ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Doğu Roma İmparatorluğu | Bizans İmparatorluğu | Bizans Adı Nereden Geliyor ? (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=80572)

[KAPLAN] 06-03-2009 06:39 AM

Doğu Roma İmparatorluğu | Bizans İmparatorluğu | Bizans Adı Nereden Geliyor ?
 
Doğu Roma İmparatorluğu, (Yunanca: Βασιλεία τῶν Ῥωμαίων, Basileía tôn Rhōmaíōn; Latince: Imperium Romanum) ya da 16. yüzyılda Alman Hieronymus Wolff'un adlandırmasıyla Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu'nun 395'te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerince yıkıldı. Merkezi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen Bizans İmparatorluğu ise, bin yılı aşkın süre varlığını sürdürdü. Bizans'ın ortaya çıkışı, Roma İmparatoru I. Constantinus'un başkenti, Roma'dan bugünkü İstanbul'a taşımasıyla da yakından ilişkilidir.


Roma İmparatoru I. Konstantin (Büyük Konstantin), 330'da imparatorluğun başkentini eski Yunan kenti Byzantion'a (Bizans) taşıdı ve yeni başkente, Constantinus'un kenti anlamına gelen Konstantinopolis (Constantinopolis) adını verdi. Büyük Konstantin, Roma'dan senatörler ve yüksek memurlar getirterek Konstantinopolis'te yeni bir yönetim oluşturdu ve kenti yeniden imar etti. Roma çok tanrılı olmasına karşın, Konstantinopolis'i bir Hıristiyan kenti yaptı ve kendisi de bu dini benimsedi.


Bizans'ın yöneticileri kendilerini Roma İmparatorluğu'nun gerçek mirasçıları olarak kabul ettiler ancak öte yandan Roma ile ilişkilerini de sürdürdüler. Roma İmparatorluğu'nun batı kesimi küçük devletlere ayrılıp parçalanırken, Bizans İmparatorluğu bütünlüğünü korumayı başardı. Batıdan bağımsız olarak Doğu Akdeniz'de egemen olan Bizans İmparatorluğu, klasik Yunan ve Roma uygarlıklarının son merkezi oldu.
Konu başlıkları

  • 1 Tarih
    • 1.1 Kuruluşu
    • 1.2 Müslüman akınları ve dinsel uyuşmazlıklar (610-867)
    • 1.3 Güçlenme dönemi (867-1081)
    • 1.4 Haçlı Seferleri (1081-1204)
    • 1.5 Latin egemenliği (1204-1261)
    • 1.6 Yıkılış dönemi (1261-1453)
  • 2 Devlet yönetimi
  • 3 Bizans sanatı
  • 4 Bizans adı
  • 5 Notlar
  • 6 Ayrıca Bakınız
Tarih


Kuruluşu

Bu dönem 610'dan öncesini kapsamaktadır. Roma İmparatoru Julianus döneminde (362-363) putperestlik yeniden canlandırılmak istendi ve Hıristiyanların etkinlikleri yasaklandı. Julianus'un ölümünden sonra Hıristiyanlık yeniden güç kazandı. 4. yüzyıldan başlayarak Roma toprakları Barbar akınlarına uğradı. I. Theodosius (379-395), Roma'yı ve Konstantinopolis'i ele geçirmek isteyen Vizigotları Balkanlar'da yendi ve onların Tuna Irmağı'nın güneyine doğru ilerlemelerini engelledi. Hıristiyanlığı benimseyen I. Theodosius, Batı Roma İmparatorluğu'nun Doğu ve Batı kesimlerini yöneten son imparator oldu. 395'te I. Theodosius öldü ve Roma İmparatorluğu ikiye bölündü.
Batı Roma İmparatorluğu topraklarına saldıran Vizigotlar, 410'da Roma'yı ele geçirdiler. Diğer Barbar kavimlerden Vandallar Kuzey Afrika'yı, İspanya'yı ve İtalya'yı yağmaladılar. Barbar akınlarının arkası kesilmedi ve 5. yüzyıl sonlarında Germen kavimleri Batı Roma İmparatorluğu'na son verdiler. Bizans İmparatorluğu ise bu saldırılara karşı koydu. Balkanlar'da Slavları, doğuda da Sasanileri yenilgiye uğrattı.


Bizans İmparatoru I. Jüstinyen (527-565), uzun süren iktidarı döneminde Kuzey Afrika, İtalya ve Doğu İspanya'yı yeniden ele geçirdi. Sasani kralıyla barış yaparak doğu sınırlarını güvence altına aldı. Ne var ki ülke içindeki siyasal ve dinsel anlaşmazlıkların önüne geçemedi. Bu anlaşmazlıklar, 532'de bir halk ayaklanmasına dönüştü. Nika Ayaklanması adıyla bilinen bu ayaklanma, komutan Belisarius tarafından başkentteki Hipodrom'da (bugünkü Sultanahmet Meydanı) bastırıldı ve 30 bin kişi öldürüldü.
Böylece ülke içinde istikrarı sağlayan Jüstinyen çeşitli alanlarda reformlara girişti. Onun en kalıcı reformlarından biri, Roma hukuku konusundaki derleme oldu. Bir komisyonun uzun çalışmalar sonunda oluşturduğu bu derleme, Corpus luris Civilis ("Medeni Hukuk Yasaları") adıyla bilinir ve çağdaş Avrupa hukukunun gelişmesine de temel oluşturmuştur.

Müslüman akınları ve dinsel uyuşmazlıklar (610-867)

Bizans İmparatorluğu 7. ve 8. yüzyıllarda doğuda Müslüman ve Pers ordularının saldırısına uğrarken, batıda Slavların tehdidi altında kaldı. 610'da, Bizans tahtını ele geçiren Herakleios (Herakleius), Perslerin saldırılarını durdurdu ve başkentin savunmasını güçlendirdi. Tuna Irmağı'nı geçerek Bizans topraklarına inen Avarlar'ı da yendi. Bu dönemde Araplar İslam dinini yaymak için fetihlere girişmişlerdi. Arap orduları 632'de Suriye ve Filistin'i ele geçirdiler. İskenderiye'nin teslim olmasından sonra Araplar, 642'de Mısır’ın tamamını denetim altına aldılar. 674-678 arasında Araplar birçok kez Konstantinopolis'i kuşattılarsa da ele geçiremediler.


Bizans tahtı 8. yüzyıl başlarında, Herakleios hanedanından İsauria (İsoriya) hanedanına geçti. İsauria hanedanından ilk imparator olan III. Leo (717-741), yeni Arap saldırılarını ve Bulgarları geri püskürttü. Daha sonra tahta çıkan V. Konstantin (741-775) yaptığı seferlerle Balkanlar’da Bulgarların gücünü kırdı.


Bu savaş yıllarında Bizans'ta, Roma kültürünün ve Latince'nin yerini Yunan dili ve kültürü aldı. Buna dinsel uyuşmazlıklar da eklenince, imparatorluğun batısı ile doğusu arasında kesin bir kopuş gerçekleşti.

Güçlenme dönemi (867-1081)

http://upload.wikimedia.org/wikipedi..._Sophia_BW.jpg
Ayasofya (Hagia Sofia) 532 - 1453



http://upload.wikimedia.org/wikipedi...zantium550.png
550 yılında Bizans. Yeşil alan I. Justinianos dönemindeki genişlemeyi gösterir



http://upload.wikimedia.org/wikipedi...asilios_II.jpg

II. Basileios, bir 11. yüzyıl elyazmasından



http://upload.wikimedia.org/wikipedi...antium1180.png

1180 yılında Doğu Roma İmparatorluğu



http://upload.wikimedia.org/wikipedi...e_animated.gif

Bizans 330 - 1453


Bizans, 867-1056 arasında imparatorluğu yöneten Makedonya hanedanı döneminde altın çağını yaşadı. Makedonya hanedanının kurucusu I. Basileios (867-886), daha önce yitirilmiş olan Anadolu'daki toprakları yeniden imparatorluk sınırlarına kattı. I. Basileios ve ardılı VI. Leo (886-912) dönemlerinde, imparatorluğun hukuk sistemi yeniden düzenlendi. II. Nikeforos Fokas (963-969), Girit ve Kıbrıs'ı yeniden imparatorluğa kattı, Suriye ve Balkanlar'da yeni topraklar ele geçirdi.

II. Basileios (976-1025), 1001'de Araplarla yaptığı anlaşmayla Kuzey Suriye'yi egemenliği altına aldı. 1018'de Bulgar topraklarını ve Anadolu'daki eski Bizans topraklarını imparatorluğa kattı. Ne var ki II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar çıktı. Doğuda Büyük Selçuklular Anadolu'ya akınlar düzenlemeye başladı. İmparator Romen Diyojen, 1071'de Malazgirt Savaşı'nda Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'a yenilerek tutsak düştü. Büyük Selçuklu komutanları Anadolu içlerine yaptıkları akınlarla 10 yıl içinde başkent Konstantinopolis sınırına dayandılar. 1075'te, başkenti İznik (Nikaia) olan Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu.

Bu dönemde, Konstantinopolis'in güçlü patriği ile papa arasındaki görüş ayrılıkları sert tartışmalara yol açtı ve 1054'te Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi bağımsız kiliseler haline geldi.

Haçlı Seferleri (1081-1204)


Konstantinopolis’e dayanan Anadolu Selçukluları Bizans için önemli bir tehdit oluşturuyordu. Güney İtalya'ya egemen olan Normanlar da, imparatorluğu tehdit eden bir başka tehlikeydi. Komnenos hanedanından İmparator I. Aleksios (1081-1118) Normanlara karşı Venedik’le işbirliği yaptı. 1085'te Normanların önderi Robert Guiscard'ın, ertesi yıl da Anadolu Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın ölmesiyle Bizanslılar bir süre için de olsa bu tehlikelerden uzak kaldılar.

I. Aleksios, 1096'da Avrupa'dan gelen Birinci Haçlı seferi'ne katılan Haçlılarin komutanlarıyla, Anadolu'da geri alınacak toprakların Bizans'a bırakılması konusunda anlaştı. Ama Haçlıların asıl hedefi, Kutsal Topraklar'ı (Kudüs) ele geçirmekti ve bu da Bizans’ın beklentilerini karşılamıyordu. Üstelik Haçlılar, Kudüs'e doğru ilerlerken aldıkları yerlerde kendi krallıklarını kurdular. Dördüncü Haçlı Seferi’nde ise, Bizans'ın başkentini işgal ettiler. 13 Nisan,1204'te Konstantinopolis'i ele geçiren Haçlılar, kenti yağmaladılar.

Latin egemenliği (1204-1261)

1204'te Konstantinopolis'te, Flandre Kontu Baudouin'in yönetiminde bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Parçalanan Bizans İmparatorluğu'nun diğer yerleri Haçlı önderlerin yönetiminde Latin devletleri haline geldi. Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında ise bağımsız küçük Bizans devletleri kuruldu. Bu devletlerin en güçlüsü İznik'de İznik İmparatorluğu olarak 1204de ortaya çıktı ve bu devletin kurucusu I. Teodor Laskaris 1208de, "Roma İmparatoru" olarak İznik'te tac giydirilmiştir. Trabzon'da ise, Gürcistan Kraliçesi Tamar'ın desteğiyle 1204'te Trabzon Rum Devleti kuruldu. Komnenos hanedanından Aleksios ve David tarafından kurulan ve Pontos Devleti de denen bu devlet, 1461'de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürdü. Önce Adriyatik Denizi kenarlarında Mikhail Komnenos Dukas tarafindan kurulan, daha sonra Epir Despotluğu olarak anılan devlet, sonradan Makedonya ve Batı Trakya'da genişliyerek Selanik şehrini eline geçirmiş ve devletin hükümdarı da 1224de "Roma İmparatoru" olarak taç giymiştir.

Daha sonra tahta geçenler İznik İmparatorluğu egemenliğini Avrupa'ya kadar genişleterek devleti bir imparatorluğa dönüştürmüşlerdir. İznik imparatorlarından IV. Yannis Laskaris daha küçük iken, general Mikhail Palaiologos VIII. Mikhail adıyla ortak imparator olduktan sonra, İznik İmparatorluğu ordusu 1261'de Konstantinopolis'e girip Latin İmparatorluğu egemenliğine son vermiştir. VIII. Mikhail Palaiologos Ayasofya'da törenle "Roma İmparatoru" olarak taç giymiş ve böylece Bizans'ta Paleologlar dönemi başlamıştır.

Yıkılış dönemi (1261-1453)

Ana madde: İstanbul'un fethi
VIII. Mikhail'in Bizans tahtını yeniden canlandırmasının ardından Avrupa devletleri Konstantinopolis'i ele geçirmek için yeni bir Haçlı Seferi düzenlediler. Ama 1281'de, Fransa Kralı IX. Louis'nin kardeşi Anjou Dükü Charles'ın komuta ettiği Haçlı ordusu Arnavutluk'ta yenilgiye uğradı. VIII. Mikhail döneminde Bizans doğuda Anadolu beyliklerinin saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Mikhail'in oğlu II. Andronikos (1282-1328) ve onun torunu III. Andronikos dönemlerinde Bizans, Anadolu'da Osmanlılarla, Balkanlar'da da Sırplarla savaşmak zorunda kaldı. 1299'da bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti, İznik (Nikaia) ve İzmit (Nikomedeia)'yı ele geçirdi. Osmanlılar Bursa (Prusa)'yı da alarak burayı Osmanlı Devleti'nin başkenti yaptılar.

Bizans, Sırpların ve Osmanlıların arasında sıkışıp kaldı. Taht kavgaları da devleti zayıf düşürdü. Sırp Kralı Stefan Dusan, Sırp ve Bizans kralı olarak taç giydi. Daha sonra VI. Yannis Kantakuzenos adıyla Bizans tahtına çıkarken Osmanlılardan destek gördü. Osmanlı Padişahı I. Murad, 1362'de Konstantinopolis'in kuzeybatısındaki Edirne (Adrianopolis)'i ele geçirdi ve kenti Osmanlı Devleti'nin yeni başkenti yaptı. Böylece Bizans İmparatorluğu, Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında, dört yanından Osmanlı topraklarıyla çevrilmiş bir ada haline geldi.


Konstantinopolis 1391'de Osmanlılar tarafından ilk kez kuşatıldı. Yedi ay süren kuşatmadan sonra Bizans, Osmanlılara eskisinden daha çok vergi ödemeyi ve Konstantinopolis'te bir Türk mahallesi kurulmasını kabul etti. Bizans İmparatoru II. Manuel'in Macar kralından yardım istemesi üzerine sefere çıkan Haçlı ordusu, 1396'da Yıldırım Bayezid tarafından Nikopolis'te Niğbolu Savaşı'nda yenilgiye uğratıldı. 1402'de Osmanlıların Ankara Savaşı'nda Timur'un ordusuna yenilmesi, Bizans’ı rahatlattı. Bizans, Mora'yı yeniden egemenliği altına aldı ve Osmanlılara vergi ödemeyi kesti. 1421'de Osmanlı tahtına çıkan II. Murad, ertesi yıl Konstantinopolis'i ve Selanik'i yeniden kuşattı.

1444'te yeni bir Haçlı ordusu da Varna Savaşı'nda Osmanlılarca bozguna uğratıldı. Dört yıl sonra, 1448'de Bizans tahtına XI. Konstantin çıktı. Konstantinopolis'i ele geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı Padişahı II. Mehmed, 2 Nisan 1453 pazartesi günü 80000 adamıyla ve düzensiz birliklerle oluşan bir kuvvetle şehri kuşattı. Hristiyanlar kenti sayıca azlıklarına rağmen (7000 kişi 2000 i yabancı destek kuvvetleri olmak üzere) ümitsizce savundular. 29 Mayıs, 1453 Perşembe günü de 53 gün süren kuşatmanın ardından Konstantinopolis Osmanlıların eline geçti. Son İmparator Konstantin Palaiologos en son şehir surları düştükten sonra muhafızlarıyla şehri terketmeye çalışırken görüldü; deniz tarafından gelen Osmanlı askerleriyle karşılaştı ve çarpışma sırasında öldü. Cesedinin bulunup bulunmadığı ve bulundu ise nerede gömüldüğü hakkında, bazıları mantıkî bazıları ise mantığa sığmaz ama hiçbiri pozitif isbat kabul etmez, bir çok mitilojik açıklamalar bulunmaktadır. Şu gerçektir ki son imparator için (yeri mitoloji ile açıklanmayan ve pozitif olarak isbat edilebilen) herhangi bir mezar bulunmamakta ve nerede gömüldüğü bilinmemektedir. Bizans İmparatorluğu da böylece tarihten silindi. İstanbul’u fetheden II. Mehmed, Fatih Sultan Mehmet olarak tarihe geçti.

Devlet yönetimi

Bizans Devleti, çok geniş yetkilerle donanmış bir imparator tarafından yönetiliyordu. Genelde iktidar babadan oğula geçerdi. Ama Bizans İmparatorluğu’nda, ordu komutanlarının zor kullanarak tahtı ele geçirdiği ve yeni bir hanedanın yönetime geldiği dönemler olmuştur. Bizans'ı bazen imparatoriçeler de yönetti. İmparator aynı zamanda en yüksek rütbeli ordu komutanı, en yüksek yargıç ve tek yasa koyucuydu. Konstantinopolis’teki Ortodoks Kilisesi’nin patriğini de imparator atardı.
Başkent Konstantinopolis’te, Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuş bir senato vardı. Bu senato imparatora yönetim işlerinde danışmanlık yapardı. Bazı yasalar yürürlüğe girmeden önce senatoda okunurdu. Senato da yasa tasarıları hazırlayarak imparatora sunabilirdi.

Ayrıca imparatorun hizmetinde bir başgörevli vardı. Bu kişi, bugünkü içişleri ve dışişleri bakanlarının görevlerine benzeyen bir görev üstlenirdi. Devlet daireleri, saray görevlileri, saray muhafız kıtaları, güvenlik, posta örgütleri ve yabancı elçilerle ilişkiler bu başgörevlinin sorumluluğunda ve yönetimindeydi. Maliye ve devlet topraklarının yönetiminden ise başka görevliler sorumluydu.


Bizans toprakları imparator Herakleios'tan itibaren ta VII. Yannis Kantakuzenos imparatorluğunun sonlarına kadar, thema adı verilen askeri/sivil yörelere ayrılmıştı. Bu yöresel yönetim sistemine göre themaların başına strategos denen hem askeri hem de sivil yetki ve görevleri bulunan valiler atanmaktaydı. Thema’daki askerlere toprak veriliyordu ve thema komutanı da çağrıldığında askerleriyle savaşa katılıyordu.

Bizans sanatı

Bizans sanatının kökeni Eski Yunan ve Roma sanatına dayanır. Bununla birlikte Mısır, İran ve Suriye kültürlerinden de etkilenerek, doğu ve batı uygarlıklarının bir bireşimi olarak gelişmiştir. Bizans’ın başkenti Konstantinopolis, ortaçağda dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Kent gösterişli sarayları, kiliseleri, hipodromu, zafer takları, dikilitaşları ve surlarıyla Bizans’ın da başlıca kültür ve sanat merkeziydi. Bizans sanatı, en önemli gelişmeyi mimarlık alanında yaptı. Bizans mimarlığının en belirgin özelliklerinden biri, yapılarda dev boyutlu kubbeler kullanılmasıdır. Öte yandan, duvar resimleri, mozaik, minyatür ve fildişi işçiliği gibi süsleme sanatlarında da Bizans çok ileriydi.

Sanat tarihçileri Bizans sanatını, Erken Bizans (330-726), Orta Bizans (867- 1204) ve Son ya da Geç Bizans dönemi (1261-1453) olmak üzere üç döneme ayırırlar.[kaynak belirtilmeli]
Erken Bizans döneminde başlıca iki tür yapıya rastlanır. Bunlardan biri, uzunlamasına eksenli bazilika biçiminde ve kubbeyle örtülü merkezî planlı yapılardır. Yunan ya da Latin haçı planlı bazilika örnekleri ise ikinci tür yapı biçimidir. İstanbul'daki İoannes Studios Kilisesi (İmrahor Camii), Efes'teki Azize Meryem Kilisesi, Selanik'teki Ayios Dimitrios Kilisesi ve Aya İrini, uzunlamasına eksenli bazilika türünün başlıca örnekleridir. Kubbeyle örtülü merkezî planlı yapıların en çarpıcı örneği, 532-537 yılları arasında yapılan Ayasofya’dır. Bu yapı dünya mimarlık tarihinin de başyapıtlarından biridir. Kubbeli bazilika türünün İstanbul'daki diğer örnekleri ise, Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii) ile Khora Kilisesi'dir (Kariye Camisi). Bizans’ın imparatorluk sarayı olan Tekfur Sarayı, bir Orta Bizans dönemi yapısıydı. Bugün İstanbul'un Eğrikapı semtinde kalıntıları bulunan saray, üç katlı bir yapıydı ve duvarları tuğla ve kesme taşla bezenmişti.[kaynak belirtilmeli]

İstanbul'un su gereksinimini karşılamak için yapılan Binbirdirek Sarnıcı ve Yerebatan Sarayı, Bizans mimarlığının bu alandaki en başarılı iki örneğidir. Constantinus'un yaptırdığı Binbirdirek 224 mermer sütun üzerine ve İustinianos'un yaptırdığı Yerebatan Sarayı da 336 sütun üzerine oturtulmuştur.

Bizans’ın mozaik resim sanatı ve duvar bezemeciliğinin en güzel örneklerine, Ayasofya, Kariye Camisi, Tekfur Sarayı ve Ravenna'daki San Vitale Kilisesi'nde rastlanır. Bu erken Bizans dönemi yapıtlardaki hayvan figürleri ve mitolojik sahnelerde, Sasani geleneğinin etkileri de görülür. Kilise denetiminin güçlendiği ve ikonaların yok edildiği dönemde (717-867), erken Bizans dönemi sanatındaki gelişme de durdu. Bu yeni dönemde mozaik resim sanatı yüzeysel ve simgesel bir anlatıma yöneldi, haç ya da benzeri simgeleri öne çıkardı.

Geç Bizans döneminde, yeni yapılardan çok, var olan yapılar onarıldı ya da ek yapılarla zenginleştirildi. Dönemin başlıca yapıları Lips Manastırı (Fenari İsa Camisi), Hagios Andreas Kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii) ve Khora Kilisesi'dir . Dinsel tasvire karış gelişmiş olan hareket, geç Bizans döneminde etkisini yitirdi. Bizans sanatı yeniden Helenistik ve Roma anlayışına dönerek, doğalcı ve gerçekçi bir üslubu benimsedi.[kaynak belirtilmeli]

Bizans adı

Bizans İmparatorluğu kavramı tarihçilerin bir icadıdır ve İmparatorluğun hayatta olduğu dönemde hiçbir zaman kullanılmamıştır. İmparatorluğun Yunanca adı Basileia tön Romania (Roma İmparatorluğu) veya sadece Romania idi. Doğu Roma halkı da kendisini Romalı olarak adlandırırdı. Türkler ve Araplar ise Rum kelimesini kullanırlardı. Batı Avrupa'da imparatorluktan "Bizans" diye bahsedilmeye başlanması Alman tarihçi Hieronymus Wolf'un 1557 yılında Corpus Historiae Byzantinæ adlı eserinin yayımlanmasının ardındandır. 1648 yılında Byzantine du Louvre (Corpus Scriptorum Historiæ Byzantinæ) ve 1680 yılında da Du Cange'nin Historia Byzantina adlı eserlerin yayımlanmasından sonra Montesquieu gibi Fransız yazarların arasında Bizans kelimesi popüler hale geldi.

Daha önceleri Batı Avrupa'da imparatorluk Imperium Graecorum (Yunanlıların İmapartorluğu) olarak adlandırılırdı. Özellikle 800 yılında Şarlman'ın Papa III. Leo tarafından Kutsal Roma İmparatoru (Imperator Augustus) olarak taçlandırılmasından sonra Roma mirası konusunda bir rekabet başlamıştı. Papalar ya da Batı'daki yöneticiler Doğu Roma imparatorlarından bahsedeceklerinde Imperator Romæorum unvanını kullanırlardı zira Imperator Romanorum unvanı Şarlman ve onun haleflerine aitti. Bu sebeplerden ötürü Bizans teriminin kullanılmasındaki amacın Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun rakibi Doğu Roma İmparatorluğu'nu tarih sahnesinden silmek olduğu düşünülebilir.

[KAPLAN] 06-03-2009 06:41 AM

Son Bizans İmp. Konstantin Dragazes’ın Mezarı
 
Son Bizans İmp. Konstantin Dragazes’ın Mezarı

http://www.enesreyhan.org/wp-content...n_dragazes.jpgİmparatorun ölümüne ve cesedinin nereye gömüldüğüne ait tarihi ifadeler karışık, zayıf ve birbirini nakzeder mahiyettedir. Türk kaynakları buna dair bir şey bildirmiyor.
Yunan kaynaklarından İmparatorun samimi dostu olan ve İstanbul muhasarasında hazır bulunan Phrantzes, ayakkabılarında İmparatora mahsus kartal resmi bulunan bir cesedin bulunduğunu anlatır.
Bu ceset, istedikleri gibi gömülmek üzere Yunanlılara verilmişti. Bir çok kafalar toplanmış, yıkanmış ve İmparatoru teşhis için uğraşılmışsada bulunmamıştı.

Yine muasırlardan biri olan ve istanbulun muhasarasında hazır bulunan Ducas bu ifadenin tamamiyle zıttı olan malumat vererek cesetten bahsetmez ve kafanın bulunduğunu, tanındığını, doldurulduğunu, teşhir edildiğini ve Padişahın hakim olduğu yerlere ganimet olarak gönderildiğini anlatır.

İvaria kaynaklarından olup muhasarada hazır bulunan Babrao, bazılarının ifadesine göre cesedin gömüldüğünü, bazılarına göre cesedin çiğnenmiş olduğunu söyler. Tedaldi, bu mütaleayı ışleyerek bir rivayete göre İmparatorun yaralandığını ve ayaklar altında çiğnenerek öldüğünü, Türklerin kafasını kesmiş olmalarının muhtemel olduğunu söyler. Mon Valdo, cesetten bahsetmemek hususunda Ducas’ı kopya ederse de kafanın doldurulduğunu, kırk bakire ve kırk gençle birlikte Babil ( Kahire ) paşasına gönderildiğini nakleder.
En çok dikkate değer iki rivayet Slavonia’dan gelmedir. « Moskovit rivayet » olarak maruuftur. Buna göre imparatorun Kafası, Sultan Mehmede götürülmüş, Sultan Mehmet bu kafayı tanımış ve onu öpmüş, sonra onu gümüşten bir mahfaza içine koyarak patrik’e göndermiş, o da bu kafayı Ayasofya mezbahanın altına gömmek için müsaade almıştı. Ceset ise Galataya götürülmüş ve orada gömülmüştü. İnsanın en çok inanmak istediği rivayet budur.

Çünkü Fatihin civanmerdane hareketlerine en çok uygun olandır. Slavonik rivayet, yahut Lehli yeniçeri rivayeti (bu rivayetler birbirinin tıpkısıdır) diye maruf olan rivayete göre Sırplı bir yeniçeri imparatorun kafasını Sultan Fatihe getirmiş, Bizans asilzadelerinden Notaras da kafayı tanımıştı. Kafa bir müddet için sarayın dışındaki kırık sütun üzerinde teşhir edilmişti. Aynı sırada imparatorun cesedi de mor ayakkabıları dolayısiyle tanınmış bulunuyordu. Ceset merasimle defnolunmuş, (fakat nereye gömüldüğü söylenmemektedir) ve padişah, kabrin üzerine, Osmanlı devletinin hesabına bir kandil yakılmasını emretmiştir. İmparatoru öldüren yeniçeri bir vilayete vali tayin edilmekle mükafatlandırılmıştı.

Daha sonra yazılı kaynaklara istinat etmiyen şifahi ananelerle karşılaşıyoruz. Ayasofyada bir yer vardır ki, imparatorun kabri olarak gösterilmekte ve bundan bu sahanın unutulmamış olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Moskovit rivayet aşağı yukarı doğru ise, belki de imparatorun kafası buraya gömülmüştür. Diğer bir menkibeye göre imparatorun kabri Gül Camündedir. Daha muahhar bir menkıbeye göre, imparatoru öldürmüş olduğunu iddia eden bir zenci yeniçeri, Sultan tarafından idam edilmiştir.
Nihayet, Vefa sahasında olup biri imparatora, diğeri imparatoru öldüren ve Raymond’un anlatışına göre, mezar taşı üzerinde ne yaptığını kaydeden Arapça bir kitabe bulunan Azap Dedeye ait menkıbe ile karşılaştırıyoruz. Bu adam, donanmanın ateşçilerindendi ve vaki hareketi yüzünden Sultanın emriyle öldürülmüştü.

On dokuzuncu asırdan daha önce bir tarihte Vefa kabrinden bahsolunduğunu görmedim. On dokuzuncu asrın ortalarında yazan De Paspah bunu biliyor, fakat, bu civardaki kahvecinin bu mezarı imparatora ait olarak göstermiye uğraştığını söylüyor. Birbirine yakın iki mezarın biri katile, diğeri kurbanına ait sayılır. Bu yüzden bu hikayeyi yaymaya imkan hasıl olmuş ve bahis mevzuu olan kahveci de bu vaziyettten istifade etmiştir.
1892 de İmparator Konstantin Dragazes’in tercüme-i halini yazan Majovovich kabrin beyaz mermerden olduğunu, üzerinde yabani güllerin ve yabani üzüm çubuklarının yetiştiğini söyler.

Fakat E. A. Grossvenor’un 1895 de neşrettiği « Constantinople » adlı eserde şu sözlerle karşılaşıyoruz: « Istanbuldaki Vefa mahallesinde, yerli Rumların İmparator Konstantine ait olmak dolayısiyle saygı gösterdikleri sefil ve isimsiz bir mezar vardır. Ürkek bir hürmet, mezarın etrafına bir takım iptidai tezyinat vücude getirmiştir. Kabrin etrafında, gece gündüz mumlar yanıyordu. Geçmiş seneler evveline kadar burası, bir ibadet yeri olarak, gizlice ziyaret ediliyordu. Daha sonra Osmanlı hükümeti, şiddetli tedbirler almış ve bu yüzden burası aşağı yukarı terkedilmiştir.»

Bu devre ait diğer kaynaklardan, burada yakılan mum ve kandillerin Osmanlı Hükümeti tarafından temin olunmadığını anlıyoruz. Bütün bunlardan alabileceğimiz netice nedir ?
Evvela; imparatorun nereye gömülmüş olduğunu tayin etmiye imkan yoktur.
Saniyen; Vefadaki kabir, yakınlarda gördüğü hürmet dolayısiyle enteresan bir mahiyet almakla beraber; ihtimal ki, pek eski değildir. Fakat Vefadaki kabirlerde hafriyat yapılmasını, Azap Dedenin mezar: üzerindeki kitabenin tekrar okunmasını ve bu kitabenin ne zaman yazılmış olduğunu tayin edilmesini, diğer kabrin de açılmasını teklif etmek isterim. Şayet buradaki kabrir içindeki ceset, teşhis imkanı verirse o zaman, vaziyeti tayin etmek mümkün olur. Şayet kabrin içindeki ceset kafasız ise, o zaman, imparatorun buraya gömülmüş olduğuna hükmetmek için imkan hasıl olur. Çünkü bu meselede muhakkak görünen bir şey varsa, imparatorun kafasiyle cesedinin birbirinden ayrı düşmüş olduklarıdır.

[KAPLAN] 06-03-2009 06:46 AM

Cevap : Doğu Roma İmparatorluğu | Bizans İmparatorluğu | Bizans Adı Nereden Geliyor ?
 
Engizisyon mahkemeleri

Katolik kilisesinin dini inançlara karşı gelenleri cezalandırmak amacı ile kurduğu kilise mahkemelerine verilen addır. İlk engizisyon mahkemesi 1203 yılında kuruldu. Mahkeme sadece kilise mensuplarım yargılamakla kalmıyor, dinsizleri yakalayıp cezalandıran bir ceza mahkemesi görevini de görüyordu.

http://img81.imageshack.us/img81/29/...x0209elvl7.jpg

Kızgın kerpetenler, çivili sandalyeler, büyük huniler, parmakları sıkıştıran mengeneler, ölüm askıları… Tüm bunlar, 20. yüzyılda siyasi muhaliflerini susturmak ve sindirmek için, totaliter rejimlerin kullandığı zindan aksesuarları değil. Bu işkence aletleri, bir dönem, Katolik Kilisesi’nin vazgeçilmez yardımcılarıydı ve engizisyon mahkemelerinin utanç dolu sayfasını oluşturuyordu.

1633 yılının 22 Haziran günü, Roma, tarihinin en önemli günlerinden birine tanık oluyordu. Engizisyon mahkemesinde yargılanan Galileo Galilei’nin son sözleri merakla bekleniyordu. Ünlü bilgin acaba düşüncelerinde direnecek miydi, yoksa “itiraf” mı edecekti? Yüzlerce izleyici ve jüri sıralarını dolduran onlarca din adamının ortasında, kendisini tarihle hesaplaşmak üzere bir av gibi hisseden Galilei’nin ağzından şu sözler döküldü: “Ben, ‘Güneş evrenin merkezindedir’ dediğim için yargılanıyorum ve bu tür aykırı görüşleri nefretle kınıyorum, lanetliyorum. Aynı zamanda Kutsal Katolik Kilisesi’ne yapılan tüm yanlışları da…”

69 yaşındaki bilim adamı, kendisi gibi Güneş’i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno’nun kazığa bağlanıp yakılmasından sonra, pek kahramanca davranamamıştı. Ama yine de, bugün engizisyon denince akla “Galileo Gallilei’nin duruşması” geliyor. Nitekim 2000 yılında papa, binyıl kutlamalarını fırsat bilerek, başta büyük bilim adamları olmak üzere, bir zamanlar din adına gerçekleştirilen bu uygulamalardan dolayı özür diledi.


Üç büyük engizisyon

Gerek kararları, gerek siyası ve dini erki nedeniyle üç büyük engizisyon adından çok söz ettirdi. Ortaçağ Engizisyonu, Valdensesler ile Katharlar’ın kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya balamaları üzerine, 1231′de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu.
İspanyol Engizisyonu ise, Castilla kraliçesi I. Isabella’nın ısrarı üzerine, Papa IV. Sixtus tarafından 1483 yılında onaylandı. Müslümanlar’la Yahudiler’in kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak hedeflenmişti. Bu nedenle, 200.000′e yakın Yahudi, 1492 yılında İspanya’yı terk etti.

Roma Engizisyonu, Roma Katolik Kilisesi’nin savunduğu öğretiyi korumak için III. Paulus tarafından 1542′de kuruldu. Genel olarak Calvin ve Lutherciler’e savaş açtı. Roma Engizisyonu, cadılık ve büyücülükle de uzun yıllar mücadele etti.
Bir manastıra ya da piskoposun sarayına yerleşen engizisyon sorgucusu, daha sonra halkı kilisede toplayıp uzun bir vaaz veriyordu. Amaç, yerel halkla ilişkileri sıcaklaştırmak ve onların güvenini kazanmaktı.

Engizisyon mahkemeleri, çoğunlukla “ihbar” müessesesi üzerine kurulmuştu. Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve “özür dilerse” affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi.

Sorgucunun katedralde verdiği vaaz, daha sonra yazılı olarak kiliselerin kapılarına asılırdı. Böylece hiç kimse “benim, mahkemenin geldiğinden haberim olmadı” diyemezdi. Bu ilandan sonra, sorguculara ihbarlar yağmaya başlardı. Mahkeme bir ay boyunca bu ihbarları okur, değerlendirir ve ihbar edilenlerin kendilerini göstermelerini beklerdi. İhbarların tümü noter tarafından kayda geçirilir ve bir temele dayanıp dayanmadıkları ya da sadece çamur atma olup olmadıkları araştırılırdı.
1593 yılında tutuklanan ünlü bilim adamı Giordano Bruno, önce Venedik Senatosu’na sevgilisi olan bir kadının kocası tarafından zina suçuyla ihbar edilmişti. Halkın tepkisinden korkan Senato, bu ihbarı kendisi değerlendirmek yerine engizisyon mahkemesine havale etmişti.

Mahkeme tutanaklarından, engizisyona gelen ihbarların yüzde ellisinin ciddiye alınmadığı açıkça görülüyor. Öte yandan, bugüne kadar pek bilinmeyen bir nokta, yanlış ihbarlarla suçlamada bulunan kişilerin de işkenceyle cezalandırılmasıydı.
İhbarın üzerinden bir ay geçtikten ve iyice değerlendirildikten sonra, engizisyon bir ön sorgulama yapardı. Bu noktada çok dikkatli davranılır ve suçlanan kişinin saygınlığını yitirmemesine özen gösterilirdi. Çok nadir olarak, ön sorgulamadan önce tutuklama yapılır ve bu durumda mutlaka iki tanık gösterilirdi. Ancak, ön sorgulamadan sonra, suçlanan kişi “tehlikeli” olarak tanımlanırsa, hemen tutuklanır veya piskoposluk sarayının ya da kraliyet mahkemesinin zindanına atılırdı.

Engizisyon kurallarına göre, tutukluların her türlü bakımından ve harcamalarından kilise sorumluydu. Belgeler, bu konuda oldukça ilginç uygulamalara tanıklık ediyor. Örneğin, bazı mahkûmlar pahalı şaraplar sipariş ediyor; hatta bazıları, geceyi eşleriyle birlikte geçirmeyi talep ediyorlardı. 1632 tarihinde engizisyon, mahkeme boyunca Galileo Gallilei’yi üç odalı bir evde ağırlamış ve kendisine bir de hizmetçi tahsis etmişti.
Mahkeme işlemleri basitti. Sanık ya piskoposluk sarayında ya da bir manastırda yargılanırdı. Mahkeme bir sorgucu kurulundan, noterden ve iki hukuk uzmanından oluşurdu. Bu uzmanlardan biri kilise dışından seçilebiliyordu. Mahkemelerde suçlanan kişinin bir avukatı yoktu. Sadece, sorgulamalarda itiraf edip etmediğine tanıklık etmek için bir kraliyet temsilcisi hazır bulunuyordu. Sorgucular, mahkemede suçlamalarını hem Latince hem de suçlunun anadilinde yapmak zorundaydılar. Sorgucular, çoğunlukla suçlu sıralarından çok daha yüksekte bulunan bir kürsüde otururlardı. Sorgucu konuşmasına, önce suçlunun kimliğinden, işinden, ailesinden söz ederek başlar ve daha sonra sözü işlenen suça getirirdi. Sorgucular psikolojik taktik konusunda çok uzmandılar. Suçluyu çelişkiye düşürüp, erken ve acele bir itiraf peşindeydiler. Bazı sorgucular bu konuda öyle uzmanlaşmışlardı ki, suçluyu giyiminden, bakışından ve duruşundan saptayabiliyorlardı. Engizisyon sorgucularının en ünlülerinin başında Bernardo Gui geliyordu. Çeyrek yüzyıl boyunca kendini soruşturmalara adayan bu Dominiken din adamı, sorgulamalarının büyük bir çoğunluğunu, 1324 yılına kadar Fransa’nın Toulouse kentinde sürdürdü. Başpiskopos ilan edildiğinde, o güne kadar tam 930 kişiyi yargılamış ve cezalandırmıştı.

Suçunu itiraf etmekte direnenler için işkence uygulanması, belki de engizisyon adının bu denli tiksinti ve ürperti yaratmasının nedenidir…

Aslında, Ortaçağ boyunca bu yönteme çok fazla rağbet edilmemişti. İşkence uygulamasının kurumlaşması 14. yüzyıldan sonra Roma hukukunun kabul edilmesinden sonra gerçekleşti. İşkence, mahkeme boyunca söylediklerinde çok büyük kuşkular ve çelişkiler olan suçlular için, ancak ve ancak başpiskoposun onayıyla yapılırdı. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı işkenceler konusundaki tartışma, günümüzde de tüm hızıyla sürüyor. Bir grup tarihçi, bu işlemlerin acımasızlığını ve zalimliğini dile getiriyor. Onlara göre, bazı yazılı kaynaklarda işkence gören kimi suçluların vücutlarının normalden 30 santim daha uzadığı belirtiliyordu. Yine kurbanın ağzına, büyük hunilerle bir seferde litrelerce su, hatta kimi zaman idrar boşaltılıyordu. Günahkârların kalçaları kızgın kerpetenlerle sıkılıyordu. 1486 yılında Alman engizisyon sorgucuları tarafından kaleme alınan “Cadıların Tokmağı” adlı el kitabı, engizisyon mahkemesinin uyguladığı bazı işkence yöntemlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu.


Dini doktrinlere karşı çıkanlar…
Katolik kilisesi, Ortaçağ’da gücünü sağlamlaştırdıktan sonra, kabul edilmiş doktrinlere karşı çıkanları toplum düşmanı olarak ilan etmeye başladı. Ancak, pişmanlığı reddedenler de vardı:

Roger Bacon (1220-1292)
Britanya İmparatorluğu’nda yaşayan Kelt bilim adamı, deney yöntemini ilk savunan Ortaçağ aydınlarındandı. Büyüteci bulan ilk olarak tarihe geçti. Fransisken öğretisini eleştirdiği için 15 yıl hapis yattı.


Ockhamlı William (1285-1347)
İngiliz filozof, varlık konusundaki yalınlık ve tutumluluk ilkesiyle ünlü… “Nesneler zorunlu olanlar dışında çoğaltılmamalıdır” sözü, “Ockham’ın usturası” şeklinde adlandırılıyor. Papalığa karşı imparatorluğu desteklemenin İncil’e uygun olduğunu söylediği için mahkum edildi. Ancak, Münih’e kaçarak yaşamını burada sürdürdü.


Giardano Bruno (1548-1600)
Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik’in tezini savundu. Evrende, Dünya’dan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için Roma’da kazığa bağlanıp, diri diri yakıldı.


http://img132.imageshack.us/img132/7...x0001ivrz4.jpg

Sanığın Sorgulanması
Bütün Engizisyonlarda işleyiş aşağı yukarı aynıydı. Tutuklular sorguya alınmadan önce aylarca zindanlarda tutulurdu. Bu, herhalde sanığın direnme gücünü kırmak için önceden düşünülmüş bir planın parçasıydı. Mahkeme önüne çıkarıldığında sanıkta doğruyu söylemesi istenir ve kendisinden Kutsal Örgütün sırlarını saklama sözü alınırdı. Kabul etmek sorgulamanın başlaması demekti, reddetmek ise zindana geri dönmek ve büyük bir olasılıkla bazı cezalara çarptırılmak anlamına gelirdi. Sorgulamaya geçilmesi halinde, mahkeme başkanınca birkaç soru yöneltilir ve tutuklunun yanıtları bir kâtip tarafından kaydedilirdi. Birkaç gün içinde sanık yeniden mahkemeye çıkarılır ve sorgulama devam ederdi. Sanıktan Kutsal Örgüte suçunu itiraf etmesi istenir ve engizisyoncuların elinde kanıtlar olduğuna, onun aleyhine tanıklık etmeye hazır tanıklar bulunduğuna inanılırdı.

Tutuklunun, ne kanıtların niteliğini ne de tanıkların kimliğini öğrenmesine izin verilirdi. ve suçunu Sanık direnmeye inkâr etmeye daha şdevam ederse engizisyoncular daha şiddetli yollara başvururlardı.

Papa Innocentius tarafından 1252’de yayınlanmış resmi bir mektupla, işkence, itiraf ettirme aracı olarak açıkça tanınmıştı. Engizisyoncular işkenceyi neredeyse güzel sanatlara dönüştürdüler ve süreç içinde epeyce psikoloji bilgisine sahip olduklarını gösterdiler. Sistemin işleyişi, iradesi en güçlü ve en sağlam yapılı adamın bile direncini kırmak için incelikle tasarlanmıştı. Başta, sanık işkenceyle tehdit ediliyordu ve yalnızca tehdidin kendisi bile istenen sonucu verebilirdi. Bu yöntem itiraf ettirmede etkili olmazsa, işkence odasına alınıyor ve kullanılan aletler gösteriliyordu. İşkence odası, çelik gibi sağlam sinirlere sahip olmayanlar dışında herkeste korku, dehşet ve umutsuzluk uyandırmaya yetecek biçimde düzenlenmişti. Bu odalar, genellikle yeraltında, penceresiz ve iki mum ışığından başka aydınlatmanın olmadığı yerlerdi. İşkencecilerin görünümleri olağandışı ve ürkütücüydü. Baştan aşağı siyah giysiler giyerler, yalnızca gözlerini açıkta bırakan kukuletalar takarlar ve en şeytani, en iblisçe görüntüyü sergilerlerdi.

İşkence odasının, işkencecinin ve aletlerin istenen etkiyi yaratmaması durumunda tutuklu çırılçıplak soyulur ve elleri bağlanırdı.

“Soymak,” diyor Limborch, “yalnızca erkeklere değil, kadınlara, bakirelere, zaman zaman hapse düşen en namuslu ve ADMİN’li kişilere de insanlık onuru hiçe sayılarak uygulanırdı. Tutukluları iç çamaşırlarına varana kadar, ifadeyi bağışlayın, donlarına kadar soyarlar, sonra da çizgili formalarını giydirirlerdi.”


http://img169.imageshack.us/img169/8319/01iv9.jpg


Engizisyon tarafından kafası kesilerek ölüme mahkum olmuş bir suçlunun cezasının infazının ardından, başının bir tepsi içinde engizisyon üyelerine sunulması.


http://img224.imageshack.us/img224/8772/02tv8.jpg

İşkenceler bir tek engizisyonun kararı ile değil, aynı zamanda onların cahillikleri ile de yapılıyordu. İlmin gelişmesine karşı çıkan engizisyon, bu şekilde de binlerce insanın ölümüne yol açmıştır. Yukarıdaki çizimde de gördüğünüz gibi vücudu kangren olmuş birinin uzuvları çürüyor ve etraftaki insanlar bunun tanrıdan gelen bir durum olduğunu düşünüyor. Bu durum bize bu zamanda ilginç gelebilir. Ancak ortaçağda ortayaşlı bir insanın bacağının kırılması, ölümü ile eşanlama gelebiliyordu..

http://img224.imageshack.us/img224/6466/03ka0.jpg

Engizisyonun emri üzerine yakılarak idam edilmiş bir kişinin küllerinin toplanması…

http://img224.imageshack.us/img224/239/04ge0.jpg

Toplu İnfaz…


http://img224.imageshack.us/img224/8412/05cq9.jpg

Mahkumun çarmıha başı aşağı gelecek şekilde gerilmesi ve ardından göğüs uçlarından başlanarak derisinin yüzülmesi…

http://img169.imageshack.us/img169/6302/06nm6.jpg

Engizisyonun en büyük işkence icadından birisi ‘Böğüren Boğa’dır. Metalden yapılmış olan bu boğanın karnındaki kapağa suçlu canlı olarak konur ve ardından kapak kapatılır. Boğa ateşe tutulurken içinde kavrulan mahkum bağırmaya başlar. Bu da boğanın böğürme gibi ses çıkarmasını sağlar. Sesin şiddetine göre kişinin suçunun ne kadar olduğu anlaşılır. Şayet kişi hiç bağırmadan can verdiyse, ailesine mahkumun iyi bir hıristiyan olduğu söylenir…

http://img224.imageshack.us/img224/2277/07rf1.jpg

Elleri ve ayakları bağlanan bu mahkumun ayakları önce ateşin közüyle dağlanacak, daha sonra harlı ateşe tutulacak…

http://img169.imageshack.us/img169/7134/08fn5.jpg

Arena gelenekselleşmiş bir işkence türüydü. Kölelerin ve savaş esirlerinin aç ve yırtıcı hayvanlara verilmesi trajedisi uzun müddet devam etmiştir. Bu gelenek biçim değiştirmiş bir şekilde İspanya’da hayvanlara karşı hala devam ediyor…

http://img169.imageshack.us/img169/568/09gi8.jpg

Cezası infaz edilmiş bir suçlunun ölüp ölmediği kontrol ediliyor. Kontrolör kişinin hâlâ yaşadığına kanaat getirirse mahkum tekrar yakılacak…

http://img84.imageshack.us/img84/3117/15hj2.jpg

İçinde şeytan bulunduğu sabit görülen bir mahkum, ateşe atılıyor…

http://img84.imageshack.us/img84/2618/16vz4.jpg

Kırbaçlama, başta avrupa olmak üzere tüm dünyada yaygın bir işkence yöntemidir. Yukardaki örnekte de suçlu, sopalarla kırbaçlanıyor…


http://img84.imageshack.us/img84/3650/17fx1.jpg

Engizisyon işkence konusunda yaratıcılığını epeyce geliştirmiştir. İnsanın içini ürperten bu sahnede kişinin dizlerine çakılan demirlere elleri bileklerinden bağlanıyor…


http://img143.imageshack.us/img143/9859/18mf0.jpg

İçinde şeytan bulunan mahkumun (!) başından aşağı kızgın yağ dökülüyor…

http://img95.imageshack.us/img95/7037/10ge8.jpg

Suda boğma…

http://img84.imageshack.us/img84/6392/11xh0.jpg

Mahkumun ağzına kor ateş sokularak dilsiz yapılacak…

http://img95.imageshack.us/img95/7128/12om4.jpg

Vücuduna bağlanan ağırlıkla birlikte baş parmağından asılmış bir suçlu… Istırabı düşünün…

http://img84.imageshack.us/img84/372/13jl8.jpg

Engizisyon ve halkın gözlerinin özünde başı kılıçla kesilerek öldürülen bir kişi…

[KAPLAN] 06-03-2009 06:48 AM

Cevap : Doğu Roma İmparatorluğu | Bizans İmparatorluğu | Bizans Adı Nereden Geliyor ?
 
BİZANS İMPARATORLUĞU, Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinir. İS 330'da


Roma İmparatoru Constantinus, İÖ 7. yüzyılda Yunanlılar'ca kurulmuş olan Byzantion (Bizans) kentine Konstantinopolis (Constan-tinus'un kenti") adını vererek başkent ilan etti. Konstantinopolis (bugünkü İstanbul), Roma İmparatorluğu'nun batı kesiminin 476'da parçalanmasından sonra yaklaşık 1.000 yıl boyunca varlığını korumuş olan Bizans İmparatorluğu'nun yönetsel, kültürel ve ekonomik merkezi oldu . Avrupa ile Asya'yı ayıran bir boğazın kıyısındaki elverişli limanıyla, büyük bir imparatorluğun başkenti olmaya çok uygun bir kentti.

Roma'dan senatörler ve yüksek memurlar getirterek yeni bir hükümet kuran Constantinus kenti görkemli yapılarla donattı. Ro-ma'nın putperest olmasına karşılık, Konstantinopolis bir Hıristiyan başkenti oldu. Constantinus Hıristiyanlık dininin varlığını sürdürmesine izin vermekle kalmadı, kendisi de bu dini benimsedi .

Bizans İmparatorluğu yöneticileri kendilerini Roma İmparatorluğu'nun gerçek mirasçıları kabul ediyorlardı. İS 337'de Constanti-nus'un ölümünden sonraki birkaç yüzyıl boyunca, Roma ile Konstantinopolis'in ilişkileri bozulmadı. Ama İS 4. ve 5. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu'nun batı kesimi küçük devletlere ayrılıp parçalanırken, bütünlüğünü korumayı başaran Bizans İmparatorluğu, batıdan bağımsız olarak Doğu Akdeniz'deki egemenliğini korudu. Bizans İmparatorluğu Yunan ve Roma uygarlıklarının son merkezi oldu.

İmparatorluğun Kuruluşu (610'dan Öncesi)
Julianus (361-363) döneminde putperestliği yeniden canlandırma girişimleri sırasında, Hıristiyanların okullarda eğitim vermeleri yasaklandı ve putperestliği destekleyici yasalar çıkarıldı. Julianus'un ölümünden sonra Hıristiyanlık yeniden güçlenmeye ve yayılmaya başladı.

4. yüzyılın sonlarına doğru Vizigotlar, Roma'yı ve Konstantinopolis'i ele geçirmek istediler . I. Theodosius (379-395), istilacıları Balkanlar'da yendi ve onları Tuna Irmağı dolaylarında yerleşmeye zorladı. Hı-ristiyanlık'ı benimseyerek putperest dinleri yasaklayan Theodosius, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını birlikte yöneten son imparator oldu.

Theodosius'un ölümünden sonra Batı Roma İmparatorluğu'na saldıran Got kavimleri, 410'da Roma'yı ele geçirdiler. Öbür barbar kavimlerden Vandallar Kuzey Afrika'ya, İspanya'ya ve İtalya'ya girdiler. 5. yüzyıl sonlarında saldırıya geçen
Germen kavimleri Batı Roma İmparatorlu-ğu'na son verdiler.

Bizans İmparatorluğu ise saldırganları püskürttü. Balkanlar'dan saldıran Slavlar'ı, doğudan gelen Sasaniler'i yenilgiye uğratarak gücünü korumayı başardı.
6. yüzyılda Bizans İmparatorluğu'nun en güçlü yöneticisi I. Jüstinyen (527-565), uzun savaşlar sonucu Kuzey Afrika, İtalya ve Doğu İspanya'yı yeniden ele geçirdi. Büyük bir haraç ödeyerek, İran kralı ile "Sonsuz Barış" anlaşmasını gerçekleştirdi. Jüstinyen döneminde, siyasal ve dinsel uyuşmazlıklar 532'de Nika Ayaklanması adıyla bilinen bir halk ayaklanmasına dönüştü. Komutan Belisarios ayaklanmacıları Hipodrom'da (bugünkü At Meydanı) kıstırarak 30 bin kişiyi öldürttü. Jüstinyen bundan sonra eskisine göre daha da güçlendi.

Jüstinyen'in en kalıcı reformlarından biri, Roma hukukunu derleyip düzenlemesi oldu. Hukuk bilginlerinden kurulu bir komisyonun uzun çalışmalar sonunda oluşturduğu bu derleme Corpus Iuris Civilis ("Medeni Hukuk Yasaları") olarak bilinir ve daha sonra Avrupa hukukunun gelişmesine temel olmuştur.

Jüstinyen, imparatorluğu süresince putperestliği ortadan kaldırmaya ve Hıristiyanlık dünyasını aynı çatı altında toplamaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Öldüğünde imparatorluk savaşlardan yıpranmış, din aynlıklany-la bölünmüş ve barbar kavimlerin saldırısıyla yüz yüze kalmıştı.

Müslüman Akınları ve Dinsel Uyuşmazlıklar (610-867)
Bizans İmparatorluğu 7. yüzyılda ve 8. yüzyılın ilk yansında doğuda, Müslüman devletler ile Pers ordulannın saldınsına uğradı. Batıda Germenler ve öbür barbar kavimler Roma uygarlık merkezlerini ele geçirdiler. Balkanlar'da yerleşen Sırplar ve çeşitli Slav kavimleri ise Konstantinopolis'e sürekli baskıda bulunuyorlardı.

610'da, Mısır askeri valisinin oğlu Herak-leios (Herakleius) Bizans tacına el koydu. Persler'i geri püskürttü; Konstantinopolis'in savunmasını güçlendirdi.
Herakleios, Tuna Irmağı ötesinden gelen saldırgan Avarlar'ı da yendi. Bulgarlar ve öbür Slav kavimlerin desteğiyle Avarlar, Balkanlar'da imparatorluk sınırlannı zorluyor-lardı.
Araplar yeni yayılmaya başlayan İslam dininden aldıklan güçle Bizans'a saldınya geçtiler; 632'de Suriye ve Filistin'in denetimini ele geçirdiler. İskenderiye teslim olduktan sonra, 642'de Mısır da Araplar'ın egemenliğine girdi.

674-678 yılları arasında Araplar birçok kez Konstantinopolis'i ele geçirmeye çalıştılarsa da kent direndi. 8. yüzyıl başlannda, Herakleios soyunun egemenliği son buldu. Bulgarlar ve Araplar, Bizans'a yeniden saldırdılar. 717'de İsauria (İsoriya) hanedanının ilk temsilcisi III. Leon (717-741) Arap ve Bulgar saldırılannı geri püskürttü. Daha sonra tahta çıkan V. Konstantinos Bulgarlar'a karşı düzenlediği seferler sonucu düşmanını zayıf düşürmeyi başardı.

Bu savaş yıllan boyunca, Bizans'a özgü bir kültür ve siyasal gelenek oluştu. Bizans İmpa-ratorluğu'nda, Batı (Roma) kültürü ve Latince yerine, Yunan dili ve kültürü egemen oldu. Giderek artan din uyuşmazlıklan sonucunda, imparatorluğun batısı ile doğusu arasındaki kopuş iyice kesinlik kazandı.

İmparatorluk içerdeki din uyuşmazlıklan ve dışardan gelen saldınlar sonucu güçten düştü. Zayıf yöneticilerin başta bulunduğu dönemde, Konstantinopolis'in güçlü surlan olmasaydı, 8H'de Bizans ordusunu bozguna uğratan Bulgar kavimlerinin kenti almasını önlemek mümkün olmayacaktı.

Güçlenme Dönemi (867-1081)
Bizans İmparatorluğu yetenekli yöneticiler ve komutanlar yetiştiren Makedonya hanedanı döneminde, 867-1056 arasında altın çağını yaşadı. Ülke zengin bir uygarlık merkezi oldu.

Hanedanın kurucusu I. Basileios (I. Vasil; 867-886) Anadolu'daki topraklan geri almaya başladı. I. Basileios ve VI. Leon (886-912) yönetimleri sırasında, imparatorluk hukuku yeniden düzenlenerek, hukukçulann daha kolay uygulayabileceği bir duruma getirildi. II. Nikephoros Phokas (963-969), Girit ve Kıbns'ı yeniden ele geçirerek Doğu Akdeniz' de Bizans'ın üstünlüğünü sağladı.

Balkanlar'da önemli topraklar kazandı. Komutanı İoannes Tzimiskes (969-976) Balkanlar'da yaptığı savaşlarda Ruslar'ı geri püskürttü.

Dönemin en büyük yöneticisi II. Basileios (II. Vasil; 976-1025), 1001'de Araplar'la bir anlaşma yaparak, Kuzey Suriye'nin denetimini ele geçirdi. 1018'de Bulgar ordusunu yenerek, Bulgar topraklarının Bizans yönetimine girmesini sağladı ve Anadolu'da eskiden yitirilmiş topraklan geri aldı. İtalya'da Napoli ve Venedik devletleri Bizans İmparatorluğu'nun gücünü tanımak zorunda kaldılar.


İS 10. ve 11. yüzyıllarda yapılan Venedikte'ki Aziz Mark Kilisesi daha önce kenti yöneten Bizans İmparatorluğu'nun etkilerini yansıtır.
II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar baş gösterdi. 1055'te İran'ı ele geçiren Selçuklular, Anadolu'ya doğru ilerlemeye başladılar. 1071'de Malazgirt'te İmparator Romen Diyojen, Selçuklu Sultanı Alp Arslan'a yenilerek tutsak düştü. Selçuklular bundan sonraki 10 yıl boyunca Anadolu'ya akınlannı sürdürerek, Konstanti-nopolis'i tehdit ettiler.

Güçsüz yöneticiler döneminde, Konstanti-nopolis'in güçlü patriki ile papa arasındaki görüş ayrılıklan sert tartışmalara yol açtı. Bunun sonucu olarak 1054'te Roma Katolik Kilisesi ile Yunan Ortodoks Kilisesi birbirinden bağımsızlaştı.

Haçlı Seferleri (1081-1204)


Bizans için önemli bir tehlike oluşturmaya başladılar. Batıdaki yeni tehlike ise Güney İtalya'ya egemen olan Normanlar'dı. Komne-nos hanedanından İmparator I. Aleksios (I. Aleksi; 1081-1118) Konstantinopolis'i ele geçirmek isteyen Normanlar'a karşı Venedikli-ler'den yardım sağladı. 1085'te Normanlar'ın önderi Robert Guiscard'ın, bir sonraki yıl da Selçuklu sultanının ölmesi bu tehlikeli durumu bir süre için geciktirdi.

1096'da Avrupa'dan ilk Haçlı ordusu gelince, I. Aleksios Haçlılar'la, Selçuklular'dan alacaklan topraklan Bizans'a geri vermeleri konusunda anlaştı. Ama Haçlılar Bizans İm-paratorluğu'nu desteklemekten çok, Kutsal Topraklar'ı (Kudüs) ele geçirmek istiyorlardı.

Kudüs'e doğru ilerlerken aldıkları yerlerde kendi kralhklannı kurmak isteyen Haçlı şövalyeleri, Bizans İmparatorluğu'na yardım edecek yerde, yeni sorunlar yarattılar.
Venedikliler'in Mısır'ı ele geçirmek üzere başlattığı IV. Haçlı Seferi, amacından saptın-larak Bizans'ın işgaliyle sonuçlandı. Saldırılar sırasında Konstantinopolis'ten sürülen III. Aleksios'un yerine Latin düşmanı V. Aleksios tahta çıktı. Konstantinopolis'in 13 Nisan 1204'te düşmesinden sonra kenti acımasız bir biçimde talan eden Haçlılar hazineyi de yağmaladılar. Ortaçağın bu en büyük kenti neredeyse yoksullaştı.

Latin Egemenliği (1204-1261)
Bizans İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Konstantinopolis'te, Flandre Kontu Baudo-uin'in yönetiminde bir Latin imparatorluğu kuruldu. Roma'ya sadık bir patrik başa getirildi. Bizans İmparatorluğu'nun öbür kesimleri Haçlı önderlerince yönetilen Latin devletleri oldular. Venedik, Akdeniz'i denetleyebilmek için önemli ada ve limanlara sahip çıktı. Haçlılar'ın el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız Bizans devletçikleri kuruldu. Bu devletlerin en güçlüsü Anadolu'da Nikaia' daydı (İznik). Son Bizans hanedanından I. Theodoros Laskaris 1208'de, kendi atadığı bir Rum Ortodoks patriğinin elinden taç giyerek, "Roma imparatoru" ilan edildi. Ondan sonra gelenler Nikaia egemenliğini Avrupa'ya kadar genişleterek Konstantinopolis'i çevreleyen toprakları ele geçirdiler. Bizans devletçikleri içinde Bizans'ı devam ettiren Nikaia İmparatorluğu oldu.
Nikaia imparatorlarından IV. İoannes'i tahttan indiren general Mikhael (Mihail) Pa-laiologos, VIII. Mikhael adıyla taç giydikten sonra, 1261'de Konstantinopolis'e girerek Latin egemenliğine son verdi. Böylece Bizans'ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemi başladı.



Son Dönem: Osmanlılar'ın Konstantinopolis'i Fethi (1261-1453)

Palaiologos hanedanı yönetimi ele aldığında imparatorluk topraklan Konstantinopolis, Trakya, Selanik, Makedonya'nın bir bölümü, Ege Denizi'nde birkaç ada ve Nikaia Prensli-ği'nden oluşuyordu. VIII. Mikhael, imparatorluğun eski gücünü kazanması ve ticaretin yeniden canlanması için önlemler almaya başladı. Yunanistan'ın büyük bir bölümü ve ada-lann çoğunda Latin egemenliği sürüyordu. Cenevizliler uzun süredir Venedikliler'in tekelinde bulunan ticareti ele geçirerek Gala-ta'da kendi ticaret ağlarını kurdular. Balkanlar'da Bulgarlar ve Sırplar Bizans için tehlike yaratıyordu.
Konstantinopolis'i ele geçirmek isteyen batılı devletler yeni bir Haçlı Seferi düzenledilayınca, doğu sının zayıfladı. Moğol istilasından kaçarak Anadolu'ya doğru ilerleyen Türkmen boylan küçük beylikler kurmaya başlamışlardı. Mikhael'in oğlu II. Androni-kos (1282-1328) ve onun torunu III. Androni-kos dönemlerinde Bizans, Balkanlar'da Sırplar'la, Anadolu'da da OsmanlılarTa uğraşmak zorunda kaldı. 1299'da bir beylik kuran Osman Bey, topraklarını büyük bir hızla genişletmeye başladı. Sırasıyla Nikaia (İznik) ve Nikomedeia (İzmit) Osmanlılar'ın eline geçti. Prusa'ya (Bursa) giren Osmanlılar, bu kenti Osmanlı Devleti'nin başkenti yaptılar.

Bizans'taki taht kavgalanndan yararlanan Sırp Kralı Stefan Dusan, Sırp ve Bizans kralı olarak taç giydi. Bundan sonraki yıllar da büyük çalkantılarla geçti. İç savaş tüm şiddetiyle sürerken baş gösteren veba salgını çok sayıda insanın ölümüne yol açtı. Bizans'ta İoannes Kantakuzenos, Osmanlılar'ın da desteğiyle VI. İoannes adıyla tahta geçti. Osmanlı Padişahı I. Murad, 1362'de Konstantinopolis'in kuzeybatısındaki Adrianopolis'i (Edirne) ele geçirdi ve kent Osmanlı Devleti'nin yeni başkenti oldu. Böylece Bizans İmparatorluğu, Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında, dört yanından Osmanlı topraklanyla sanlmış oldu.
Konstantinopolis ilk kez II. Manuel'in yönetimi sırasında, 1391'de I. Bayezid'in ordula-nnca kuşatıldı. Yedi ay süren kuşatmadan sonra Bizans, Osmanlılar'a eskisinden daha çok vergi ödemeyi ve Konstantinopolis'te bir Türk mahallesi kurulmasını kabul etti. II. Manuel Macar kralından yardım istedi. Bunun üzerine saldınya geçen Haçlı ordusu, Ni-kopolis'te (Niğbolu) Osmanlı ordusunca bozguna uğratıldı. Yardım istemek üzere yeniden İtalya, Fransa ve İngiltere'ye giden II. Manuel somut bir yardım sağlayamadı. 1402'de Osmanlılar Ankyra (Ankara) yakınlarında Timur'un ordusu karşısında bozguna uğrayınca, Bayezid'in oğullan Osmanlı tahtı için birbirleriyle savaşmaya giriştiler. Bu sarsıntı döneminde Konstantinopolis'in çevresindeki kuşatma kaldınldı; Mora yeniden Birak, 1422'de Konstantinopolis'i ve Thessalo-nike'yi (Selanik) yeniden kuşattı.
1444'te düzenlenen yeni bir Haçlı Seferi, Osmanlılar'ca Varna'da bozguna uğratıldı.
Bizans tahtına 1448'de XI. Konstantinos çıktı. Konstantinopolis'i ele geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı Padişahı II. Mehmed, Nisan 1453'te kenti kuşattı. Bizanslıların Halic'e gerdiği zincirlerle girişi engellenen Osmanlı gemileri II. Mehmed'in buyruğuyla, Kasımpaşa sırtlarında karadan yürütülerek Halic'e indirildi. Kent surlarını aralıksız top atışma tutan Osmanlı ordusu, Mayıs 1453'te Konstantinopolis'e girdi. İmparator Konstantinos çarpışma sırasında öldü. Bizans İmparatorluğu, Konstantinopolis'in (İstanbul) Osmanlılar'ca alınmasıyla son buldu. Böylece, II. Mehmed, Fatih Sultan Mehmed olarak tarihe geçti. 1453'ü izleyen 10 yıl içinde de Atina, Mora ve Latin istilasından sonra Karadeniz'in doğusunda kurulmuş olan Bizans kökenli Pontos Devleti'nin başkenti Trabzon Osmanlılar'm eline geçti.

Devlet Yönetimi
Bizans İmparatorluğu'nda devletin başında çok geniş yetkileri olan bir imparator bulunur, imparatorluk babadan oğula geçerdi. Ne var ki, kimi zaman ordu komutanları zor kullanarak tahtı ele geçirir ve yeni bir hanedanın yönetime gelmesini sağlardı. Bizans'ı zaman zaman da imparatoriçeler yönetti. İmparator aynı zamanda en yüksek rütbeli ordu kumandanı, en yüksek yargıç ve tek yasa koyucuydu. Ama imparator, mutlak gücü simgelemesine karşın, kilisenin ve Ortodoks dininin yalnızca koruyucusuydu. Kilisenin başkanı Konstantinopolis patriğiydi ve imparatorca doğrudan atanırdı. Din işlerinde en büyük yetkiye din adamlarından oluşan Ruhani Meclis sahipti.
İmparatora yönetim işlerinde danışmanlık yapan bir de senato vardı. Bu senato Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuştu. Bazı yasalar yürürlüğe girmeden önce senatoda okunurdu; buna karşılık senatonun da yasa tasarıları hazırlayarak imparatora sunma hakkı vardı.

İmparator, zaman zaman halkın sorunlarını dinlemek ve kendi isteklerini iletmek üzere halkla ya da halkın seçtiği temsilcilerle genel toplantılar yapardı.

Ayrıca, yaptığı iş bugünkü içişleri ve dışişleri bakanlarının görevlerine benzeyen bir baş-görevli vardı. Devlet daireleri, saray görevlileri, saray muhafız kıtaları, güvenlik, posta örgütleri ve yabancı elçilerle ilişkiler başgö-revlinin sorumluluk ve yetkileri arasındaydı. Maliye, devlet topraklarının yönetimi ve sivil yönetim görevlerini yerine getiren başka görevliler de vardı.

İmparatorluk 7. yüzyılda, thema adı verilen yerel yönetim birimlerine ayrılmıştı. Bu yönetim sistemini ilk kez uygulayan İmparator He-rakleios kendisine bağlı, strategos denen komutanlara, ele geçirdikleri topraklarda yerel yönetim birimi kurma hakkı vererek, onları hem sivil, hem de olağanüstü askeri yetkilerle donattı. Bu yönetim birimleri, özellikle, Anadolu'daki Arap saldırılarına karşı etkili oldu.

Bizans Sanatı
Bizans İmparatorluğu 1.000 yılı aşkın tarihi boyunca, yayıldığı bölgelerdeki çeşitli kültürlerle beslendi. Kökeni Eski Yunan ve Roma sanatına dayanan Bizans sanatı Mısır, İran ve Suriye kültürlerinden de etkilenerek, doğu ve batı uygarlıklarının bir bireşimi olarak gelişti.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.