanim. Böyle bol bol yiyip bel bel bakinmaya, yan gelip yatmaya devam edersen sonunun ne olacagini anladin. Eskiden sen de benim gibiydin, Keloglan?din. Kuvvetliydin, ceviktin, caliskandin. Ya simdi su haline bak. Parmagini bile kipirdatmak sana zor geliyor. Sorarim sana aylardir bu Zenginler ulkesi?ndesin. Ne kazandin sanki? Dur, hic bosuna dusunup de yorulma. Cevabini söyleyeyim: Hicbir sey kazanmadin, ayrica sagligini kaybettin. Bana bak sismanoglan. Benim canimi sikma. Ya eski gunlere geri dönersin, ya da her gece ruyalarina girer, bu sopayla seni döverim ? demis, sopayi kaldirmis ve sismanoglan?a vurmaya baslamis. sismanoglan gördugu korkulu ruyadan feryat ederek uyanmis. Ter icindeymis, her tarafi agriyormus. ? Aksam yemeginde haddinden fazla pilav yemistim. Bu korkulu ruyayi görmemin sebebi bu herhalde ? demis kendi kendine. Ruyasinda gördukleri hatirina gelmeye baslamis. Sonunda, ruyasindaki Keloglan?in söylediklerinin mutlak dogru olduguna karar vermis. Aciklamasini ise söyle yapmis: Insanin mutlaka calismasi lazim geldigi, calismadan yasamanin tembellik oldugu, tembelligin insani bunalimlara sevk edecegi, bunalimin ortaya cikis biciminin insandan insana degisebilecegini, kendisinde bu durumun bol bol yemek yeme seklinde meydana geldigini ve bunun sonucu olarak sismanladiginin bilincine vardigini, bu zor durumdan kurtulmanin tek yolunun yeniden calismaya baslamak oldugunu anlamis. Bu durumu bir kagida yazip, bu kagidi defalarca okumalarini, yaptiklari yanlisi fark etmelerini rica etmis. Kagidi yataginin uzerine birakmis. Sabah gunes dogarken bir daha dönmemek uzere Zenginler ulkesi?ne veda edip memleketine, evvelce yasadigi sehre dogru yollara dusmus. Eskiden oldugu gibi, caliskan gunlerin yakin oldugunu biliyor, hayalinde tig gibi Keloglan?i görur gibi oluyormus.

TiFus 06-26-2009 09:07 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Eskici

Vapur rihtimdan kalkip tâ Marmaraya doğru uzaklaşmaya başlayinca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağir bir yük kalkmiş gibi ferahladilar: -Çocukcağiz Arabistanda rahat eder. Dediler, hayirli bir iş yaptiklarina herkesi inandirmiş olanlarin uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler. Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anasi da ölünce uzak akrabalari ve konu komşunun yardimiyle halasinin yanina, Filistinin ücra bir kasabasina gönderiliyordu. Hasan vapurda eğlendi; giril giril işleyen vinçlere, üstleri yazili cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşirlar gibi iplere asili sandallara, vardiya değiştirilirken çalinan kampanaya bakarak çok eğlendi. Beş yaşinda idi; peltek, şirin konuşmalariyle de güverte yolcularini epeyce eğlendirmişti. Fakat vapur, şuraya buraya uğrayip bir sürü yolcu biraktiktan sonra sicak memleketlere yaklaşinca kendisini bir durgunluk aldi: Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardi ve ona Istanbuldaki gibi: -Hasan gel! -Hasan git! Demiyorlardi; ismi değişir gibi olmuştu. Hassen şekline girmişti: -Taal hun ya Hassen, diyorlardi, yanlarina gidiyordu. -Ruh ya Hassen... derlerse uzaklaşiyordu. Hayfaya çiktilar ve onu bir trene koydular. Artik anadili büsbütün işitilmez olmuştu. Hasan, köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanaklari pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmiş, göğsünde bir katilik, girtlağinda lokmasini yutamamiş gibi bir sert düğüm, daima susuyordu. Fakat hem pür nakil çiçek açmiş, hem yemişlerle donanmiş güzel, islak bahçeler de tükendi; zeytinlikler de seyrekleşti. Yamaçlarinda keçiler otlayan kuru, yalçin, çatlak dağlar arasindan geçiyorlardi. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyasi gibi aynamsi bir cila ile, kizgin güneş altinda, piril piril yaniyordu. Bunlar da bitti; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çikmişlardi; ne ağaç vardi, ne dere, ne ev! Yalniz ara sira kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardi; çok uzun bacakli, çok uzun boylu, sirtlari kabarik, kambur hayvanlar trene bakmiyorlardi bile... Ağizlarinda beyazimsi bir köpük çiğneyerek dalgin ve küskün arka arkaya, ağir ağir, yumuşak yumuşak, iz birakmadan ve toz çikarmadan gidiyorlardi. Çok sabretti, dayanamadi, yanindaki askere parmağiyla göstererek sordu; o güldü: -Gemel! Gemel! dedi. Hasani bir istasyonda indirdiler. Gerdanindan, alnindan, kollarindan ve kulaklarindan biçim biçim, sürü sürü altinlar sallanan kara çarşafli, kara çatik kaşli, kara iri benli bir kadin göğsüne bastirdi. Anasininkine benzemeyen, tuhaf kokulu, fazla yumuşak, içine gömülüverilen cansiz bir göğüs... -Ya habibi! Ya ayni! Halasinin yanindaki kadinlar da sarildilar, öptüler, söyleştiler, gülüştüler. Birçok çocuk da gelmişti; entarilerinin üstüne hirka yerine elbise ceket giymiş, saçlari perçemli, başlari takkeli çocuklar... Hasan durgun, tikanikti; susuyor, susuyordu. Öyle haftalarca sustu. Anlamaya başladiği Arapçayi, küçücük kafasinda beliren bir inatla konuşmayarak sustu. Daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz altinda nefes almamaya çalişan bir adam gibi tikandiğini duyuyordu, yine susuyordu. Hep sustu. Şimdi onun da kuşakli entarisi, ceketi, takkesi, kirmizi merkuplari vardi. Saçlarinin ortasi el ayasi kadar sifir makine ile kesilmiş, alnina perçemler uzatilmişti. Deri gibi sert, yayvan tandir ekmeğine alişmişti; yer sofrasinda bunu hem kaşik, hem çatal yerine dürümleyerek kullanmayi beceriyordu. Bir gün halasi sokaktan bağirarak geçen bir saticiyi çağirdi. Evin avlusuna sirtinda çuval kapli bir yayvan torba, elinde bir ufacik iskemle ve uzun bir demir parçasi, dağinik kiyafetli bir adam girdi. Torbasindan da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordu. Konuştular, sonra önüne bir sürü patlak, sökük, parça parça ayakkabi dizdiler. Satici iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşisina geçti. Bu dört yani duvarli, tek kat, basik ve toprak evde öyle cani sikiliyodu ki... Şaşarak eğlenerek seyrediyordu: Mukavvaya benzettiği kalin deriyi iki tarafi keskin incecik, sapsiz biçağiyle kesişine, ağzina bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunlari birer birer, Istanbulda gördüğü maymun gibi avurdundan çikarip ayakkabilarin altina çabuk çabuk mihlayişina, deri parçalarini, pis bir suya koyup islatişina, mundar çanaktaki macuna parmağini daldirip tabanlara sürüşüne, hepsine bakiyordu. Susuyor ve bakiyordu. Bir aralik nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalginliğindan anadiliyle sordu: -Çiviler ağzina batmaz mi senin? Eskici başini hayretle işinden kaldirdi. Uzun uzun Hasanin yüzüne bakti: -Türk çocuğu musun be? -Istanbuldan geldim. -Ben de o taraflardan... izmitten! Eskicide saç sakal dağinik, göğüs bağir açik, pantalonu dizlerinden yamali, dişleri eksik ve surati sari, sapsariydi; gözlerinin akina kadar sariydi. Türkçe bildiği ve Istanbul taraflarindan geldiği için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmişti. Göğsünün ortasinda, tipki çenesindeki sakali andiran kirçil, seyrek bir tutam kil vardi. Dişsizlikten peltek çikan bir sesle tekrar sordu: -Ne diye düştün bu cehennemin bucağina sen? Hasan anladiği kadar anlatti. Sonra Kanlicadaki evlerini tarif etti; komşusunun oğlu Mahmutla balik tuttuklarini, anasi doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapiya beyaz boyali hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyledi. Bir aralik da kendisi sordu? -Sen niye burdasin? Öteki başini ve elini şöyle salladi: Uzun iş manasina... ve mirildandi: -Bir kabahat işledik de kaçtik! Asil konuşan Hasandi, alti aydan beri susan Hasan... Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanaklari sevincinden pembe pembe, dudaklari taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu. Aklina ne gelirse söylüyordu. Eskici hem çalişiyor, hem de, ara sira "Ha! Ya? Öyle mi?" gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletiyordu; artik erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgarini, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli, hem yasli dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsila sarsila dinliyordu. Daha çok dinlemek için de elini ağir tutuyordu. Fakat, nihayet bütün ayakkabilar tamir edilmiş, iş bitmişti. Demirini topraktan çekti, köselesini dürdü, çivi kutusunu kapadi, çiriş çanağini sarmaladi. Bunlari hep aheste aheste yapti. Hasan, yüreği burkularak sordu: -Gidiyor musun? -Gidiyorum ya, işimi tükettim. O zaman gördü ki, küçük çocuk memleketlisi minimini yavru ağliyor... Sessizce, titreye titreye ağliyor. Yanaklarindan gözyaşlari birbiri arkasina, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlalari dişarinin rengini geçilen manzaralari içine alarak nasil acele acele, sarsila çarpişa dökülürse öyle, bağrinin sarsintilariyle yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi gök, piril piril akiyor. -Ağlama be! Ağlama be! Eskici başka söz bulamamişti. Bunu işiten çocuk hiçkira hiçkira katila katila ağlamaktadir; bir daha Türkçe konuşacak adam bulamayacağina ağlamaktadir. -Ağlama diyorum sana! Ağlama. Bunlari derken onun da kati, nasirlaşmiş yüreği yumuşamiş, şişmişti. Önüne geçmeye çalişti amma yapamadi, kendini tutamadi; gözlerinin dolduğunu ve sakallarindan kayan yaşlarin, Arabistan sicağiyle yanan kizgin göğsüne bir pinar sizintisi kadar serin, ürpertici, döküldüğünü duydu.

TiFus 06-26-2009 09:08 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Yıllardır Susuyordu Hep

Yıllardır susuyordu.Hep onu suskun kız olarak bilirdiler. Güzel kızdı Allah için.Esmer, mavi gözlü. Ama hep susardı. Yine öyle yaptı. Denizde dalgalar boğuşuyordu.Köprü üstünde ellerini iki yana bağlamış, mutlu yüz ifadesi, üşüyordu. Sessizliğini dalgalar bozuyordu. Konuş benimle diyordu, şarkı, türkü söyle ama konuş artık? Yüzü düşmüş bir ara. Onun için koşmuş yanındaki çocuk. Neden asıldı diye. Uzun boylu bir delikanlıydı bizimkine göre. Yüzü düşmüş. Karşıdan gelen gemiye bakmış. İçinde kendini görmüş. Ağlamaya başladı. Halbuki ne vardı ki ağlanacak?... Yanında birileri varmış. Hoplamış yerinden genç yüreği, bir anda ağlamaya başlamış. Delikanlı koştu yanına. Yüzüne baktı, kolunu tuttu kızın, hafif sarsınca normale döndü. Gülümseyemedi, oğlan gitti. Hızlı yürümeye başladı çabucak. Mutlaka koşmalıydı.Aslında yüreğinde uçmak vardı uzun uzun. Devler gibi birilerine bakmak yukardan. Nedendi ki? Aradığı bir şeyler olmalıydı. Elbette vardı. Ama kendi de bulamamıştı henüz. Delikanlı arkasından yavaşça yürüyordu. Saçları dalga dalga oldu. Mutlaka gülmeliydi ve yaptı bunu. Ama bağırmak istedi her zamanki gibi. Hiç tattığını hatırlamadı genç kız bu duyguyu. Tam bir martıyı andırıyordu. Yoldan karşıya geçmek istedi. Arabalara baktığı anda delikanlı kolundan yakalayıverdi. Kızı hem uzaktan, hem yakından izliyordu. ?Gidelim mi artık?? dedi. Kız başını salladı. Kolundan tutup sahil yolunu terk ettiler. Yemek yiyeceklerini söyledi genç adam.Kız karşılık vermedi. Onunla birlikte devam etti. Ama gözlerindeki donukluğu bir türlü çözememişti genç kızın. İlk defa karşılaştı kızın bu durumuyla. Ne yapacağını şaşırdı. İkisi de susmuşlar tabakları bekliyorlardı. Tıpkı bir çocuğun gözünün içine bakarcasına, genç adam dikkat ediyordu. Güzel şeylerden bahsediyordu. Kızın hoşlandığı şeylerden. Ama hiç işe yaramadı? Çünkü dinlenilmiyordu. Kız gemide kendini gördü. İğne oyalı, beyaz bir tülbent vardı elinde. Yanındakiler tanıdık, ama çıkaramadı bir türlü.Bir daha gitmek istedi ama korktu. Dönelim anlamında bir baktı adama. ?Hesap lütfen!? Tekrar arabaya bindiler. Adam bir müzik açtı. İçli söylüyordu kadın. Yanık ve ciğerden. Tekrar görüntü aklına geldi ve bir damla daha yaş boşandı. Delikanlı radyoyu kapattı. Sanki her şey inadına onu ağlatıyordu. ?Şansa bak? dedi içinden adam. Arabayı otoparka park ettiler. Geniş bahçede hala oturanlar vardı. Mutlu gözüküyorlardı bazıları, sürekli gülüyorlar. Bazıları derin derin düşünüyorlar. ?Çok büyük filozoflar çıktı buradan? diye işaret etti gen kıza. Hafif bir gülümseme karşılık geldi. Koca binanın içine girdiler. Burası bir klinikti. Genç adam kızı sıkı sıkı kolundan tutuyordu. ?Hoş geldiniz? dedi bir kadın. ?Nasıl geçti bakalım geziniz?? Doktor gözleriyle hemşireyi durdurmaya çalıştı. ?Odanıza çıkabilirsin. Ben birazdan geleceğim. Hemşire Hanım sizde oda servisini arayın.? Dedi. ?Peki doktor bey? dedi genç adama hemşire. Hemşire ve genç kız merdivenlerden çıktı. ?Şanslısın canım benim. Bakalım nereyi gezdiniz bugün? dedi. Kız yine cevap veremedi. ?Neden üzgünsün?? diye sordu hemşire. ?Yoksa doktor bey sana rahat ettirmedi mi?? Kız hızla odasına koştu ve bir soru daha çekmek niyetinde değildi doğrusu. Yatağa yattı ve sırtını döndü. ?İyi geceler, şimdi doktor bey de gelir.? Deyip odadan çıktı hemşire. Çok sevecendi bu çok. Kızda severdi aslında ama çok konuşmasını sevmiyordu. Halbuki bu bir tesadüf değildi. Çok konuşan, neşeli bir hemşire tam da kız içindi. Az sonra doktor geldi. ?Bir ihtiyacın var mı?? dedi ama cevap alamayınca ?İyi uykular? deyip ısrar etmedi ve odadan çıktı. Kız, herkesin odadan çıktığını görünce, büyük aynanın karşısına geçip ağlamaya başladı. Hem de delicesine bir ağlamaktı bu. Ama hemen toparladı kendini. Banyoya girdi ve uzun zaman çıkmak istemedi. Banyodan çıktığında masada yemeği vardı. Hemşirenin gelmesine daha yarım saat vardı. Her akşam ki konuşmalar için. Gerekirse? Hatırlamak istemedi. Hemen üstünü değiştirip yemeğe koyuldu.

TiFus 06-26-2009 09:08 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Nihat Kendi Halinde

Nihat kendi halinde,bencil ve sevgisiz bir adamdı.hayat onun için yalnızca kariyer ve para kazanmaktı.sevginin varlığına inanmaz,birbirini seven insanlar ona çok gereksiz gelirdi.yalnız yaşıyordu.çoğu zamanı yurtdışı seyahatlerinde geçiyordu.yine bir gün patronu ile birlikte fransaya gidiyordu.ama bu seyahatin sonunda makamını yükseltmek gibi bi şansı vardı.bu yüzden seyahatte hiçbir pürüz çıkmasına izin vermeyecekti.sonunda patronu hilmi bey karısı ve kızı gelmişti.nihat hemen onları karşıladı ve hilmi beyin uçağına bindiler.yolculuğa başlamışlardı.nihat hilmi beyin kızını çok sevmişti.sema esmer,uzun saçlı,güler yüzlü,ve çekici bir kızdı.nihat semayla vakit geçirmekten çok hoşlanıyordu.onda değişik bir his uyandırmıştı.yoksa şu inanmadığı saçama bulduğu şey onun da mı başına gelmişti.hem de kendinden çok genç bir kız için.inkar edemezdi çünkü onu gerçekten sevdiği gözlerinden belliydi.nihat yaptığından zerre kadar rahatsızlık duymuyordu.zaten kim ne düşünebilirdi ki.nihat kırk yaşlarında bi adam sema ise daha onaltılarındaydı.sema nihatı abisi gibi görüyor,onun aşık bakışlarının farkında bile olmuyordu.nihat sema ile ilgili olumsuz düşünceleri bi kenara koyup odasına çekildi bütün gece küçük sevgilisini düşündü .gecenin ilerleyen saatlerinde odanının kapısının yavaşça açıldığını gördü.gelen hilmi beydi ve önemli bişey konulşacağını söledi.nihat hilmi beyin ağzından çıkan lafları harfi harfine dinliyordu.hilmi bey kızı sema yı seyahatlerde perişan olmasın diye yatılı bir okula vermek istediğini söledi.nihat,semanın bu haberi duyunca çok üzüleceğini ve zor ikna olacağını düşünsede hilmi beye öle sölemedi.bildiği en iyi okula yazdıracağını söledi.ertesi sabah uyandığında gözleri semayı arıyordu.genç kızı buldu ve okul konusundan bahsetti.ama sema çok ters çıktı nihata küstüğünü ve barışmayacağını söledi.nihat ne yapacağını bilmez bir şekilde hazırlandı ve hilmi beyin yanına gitti.hilmi bey olanları duyunca çok üzüldü ama bunun onu fikrinden caydırmayacağını da ilave etti.sonunda fransaya geldiler ve sema ile annesini otele bırakıp toplantıya gittiler.nihat aylardır hayal ettiği genel müdürlüğe kavuşmuştu nihayet ama eskisi kadar mutlu değildi çüğnkü küçük sevgilisinin sıcak gülümsemesi yoktu artık.sonunda fransa dan ayrılma vakti gelmişti.hep birlikte dönüş yoluna gittiler.sema yol boyunca nihat ın yüzüne bile bakmadı.ankara ya vardıklarında semayı nihat ın söylediği okula yazdırdılar.nihat mutluydu çünkü artık sema yı her zaman görebilecekti.tabi sema nın nihat ı affetmesi pek kolay olmadı.sema okulda dört yıl kaldı.yaşıda yirmiyi bulmuştu.toplum içine karışma vakti gelmiştyi babasına göre ama gelin görünki sema hiçbir görücüuyü beğenmiyordu.ama sonunda sema nın da onayını alan bi damat adayı bulundu.yakın zamanda söz kesildi hatta nikah gününe bile karar verilmişti.sema nikahta şahitlik için nihat ı seçmez mi! nihat ın sema hakkındaki düşünceleri dört yıl boyunca sessiz ve örtük bir durumdaydı.nihat bu duyguların eni konu ölüp gittiği kanısına bile varmıştı,ama şu şahitlik konusu,bu kanısındaki yanılgısını ortaya çıkarıverdi.meğer o aşk tamamıyla ölüp gitmemiş işte bugün bile gönlünde sema için bir eğilim durmaktaydı. henüz iş işten de geçmemişti.bir cesaretle gönlünü tatmin etmek mümkündü hala,ama bu cesaretin sonuşlarını da düşünmedi değil.haydi sema evlenmeyi kabul etsin.bu durum mutluluk sağlamaya yeter miydi?ne gezer!belki..belki değil kesinlikle büyük bir felakete neden olacaktı.böyle bir cesaretin herkesçe nasıl yorumlanacağını düşündükten sonra,kendinden utanmaya başladı. şahitliği kabul etmemeye ise gönlü razı olmuyordu.hiç olmazsa böylece olsun sevdiğine karşı kendisine düşen son görevi de yaparak avunmaya ve bunla övünmeye karar verdi. nikah günü geldi.nihat yürek çarpıntıları içindeydi.masaya oturdular ama ne oturma sanki o bikaç saniyelik iş nihat a bir asır gibi geldi.gözlerinden ince ince yaşlar damlıyordu.fakat semaya baktığında onun güldüğünü mutlu olduğunu görüyor ve bunula yetiniyordu.son olarak nikah memuru nihata ^sizde şahitlik ediyor musunuz^diye sordu.nihat tehlikenin üzerine büyük bir cesaret ve dirençle yürümeye karar verdi.ama kabul ettiği takdirde sema ile ilgili bütün emelleri yıkılacaktı.işi bu aşamaya getirdikten sonra geri dönmenin faydası olmayacağını biliyordu.çaresizdi ve EVET dedi

TiFus 06-26-2009 09:09 AM

Cevap : Klasik Hikayeler
 
Nurten Hanımın Gözyaşları

Hanım, ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allahın verdiği canı Allah an başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîmdir." Nurten Hanım gözlerini araladı. Hiç de huzurlu geçmemişti gecesi. Bütün gece kabus doluydu. Dün aldığı kötü haberi bir türlü çıkaramıyordu aklından. "Belki de evet belki de rüyaydı bu haber!" Aceleyle kalktı yataktan. Masanın üzerinde duran kağıda bakana dek gülümseyen yüzü, asıldı aniden. "Doğruymuş. Evet, hamileyim. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. Doğru işte üçüncüye hamileyim. Bir bebek daha! Aman Allahım! Düşünmek bile istemiyorum. İki çocuğu büyütene kadar neler çektim ben. Hayatım karardı. Tam rahata erdim, rahat bir nefes aldım derken, bir bebekle daha asla uğraşamam. Ne yapmalıyım, Allahım? Ne yapmalıyım?" Yatakta uyumakta olan kocasına baktı. Henüz ona bile söylememişti hamile olduğunu. "Ona söylesem de bir şey fark etmez ki, nasıl olsa "Dünyaya gelen büyür." diyerek tepkisiz kalır." diye geçirdi içinden. Dalgın bir şekilde kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Mutfaktan eşine seslendi sonra. Adam yarı uykulu geldi, hazır sofraya oturup yemeye başladı. Zoraki yediği her hâlinden belliydi. Sonra karşısında oturan karısına baktı. Çok durgundu. Bir noktaya dalmış, hareketsiz oturuyordu. – Ne oldu hanım? Bu ne dalgınlık? – Yok bir şey. Haydi, sen acele et, işe geç kalacaksın. Yerinden kalktı. Çocukların yanına gidecekti ki, tekrar geri döndü, kısık bir ses tonuyla eşine seslendi: – Bey sana bir şey söyleyeceğim. – E.......söyle bakalım. – Ben hamileyim, biliyor musun? – Doğrumu bu? Çok sevindim. Bebek sevmeyi de özlemiştik hani… – Sen sadece sevmeyi düşünüyorsun. Oysa ben nasıl bakacağımızı… Neden? Çünkü sen sadece seviyorsun. Ben ise sabahtan akşama kadar çocuklarla canım çıkıyor. Birde uykusuz geceler… Yok, bey, ben iki çocuğu büyütene kadar ne zorluklar yaşadım. Hastalıkları, üstleri, başları, mamaları, bezleri… Yeni yeni kendime geldim. İnsan içine çıktım. Bu yaştan sonra üçüncü bir bebekle asla uğraşamam. Ben bu bebeği aldırmaya karar verdim. Adamın neşesi kaçtı. Elinden çatalı hışımla bırakırken, bir taraftan da düşüncelerini açıklıyordu: – Hanım ben böyle bir şeye asla müsaade edemem. Allahın verdiği canı Allah an başka kimse alamaz. Hem dünyaya gelen rızkıyla ve sabrıyla gelir, bunu sakın unutma. Diğer iki evladımızı nasıl büyüttüysek, onu da büyütürüz. Allah Kerîmdir. Nurten Hanım hıçkırıklarla ağlarken, bir taraftan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu: – Tabiî, sen ne gördün ki! Akşamdan akşama baba oldun sen. Bütün sıkıntıyı ben çektim. Gece sabahlara kadar ben salladım. Acıktıklarında ben doyurdum. Bezlerini ben yıkadım. Sen ne yaptın? Sadece sevdin. – Ama ben de rızklarını temin etmek için gece yarısına kadar çalıştım. Bir şey diyor muyum? Bunlar bizim görevimiz hanım. Sen ne dersen de, ben izin vermiyorum.. Adam aceleyle hazırlandı. Kapıya gelince seslendi: – Hanım! Ben gidiyorum. Bir şey istiyor musun? Gelirken alayım. – Sadece bana kürtaj için para bırak. Adamın yüzü asıldı:–Sana anlattım ya! İzin de vermiyorum para da. Akşam gelince konuşuruz. Kapıyı hışımla kapatarak çekip gitti. Nurten Hanım kendini çaresiz ve yalnız hissediyordu. Bir yandan ortalığı topluyor, bir yandan da eşinin ardından söyleniyordu: –Sen ne çektin de konuşuyorsun? İzin yokmuş. Senden izin isteyen mi var? Sonra gözüne bilezikleri takıldı. Evet, bunları annesi takmıştı. Bilezikleri bozdurarak kürtaj olabilirim diye düşündü. "Buna da bir şey diyemez ya. Çünkü onun değil." diye düşünürken gülümsüyordu. – Bu işi bugün halletmeliyim. Akşam olmadan, o işten gelmeden hem de. Yine aynı konuşmaları çekemem vallahi. Uyuyan çocuklarına baktı. Daha uyanmayacaklarını biliyordu. Onlar uyanana kadar işini halledebilirdi. Uyandıklarında okumaları için bir not yazarak hazırlanıp hızla çıktı evden. İlk işi açık olan bir kuyumcu dükkânı bulup, annesinin taktığı bilezikleri bozdurdu ve en yakın hastaneye attı kendini. Nihayet doktorun karşısındaydı.Olan biteni anlattı bir çırpıda. Doktor daha ufak olduğu için bebeği alabileceğini söylediğinde biraz rahatladı. Hemşire yatacağı yeri gösterdi ona. Biraz korku biraz da tereddütle şaşkın bir şekilde yatarken kararsızlığı devam ediyordu. – Acaba vaz mı geçsem? diye geçirirken içinden, bebek bakımının zorluklarını geçirdi gözünün önünden. – Yok, yok, bu gün bu iş bitmeli. Kurtulmalıyım mutlaka, dedi. Hemşireyle konuşuyordu ki, verilen narkozun tesiriyle kendinden geçmişti. Minicik masum bebek parçalara ayrılarak kazınıyordu. Daha annesinin şefkatini hissedemeden, kokusuna doyamadan, koynunda güven duyacağı bir gece bile geçiremeden, bu dünyada en fazla güveneceği varlık tarafından yok edilmişti bile... Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Gözlerini araladığında. Her yer bulanıktı. Gözleri birşeyler sormak için birilerini aradı. Belli belirsiz seçebiliyordu hemşireyi. – Bitti mi? diyebildi sadece. Hemşire iş bitirici bir ifadeyle: – Evet, efendim. Geçmiş olsun. Kendinizi iyi hissettiğinizde evinize gidebilirsiniz. – Hemen gitmeliyim. Bana bir taksi çağırın lütfen. Evde çocuklarım var, çoktan uyanmışlardır. – Biraz daha dinlenirseniz daha iyi olur – Evde dinlenirim. Beni kapıya kadar bırakın. Taksiyle giderim ben. Hemşire telefonla konuşup taksinin kapıda olduğunu söylediğinde yavaşça doğruldu yerinden. Başı dönüyordu. Kendini hiç de iyi hissetmiyordu; ama gitmeliydi mutlaka. Akşam olmadan evde olmalıydı. Hem de çocukların uyanmış ve acıkmış olabileceklerini düşünerek, getirilen tekerlekli iskemleye oturdu. Başı hâlâ dönmekteydi. Şoföre adresi verdikten sonra derin bir oh çekti. Şoför: – Geçmiş olsun abla. Hasta mısınız? Hâlsiz ve yorgun bir şekilde karşılık verdi: – Yok, iyiyim şu an. Bir sorunu hallettim de. Derken hafifçe gülümsedi. Evlerine yaklaşmışlardı ki, bir kalabalık ilişti gözüne. İtfaiye, ambulans ve meraklı bir sürü insan yığını uğultu hâlindeydi sanki. Şoför: – Abla, burası tıkalı… Evin de yakınsa, sen in istersen, arabayla daha ileri gidemeyiz. – Evet, ev az ileride. Tamam, ben burada ineyim. Parayı uzatırken bir taraftan da söyleniyordu: – Tam da zamanında sıkıştı trafik. Ne oldu acaba? Şoför paranın üzerini verirken bir yandan da: – Tekrar geçmiş olsun abla, diyerek geri döndü ve hızla uzaklaştı. Nurten Hanım bitkin ve hâlsiz bir hâlde yavaş yavaş ilerlerken, içine bir korku düştü. Hızlı adımlarla gitmek istese de vücudunu taşıyacak dermanı bulamıyordu kendinde. Ambulansa çarşafa sarılı bir ceset getirildiğini gördüğündeyse korkusu iyice arttı. Etraftakiler: – İki çocuk da zehirlenmiş. İçeride başka kimse var mı acaba? diye bağrışmalar onu iyice korkutmuştu ki, kafasını kaldırdığında gördüğü manzara dehşetti. Evinden kara dumanlar gökyüzüne doğru çıkarken, etrafta keskin bir yanık kokusu hâkimdi. İnsanların uğultulu bağırışları içerisinde olan biteni anlamıştı. Zaten bitkin olan bedeni daha fazla dayanamadı; olduğu yere yığılıp kaldı. Ambulansın başındaki doktor görevlilere seslendi; – Kadın bayıldı! Arkadaşlar çocuk cesetlerinin yanına taşıyalım da ilk müdahalesini yapalım. Haydi, arkadaşlar acele edin...


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.