ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   İkinci Meşrutiyet (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=80598)

Şengül Şirin 06-03-2009 11:43 AM

İkinci Meşrutiyet
 
İkinci Meşrutiyet






http://upload.wikimedia.org/wikipedi...ttomanicon.png Osmanlı Devleti Tarihi Ana Dönemler: Beylik Dönemi Kuruluş Dönemi Yükselme Dönemi Duraklama Dönemi Gerileme Dönemi Dağılma Dönemi Özel Dönemler:[ Gizle ]
Fetret Devri
Köprülüler
Kutsal İttifak Savaşları
Lale Devri
Rus Savaşları
Nizam-ı Cedid
Tanzimat
Birinci Meşrutiyet
İkinci Meşrutiyet


Osmanlı Devleti Tarihi Zaman Çizelgesi
Osmanlı Tarihi Kronolojisi
İkinci Meşrutiyet Devri (Osmanlı Türkçesi ايکنجى مشروطيت) Osmanlı Anayasasının, 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 24 Temmuz 1908'de yeniden ilan edilmesiyle başlayan ve 5 Kasım 1922'de Osmanlı Devleti'nin tasfiyesiyle sona eren dönem. Birinci Meşrutiyet resmen hiç sona ermemiş ve anayasa değişmemiş olduğu için, bazı tarihçiler tarafından, bir tek Meşrutiyet döneminin ikinci faslı olarak da değerlendirilir.
Toplam 14 yıl süren bu dönemde Türkiye, parlamenter demokrasi, seçim, siyasi parti, askeri darbe ve diktatörlük olgularıyla tanışmış, iki büyük savaş (Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı) yaşamış ve 600 yıllık imparatorluğun dağılmasına tanık olmuştur.



1908 Devrimi

II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimine karşı örgütlü muhalefet, özellikle Rusya'daki 1905 Devrimi'nden sonra yaygınlık kazandı. Önceleri sadece Avrupa'daki muhalif aydınlar arasında gelişen devrimci örgütler, imparatorluk çapında özellikle yüksek okul öğrencileri ve askeri birlikler içinde taraftar buldu.


yetin başkenti olan Selanik'teki askeri birlikler idi. Bu birlikler 1903'ten beri Makedonya İsyanı'nı bastırma mücadelesi içinde yer almış, Bulgar ve Makedon devrim örgütlerinin örgütlenme ve mücadele biçimlerinden etkilenmişlerdi. Ortaya çıkan çeşitli devrim örgütleri 1907'de yurt dışındaki devrimcilerle irtibat kurarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleştiler.





Devrim hareketi 1908 Temmuz başlarında hız kazandı. 3 Temmuz'da Binbaşı Resneli Niyazi Bey, ardından Binbaşı Enver Bey isyan ederek, birlikleriyle beraber dağa çıktılar. 7 Temmuz'da bölgedeki durumu teftiş etmek için İstanbul'dan gönderilen Birinci Ferik (Korgeneral) Şemsi Paşa Manastır'da bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından vurularak öldürüldü. 20 Temmuz'da Firzovik'te toplanan büyük Arnavut kurultayı, meşrutiyet derhal ilan edilmezse isyan ederek İstanbul'a yürüme kararı aldı. 22 Temmuz'da II. Abdülhamit sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa'yı




azlederek yerine daha liberal bir isim olan Sait Paşa'yı getirdi. 23 Temmuz'da Selanik ve Manastır hükümet konaklarını ele geçiren isyancılar meşrutiyetin ilanını talep ettiler. 24 Temmuz'da padişahın isteğiyle İstanbul'da Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe sokan kararname ilan edildi. "Hürriyetin İlanı" olarak adlandırılan bu olay, bütün yurtta olağanüstü sevinç gösterileriyle karşılandı.
23 Temmuz günü Türkiye'de 1935 yılına dek Hürriyet Bayramı olarak kutlanmıştır.

31 Mart Olayı ve Abdülhamit'in Tahttan İndirilmesi

İkinci Meşrutiywtin ilanından sonra derhal seçimlere gidildi.Seçimlerin başlıca 2 partisi [[[[Sayfanın başlığı]İttihat ve Terakki]] ile liberal görüşlü Ahrar Fırkası'ydı.Seçimleri İttihatçılar kazandı.Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908'de çalışmalarına başladı. Bunu izleyen dönemde, ülkeyi perde arkasından yöneten İttihat ve Terakki yönetimine karşı bazı çevrelerde



gitgide artan bir hoşnutsuzluk görüldü. 6 Nisan 1909 günü muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey'in bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından öldürülmesi, İstanbul'da büyük bir protesto gösterisine yol açtı. Ve sonunda 13 Nisan 1909'da bazı askeri birliklerin ve medrese öğrencilerinin katıldığı bir ayaklanma başladı; bazı subaylar ve bazı milletvekilleri linç edildi ve İttihatçı olarak bilinen gazeteler yağmalandı.



Eski takvimle yeni takvim arasındaki 13 günlük farktan dolayı 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan'da bastırıldı. 27 Nisan'da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit'i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak tahttan indirilmesine ve yaşlı şehzade Reşat Efendi'nin V. Mehmet Reşat adıyla yerine geçirilmesine karar verdi.



8 Ağustos 1909'da Kanun-i Esasi üzerinde yapılan bir dizi radikal değişiklikle padişahın yetkileri "sembolik" bir düzeye indirildi. Artık vekiller heyeti (bakanlar kurulu) meclise karşı sorumluydu. Meclisten güvenoyu alamayan vekillerin ve hükümetin görevi sona eriyordu. Meclis başkanını padişah değil, meclis kendisi seçiyordu. Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki koşullara bağlamış ve üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale getirilmişti.Bu .değişikliklerle ilk defa parlamenter sistem uygulanamaya başlanmıştır.Ayrıca



toplantı özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerden bazıları anayasaya eklendi.
Ancak gerek Meşrutiyeti sahiplenen halk kitleleri ve gerekse ordu içindeki subaylar tarafından Abdülhamid tahttan indirilmiştir. Bundan sonraki süreçte Osmanlı devletinde padişahlık sadece sembolik düzyede kalmıştır.
(Kaynak: Resmi Tarih Tartışmaları, Cem Uzun, Özgür Üniveriste Yayınları, 2005)

Balkan Savaşı ve Halâskâr Zabitan Hareketi

Hüseyin Hilmi Paşa (Mayıs 1909 - Ocak 1910), İbrahim Hakkı Paşa (Ocak - Eylül 1910) ve Sait Paşa (Eylül 1910 - Temmuz 1912) kabineleri döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti, resmen görev almamakla birlikte, fiilen ülke siyasetinin yönlendirici gücü oldu.



1912 seçimleri İttihat ve Terakki'nin iktidarı altında gerçekleşti. Temmuz ayında Arnavut isyanının başlaması ve Balkanlardaki siyasi durumun kötüleşmesi üzerine ortaya çıkan Halaskâr Zabitan ("Kurtarıcı Subaylar") Hareketi, 16 Temmuz'da bir muhtıra ile İttihat ve Terakki yanlısı Sait Paşa hükümetini istifaya zorladı. Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında partilerüstü hükümet kuruldu. Milletvekili seçimleri geçersiz sayılarak seçim yenilendi. Bir süre sonra Muhtar Paşa'nın istifasıyla, açıkça İttihat-karşıtı olan Kâmil Paşa hükümeti kuruldu.



8 Ekim 1912'de başlayan Balkan Savaşı kısa sürede bir felakete dönüştü. Birbiri ardından Arnavutluk, Manastır, Selanik, Batı Trakya kaybedildi.

Babıali Baskını ve İttihat-Terakki Diktatörlüğü



23 Ocak 1913'te "Hürriyet Kahramanı" Enver Bey önderliğinde bir grup İttihat ve Terakki fedaisi, Babıali'de bulunan Bakanlar Kurulu'nu toplantı halindeyken bastı. Tarihte Babıali Baskını adıyla anılan bu askeri darbede Harbiye Nazırı Nazım PaşaKâmil Paşa silah tehdidi altında istifa ettirildi. Erkân-ı Harbiye Reisi (genelkurmay başkanı) Mahmut Şevket Paşa sadrazam ilan edildi. çıkan arbedede öldürüldü, başbakan





Babıali Baskınının kamuoyuna sunulan gerekçesi, Bulgar kuşatması altında bulunan Edirne'nin kurtarılması idi. Buna rağmen 30 Mayıs'ta imzalanan LondraEdirne Bulgaristan'a bırakıldı.Ancak Balkan devletleri kendi içinde anlaşamadılar ve bunu fırsat bilen yönetim Edirne'yi geri aldı ve yeni sınır Meriç Antlaşması ile nehri olarak belirlendi.




11 Haziran'da Sadrazam Mahmut Şevket Paşa makam arabasının içinde uğradığı bir suikast sonunda hayatını kaybetti. Bu olay üzerine alınan baskı tedbirleriyle ülke yönetimi oldukça baskıcı bir sürece girdi. Şevket Paşa cinayetiyle ilgili 15 kişi idam edildi. çok sayıda yazar ve aydın Sinop Kalesine sürgün edildi. Sait Halim Paşa'nın sadrazamlığı altında, ülke Talat, Enver ve Cemal Paşa'lardan oluşan üçlü tarafından yönetildi.Osmanlı Devleti Almanya'nın yanında 1. Dünya Savaşı'na katıldı.İttihat ve Terakki yönetimi bu dönemde birçok cephede kaybedilen toprakların geri alınması için çalışmış ayrıca Osmanlı Maliye'sini çökerten kapitülasyonlarda tamamen kaldırılmıştır.

Son Meclis

I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgiden sonra, İkinci Meşrutiyet'in altı yıl sürmüş olan üçüncü Meclis-i Mebusan'ı 21 Aralık 1918'de feshedildi. Ancak ülkenin içinde bulunduğu işgal koşullarından ötürü Anayasa'nın emrettiği yeni seçim yaklaşık bir yıl süreyle yapılamadı. Arap vilayetlerinin katılmadığı bir seçim, toprak kaybının resmen kabulü anlamına gelecekti.Ayrıca yeni meclise İttihat ve Terakki yanlıların girmesinden korkuldu.Ancak zaten İT kendini fesh etmiş ve İT'in üst kadrosu ülkeyi terk etmişlerdi.



Sivas Kongresi'nin seçim yapılmasında ısrarı üzerine istifa eden Damat Ferit PaşaAli Rıza Paşa hükümeti aynı gün seçim kararı aldı.Bu seçimler Anadoluda başlayan bağımsızlık haraketi,İstanbul yönetimi ve işgal devletleri tarafından isteniyordu.İşgal devletleri istediği kararları aldırabilmek,İstanbul yönetimi yaptıklarına meşruluk kazandırmak,Anadolu haraketi ise milli mücadele için daha fazla güç bulabilmek için seöimleri istiyordu.Aralık ayında yapılan seçimlere İstanbul dışında her yerden sadece Müdafaa-yı HukukMustafa Kemal Paşa iki ayrı ilden seçildiği halde, İstanbul'da toplanan meclise güvenlik gerekçesiyle katılmadı. 12 Ocak 1920'de toplanan Meclis, Anadolu hareketinden yana tavır aldı. 16



Şubat'ta Misak-ı Milli beyannamesini oybirliği ile kabul etti. 16 Mart'ta müttefik devletler İstanbul'u geçici askeri işgal altına alarak Meclis başkanı Rauf Bey'i ve bazı mebusları tutukladı. 18 Mart'ta toplanan Meclis kendini süresiz olarak tatil etti. Mebusların birçoğu Ankara'ya geçerek, 23 Nisan'da toplanan Büyük Millet Meclisi'ne katıldılar. 11 Nisan'da padişah Meclisi resmen feshetti. kabinesi yerine 2 Ekim 1919'da kurulan yanlısı mebuslar seçildi.




Bu tarihten Osmanlı Devleti'nin fiilen tarihe karıştığı 5 Kasım 1922'ye kadar Osmanlı hükümeti kâğıt üstünde varolmaya devam etti. Gerek iç gerek dış politikada gerçek bir varlık gösteremedi.


Şengül Şirin 06-03-2009 11:44 AM

Cevap : İkinci Meşrutiyet
 
  • O DÖNEM TÜRKİYE II. MEŞRUTİYET





    Dönemin en güçlü devleti İngiltere, Osmanlı devletinin parçalanmasını onaylıyordu. Alman gizli servisleri bu haberi genç subaylara ulaştırdılar. II. Abdulhamid'in siyasetini yersiz bulan ve ancak yeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin asker üyeleri, 1908 yılının Temmuz ayı içinde saraya başkaldırdılar. Padişahın bu hareketi bastırma girişimleri işe yaramadı. Sonunda, II. Abdülhamid kapalı bulunan parlamentoyu



    yeniden toplama kararı aldı. Mebus seçimlerinin yeniden yapılması kararlaştırıldı. Seçimler yapıldı ve Parlamento 17 Aralık 1908'de açıldı. 31 Mart Olayı üzerine II.Abdülhamit tahttan indirildi. Anayasada önemli değişiklikler yapılarak parlamenter sisteme yönelindi. Hükümet meclise karşı sorumlu kılındı

Şengül Şirin 10-24-2010 12:05 AM

Cevap : İkinci Meşrutiyet
 
1 Eklenti(ler)
Hükümdarın başında bulunduğu bir yürütme organı ile halkın seçtiği parlamentonun yasam yetkisini kullandığı, kuvvetler ayrılığı sistemine dayanan bir yönetim şeklidir.. Hükümdarın yetkileri anayasa ile sınırlandırılmıştır


Birinci Meşrutiyet, Osmanlı devletinde padişah yetkilerinin ve yönetiminin Anayasa (Kanun-u Esasi ) ile belirlendiği bir dönemdir.(23 Aralık 1876-13 Şubat 1978).
Avrupa’yı takından gören Türk aydınları, devletin gidişini beğenmiyorlar, yapılan yenilikleri yeterli görmüyorlardı. Bunlar, Avrupa devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda halkın devlet işlerini denetleyebileceği meşrutiyet yönetimi kurulursa, durumun düzeleceği kanısında idiler. Bu yolda çaba gösterenlerin başında Namık Kemal ve Ziya Paşa bulunuyordu. Namık Kemal, Ziya Paşa ve arkadaşlarına Genç Osmanlılar denildi.

Genç Osmanlılar meşrutiyet yönetimi kurulur, Mebuslar Meclisine Hristiyan ve Musevi halk temsilcileri de katılırsa, Müslümanlarla aralarındaki ayrılığın giderilebileceğine ve bir Osmanlı milletinin oluşacağına inanıyorlardı. Mithat Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, Abdulaziz’i padişahlıktan indirmeye karar verdiler. Şeyhülislamdan fetva alındıktan sonra bir gece Dolmabahçe sarayını karadan askerle, denizden donanmayla kuşatarak Abdulaziz’i hükümdarlıktan düşürdüler(1876). Yerine meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdulhamit padişahlığa getirildi. Sadrazam Mithat paşa’nın başkanlığında bir kurul Kanun-u Esasi’yi hazırladı.

Bu anayasa padişahın isteklerine uygun hale getirildikten sonra 23 Aralık 1876’da Beyazıt meydanında, devlet adamları, bilginler ve halk önünde törenle ilan edildi. Mebuslar meclisi ile Atan Meclisi toplandı. Bu ilk anayasa ile padişaha, bakanlar kuruluna atama ve görevden alma, dış ülkelerle anlaşma ve barış yapma, savaş ilan etme, meclisi açma ve kapama yetkisi verildi. Padişahın kutsal ve sorumsuz olduğu kabul edildi. Başkanı sadrazam olan bakanlar kurulu, devlet işlerini yürütmekle görevliydi. Yalnız aldığı kararlar, padişahın onayı ile yürürlüğe konabilecekti.
Birinci Meşrutiyet dönemi uzun sürmedi. II. Abdulhamit isteyerek bu yönetimi benimsemiş değildi. Daha Mebuslar Meclisi toplanmadan Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan ayırdı. Rus savaşını bahane ederek Mebuslar Meclisini dağıttı(1877). Yeniden yapılan seçimlerden sonra toplanan meclis de tatile girdikten sonra bir daha toplantıya çağırmadı.


KANUN-U ESASİ

Abdulhamit, cülus hattı hümayununda kendi yararına birtakım ödünler koparmıştı. Meşrutiyetçiler hayal kırıklığına uğradılar. Rüştü Paşa’nın sadrazamlıktan çekilmesi üzerine Abdulhamit Mithat Paşa’yı bu makama getirdi. Bu gelişmeler Kanun-u Esasi’ye giden yolu da açtı.
Önce Kanun-u Esasi’nin hazırlanışı ve hukuki niteliği üzerinde duralım.
a)Hazırlanışı ve Niteliği
Kanun-u Esasi hazırlıları, yukarıda anlatılan çalkantılı ortamda yürütüldü. Tersane konferansının toplanmasından doğabilecek sakıncaları önlemek için bir an önce ortaya bir metin çıkarmak isteyenler, özellikle Mithat Paşa, adeta saate karşı yarış havası içindeydiler. Bu arada birkaç anayasa taslağı ortaya çıktı. V. Murat günlerden beri anayasa çalışmaları yapan Mithat Paşa’nın “Kanun-ı Cedit” adını taşıyan 57 maddelik taslağı güçlü bir hükümdarlık makamı öngörmekle birlikte, vekillerin meclis önünde siyasi sorumluluğunu da kabul ediyordu. Nihayet anayasa hazırlamakla görevli bir komisyon kuruldu. Cemiyet-i Mahsusa adında bir kurul Server Paşa başkanlığında 2 asker 16 sivil bürokrat ve ulemadan 10 kişi olmak üzere 28 kişiden oluşuyordu. Bazı yabancı anayasalardan (Belçika, Polonya,Prusya vb.) yararlanarak asıl anayasa tasarısını hazırladı.23 Aralık 1876 Mithat Paşa’nın başkanlığında Heyet-i Vükela’dan da geçen metin, padişah tarafından ilan edildi.

Görüldüğü gibi doğrudan doğruya padişahça atanmış bir komisyon tarafından hazırlanan Meclis-i Vükelaca incelenip padişah tarafından kabul ve ilan olunan, Kanun-u Esasi’nin yapımında halkı temsil eden bir yasama organı yada kurucu meclisi yoktur. Halk oylaması da söz konusu değildir.1876 metini hukuki açıdan, padişahın tek yanlı bir işleminden doğmuş bir “Ferman Anayasa” dır.

Halkın temsilcileri tarafından hazırlanmadığı ya da halk oylamasına sunmadığı için Kanun-u Esasinin anayasa olmadığı söylenebilir mi?Bu önemli biçimsel koşullara uyulmadan çıkarılan bir metin günümüzde “anayasa “sayılmaz. Bu açıdan “kanun-u esasi şekil yönünden amme hukuku bugünkü telakkilerine göre bir anayasa niteliğini haiz değildir.


b)Devlet ve İktidar

Kanun-u Esasi’ye göre “Devlet-i Osmaniye” ülkesiyle bölünmez bir bütündür.(madde 1) Başkent hiçbir ayrıcalığı olmayan İstanbul’dur.(madde 2) Saltanat ve hilafet hakkı ve makamı Osmanoğulları soyuna ve bunun en büyük evladına aittir.(madde 3) Osmanlı sülalesinin hürriyet, mal-mülk ve ömür boyu ödenek hakları “umumun kefaleti altındadır” (madde 6)

Saltanat kurumu, devlet monarşik karakterini vurgular. Daha doğrusu bunun devam ettiğini gösterir. Hükümet biçimi monarşidir.
Monarşik devlet öteden beri teokratik niteliktedir.”Devletin Dini İslâm’dır”(madde 11) Padişah aynı zamanda halife olup ( madde 3,4) ahkâm-ı şer’iye’yi uygulatır (madde 7)
Kanun-u Esasi egemenliğin kime ait olduğuna ilişkin açık hüküm yoktur. Bununla beraber Kanun-u Esasi sisteminde esas egemen gücün yine hükümdar olduğu, egemenliğin asıl ona ait bir hak olduğu meydandadır. Kendi tek yanlı iradesinin ürünü bir ferman da olsa Kanun-u Esasi, yani bir yazılı anayasa onun saltanat ve egemenlik haklarının ve meşrutiyetinin yeni dayanaklarındandır.
Bu demektir ki, o zaman meşruluk kaynağını gelenek ve dinsel inançlardan alan monarşik egemenlik, şimdi insan iradesi ürünü ve dünyasal-insansal bir hukuki belgeden meşruluk olarak beşerileşmektedir.

1.Ana kuruluş

Osmanlı soyunun en büyük evladı saltanat ve hilafet makamının da sahibidir(madde 3).Monarşinin ve devletin başı halife sultandır.
Padişah yürütme organının da başı ve hatta kendisidir. Heyet-i Vükela ya da meclis-i vükela’nın başkan ve üyeleri olan sadrazamı,şeyhülislamı ve vekilleri kendisi seçer atar gerektiğinde azleder(madde 2,27)
Yasama meclisi meclis-i umumi adını taşımakta olup, iki kanatlıdır. Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan.
Heyet-i ayan üyeleri öbür meclisin üye sayısının üçte birini geçmemek üzere 40 yaşını geçmiş ve seçkin hizmetleri ile tanınmış kişiler arasından yine padişah tarafından seçilir ve atanır (madde 60-61)

Heyet-i Mebusan üyeleri ise, her elli bin erkek nüfusa bir temsilci olmak üzere 4 yıl için ve seçim yoluyla görev gelir. Padişah meclislerin başkanlarının seçiminde de söz sahibidir. Heyet-i ayan reisini doğrudan doğruya kendi seçer(madde 60).
Demek oluyor ki padişah yürütme ve yasama kurullarının oluşumu üzerinde mutlak söz sahibi değilse bile, son derece etkilidir. Heyet-i vükela’nın kuruluşunda kesin söz sahibidir ve “tek seçici” durumundadır.


Oluşumunu padişah iradesine borçlu olmayan tek heyet meclis-i Mebusan’dır. Heyet-i Mebusan’ın seçimle gelmiş ilk Osmanlı meclisi olmasıdır. Bunun önemi şundandır ki, seçim ve temsili vekalet yoluyla seçmen ile mebusları arasında kurulan ilişki,milleti ile de bir siyasal varlık olarak yeni ve anayasal sisteme katmaktır. Milleti de, adı konmuş olmasa bile, padişahın mutlak olan egemenlik hakkına rakip olmak üzere ortaya çıkmaktadır.


2.Yetkiler ve İşleyiş

Kanun-u Esasi padişahın dünyevi ve uhrevi haklarını anayasallaştırmaktır. Bunlar içinde en dikkat çekici olanlar şöyle sıralanabilir.
Vekilleri, sadrazamı ve şeyhülislamı atamak ve görevden almak silahlı kuvvetlere komutanlık etmek, şeriat hüküm yasalarını yürütmek, cezaları affetmek yada hafifletmek vb. Bütün bunlar “hukuku mukaddese-i padişahı” (padişahın kutsal hakları) cümlesindedir.
Daha ilk bakışta görülüyor ki padişah meşruti bir sistemde bakanlar kurulunun ve parlamentonun sahip olması gereken birçok önemli yetkiyi kendinde alıkoymuş “padişahın kutsal hakları” alanında tutmuştur.
Meclis-i vükela sadrazamın başkanlığında toplanan iç ve dış önemli konular görüşülen bir kurum ama görüşülmesi padişahın iznini gerektiren hususları önce hükümdara sunmalı ve onun görüşme iznini almak zorundadır. Heyet-i vükela’nın başkan ve üyeleri başkan tarafından seçilip atandıkları görevden alınırdı. Üyelerin güven oyu almaları diye bir durum da söz konusu olmadığından bunlar meclise dayanarak hükümdarın karşı koyabilme olanağına sahip değillerdi. Kabine ya da hükümete sistemde olanak yoktur. Hükümdar yürütme organının kendisidir.

Meclislerin çalışmalarını yönetecek başkanları ile yardımcılar padişah tarafından seçim yapmak suretiyle atanmaları gerekir.
Meclis-i umumi üyelerini padişaha bağlı kılan bir husus da ettikleri yeminin içeriğidir. Bunlar yalnız vatana ve anayasaya değil aynı zamanda padişaha sadakat yemini ederdi.
Bir kere, padişah buyruğu ve güdümü altındaki Heyet-i vükela her konuda yasa önerme hakkına sahipken, asıl yasama organı durumunda olması beklenen meclisler, ancak kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda yasa önerisinde bulunmayan yetkilidir. Bu izin padişah tarafından verilse bile meclisler hemen devreye girmezler. İlkin şurayı-ı devlete gönderilir.(madde 53) Bunun hazırlayacağı tasarı meclise gelir önce meclis-i ayanda görüşülür. Heyet-i Ayan’a gönderilir. Önüne gelen tasarı padişah adına uygunluk için süzgeçten geçirilir. Heyet-i ayan çeşitli denetlemeler yapar. Tasarıyı ya kabul eder yada kesin red ya da değişiklik istemiyle birlikte meclis-i mebusa gönderilir.



Bütün bunlardan sonra, meclislerden geçmiş bir metin hâla kabul edilmiş bir kanun değil bir “layiha” dır. Yasalaşması padişaha bağlıdır. Padişahın onaylamadığı kanunlaşmaz. Böylece “izin” den “onay”a kadar padişah yasama süreci üzerinde denetim olanağına sahiptir.
Yürütmenin,daha doğrusu padişahın tasama sürecindeki bir başka aktif rolü de, meclislerin toplantı olmadığı dönemlerde kendini gösterir. Padişahın bir başka yetkisi de olağanüstü durumlarda (örf,idare / sıkı yönetim),özel düzenlemelerle ( nizam-ı mahsus) ülkeyi yönetme olanağına sahip bulunmasıdır(madde 113).Görülüyor ki Heyet-i Mebusan yasama konusunda serbestliğe sahip değildir. İlk Osmanlı parlamentosu, istediğini yaslaştırabilen bir organ değilse de istemediği yasalaşmayan,padişahın mutlakçı yöntemi karşısında bir çeşit denetim, gözetim ve fren organıdır. Onsuz yasada olmaz.6

3.Sorumluluk ve Denetim

Sadrazam, şeyhülislam ve Vekiller padişaha karşı sorumlu olup her an onun tarafından görevden alınabilirdi.(madde 727) Nitekim meclislerin açık olduğu dönemde de padişah sadrazamı anlatmıştır. Heyet-i vükela’nın çağdaş anlamı ile bir “bakanlar kurulu” sayılmasına olanak yoktur.

Heyet-i vükela meclis karşısında sorumlu değildir. Meclise gensoru verme hükümeti düşürme yetkisi verilmemiştir. Meclislerin vekilleri padişaha karşı savunma hakları da yoktur. Sadrazam yada vekil, cevabını süresiz erteleme haklarına sahiptir.
Meclisler yürütmeyi etkili şekilde denetleyemiyor ve bir siyasal yaptırıma gidemiyor ama, padişahın bunları ve caydırıcı silah ise fesih kurumudur.
Padişahı bütün anayasal sistemin merkezi ve en üstün gücü olarak tanıyan Kanun-u Esasi onu bir de “sorumsuzluk” halesi ile taçlandırmaktadır.

Bu sistemin gerçekten sınırlanmış bir monarşi kavramına uymadığı meydandadır. Halifeye karşı direnmek mümkünken Halifeyi sultana dokunulmaz kılmaktadır.1876 Kanun-u Esasi ise, yürütme yetkisini hükümdara ait sayan geleneksel ve monarşik anlayışı sürdürmekte, yasama alanında da ona geniş yekiler tanınmaktadır. Sistem parlamentoludur ama “parlamenter” değildir. Kuvvetler ayrılığını ne sert ne de yumuşak biçimiyle kurmuş sayılabilir. Kanun-u Esasi kuvvetler ayrılığını benimsemiştir.


4.Yargılama

Kanun-u Esasi’nin getirdikleri hiçte anımsanacak gibi değildir. Bu her şeyden önce Tanzimat’ın katkıları ile ilgilidir. Klasik Osmanlı düzeninde “Adaletin seçkin konumu da unutulmamalıdır”.

Kanun-u Esasi bir güç olarak “yargıdan değil “mehakim” (Mahkemelerden söz etmekle beraber, yargı yetkisinin kullanışının gerektirdiği asgari güvencelere de yer veriyordu. Yargıçların özlük işlerinin (yükselme, yer değiştirme, emeklilik ) yasayla düzenlenmesi bir cürümle mahkûm olmadıkça azledilmemeleri ( madde 81).Mahkemelerin her türlü müdahale ile korunması (madde 86) ve bağımsızlığın sağlanması yolundaki hükümlerdir. Mahkemeleri şeriyye ve nizamiye diye ikiye ayrılır. Kanun-u Esasi savcılık kurumunu da yasalaştırmıştır.


b)Haklar ,Özgürlükler, Yargısal Güvenceler
Uyruklara tanınan hak ve özgürlükler “tebai devlet-i Osmaniye’nin hukuku umumiyesi” başlığı altında toplanmıştır.
Osmanlı Devleti uyruğu herkes, din ve mezhebi ne olursa olsun “Osmanlı sayılır(madde 8). Bunlar yasa önünde hak ve ödev yönünden eşittir.(madde 17).Osmanlılar kişi özgürlüğü (madde 9) ve kişi dokunulmazlığına sahip olup, yasanın gösterdiği yollar dışında cezalandırılamazlar(madde10).


Kanun-u Esasi kişi güvenliğini yok etmektedir. Kanun-u Esasi dinsel özgürlükleri tanıyor(madde 11) ama düşünce özgürlüğünden söz etmediği gibi basın kanun dairesinde serbesttir(madde 12) biçiminde, her yana çekilebilir tehlikeli bir hükme de yer veriyor. Yasalara uymak kaydıyla, genel ve özel öğretim yapma hakkı ise Kanun-u Esasi’nin tanıdığı özgürlüktür(madde 15) okullar devletin gözetim ve denetim altındadır. Kanun-u Esasinin 18. maddesi devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu bildirmektedir.
Ekonomik alanda bazı önemli düzenlemeler vardır. Mal ve mülk güvenliği anayasallaştırılmış kamu yararı gelmedikçe parsı peşin ödenmedikçe kimsenin mülkünün elinden alınmaması ilkeleri benimsendi(madde 12).

Kanun-u Esasi, Türkçe bilmeleri koşuluyla herkesin kendi yeteneklerine göre devlet işlerine ve memuriyetine girebileceğini açıklamaktadır. Seçme ve seçilme hakkı Kanun-u Esasi’de açıkça öngörülmüş değildir. Gerçekten kişileri ilgilendiren yargısal güvenceleri bakımından Kanun-u Esasi’nin getirdikleri hiçte azımsanacak kadar değildir. Yargının statüsüyle ilgili olarak yazılanları da hesaba katarsak Kanun-u Esasi’nin yargı ve yargısal güvenceler alanındaki katkısının her şeye rağmen yine de çok önemli olduğu görülür.


d)Anayasa’nın Üstünlüğü ve Korunması

Kanun-u Esasi’nin hiçbir maddesi bile hiçbir sebep ve bahane ile tatil veya icradan iskat edilemez hükmü (madde 115), anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Anayasanın değiştirebilmesinin her iki meclisin 2/3 çoğunluğunun kararına bağlı tutulmasıyla da (madde 116) anayasanın katılığı ilkesi benimsenmiştir.
Ne var ki bu ilkeler anayasanın üstünlüğü, bağlayıcılığı soyutta bir anlam taşımaz.


5.Askerlerin Siyasileşmesi

1905 sonrası mücadelenin yeni bir yükselme dönemidir. Bir yandan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti 1906 Nizamnamesiyle ilk defa olarak Abdülhamit’i hedef alıp Meşrutiyet mücadelesini iyice sertleştirirken öbür yandan Selanik ve Şam’da yeni ve gizli örgütlenmeler göze çarpıyordu.

Gerçekten de 1905 sonrasının en esaslı dönüşümü meşrutiyet ve özgürlük düşüncesinin asker çevreleri sarması ve buralardaki gizli örgütlenmelerdir.
Nitekim, Jön Türk muhalefetinin askeri kesimdeki en önemli örgütlenmesi bundan sonra Makedonya’da görülecektir. Bölge Osmanlı askeri gücünün en fazla olduğu alan olduğu gibi başkent denetiminden nispeten uzak kalışı Avrupa’ya ve liberal fikir odaklarına yakınlığı, ekonomik ,sosyal ve kültürel hayatının gelişmişliği ve nihayet ulusçu düşüncelere beşik oluşturan kozmopolitik yapısı bakımından,ulusal ve demokratik örgütlenmeler için çok elverişli bir yerdi. Ayrıca yukarıda da belirtildiği gibi, “paylaşılmak istenen yorgan” Makedonya idi.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.